Gelişmekte Olan Ülkeler

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkeler Kapital Kullanımı​

Bazı iktisatçılara göre azgelişmişliğin en belirgin özelliği kapital kıtlığı değil, kapitalin kötü kullanımıdır. Diğer bir deyişle, kapitalin çok düşük bir ölçüde endüstriyel yatırımlara gitmesidir.

Kapitalin Kötü Kullanımının Nedenleri

Yatırılabilir Kaynakların Verimli Alanlarda Kullanılamayışı
Azgelişmiş ülkelerde, yatırımlara gitmesi gereken fonların sanayileşmeye uygun olarak kullanılamayışı büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Malezya'da 1974'de ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 33'üne eşitti. Aynı yılda bunun yatırımlara aktarılan kısmı yüzde 10'du. 1951'de Seylan'da ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 30'unu oluşturuyordu. Bunun yatırımlara giden kısmı sadece yüzde 10'du. Aynı rakamlar 1948'de Taylan'da yüzde 32 ve yüzde 6, Filipinler'de yüzde 25 ve yüzde 9, Hindistan'da yüzde 15 ve yüzde 5 idi.
Yukarıdaki rakamlar yatırımlara gitmesi gereken fonların nasıl verimsiz alanlara yöneldiğini ortaya koyuyor. Bu açıdan Mısır'ın 1939-1935 dönemindeki durumu daha da çarpıcıdır: 1939 ile 1953 yılları arasında, ekonomik fazla, milli gelirin üçte birine eşittir. Fakat bunun yüzde 38'i varlıklı sınıfların lüks tüketim harcamalarına, yüzde 34'ü lüks inşaata, yüzde 151 spekülatif harcamalara gitmiştir. Sadece yüzde 14'ü, gerçek anlamda verimli yatırımlar için kullanılmıştır.
Görüldüğü gibi, yaklaşık 40-50 yıl öncesine ilişkin veriler bile, azgelişmiş ülkelerin gerçek sorunlarından birinin nicel kaynak sorunun ötesinde bu kaynakların kullanılış tarzıyla) yani kapitalin kötü kullanılmasıyla da yakından ilgili olduğunu gösteriyor.

Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Sermaye
Bazı iktisatçılara göre yabancı sermaye de azgelişmiş ülkelerin öz sermayelerinin kötü kullanımına neden olmaktadır. Çünkü, yabancı sermaye, gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ülkelere doğru akmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise; yüksek teknoloji, ileri teknik bilgi, az hammade ve sınırlı işgücü ile çok mal üretimi, büyük kapital gücü, üstün organizasyon yeteneği, sınırsız deneyim ve gelişmiş pazarlama etkinliği vardır. Bu ülkelerin özel girişimcileri, bu üstün nitelikleri ve güçleri sayesinde yatırım yaptıkları her sanayi dalını, hemen kendileri için tekel durumuna getirmekte ve öz sermayeyi en etkin biçimde kullanmaktadırlar.
Öte yandan, özel yabancı sermaye yatırımları, ancak özel koşulların varlığında herhangi bir ülkenin kalkınmasına katkıda bulunabilir. Bunun dışında yabancı sermayeyi mutlaka kalkmdırıcı bir faktör saymak yanlıştır. Yabancı sermaye bir ülkeye götürdüğünden daha fazlasını geri getirmek için gider. Bu bakımdan Brezilya'daki Amerikan sermayesinin durumu ilginçtir. "1947-1960 yıllan arasında Brezilya'daki özel Amerikan sermaye yatırımlarının toplam tutarı 1 milyar 814 milyon Dolardı. Aynı dönemde, amortismanlar, kârlar, ihtira beratı bedelleri, faiz ve diğer transferler yoluyla Brezilya'dan ABD'ye akan sermaye 3 milyar 481 milyon Dolardı." Bu da azgelişmiş ülkeleri yatırılabilir fonlardan mahrum bırakmaktadır.
Kapitalin Kötü Kullanımının;
- Spekülasyon Olanakarının Fazlalığı,
- İç Pazarın Darlığı,
- Altyapt Yatırımlarının Eksikliği,
- Siyasal istikrarsızlık,
- Feodal Sosyal Yapı, gibi nedenleri de vardır. Bunlar ileride incelenecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Çocuk İş Gücü
Önce A.Sauvy'de rastlanılan bu özelliği ele alan C.Levy'ye göre "eskiden tarlada çocukları çalıştırmak gelenekti. Sanayi, el emeğini gerektirdiği zaman, bu transfer kendiliğinden oldu Sonra insancıl duygular nedeniyle, yavaş yavaş, çocuk çalıştırma azalmaya başladı. Bugün zorunlu eğitim düşünceleri dışında bile, bir çocuğun fabrikada çalıştırılması toplumu incitmektedir. Bu yöndeki ilerlemeler belirli derecede olmakla birlikte, azgelişmiş ülkelerde çocukları çalıştırmamak konusunda yapılması gereken çok şey vardır."
Azgelişmiş ülkelerde ilköğretim çağındaki çocukların, tarım alanlarında olduğu gibi öteki iş alanlarında da çalıştırıldığı görülmüştür "Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 1945 yılında kabul ettiği kararda her türlü çalışma için en düşük yaşın 16 olmasını üye devletlerden istenmişti."
Buna karşın, azgelişmiş ülkelerdeki yoksulluğa sıkıca bağlı sayılan çocukların çalıştırılması ile ilgili olarak Uluslararası Çalışma Bürosu tarım dışında çocukların çalıştırıldığını belirlemiştir.
Türkiye'de ilköğretim zorunluluğuna, sağlık ve çalışma yasalarına aykırı olmasına karşın çocuklar tarım dışı alanlarda da çalıştırılmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde tarım dışı alanlarda çocuğun çalıştırılması ailenin doğrudan doğruya açlığını bastırmaya, yetersiz aile gelirini arttırmaya ve geçimini sağlamaya yöneliktir. Ya da aileden kopmuş olan çocuğun, bizzat kendisinin yaşamını sürdürme istek ve gereksinmesinden doğmaktadır. Ancak, hem işçi ve çırak çocuklar, hem de tarımda çalışan çocuklar güç koşullar içindedir.
Diğer yandan, bir kurum biçiminde süregelen ve "besleme" denilen "küçük kız çocuğu hizmetçiliği" ile "dilencilik", "satıcılıkla karışık dilencilik" ve "fuhuş için satılan kız çocukları" öncelikle eklenmelidir." "Yüzyılın insanlık ayıbı" olarak nitelenen bu durum yanında; ister kaçırılmış olsun, ister ailesinin yanında olsun, 6-14 yaş arasındaki çocukların bir bölümü, yoksulluk nedeniyle tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinde çalıştırılmaktadırlar.
Devlet istatistik Enstitüsü tarafından 1994 yılında yapılan "Çocuk İstihdamı Anketi"nin sonuçlarına göre Türkiye'de, 6-14 yaş arasında 1 milyon 8 bin çocuk çalıştırılmaktadır. Bu çocukların; 776 bini tarım, 108 bini sanayi, 124 bini de hizmet sektörlerinde istihdam edilmektedir. Ne düşündürücüdür ki, çalışan bu çocuklardan 143 bini -6-9 yaş arasındadır. Çalışan çocukların büyük bölümünün çalışma nedeni, hanehalkının ihtiyaçlarına katkıda bulunmak biçiminde saptanmıştır.
"Kente göç, kültürel farklılaşma, ailelerin öğrenim düzeyi vb. nedenlerle, başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Adana, Bursa gibi büyük kentlerde çocukların bir bölümü tam gün ve sürekli olarak; bir bölümü okul dışı zamanlarda küçük sanayide ve sokaklarda çalışmaktadırlar. Büyük kentlerde günün büyük bir bölümünü sokakta geçiren ve sokakta çalışan çocukların sayısı da artmaktadır.
"Yapılan araştırmalardan elde edilen veriler, çalışan çocukların aile yapılarının, çalışma yaşamına atılma nedenlerinin, çalışma ve eğitimi algılama ve beklentileriyle farklı niteliklere sahip gruplardan oluştuklarına ilişkin bilimsel sonuçlar vermekle birlikte, yoksulluk ve eğitim sisteminden beklentilerin azalması, çocukların çalışmaya yönelmesinde başlıca etkenler olarak dikkati çekmektedir. Başka bir anlatımla, çocuklar aile bütçesine gelir sağlamak ve bir meslek öğrenmek amacıyla çalıştırılmaktadırlar."
"Öte yandan, işverenlerin çeşitli nedenlerle çocuk işgücünü tercih etmeleri, çocukların çalış(tırıl)masında önemli bir etkendir. Çocukların ucuz işgücünü oluşturması, çocukların bazı işler için uygun olması, çocukların haklarını arayamaması, işverenlerin çocuk işgücünü tercih etme nedenleri olarak sıralanabilir"
Çocuğun çalışması, ailesi için "gelir", çocuğu çalıştıran için "ucuz emek" anlamına gelmekte; çalışan çocuk ise, "para kazanma olgusu", büyüme, yetişkin olmak olarak algılamaktadır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Kadının Statüsü
Azgelişmiş ülkelerde, kadının toplumdaki yeri; yasal, ekonomik ve politik hakları bakımından farklı bir durum vardır. Bu farklılık teorik plan ve yasalarda kadın-erkek eşitliği sözkonusu olsa bile uygulamada kendini göstermektedir. Azgelişmiş ülkelerde kadın, erkeğe bağlı olmak, bir eşya gibi para ile alınıp satılmak, hor görülmek, "saçı uzun aklı kısa" kabul edilmek, toplumsal statüsü erkekten aşağı sayılmak durumundadır. Poligaminin (çokeşliliğin) de henüz yaygın olduğu bu ülkelerde kadının "yurttaşlar yasası" karşısında bile farklı bir işleme konu olduğu, özellikle miras hükümlerinin cinsiyete göre değiştiği görülür.
Aynı zamanda tarım sektörü dışındaki sektörlerde kadının çalışması uygun bulunmaz. Böylece kadın üretici bir varlık değil, tüketici bir varlık haline getirilir ve kadın için; "karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin" denilerek, kadın sadece çocuk doğuran, yemek yapan, çamaşır yıkayan ve diğer gereksinmeleri gideren bir varlık durumuna sokulur. Kadının bu statüde çoğunlukla bir tüketici durumuna sokulması ekonomik kalkınmayı köstekleyen nedenlerden biridir. Çünkü bir ailede, kadın eğitimsiz, kültürsüz kalmış ve çalışmıyor durumda ise, o ailede ev reisi durumundaki erkeğin iki kolundan biri kırık demektir.
Diğer yandan siyasal hakların kullanılması bakımından da, yasalarda sınırlamalar olmasa bile uygulamada kadının seçme ve seçilme etkinliği çok sınırlıdır. Siyasal haklar bakımından kadın-erkek eşitliğinin önemli bir istisna olarak İsviçre'de mevcut olmadığı, Fransa ve Yugoslavya'da ise kadınların genel oy hakkının 1945 yılında tanındığı bu vesile ile hatırlatılabilir.
Öte yandan, azgelişmiş ülkelerde kadının ekonomik, sosyal ve siyasal hakları ve özgürlükler kazanmasını sağlayacak ve bunun ilk adımı olan eğitim almalarına pek olanak sağlanmaz. Devlet bu konuda olanak sağlasa bile, kız çocuklar aile engelini aşamazlar. Aynı zamanda okuyan kız çocuklarına, toplum da, ahlaki açıdan kötü gözle bakar. Bu durum, onların ekonomik, sosyal ve siyasal haklar elde etmelerinin temeldeki engelini oluşturur.
Türkiye'de kadın, yasal durum ve gerçekler bakımından iki değişik görünüş içerisindedir. Esas itibariyle, haklar ve görevler bakımından her alanda kadın erkek eşitliği sözkonusu ise de uygulamada, özellikle şehir ve köy yaşantısında kadının farklı bir statü içinde bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Yurttaşlar yasası alanında mevcut olan bu farklı uygulamalar, ekonomik ve politik alanda de kendini göstermektedir. Bununla birlikte, Türk kadınları için yeni haklar elde etmek değil, ATATÜRK Devriminin sağladığı ileri ve çağdaş durumun bilincine varılması ve korunması sözkonusudur. Çünkü, kadına erkekle eşit haklar verilince kalkınmanın daha hızlı gerçekleşeceğine inanan Büyük Önder ATATÜRK kadınlarımıza ekonomik, sosyal ve politik haklar vermiştir. Bu konuda yol almış aydın kadınlarımıza, hemcinslerinin durumu ile ilgilenmek, onlara, verilmiş haklarını kullanmalarını sağlamak ve onları uygulamada da erkeklere eşit kılmak görevi düşmektedir.
Azgelişmiş ülkelerde kadının eğitilmemesi, tarım dışı sektörlerde çalışmasına izin verilmemesi; hem bunların zeki ve yetenekli olanlarının bir beyin gücü israfı, hem de üretken işgücü israfı biçiminde karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, aynı zamanda azgelişmiş ülkelerin geri kalmışlıklarının bir nedeni olarak görülmektedir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Ülkelerde Nüfus Artış Hızı ve Doğurganlık Yüksektir

Nüfus Artış Hızı Yüksektir
Azgelişmiş ülkelerdeki nüfus artış hızı özellikle nüfus-gelir, nüfus-beslenme ilişkileri açısından önem taşımaktadır.
Azgelişmiş ülkelerde görülen yüksek nüfus artışı, ekonomik kalkınma İle nüfus arasındaki ilişkiye ilginç bir nitelik kazandırmıştır. Gerçekten gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızı yüzde 1 dolaylarında iken, azgelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 2,5 dolayındadır. Dünyadaki yüksek nüfus artışı nedeniyle, üretim artışının yarısından fazlası, ulusal yaşama standardının sürdürülmesine harcanmaktadır.
Azgelişmiş ülkelerdeki hızlı nüfus artışı, kişi başına milli gelirin azalmasına, tasarrufların kısılmasına, üretim yapısının değişmesine, işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, bu ülkelerde ekonomik, sosyal, siyasal ve psikolojik sorunlar doğmaktadır.
Nüfus artış hızıyla ülkelerin gelişmişlik düzeyi arasında ters orantılı bir ilişki bulunmaktadır. Gerçekten gelir-nüfus ilişkisi İncelendiğinde, gelir arttıkça doğurganlığın azaldığı görülmekte ve bilinmektedir.
1988-93 yılları arasında Türkiye'de nüfus artış hızı yüzde 2,2'dir. Aynı yıllar arasında nüfus artış hızı Mısır'da yüzde 2,5, Suriye'de yüzde 3,4 ve Kongo'da yüzde 5,4 oranında gerçekleşmiştir. Gelişmiş ülkelerde ise, bu oranlar hayli düşüktür. 1988-93 yılları arasında nüfus artış hızı İsviçre'de yüzde 0,9 ve ABD'de yüzde 1,4 oranındadır. Bazı gelişmiş ülkelerde ise nüfus azalışı vardır. Aynı yıllarda Macaristan'ın nüfusu her yıl yüzde 0,1 oranında azalmıştır ve bu azalış sürmektedir.O
Nüfus artış hızının yüksek oluşu o ülkedeki 0-14 yaş grubu nüfusun artmasına neden olmaktadır. Bu grup ise çalışmadan tüketen nüfus olduğundan kalkınmayı olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin, bir ülkede kalkınma hızı yüzde 7,5, nüfus artış hızı da yüzde 2,5 ise, bu ülkede net kalkınma hızı yüzde 5'tir. Çünkü kalkınma hızının yüzde 2,5'luk kısmı yeni doğanların tüketimine gider.
Demek ki, Avustralya ve ABD gibi nüfus artışına gereksinmesi olan ülkeler hariç, nüfus artış hızının yüksek olduğu ülkeler azgelişmiş, nüfus artış hızının düşük olduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir.
1988-93 yılları arası içinde AB üyelerinden İtalya, Portekiz, Almanya ve İrlanda'da nüfus yüzde 0,1 oranında azalmış iken, Yunanistan ve Fransa'da yüzde 0,6, Almanya'da yüzde 0,8 oranında artmıştır. Nüfus artış hızlarına göre Avrupa Birliği ülkeleri kalkınmada nüfus engeline yakalanmamaktadırlar. Bu nedenle bu ülkeler Türkiye'den daha hızlı bir kalkınma oranı gerçekleştirebilmektedirler.
Türkiye'nin nüfus artış hızı yüzde 2,2 ile, gerçekleşen ve önümüzdeki yıllar için tahmin edilen oranlar itibariyle AB üyelerinin çok çok üzerindedir.
Yukarıda da belirtildiği üzere ülkeler sanayileştikçe, gelir arttıkça nüfus hızı azalmaktadır. Sanayileşme ile birlikte gelir düzeyinin yükselmesi sonucu nüfus artış hızında meydana gelen düşmenin nedenleri şu biçimde açıklanabilir.
-Köylerde belirli bir yaştan sonra çocuklar, tarımsal üretimde iş gücü olarak kabul edilmektedir. Tarımsal yapıdan uzaklaşıldıkça çocuk bir üretim faktörü olmaktan çıkmaktadır.
-Kentlerde konut sorunu ailede çocuk sayısını kısıtlamaktadır.
-Yeni bir dünya görüşü içinde, değişen değerlere iyi uyum sağlayabilmek için ebeveynlerin kendilerini yetiştirme gereğini duyması, boş zaman değerlendirmede karşılaşılan yenilikler vb. nedenlerle aileler daha az çocuk sahibi olmayı yeğlemektedirler.
-Eğtiim süresinin uzaması, erken yaşta evlenme olanaklarını azaltmaktadır.»
-Gelişmiş ekonomilerde çok çocuğa sahip olmak, çocuklara daha iyi koşullar sağlamak olanağınıazaltmaktadır.
-Sosyal çevre ve düşünceye karşın iktisadi gelişme ile doğum oranlarının düştüğü görülmektedir. Örneğin, Japonya'da geleneklere bağlı olunmasına karşın doğum oranları azalmaktadır^3)
Azgelişmiş ülkelerin toplumsal yapılarından dolayı çocuk bir üretim biçimidir. Ayrıca gelecekte anne ve babasına bakacak bir güvence unsurudur. Nüfusun büyük bölümünün sanayi ve hizmet sektöründe çalıştığı ailelerin bulunduğu ülkelerde çocuk üretici değil, tüketici bir bireydir ve ailelerin gelecekte umutla bekledikleri sosyal güvenceleri değildir. Yukarıda da değinildiği üzere ayrıca kadının çalışma hayatına katılması nüfus artış hızını dolaylı olarak etkilemektedir.
Nüfus artış hızını incelerken şimdiye değin kalkınmanın nüfus artışına olan etkisi incelendi. Şimdi de konunun diğer yönünü yanı nüfus artışı ile ulusal gelir arasındaki ilişkiyi kurarak nüfus yapısının kalkınmaya olan etkisini açıklayalım. Kişi başına milli gelir artışı doğrudan doğruya nüfus artış hızı ile ilgilidir. Nüfus artış hızı düştükçe kişi başına milli gelir artacaktır.
"Ayrıca nüfus artış hızının azaltılması, ülkede toplam tasarrufları etkileyecektir. Tasarruf, gelirin fonksiyonu olarak kabul edildiğine göre daha az nüfusla, aynı üretim düzeyinde daha çok tasarruf yapılabilecektir. Böylece tasarrufların artması, ülkede sermaye birikimini hızlandıracaktır
Bundan başka nüfus artış hızımn düşürülmesi okul, hastane, yol, köprü vb. gibi sosyal yatırımların toplam yatırımlar içinde azalmasına ve sanayi yatırımlarının artmasına, dolayısıyla da kişi başına milli gelirin yükselmesine etki edecektir.

Doğum Oranları ve Doğurganlık Yüksektir
"Ülke nüfusunu belirleyen faktörler, kaba doğum ve ölüm oranları ile, toplam doğurganlık oranıdır. Kaba doğum ve ölüm oranları, bir yıl içinde bin nüfusa düşen (canlı) doğum ve ölüm sayıların göstermektedir. Toplam doğurganlık ise, ülkedeki her kadının, çocuk doğurma yaşının sonuna kadar yaşayacağı varsayımıyla doğurması beklenen çocuk sayısı toplamıdır."
Gelişmiliğin ya da azgelişmişliğin ölçümünde doğum oranları epeyce bir fikir verir. Çünkü, doğum ve ölüm oranlarının yüksek olduğu ülkeler azgelişmiş ülkelerdir. Doğum oranlarının az olduğu ülkeler ise genellikle gelişmiş ülkelerdir. Ancak, çok az da olsa doğum açısında bu durumun ters olduğu azgelişmiş ve gelişmiş ülkeler olabilir. Fakat bu, çok az rastlanan bir durumdur. Örneğin, Avustralya ve ABD gibi nüfus artışına gereksinme duyan gelişmiş ülkeler olduğu gibi; Tayland,
Kolobiya, Hindistan, Haiti ve Türkiye gibi doğum oranlarını yavaşlatarak nüfus artış hızını kısmen kontrol altına alabilmiş ülkeler de vardır.
Türkiye'de 1991 yılında doğum oranı binde yirmisekiz, doğurganlık oranı ise binde 3,6'dır. Türkiye ile aynı gelir grubunda yer alan Mısır'da bu oranlar sırasıyla otuzbir ve 5,4, Suriye'de kırküç ve 6,3'dür. Halbuki doğum oranları ve doğurganlık sanayileşmiş pazar ekonomisi isviçre'de sırasıyla binde onüç ve binde 1,6, ABD'de ise binde onaltı ve binde 2'dir. Ancak, Benin ve Zambia gibi düşük gelir grubunda yer alan ülkelerde bu oranlar binde elli ve binde 7 gibi çok yüksek oranlardadır.f) Bu da geri kalmışlığın en önemli nedenlerinden biridir. Ölüm oranlarının da azalışıyla azgelişmiş ülkelerin nüfusları gittikçe artmaktadır.
Azgelişmiş ülkeler için genellikle doğum ve ölüm oranları yüksektir. Ancak, ikinci Dünya Savaşından sonra bulaşıcı hastalıklarla mücadelede başarılı olunması bu ülkelerdeki ölüm oranlarını büyük ölçüde düşürmüştür. Doğum oranları açısından azgelişmiş ve gelişmiş ülkeler arasında büyük farklar var iken, ölüm oranlarında bu fark giderek azalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ölüm oranı en fazla binde 7-11 iken, azgelişmiş ülkelerde binde 11-22'dir.
"Günümüzde azgelişmiş ülkelerde ölüm oranlarının hızla azalmasına, geçen yüzyılda gelişen ülkelerde rastlanmıştır. Genellikle, ölümlerin asgari geçim düzeyi ile ilgili olduğu düşüncesi geçen yüzyılda egemendi. Oysa günümüzde karşılaşılan durum, ölüm oranlarının azalmasında gelir artışından başka etkenlerin de araştırılmasını gerektirmiş ve ölüm oranlarının düşmesinde, ekonomik gelişmenin büyük etkisi olmadığı sonucuna varılmıştır. Seylan, Kıbrıs, Mısır, Panama, Meksika gibi 18 azgelişmiş ülke üzerinde yapılan bir araştırma özellikle 1945 yılından sonra kaba ölüm oranlarında hızlı bir düşmenin olduğunu ortaya koymuştur."
Türkiye, kaba doğum oranları açısından irlanda'nın dışında katan AB ülkelerinin hepsinin iki katı doğum oranına sahiptir. Toplam doğurganlık açısından da yine İrlanda dışında kalan AB ülkeleri doğurganlık oranının iki katına eşittir. Yani bu oran İrlanda'da 2,4 iken, Türkiye'de 3,6'dır.
"Avrupa'nın sanayileşme döneminde ölüm oranlarının azalışı, gelir artışına bağlı olduğu için yavaş olmuştur. Ayrıca, sanayi devriminde kapitalist yöntemlerin işçi sağılığını günümüzdeki kadar önemle ele alması da ölüm oranlarının yüksek olmasında rol oynamıştır. Örneğin, ölüm oranları 1850'de İngiltere'de yüzde 23, Almanya'da yüzde 27, Fransa'da yüzde 24 idi."
Sonuç olarak diyebiliriz ki, azgelişmiş ülkelerde ölüm oranlarının ekonomik gelişmeye bağlı olmaksızın düşmesi, doğum oranlarının ise sanayileşmeye bağlı olarak gelişmiş ülkelerde azalması, gelişen ülkelerde ise aynı kalması sonucu, gelişen ülkelerde nüfusun hızla artmasına neden olmuştur.
Geçen yüzyılda Batı Avrupa ülkelerinde doğum oranları sanayileşme ile azalmıştır. Ölüm oranları ise ancak artan gelirle giderek düşmüştür. Bu nedenle nüfus artış hızı hiçbir zaman bugünün azgelişmiş ülkeleriyle kıyaslanacak kadar yüksek oranda olmamıştır.
Azgelişmiş ülkelerde bulaşıcı hastalıklarla mücadelede sağlanan başarı ölüm oranlarını azaltmış ve doğum oranlarında da bir azalma olmamış ve nüfus hızla artmıştır.
Çocuk Ölümü Yüksektir
Çocuk ölümlerinin yüksek olduğu ülkeler azgelişmiş, çocuk ölümlerinin az olduğu ülkeler de gelişmiş ülkelerdir. Bu duruma, azgelişmiş ülkelerde doğan bebeklerin ve 1-4 yaş arası çocukların yetersiz ve elverişsiz ortamda doğmaları ve yaşamlarını böyle bir ortamda sürdürmek zorunda kalmaları neden olmaktadır.
Bebek ölümleri açısından Türkiye'nin dünya ülkeleri arasında yeri oldukça ümit kırıcıdır. "Türkiye'de bebek ölümleri, 1985 yılı verilerine göre Zambia, Hindistan, Fas, Kamerun gibi ülkeler düzeyindedir. Bir yaşına kadar olan bebeklerin binde 84'ü ölmektedir. Üst orta gelir grubuna dahil ülkeler arasında bu oranın üzerine çıkan sadece iki ülke bulunmaktadır. Umman ve İran. Birmanya, Sri Lanka, Vietnam, Filipinler, Zimbabve, Nikaragua, Honduras ve benzeri peç çok ülkede, bebek ölüm oranları Türkiye'den bir hayli düşüktür." Bir canlı doğumda çocuklarda ölüm oranı Türkiye'de binde 84 iken, alt orta gelir grubu ortalaması binde 60, üst orta gelir grubu ülkelerinde bu oran binde 33, sanayileşmiş piyasa ekonomilerinde binde 8, alt gelir grubu ülkelerde ise binde 111'dir.
Ancak, Türkiye'de bebek ölüm oranları; aşılama, bilinçlenme, beslenme vb. gibi etkenlerle düşürülmüştür. 1965-85 yıllarında bu oran binde 152'den binde 84'e, 1987'de binde 65'e düşürülmüştür. Çocuk ölüm oranları da yüzde 35'ten, binde 9'a düşmüştür. Bu oldukça hızlı bir gelişme olup, diğer bazı ülkelerin de üzerindedir.
"... Bebek ölümleri açısından, bu hızlı gelişme sonucu Türkiye'nin bugün geldiği noktanın; Filipinler, Paraguay, Jamaika, Kostarika, Uruguay, Malezya gibi ülkelerin 1985 yılında bulundukları yerin bir hayli gerisinde olduğu da bir gerçektir."
Türkiye ortalamasını gösteren binde 84lük oran Doğu Anadolu Bölgesi'nde binde 137, kırsal alanlarda ise binde 128'dir. Bu sayıların Bangladeş, Bütan, Mozambik, Nepal, Zaire, Burundi, Kenya ve Gana gibi ülkelerin de üzerinde olduğunu görüyoruz.
Bin canlı doğumda çocuk ölüm oranları, Avrupa Birliği ülkelerinden Fransa'da 7,7, ispanya'da 8,5, Portekiz'de 10 ve Yunanistan'da 12,6'dır.f) AB ülkelerinde çocuk ölüm oranları Portekiz ve Yunanistan hariç binde 10'un altındadır.
Türkiye'de bin canlı doğumda çocuk ölüm oranları, AB üyesi Yunanistan'ın 7 katı, Portekiz'in 8 katı ve Hollanda'nın 12 katıdır. Toplulukta en az çocuk ölümü binde 7 ile Hollanda'da, en fazla çocuk ölümü binde 13 ile Yunanistan'dadır.
Bin canlı doğumda çocuk ölüm oranlarının azaltılması ve Türkiye'nin AB ülkeleri düzeyine gelebilmesi için, bebeğin doğumundan en az dört yaşına gelinceye değin her türlü önlemin alınıp, ölümlere engel olunması gerekmektedir.

Ortalama Ömür Kısadır
(Hayat Beklentisi)
Azgelişmişliğin bir diğer özelliği de insanların yaşabilecekleri ortalama ömür süresi yani hayat beklentisidir. Çünkü ortalama ömür süresinin kısa olduğu ülkeler azgelişmiş, uzun olduğu ülkeler ise gelişmiş ülkelerdir.
Ortalama ömür süresi açısından azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasında 38 yaşa değin uzanan farklar vardır. Bu acı tabloya; azgelişmiş ülke insanlarının yetersiz beslenmeleri, elverişsiz konutlarda oturmaları, yaşamlarını kötü sağlık koşullarında sürdürmeleri, sağlık konusunda bilgilerinin yetersiz olması ve hastalandıklarında gerekli sağlatma işleminin zamanında ve etkin olarak yapılamaması gibi unsurlar neden olmaktadır.
Seçilmiş dünya ülkelerinden ortalama ömür süresi 79 yaş ile en yüksek olan ülke Japonya'dır. Hayat beklentisinin en düşük olduğu ülke 43 yaş ile Sierra Leone'dir. Türkiye'de bugün doğan bir çocuğun ortalama hayat beklentisi 70 yıldır. Bu rakam üst orta gelir grubuna dahil ülkeler ortalamasına eşit düzeydedir. AB üyesi ülkeler arasında ise en yüksek hayat beklentisi 77 yaş ile Fransa, İtalya, Hollanda ve ispanya'dır. En düşük ömür ise 74 yaş ile Lüksemburg, irlanda ve Portekiz'dedir.f) Türkiye'de ortalama ömür süresi, gelişmiş ülke yurttaşlarından 6 ila 9 yıl daha kısadır.
Tüm dünya ülkelerinde kadınların ortalama yaşam süreleri erkeklerden 5 ila 10 yıl daha fazladır.
"Ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmelerini ve performanslarını ölçmek için kullandığımız ölçütler ne olursa olsun, kalkınmanın, gelişmenin, refahın asıl ve -belki de tek- amacının insanlara mutlu, sağlıklı ve uzun bir hayat sağlamak olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz." Bu açıdan bakıldığı zaman ortalama hayat beklentisi, diğer alanlarda yapılan performansın bir değerlendirilmesidir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Çalışmadan Tüketen Nüfus {Genç Nüfus Oranı Yüksektir)
Bir toplumun demografik yapısını belirleyen ve dolayısıyla da işgücü arzı, istihdam, eğitim gibi alanları yakından etkileyen en önemli faktörlerden biri, çeşitli yaş gruplarının toplam nüfus içindeki ağırlıklandır." Türkiye'nin özellikle gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, çok genç bir nüfusa sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Türkiye'de 1991 yılında toplam nüfusun yüzde 37si 0-14 yaş grubundadır. Bu oran Tunus ve Mısır'da yüzde 40, Suriye'de yüzde 49, Bangladeş'te yüzde 41 ve Zambia'da yüzde 48'dir. Bu oranlar gelişmiş pazar ekonomisi isviçre'de yüzde 17, ABD'de yüzde 22'dir. Demek ki, nüfusunun büyük çoğunluğuna yakın kısmını 0-14 yaş grubunun oluşturduğu ülkeler geri kalmış, nüfusunun küçük bir bölümünü 0-14 yaş grubunun oluşturduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Diğer yandan, gelişmiş ülkelerde 60+ yaş nüfusu önemli bir yer tutarken, azgelişmiş ülkelerde bu yaş grubunun nüfus içindeki oranı düşüktür. Örneğin, isviçre nüfusunun yüzde 19'unu ve Norveç nüfusunun yüzde 21'ini 60 + yaş nüfus oluştururken; bu oranlar Türkiye'de yüzde 7, Mısır'da yüzde 6, Suriye'de yüzde 5 ve Zambia'da yüzde 4'tür.(*) Görülen o ki, 60 ve daha yukarı yaş grubundaki nüfusun az olduğu ülkeler azgelişmiş, çok olduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir.
Türkiye'de 0-14 yaş arası nüfusun toplam nüfusa oranı irlanda hariç, diğer AB ülkelerinin 2 katına yakındır. Yine Türkiye'de altmış yaşın üzerindeki nüfus AB ülkelerinin üçte biri kadardır. Böylesine genç bir nüfusun avantajları olduğu gibi, yaratacağı ciddi sorunlar da vardır.
Bu hızlı nüfus artışı yavaşlasa bile önümüzdeki on yıl içinde Türkiye yeni yetişen kuşaklara eğitim, konut ve çalışma hayatı sağlamak zorundadır. Her beş Türk'ten yaklaşık ikisinin ondört yaşın altında olması Türkiye'nin ne denli zor durumda olduğunu göstermektedir. Bunlar için yapacağı eğitim, konut, iş yatırımlarının ne kadar büyük olacağı düşünülebilmektedir. Şu anda on milyonun üzerinde bulunan on yaşındaki çocukların eğitimi için önceki kuşakların boşaltacağı okul sıraları, boşaltılacak işler, konutlar son derece sınırlıdır. Ondört yaşındaki nüfusun fazlalığı, bu grubun tamamen tüketici grup olması nedeniyle yukarıda da değinilen ve önemli oranda finansmanı gerektiren sorunlar yaratır.

Çalışabilir Nüfus Toplam Nüfus İçinde Düşüktür
Nüfus artışı bir toplumda iş gücü arzı ve istihdamın önde gelen etkenlerinden biridir, istihdama ilişkin eğilimler bir yandan iş gücü arzı, öte yandan iş gücüne olan talep etkisiyle oluşur, "iş gücü arzını ise başlıca üç faktör saptar: Nüfusun büyüklüğü, nüfusun yaş ve cinsiyet dağılımı ve yaşa göre iş gücüne katılma oranı. İlk iki faktör doğurganlık, ölümler ve göçlere bağlıdır. Sonuncusu ise ekonomik, sosyal, kültürel ve demografik faktörlerden etkilenmektedir." Azgelişmiş ülkeler ile gelişmiş ülkelerde farklı olmasına karşın bir ülkede emek arzeden çalışabilir nüfus (15-64) yaş arasındaki nüfustur. "Öte yandan, iş gücüne olan talebi, yurt içi hasılanın artış hızı ve bileşimi ile çeşitli sektörlerdeki işgücü verimliliğindeki değişmeler gibi bazı ekonomik faktörler şekillendirmektedir."
Nüfus artışına karşılık sanayideki gelişmeler, yeni tesisler, artan nüfusun tümünü çalıştıramamaktadır. Modern kesimlerde iş bulamayan fazla işgücü sosyal verimliliği düşük işlerde (hizmetçilik, ayakkabı boyacılığı, seyyar satıcılık, işportacılık, şans oyunları, mevsimlik sebze ve meyve satıcılığı vb. gibi) işlerde çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Bu süreç, zaten şişkin olan hizmetler sektörünü daha da şişirmektedir. Bu durum, bazı iktisatçıların ileri sürdükleri sektörler arasındaki doğrusal büyüme oranları görüşlerini de doğurmaktadır.
".... Ülkeler sanayileştikçe ve kentleştikçe açık işsizliğin de büyük boyutlara ulaşması kaçınılmaz olabilir."
Çalışabilir 15-64 yaş arası nüfus toplam nüfusun 1985 yılında Türkiye'de yüzde 57'sini, Mısır'da yüzde 56'sını, Suriye'de yüzde 48'ini oluşturmaktadır. Halbuki bu oranlar, ileri pazar ekonomisi ülkelerden İsviçre'de 1985 yılında yüzde 68, ABD ve Avustralya'da yüzde 66'dır.(*) Bu duruma göre, çalışabilir nüfus oranının toplam nüfus içindeki payının yüksek olduğu ülkeler kalkınmış, az olduğu ülkeler geri kamış ülkelerdir. Çünkü, çalışabilir nüfusun az olduğu ülkelerde çalışmadan tüketen 0-14 yaş grubu nüfus yüksektir. Bu durumun, az gelişmiş ülkelerin yararına olacak biçime çevrilebilmesi için, bu ülkelerde, doğumların kontrol altına alınarak nüfus artış hızının düşürülmesi ve ortalama ömrü uzatıcı tüm önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu da azgelişmiş ülkelerin uzun bir zaman içinde gerçekleştirebilecekleri bir durumdur.
AB üyesi ülkelerden Almanya'da, 1985 yılında, 15-64 yaş aras-ındaki çalışabilir nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 70, Yunanistan ve ispanya'da yüzde 65, Portekiz'de yüzde 64'tür.
Türkiye'nin sahip olduğu 15-64 yaş nüfusun toplam nüfusa oranı yüzde 57 çalışabilir nüfus, sanayileşmiş ülkeler ile AB üyesi ülkelerden oldukça düşüktür. AB üyelerinde bu rakam genellikle yüzde 65'in üzerindedir. Yalnız irlanda'da yüzde 60'a düşmektedir.
 
Top