Gelişmekte Olan Ülkeler

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkeler Kapital Kullanımı​

Bazı iktisatçılara göre azgelişmişliğin en belirgin özelliği kapital kıtlığı değil, kapitalin kötü kullanımıdır. Diğer bir deyişle, kapitalin çok düşük bir ölçüde endüstriyel yatırımlara gitmesidir.

Kapitalin Kötü Kullanımının Nedenleri

Yatırılabilir Kaynakların Verimli Alanlarda Kullanılamayışı
Azgelişmiş ülkelerde, yatırımlara gitmesi gereken fonların sanayileşmeye uygun olarak kullanılamayışı büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Malezya'da 1974'de ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 33'üne eşitti. Aynı yılda bunun yatırımlara aktarılan kısmı yüzde 10'du. 1951'de Seylan'da ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 30'unu oluşturuyordu. Bunun yatırımlara giden kısmı sadece yüzde 10'du. Aynı rakamlar 1948'de Taylan'da yüzde 32 ve yüzde 6, Filipinler'de yüzde 25 ve yüzde 9, Hindistan'da yüzde 15 ve yüzde 5 idi.
Yukarıdaki rakamlar yatırımlara gitmesi gereken fonların nasıl verimsiz alanlara yöneldiğini ortaya koyuyor. Bu açıdan Mısır'ın 1939-1935 dönemindeki durumu daha da çarpıcıdır: 1939 ile 1953 yılları arasında, ekonomik fazla, milli gelirin üçte birine eşittir. Fakat bunun yüzde 38'i varlıklı sınıfların lüks tüketim harcamalarına, yüzde 34'ü lüks inşaata, yüzde 151 spekülatif harcamalara gitmiştir. Sadece yüzde 14'ü, gerçek anlamda verimli yatırımlar için kullanılmıştır.
Görüldüğü gibi, yaklaşık 40-50 yıl öncesine ilişkin veriler bile, azgelişmiş ülkelerin gerçek sorunlarından birinin nicel kaynak sorunun ötesinde bu kaynakların kullanılış tarzıyla) yani kapitalin kötü kullanılmasıyla da yakından ilgili olduğunu gösteriyor.

Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Sermaye
Bazı iktisatçılara göre yabancı sermaye de azgelişmiş ülkelerin öz sermayelerinin kötü kullanımına neden olmaktadır. Çünkü, yabancı sermaye, gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ülkelere doğru akmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise; yüksek teknoloji, ileri teknik bilgi, az hammade ve sınırlı işgücü ile çok mal üretimi, büyük kapital gücü, üstün organizasyon yeteneği, sınırsız deneyim ve gelişmiş pazarlama etkinliği vardır. Bu ülkelerin özel girişimcileri, bu üstün nitelikleri ve güçleri sayesinde yatırım yaptıkları her sanayi dalını, hemen kendileri için tekel durumuna getirmekte ve öz sermayeyi en etkin biçimde kullanmaktadırlar.
Öte yandan, özel yabancı sermaye yatırımları, ancak özel koşulların varlığında herhangi bir ülkenin kalkınmasına katkıda bulunabilir. Bunun dışında yabancı sermayeyi mutlaka kalkmdırıcı bir faktör saymak yanlıştır. Yabancı sermaye bir ülkeye götürdüğünden daha fazlasını geri getirmek için gider. Bu bakımdan Brezilya'daki Amerikan sermayesinin durumu ilginçtir. "1947-1960 yıllan arasında Brezilya'daki özel Amerikan sermaye yatırımlarının toplam tutarı 1 milyar 814 milyon Dolardı. Aynı dönemde, amortismanlar, kârlar, ihtira beratı bedelleri, faiz ve diğer transferler yoluyla Brezilya'dan ABD'ye akan sermaye 3 milyar 481 milyon Dolardı." Bu da azgelişmiş ülkeleri yatırılabilir fonlardan mahrum bırakmaktadır.
Kapitalin Kötü Kullanımının;
- Spekülasyon Olanakarının Fazlalığı,
- İç Pazarın Darlığı,
- Altyapt Yatırımlarının Eksikliği,
- Siyasal istikrarsızlık,
- Feodal Sosyal Yapı, gibi nedenleri de vardır. Bunlar ileride incelenecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Ülkelerin Özellikleri; Güçsüz Orta Sınıf
Tüm azgelişmiş ülkelerde ekonomik ve toplumsal dokunun önemli kesimi, "ortadirek" diye adlandırılan orta sınıftır. Bu sınıf memur, işçi, emekli, çiftçi, esnaf ve sanatkârlardan oluşur.
Azgelişmiş ülkeler güçlü, yaygın ve sayıca yeterli bir orta sınıftan yoksundurlar. Bu ülkelerde, çok zengin bir azınlığın yanında, çok yoksul bir çoğunluk vardır, ilerde de anlatılacağı üzere, milli gelirin çok eşitsiz bir biçimde dağılımı, bu durumun temel nedenidir.
Bir toplumda orta sınıfın güçsüzlüğü, sayıca yetersizliği bazı noktalarda ekonominin gelişmesini engelleyici sorunlar yaratır.

A- Orta Sınıfın Özellikleri
Bu kesim, ülkede kalkınmanın gerçekleştirilmesini sağlayıcı bazı özellikler taşır:
- Bu kesimdeki tüm insanların az ya da çok bir geliri vardır, -Bunlardan işçi, çiftçi, esnaf ve sanatkârlar en az mesleklerini
yürütebilecek kadar eğitim'görmüş iken, memurların önemli bir bölümü tüm eğitim kademelerinden geçmiştir.
- Çiftçi hariç, bu kesimin büyük bölümü az çocuktan yanadır.
- Bu kesim, yeniliklere en açık olan kesimdir.
- Bu sınıf, büyük bir tüketim kitlesi oluşturmaktadır.
- Orta sınıfın çoğu çocuklarını okutmaya hevesli ve yatkın olduğu gibi, bunun için özel bir çaba harcar.

B- Güçlü Bir Orta Sınıfın bulunmayışının Yarattığı Sorunlar
1- Tüketim Yapısı Geri Bir Karaktere Sahip Olur
Bir ekonomide orta sınıf eğer yaygın değil ve sayıca yetersiz ise, bunun sonucunda o ekonomide yeni ve modern mallara yaratılan talep de zayıf olacaktır. Çünkü bir toplumda yeniliklere en fazla açık sınıf olarak orta sınıf gözükmektedir. Azgelişmiş ülkelerin temel sorunu olarak kapital sorunu değil de, tüketim standartlarının düşüklüğünü gören ekonomistler, bu nedenle, azgelişmiş ülkelerde gelirin daha eşit bir biçimde paylaştırılmasını önermektedirler.

2- İyi Bir Yönetici Sınıfın Ortaya Çıkmasını Engeller
Orta sınıfın yaygın olmayışının ve sayıca yetersizliğinin doğurduğu bir diğer, belki de en önemli sorun, bu güçsüzlüğün iyi bir menajer (yönetici) sınıfının ortaya çıkmasına engel olmasıdır. Bazı ampirik (deneye ve gözleme dayanan) araştırmalar başarılı menajerlerin genellikle orta sınıftan çıktığını göstermektedir. Psikologlar bunun nedenini orta sınıfa özgü bazı eğitim normlarında bulmaktadırlar. Bu psikologlara göre yukarı (zengin) sınıflarda çocuklar, başarı elde etmeleri konusunda yeterince teşvik edilmemektedirler. Bunun dışında bu sınıfların çocukları genellikle mücadele için hazırlanmamakta, hırstan yoksun yetiştirilmemektedirler. Ayrıca yüksek sınıfların çocukları parayla aralarında doğru bir ilişki kuramamakta, onu genellikle küçümsemektedirler.
Aşağı (yoksul) sınıfların çocuk eğitimi normları da çoğunlukla iyi bir menajer sınıfının yetişmesine elverişle değil gibi gözükmektedir. Bu sınıfın çocukları da başarı elde edip, yükselme konusunda yeterince teşvik edilmemektedirler. Çünkü bu sınıflarda genellikle fatalik (kaderci) düşünce egemendir. Bu düşüncenin sonucu olarak aşağı sınıfların insanları-çocuklarının, kendilerinin mesleğinden daha iyi mesleklere sahip olabileceklerini, daha başarılı olup, daha fazla para kazanabileceklerini kolaylıkla Kabul etmezler. Bu nedenle de çocuklarını bu yolda teşvik edebilecek eğitim normlarını bilmezler ve uygulamazlar. Ayrıca bu sınıfın bulunduğu ülkelerin aileleri, genellikle otoriter/pederşahi ailelerdir. Bu tür ailelerde baba baskısının bir sonucu olarak çocuklar yeterince atılgan ve yaratıcı değillerdir.
Yukarıda anlatılan nedenlerle güçlü, yaygın ve sayıca yeterli bir orta sınıfın varlığı, iyi bir menajer sınıfının ortaya çıkabilmesi için son derece önemli gözükmektedir.

3- Modern Hizmet Sektörünün Gelişmesini Engeller
Tüm ülke insanları önce geleneksel tarım sektöründe çalışmış ve milli hasıla bu sektörden sağlanmıştır. Sanayi devriminden sonra, tarımda çalışanların bir bölümü sanayiye ve oradan da modern hizmet sektörüne kaymıştır. Böylece milli hasıla bu üç sektörden elde edilir olmuştur. Ancak, gelişmiş ülkeler, milli hasılalarının en büyük bölümünü modern hizmet sektöründen, ondan sonraki bölümünü sanayiden, küçük bir bölümünü de tarımdan elde etmektedir. Azgelişmiş ülkeler ise, milli hasılanın büyük bölümünü tarımdan elde ederler ve insanların yüzde 40 ile 80'i bu sektörde çalışır.
Halbuki tam gelişmenin sağlanması için, önce sanayinin sonra da modern hizmet sektörünün gelişmesi gerekmektedir. Sanayi sektöründe kendilerine gereksinme duyulan nitelikli işgücü ile araştırmacı teknisyen ve mühendisler genellikle orta sınıftan çıkar.
Diğer yandan, insanların büyük bölümünü çalıştıracak olan modern hizmet sektörünü oluşturan; doktorluk, avukatlık, mali müşavirlik, bankacılık, sigortacılık, öğretmenlik, hemşirelik vb. gibi meslek sahipleri bu sınıftan yetişir.
İşte orta sınıfın güçsüzlüğü; azgelişmiş ülkelerde kendilerine şiddetle gereksinme duyulan ve kalkınmanın yükünü omuzlarında taşıyacak olan nitelikli işgücünün, araştırmacıların ve modern hizmet sektörünün gereksinme duyduğu mesleki personelin yetişmesini engeller.

C- Orta Sınıf Nasıl Güçlendirilir
Azgelişmiş ülkelerde orta sınıfın sorunları çözülüp, mutluluğu sağlanmadan; ülkenin toplumsal dokusunu sağlamlaştırmak, sosyal dengeyi sağlamak ve herhalde kalkınmak mümkün olmaz. Bunun için orta sınıf güçlü, yaygın ve sayıca yeterli hale getirilmelidir.
Orta sınıfın güçlendirilebilmesi için;
-Bozuk gelir dağılımının bu sınıfın lehine dengeli bir biçimde düzeltilmesi,
-Ülkede genellikle var olan enflasyonun alınacak önlemlerle düşürülmesi,
-Fiyatlar genel dengesinin sağlanması,
-Temel mallara ve bazı temel girdilere sübvansiyan=destekleme verilmesi,
-Tüketicinin gerçek anlamda korunması,
-istihdam olanaklarının arttırılması,
-Bu kesimin yararlandığı eğitim, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerin desteklenmesi,
gerekmektedir.
Böylece toplumsal refah yükselip yaygınlaşacak, ülke bu kesimin elinde kalkınma yolunda önemli adımlar atabilecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Ülke özellikleri, Kaynakların Dağıtımındaki Yanlışlıklar
Kaynak kıtlığına sahip azgelişmiş ülkelerde kalkınma ekonomisinin temel sorunlarından birisi, mevcut kaynakların birbirleriyle yarışan hedefler arasında nasıl dağıtılacağı, yani nasıl bölüneceği sorunudur. Çoğu azgelişmiş ülkede büyüme üzerindeki iki temel sınırlayıcıdan birisi yatırım, diğeri de ithalat kapasitesidir. Bu yüzden kaynakların dağıtımını ele alan teorilerde bir ortak başlangıç noktası, mevcut yurtiçi yatırım kaynaklarıyla üretim düzeyinin nasıl ençoklaştırılacağı ve döviz gereksiniminin nasıl en aza indirileceği konularıdır.
Kaynakların dağıtımı konusunda üzerinde konuşulabilecek dört tip genel politika kararı vardır.
-Makro düzeyde ne miktarda tasarruf ve dolayısıyla yatırım yapılacağı,
-Hangi sektörlere yatırım yapılacağı,
-Hangi projelere öncelik verileceği,
-Mal ve hizmetlerin hangi faktör kombinasyonlarıyla üretileceği, yani üretim teknolojisi.

Ne Miktarda Tasarruf ve Yatırım Yapılacağı
Azgelişmiş ülkelerde toplam milli gelir, oradan da kişi başına düşen milli gelir düşük olduğundan, tasarruflar, dolayısıyla da yatırımlar düşük olacaktır. Yatırımlar düşük olunca tekrar milli gelir düşük olacak. Yani başlangıç noktasına gelinecek ve bu kısır döngü sürüp gidecektir.

Hangi sektörlere Yatırım Yapılacağı
Gelişmiş ülkeler sanayi sektörüne yatırım yaparak kalkınmışlardır. Bu ülkeler sanayi alanında sürekli yeni teknolojiler üretmekte ve bu teknolojilerle yeni mallar yaratmaktadırlar. Azgelişmiş ülkeler ise tarım ekonomileri olup, henüz sanayileşmenin başlangıcında ve gelişmiş ülkelerce terk edilmiş; konserve, cam, porselen, tekstil, çimento, seramik ve demir-çelik gibi alanlarda üretim yapmaktadırlar. Çünkü bu ülkelerin kendi öz teknolojileri yoktur. Bu ülkelerin yoksulluk sınırında yaşayanları ise ağırlıklı olarak tarım sektöründe uğraş vermektedirler.

Hangi Projelere Öncelik Verileceği
Yineleyelim ki, azgelişmiş ülkeler tarımsal ve diğer imalat sanayisine ilişkin yatırımlar yapmaktadırlar. Bu ülkelerde, ülkenin nelere gereksinmesi olduğu, hangi projelerin öncelikle gerçekleştirilmesi gerektiği konularında kesin planlar yoktur. Bu yüzden kaynaklar gerekli biçimde dağıtılamayıp israf edilebilir. Türkiye'de, traktör üretimi alanında faaliyet gösteren kamu işletmelerinde yılda 10.000 adet boş traktör kapasitesi varken, politik endişelerle Aksaray'da yılda 35.000 adet traktör üretecek TÜMOSAN Traktör Fabrikası kurulmuştur. Halen bu fabrikada 33.000 traktör adetlik boş kapasite vardır. Yine ayakkabı üretimi alanında faaliyet gösteren kamu işletmelerinden biri dörtte bir kapasite ile çalışırken, yine politik nedenlerle Gümüşhane'nin Kelkit İlçesinde ayakkabı fabrikası kurulmasına karar verilmiş, binaları yapılmış, yıllar sonra işbaşına gelen hükümet kaynakların yanlış dağıtıldığının farkına varmış ve burasını kibrit fabrikasına dönüştürmüştür.

Hangi Teknolojinin Kullanılacağı
Yukarıda da belirtildiği üzere, azgelişmiş ülkelerin kendi öz teknolojileri yoktur. Bunlar, kullandıkları teknolojiyi gelişmiş ülkelerden alırlar. Bu teknolojiler de gelişmiş ülkelerin kullandığı teknolojilere göre emek yoğun teknolojilerdir. Diğer yandan, azgelişmiş ülkeler sırf kendi insanlarını işsiz bırakmama gibi insani amaçlarla da emek-yoğun tekonolojileri seçmiş olabilirler. Emek-yoğun teknolojinin ekonomiyi nasıl etkilediği aşağıda açıklanacaktır.
Tüm bu politika kararları birbirinden bağımsız gibi gözükseler de aslında böyle değildir ve hepsi birbiriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedirler. Örneğin, kalkınma stratejisinde daha büyük bir büyüme oranına ulaşılması hedeflenmişse, tüketim yerine tasarruf ve dolayısıyla yatırımların çoğaltılmasına karar verilmiş demektir. Yatırımların çoğaltılması ise, genellikle sanayileşmenin ağırlık kazanmasıyla ortaya çıkan bir olgudur. Sanayileşmeye ağırlık verildiğinden kaçınılmaz bir biçimde yatırımların çoğalması gerekmektedir. Böylece sanayileşmeyle birlikte sermaye yoğun yatırımlar gündeme gelmekte ve sermaye yoğun yatırımlar içerisinde optimal üretim ölçeklerini gerçekleştirmek üzere modern üretim teknolojileri kullanılan projeler öncelik kazanarak ön plana çıkmaktadır. Kuşkusuz modern üretim teknolojilerinin gerektirdiği faktör kombinasyonlarıma üretilen mal ve hizmetler, diğer teknolojilerle üretilenlerden farklı olmaktadır/) Çünkü modern teknoloji, sermaye yoğun teknolojidir. Bu ise, aynı miktar hammadde, enerji ve insangücü ile duşuk maliyetli, yüksek kaliteli, daha çok mal üretimi demektir Emek yoğun teknoloji ise, aynı miktar hammadde, enerji ve insan gücü ile yüksek maliyetli, düşük kaliteli ve daha az miktarda mal üretimi demektir. Çünkü bu teknolojide üretim unsuru olarak kullanılan eski makınaların ve insan gücünün verimliliği çok düşüktür Bu da azgelişmiş ülkelerin bir özelliği ve geri kalmışlıklarının nedenidir
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Sanayileşme
Bugün, ekonomik kalkınma denilince doğrudan sanayileşme akla gelmekte ve kalkınma ve sanayileşme eşanlamlı olarak kabul edilmektedir. Bunun içindir ki günümüzün azgelişmiş ülkeleri iktisadi kalkınmalarını "sanayileşme" yoluyla gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Böylece halkın yaşam düzeyinin yükseltilebileceği güç kazanmaktadır.
Genel olarak ekonomik bakımdan gelişmiş ülkeler, sanayinin çok gelişmiş olduğu ülkelerdir. Azgelişmiş ülkelerde yaygın olan tarım kesiminin yanı sıra, sınırlı bir sanayileşme görülmektedir. Bir yandan, tarım kesimi ile birlikte ele alınmayan hızlı bir sanayileşme ödemeler dengesinde açık, enflasyon, hızlı bir şehirleşme ve geleneksel sosyal yapılarda kargaşa yaratırken; bir yandan da azgelişmiş ülkelerin sanayileşmesi bazı engellerle karşılaşmaktadır. Bu engeller; ekonomik çevrelerin kusurları, sosyal ve demografik sorunlar, üretim faktörlerinin yetersizliği olmak üzere üç kategoride toplanmaktadır.
Azgelişmiş ülkelerde, işgücü içinde yer alan sanayi işçisi, gelişmiş ülkelere kıyasla, hem oran itibariyle düşük, hem de niteliksizdir. 1992'li yıllarda sanayide çalışan nüfus Türkiye'de yüzde 20, Sierra Leone'de yüzde 17, Benin ve Haiti'de yüzde 8 iken; bu oranlar ABD'de yüzde 25, Japonya'da yüzde 34 ve Almanya'da yüzde 37'dir. işgücünden gelen sanayileşmeyi sınırlandırıcı ve sanayi kollarında verimi düşürücü etkilerin yanında, daha da önemli olan yatırımların güçlükle gerçekleştirilmesidir. Sanayi yatırımlarına kaynak bulunması halinde, sanayi işçisini fazlasıyla sağlayacak potansiyel vardır.
Azgelişmiş ülkeledeki koşullar ağır sanayi yerine, hafif sanayi kollarına yaygınlık kazandıracak derecededir. Dünya dokuma sanayisi ve çimento sanayisinin önemli bir bölümü azgelişmiş ülkelerde bulunduğu halde çelik, enerji ve elektronik sanayisinin çok önemli bir bölümü gelişmiş ülkelerin elindedir.
Diğer yandan, azgelişmiş ülkelerin özellikle yoksulluk sınırında yaşayanları teknoloji üretememekte, sanayileşmelerini montaj sanayisi yoluyla gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Montaj sanayiinde, sınai ürünün bazı temel parçaları diğer ekonomilerden ithal edilmekte, belirli bir yerli imalat oranı ile birleştirilerek mamul madde haline getirilmektedir. Örneğin, traktörün krank mili, mazot pompası, motor, şanzuman, difransiyel gibi temel parçaları gelişmiş ekonomideki ana firmadan ithal edilmekte, diğer kısımlar yerli olarak üretilip traktör tamamlanmaktadır. Montaj sanayii her zaman traktör örneğinde olduğu gibi yatırım mallarını kapsamamakta, aksine genellikle dayanıklı tüketim mallarını içermektedir. Elektrikli traş makinesinden televizyona, motosikletten binek otomobiline değin çok yaygın mal gruplarını içine almaktadır. Bir sanayileşme stratejisi olarak montaj sanayisini gerçekleştiren azgelişmiş ülkeler bundan şu yararları beklemektedir. a- Ya montaj sanayisi belirli bir safha kabul edilerek, yavaş yavaş yerli imalat oranını arttırmak yolu ile tam yerli üretime geçme sözkonusudur.
b- Ya da, ekonominin içinde bulunduğu özel koşullar ve gereken önlemlerin alınmaması dolayısıyla, yerli imalat oranının belirli bir sınırın altında kalması sözkonusudur.
ilk durum, azgelişmiş ekonominin sanayileşmesine yardımcı olduğu halde, ikinci durum, gerçek anlamda sanayileşmeyi köstekler niteliktedir.
Azgelişmiş ülkeler montaj sanayisi yöntemini uygulamaya her ne kadar II.Dünya Savaşını izleyen yıllarda başladılar ise de, bu tür sanayileşmenin iyice yaygınlaşması 1955'li yıllarda olmuştur. Öte yandan, Türkiye'de yol, elektrifikasyon vb. gibi alt yapı tesislerinin gelişmesi ve dışsal tasarrufları sağlayacak ilkel yan endüstrilerin kurulmasından sonra, tüketim sanayisinin diğer kolları da "montaj sanayisi" biçiminde ülkemize gelmeye başladı. Küçük sanayi artık 1958'den önceki önemini yitirdi.()
Sanayileşme çabasında başarı gösteren gelişme yolundaki ekonomiler, montaj sanayisinden yerli üretime dönüşümü büyük ölçüde gerçekleştirdikleri halde, montaj sanayisini deneyen bir çok azgelişmiş ekonomi yerinde saydı.
"Latin Amerika'da Arjantin, Brezilya, Şili, Meksika gibi ekonomiler montaj sanayiinde dönüşümü gerçekleştirdiler. Örneğin, karayolu taşıtlarında Arjantin ve Brezilya bugün hemen hemen tamamen yerli üretime geçmiş durumdadırlar. Türkiye'de aynı alanda hidrolik ventil ve mazot pompası gibi bazı parçalar dışında yerli üretime geçmiş durumdadır. Aynı başarı elektrikli ev eşyalarında da vardır.
"Akdeniz Havzası'nda ise; İspanya, Yugoslavya ve Yunanistan montaj sanayisi uygulamasında başarılı oldu. Özellikle İspanya ve Yugoslavya sanayileşme yolunda hızla ilerleyen ekonomi durumuna geldi.
Türkiye'de montaj sanayisi son otuz yıl içinde imalat sanayisinin yönünü değiştirecek biçimde gelişti. Yalnız, uygulamadaki aksaklıklar bazı mal grupları dışında yerli üretime dönüşü engelleyerek sanayileşme hızımızı olumsuz yönde etkiledi. Örneğin, yerli olarak üretilebilecek bazı parçaların, o aşamaya gelinmiş olmasına karşın hâlâ dışardan alınması, yerlileştirmeye önem verilmemesi, lisans anlaşmalarının çok uzun süreler için yapılması gibi.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Kişi Başına Gayri Safi Milli Hasıla
Bir ulus tarafından belirli ber devrede (genellikle bir yılda) elde edilen (üretilen) nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarına göre hesaplanan toplam değerinin, o ülke toplam nüfusuna bölünmesiyle bulunan değere kişi başına gayri safi milli hasıla denir. Örneğin, bir ekonomide bir yılda elde edilen toplam gayri safi milli hasıla 55 milyar lira ve ekonomideki toplam nüfus da 55 milyon ise, kişi başına düşen gayri safi milli hasıla 1.000 TL. olacaktır.
Kişi başına gayri safi milli hasılanın düşüklüğü azgelişmişliğin bir özelliğidir. Bu ölçütün "sayılarla ifade edilmesi, iktisadi durumu göstermesi kadar sosyal ve kültürel durumlarla da yakın bağlılığı, aynı para birimiyle ele alınmasının sağladığı karşılaştırma olanakları, istisnai durumlar bir yana, uluslararası karşılaştırmalarda milli geliri ön plana çıkarmaktadır."
Bu duruma göre "bir ülkenin belli bir dönem içinde ne denli zenginleştiğinin ya da iki ülke arasındaki zenginlik farklarının saptanmasında toplam milli gelir rakamlarına oranla adam başı milli gelir rakamları daha anlamlıdır."(2) Örneğin, bir ülkede sabit fiyatlarla milli gelir 1980-1990 yılları arasında 100 milyardan 110 milyara çıkmışsa bu durum o ülkenin milli gelirinin %10 oranında arttığını gösterir. Ancak o ülkenin aynı oranda zenginleştiğini göstermez. Çünkü nüfus engeli vardır. Yani 1990 yılında 100 milyar lira 50 milyon kişi tarafından paylaşılıyor ve kişi başına 2.000 lira düşüyor ise, 1990'da 55 milyona çıkınca kişi başına yine 2.000 lira düşecektir. Bu duruma göre, ekonomide toplam milli gelir arttığı halde, kişilerin mal varlığı ve gelirlerinden dolayı herhangi bir zenginleşme olmamıştır. Çünkü 1980'de kişi başına ne miktarda mal ve hizmet (milli gelir) düşüyorsa, 1990'da aynı miktarda mal ve hizmet düşmektedir. Nüfus artış hızı daha da fazla ise; mevcut kişi başına düşen gelir seviyesi 2.000 liranın altına düşebilir.
İki ulusal ekonominin birbirleriyle kıyaslanmasında da adam başına milli gelir rakamları, toplam milli gelir rakamlarından daha anlamlıdır. Eğer kıyaslamada toplam milli gelir rakamları ele alınırsa Çin, Hindistan, Pakistan, isviçre'den ya da Kuveyt'ten daha zengin gözükebilir. Halbuki İsviçre ve Kuveyt'te kişi başına düşen miHi gelir Çin, Hindistan ya da Pakistan'dan daha fazladır.
Türkiye'nin ekonomik gelişme açısından diğer ülkelerden ne denli geride kaldığını anlamak için, belli bir tarihte Türkiye'nin sahip olduğu milli gelir seviyesine diğer ülkelerin hangi tarihte sahip olduklarına bakmak yeterlidir. Örneğin, Türkiye kişi başına 200 Dolarlık gelir seviyesine 1960-62 döneminde ulaşabilmiştir. "Simon Kuznets'in yaptığı tahminlere göre ABD 200 Dolarlık gelir düzeyine 1832'de, ingiltere 1837'de, Fransa 1852'de, Almanya 1886'da, İsveç ve Rusya 1889'da ve italya 1909'da ulaşmışlardır. Bu yaklaşımdan hareket edildiğinde 1962 yılında Türkiye'nin ABD'yi 130, ingiltere'yi 125, Fransa'yı 110, Almanya'yı 76, İsveç ve Rusya'yı 73 ve İtalya'yı 50 yıl geriden izlediği sonucuna varılıyor.
AB ülkeleri de kişi başına gayri safi milli hasıla itibariyle Türkiye ile karşılaştırıldığında, dünya ülkeleri ile kıyaslamaya benzer bir görüntü, daha da belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişi başına gayri safi milli hasılası Türkiye'ye benzer olan AB ülkelerinden Yunanistan 1958 yılında 326 Dolar olan milli hasılayı ondokuz kat arttırarak 6.230'a, İrlanda 464'den yirmiüç kat arttırarak 10.780'e, Portekiz 216'dan yirmialtı kat arttırarak 5.620 ABD Dolarına yükseltmişlerdir. İleri AB ülkelerinden Danimarka kişi başına gayri safi milli hasılayı 27 kat, Almanya 28 kat arttırmayı başarmışlardır.
Kişi başına milli hasılası 1950'lerin sonunda daha küçük bir düzeyde olan Türkiye AB ülkelerine oranla daha düşük bir seviyede gelişme göstererek son 33 yılda AB ülkelerine göre daha da geride kalmış ve bu konuda AB ülkeleri ile ara büsbütün açılmıştır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Kapital
Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra azgelişmişlik sorunana karşı ilgi yoğunlaşmıştır. Bu savaştan sonraki ilk yıllarda gelişmenin sağlanması için kapitale özel bir önem verilmiş ve geri kalmışlığın nedeni olarak kapital yokluğu gösterilmiştir. Bu konuda genel kanı, azgelişmiş ülkelerin kapitale kavuşmaları halinde kalkınmalarını kendiliklerinden sağlayabilecekleri ve geri kalmışlıklarının sona ereceği yolunda idi. Geri kalmış ülkelere kapital yardımını öngören Truman Doktirini bu görüşün benimsenmesinin bir sonucudur.
Geri kalmışlığın yok edilmesinin bir kapital-birikim sorunu olarak görülmesi, kapitalin kalkınmayı kısıtlayan dört etmenden biri olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kalkınmayı engelleyen dört kısıtlayıcı etmenden biri doğal kaynaklar, biri kalifiye işgücü, biri üretken kapasite yetersizliği (sabit sermaye stoku) biri de kapital yetersizliğidir.
Ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmek bakımından gerek madenleri çıkarmak, gerek işgücü yetiştirmek, gerek sabit sermaye stokunu arttırmak, gerekse sağlık ve sosyal alanlardaki alt hizmetleri gerçekleştirmek için hiç de küçümsenmeyecek miktarda paraya gereksinim vardır. Ayrıca savunma gereksinimi de gözönünde tutulursa en büyük darboğazın finansman yetersizliğinden doğacağı açıktır.(2) Nitekim Türkiye'de Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda büyüme hızı yüzde 7 olarak belirlenmiş ve bu büyüme hızına ulaşabilmek için GSMH'nın yüzde 18'inin yatırılması gerektiği planlanmıştır. Ancak 1962-1967 dönemi başında reel tasarruf oranı yüzde 11 idi. Alınacak önlemlerle bunun plan döneminde yüzde 14'e çıkacağı, kalan yüzde 4'ün de dışarıdan sağlanacağı programlanmıştır.
Saptanan kalkınma hızına ulaşabilmek için finansman kaynaklarının arttırılmasına yani kapitale gereksinme yoğun olarak vardır. Bu duruma göre kapital (sermaye) yokluğu, azgelişmiş ülkelerin geri kalmışlıklarının bir nedeni ve özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yenileyici Girişimci Yetersizdir
A- Girişim ve Girişimci
Üretim, en kısa tanımı ile üretim faktörlerini birleştirerek mal ve hizmet yaratmaktır.. Mal ve hizmet yaratabilmek için bazı üretim faktörlerine, gereksinim vardır. Bu üretim faktörleri; emek, tabiat, sermaye ve müteşebbis (girişimci) olmak üzere dört grupta toplanabilir.
İlk insan, emeği ile toprağı kullanarak üretimde bulunmuştur. Bu durumda ilk insan aynı zamanda girişimci olmuştur. Bu durum gösteriyor ki, girişimci ekonomide tarihin çok eski devirlerinden beri vardır.
Bugünkü ekonomik sistemlerde girişimci emek, toprak ve sermayeyi biraraya getirerek teşebbüsü (işletme) kuran kimsedir. Girişimci bu niteliği ile üretim faktörlerinin tedariki sırasında ve üretim aşamasında alıcı, ürettiği mal ve hizmetleri piyasaya sürerken de satıcı durumundadır. Üretim faktörlerine ödenen bedeller işletmenin masraflarını, üretilen mal ve hizmetlerin satışından elde edilen hasılat , ise işletmenin gelirini oluşturur. Masraflar ile gelir arasındaki fark da işletmenin kâr veya zararını meydana getirir. Girişimcinin amacı kâr etme ve bu kâr ile yeni işletmeler kurarak büyümektir. Girişimci ekonomide yüklendiği ve yürüttüğü bu işlevleri nedeniyle çok önemlidir.
Girişimcinin yerine getirdiği işlevler nedeniyle bazı toplumların geri kalmışlıklarının nedeni, o toplumların sahip oldukları girişimcilerin niteliklerinin gelişmiş toplumların girişimcilerinin niteliklerinden düşük olmasıyla açıklanmıştır. Bu konuda Schumpeter ilk kez ekonomik kalkınmada girişimcinin oynadığı rolün önemini belirtmiştir. Hatta denebilir ki, Schumpeter ekonomik kalkınmayı yalnızca girişimci faktörüne dayandırmıştır. Ona göre, kapitalist ekonomi, kendisinin innavator (yenileyici) diye adlandırdığı girişimcilerin azalıp yok olması halinde yıkılmaya mahkumdur, innavator, üretim faktörlerini yeni bir biçimde kombine eden (birleştiren) girişimci demektir. Örneğin, üretim faktörlerinin, televizyon ve bilgisayar hiç bilinmezken, televizyon üretmek ya da bilgisayar üretmek için birleştirilmesi, üretim faktörlerinin yeni bir biçimde birleştirilmesi demektir. Bunu gerçekleştiren de innavator yani yenileyici girişimcidir. Yenileyici girişimci aynı zamanda teknoloji üretilmesine öncülük eder. Yenileyici girişimcinin uyguladıklarını sonradan uygulayanlar ise taklitçidir. Schumpeter'e göre bunlar gerçek anlamda girişimci değildirler. Bu nedenle bir ekonominin gelişim hızını bunlar değil, gerçek girişimci olan innavator girişimciler belirler. Schumpeter'in, ilgileri ekonomik gelişme sürecinde girimcinin oynadığı role çekmesi, sonra da nitelik ve nicelik yönünden güçlü bir girişimci sınıfının nasıl ortaya çıktığı sorununu doğurdu.
Ekonomistlerin büyük bir kısmı bir toplumun nitelik ve nicelik bakımından güçlü bir girişimci sınıfına kavuşması için bu mesleğin toplumda yüksek bir prestije sahip olması gerektiğini savunurken Hagen, aksi tezi savunmaktadır. Hagen'e göre girişimcilik mesleğinin toplum tarafından küçük görülmesi halinde, bu meslek genellikle diğer mesleklerin kendilerine kapalı tutulduğu azınlıklara kalmaktadır. Azınlıklar da toplum tarafından ezilmenin verdiği bir duyguyla bu meslekte özel yetenekler geliştirip başarılı olmaktadır.

B- Yenileyici Girişimci Yetersizliğinin Yarattığı Sorunlar
Girişimcinin yatırımların yapılmasında önemli bir rolü vardır. Ancak üretim faktörleri arasında en az bulunan sermayedir. Ne kadar yenileyici girişimci olursa olsun sermaye olmayınca yatırım yapılamaz. Bunun için Napolyon yılar önce "para, para, para" demiştir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Tarımsal Mekanizasyon
Tarımsal mekanizasyon bir üretim teknolojisidir. Bu teknoloji ülkelerin ekonomik yapılarına bağlı olarak gelişme ve uygulama gösterir. Aynı durum aynı ülkedeki tarımsal işletmeler arasında da sözkonusudur. Sonuçta işletmelerin teknik ve ekonomik yapılarına bağlı olarak bu işletmelerde insan, hayvan ve mekanik güç ile çalıştırılan nitelikte tarımsal mekanizasyon araçları kullanılmaktadır.
Bunlar;
- Toprak işleme alet ve makinaları,
- Ekim, dikim ve gübreleme makinaları,
- Hasat-harman ve ürün işleme makinaları,
- Mücadele makinaları,
- Hayvancılık, içsel tarım ve enerji makinaları,
- Taşıma ve ulaştırma makinaları,
- Sulama tesisleri ve sulama makinaları,
- Örtüaltı yetiştiriciliğinde kullanılan sistem ve makinalardır.
Tarımsal mekanizasyonda kullanılan araçlar, genel makina toplululuğundan, kendine özgü özellikler ile ayrıcalık gösterirler. Bu ayrıcalıklar aşağıdaki gibi sıralanabilir;
-Mekanizasyon araçları, ekonomik gücü yetersiz kitleye sunul¬makta olduğundan, satın alma bedeli düşük olmalı ve satış kredisi ile desteklenmelidir,
-Tarım işletmelerindeki çalışmalarımızın teknik bilgi ve beceri düzeyi dikkate alınarak, tarımsal mekanizasyon araçlarının, kullanım¬ları ile bakım ve onarımları kolay olmalıdır,
-Güvenli çalışma sağlanmalıdır,
-Çalışma ortamlarının çoğunun açık hava koşulları olduğu dikkate alındığında hafif yapı yanında sağlamlıkta ön planda değer¬lendirilmelidir,
-Bitki, toprak ve insan ile bütünleşmeli üretim tekniklerine uygunluk sağlanmalıdır,
-Yüksek iş verimi sağlanmalıdır.

Çekici Güç
Traktör sanayiinin ana üretimi olan tarım traktörleri; esas amacı çekici güç yaratmak olan ve genelde makina, ekipman ya da römorkları çekme, itme, taşıma ya da güç vermek için dizayn edilmiş motorlu araçlar olarak tanımlanmaktadır. Tarım traktörü çok fazla parçadan oluşur. Bu parçaların tamamlanması bir çok sanayi kuruluşu kanalıyla sağlanabilmektedir. Dolayısıyla tarım traktörü imalatı, sektördeki ana sanayi kuruluşlarının organizatörlüğünde yürütülen kollektif bir çalışmadır.
Azgelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda tarımsal mekanizasyon yetersizdir. Bu ülkelerde özellikle tarımda çekici güç olarak kullanılan traktör çok azdır. Bu nedenle, toprağı işlemede çekici güç olarak hayvan kullanılmaktadır. Örneğin, düşük gelir grubunda yer alan Benin ve Afganistan'da 1.000 hektar başına 0,1, Bangladeş'te- 0,6, Sierra Leone'de 1, Hindistan'da 6 traktör düşmektedir. Alt orta gelir grubundaki Suriye'de 1.000 hektar başına 16, Mısır'da 26, Türkiye'de 29 traktör düşerken; sanayileşmiş ve pazar ekonomisini benimsemiş ABD'de 26, Fransa'da 81, Almanya'da 132 ve Japonya'da 480 traktör düşmektedir.
Görülüyor ki, özellikle yoksulluk sınırındaki azgelişmiş ülkelerde tarımsal mekanizasyon çok yetersiz olup, bu ülkelerde tarım hayvan gücüne dayanmaktadır. Bu nedenle, bu ülkelerde tarımsal verimlilik son derece düşük olup, gıda yetersizliğinden kaynaklanan bir insan enerjisi noksanlığı sözkonusudur.

Tarımda Çalışan Kişi Başına Tarım Katma Değeri
A- Tarım Katma Değeri
Bazı- ekonomistlere göre sanayideki üretkenlik (sanayide çalışan kişi başına sanayi katma değeri), bir toplumun gerçek gelişmişlik düzeyini yansıtmaz. "Çünkü bir toplum bütünüyle ne denli azgelişmiş olursa olsun, yeni teknolojilere ne denli kapalı olursa olsun, organizasyon yeteneği ne denli düşük olursa olsun, sanayinin sanayi olmaktan doğan, uyulması zorunlu bir standardı, bir üretkenliği vardır ve bunun altına düşülemez. Diğer bir deyişle makinaların teknik ve zorunlu bir üretkenliği vardır ve bu üretkenlik insanların en düşük düzeydeki katkıları halinde bile belli bir büyüklüğün altına düşmez."(1) Örneğin, ABD'deki bir tekstil fabrikası ile Türkiye'deki bir tekstil fabrikasının üretkenliği arasında hiç kuşkusuz bazı farklar vardır. Çünkü ABD'deki tekstil fabrikaları en son teknolojiyi kullanırken, Türkiye'deki tekstil fabrikaları en iyi durumda bile gelişmiş ülkelerden satın aldığı bir önceki teknolojiyi kullanmak durumundadırlar. Böyle olmasına karşın, Türkiye'deki tekstil üreticileri de fabrikasyon üretim yaptıklarından, makinalardan kaynaklanan belli miktarda üretimleri vardır. ABD'de 1990 yılında imalat sanayiinde çalışan kişi başına imalat sanayisi katma değeri 54.731 Dolar iken, Türkiye'de 1989 yılında 6.099 ABD Dolarıdır. Bu verilere göre ABD imalat sanayisindeki üretkenlik ile Türkiye imalat sanayisindeki üretkenlik arasında belli büyüklükte yani 9 kat fark vardır, ancak bu fark hiçbir zaman iki toplum arasındaki gelişmişlik farkları kadar büyük değildir.
Öyleyse toplumlar arasındaki gerçek gelişmişlik farklarını sanayi dışındaki, özellikle tarımdaki üretkenlik farkları daha iyi yansıtır. Örneğin, ABD'de 1989 yılında tarımda çalışan kişi başına tarım katma değeri 30.984 Dolar iken, Türkiye'de 1991 yılında 2.039 ABD Dolarıdır. Bu sonuca göre ABD imalat sanayiindeki üretkenlik, Türkiye imalat sanayisindeki üretkenliğin 9 katı iken; ABD tarımındaki üretkenlik, Türkiye tarımındaki üretkenliğin 15 katıdır. Görüldüğü üzere iki toplum arasında tarımda daha büyük farklar vardır. Bu nedenle, iki toplum arasında gelişmişlik farklarını tarımdaki üretkenlik daha iyi yansıtır.
Toplam tarım katma değeri, tarım sektöründeki işletmelerin bir yıl içinde ürettikleri malların değerinden, diğer sektörlerden alınıp tarımsal üretimde girdi olarak kullanılan malların değeri düşüldükten sonra kalan değerdir Tarımda çaiışan kişi başına tarım katma değen ise, toplam tarım katma değerinin tarımda çalışan işgücüne bölünmesiyle elde edilen değerdir.
Tarımda çalışan kişi başına tarım katma değeri, sanayileşmiş ve pazar ekonomisini benimsemiş isveç'te 1989-90 yıJlarında 45.589, ABD'de 30.984, Japonya'da 18.193 ABD Doları iken Türkiye'de 1991 yılında 2.039 Dolardır.
Tarımda çalışan kişi başına tarım katma değen AB ülkelerinden Fransa'da 1989-90 yıllarında 41.271, Hollanda'da 38.151, ispanya'da 13.643 ABD Dolarıdır
Sanayileşmiş ve pazar ekonomisini benimsemiş ülkelerle AB ülkelerinin büyük çoğunluğunda, tarımda çalışan kişi başına tarım katma değeri yüksektir Bu konuda özellikle -isveç ve ABD çok ileri konumdadırlar. Bu ülkelerde tarımda çalışan kişi başına tarım katma değerinin yüksekliği; tarımda kullanılan ileri tarımsal teknikler, ileri tarımsal mekanizasyon, yüksek kaliteli tohumluk ve damızlık, gübre kullanımında yeterlilik, kullanılan ilen tarım teknikleri sayesinde hastalık ve zararlılarla mücadelede etkinlik, etkili ve yeterli sulama, yeterli oran ve miktarda açılan tarımsal krediler, tarımda çalıştırılan işgücünün azlığı ve en'tansif tarım, yanı âz topraktan çok ürün alınması gibi etkenlerden kaynaklanmaktadır.
Türkiye'nin de aralarında yer aldığı azgelişmiş ülkelerde, tarımda çalışan kişi başına tarım katma değen düşük tutardadır. Bunun nedeni; bu ülkelerde hala karasapan ve hayvan gücüyle ekim dikim yapılması, tarımda emek-yoğun tekniklerin kullanılması, sulama, tohumluk, damızlık ve gübrelemede yetersizlik, kişi ve aile başına yetersiz toprak, bu yetersizlikler nedeniyle piyasa için değil, sadece aile gereksinmeleri için üretim yapılması, tarımın ekstansif yani çok toprak kullanılarak az ürün alınması biçiminde oluşu ve tarımsal köylü işletmelerinde şu ya da bu biçimde iş yapar görünen köylü işsizlerin tarım katma değerinden pay alışı yani tarımda önemli oranda gizli işsizlerin bulunuşu gibi etkenlerdir.
Azgelişmiş ülkelerin, tarımda çalışan kişi başına tarım katma değerini yükseltebilmeleri için yukarıda sözü edilen sorunları gidermeleri; tarımdaki boş işgücünü sanayi ve hizmet sektörlerine kaydırmaları gerekiyor. Bü sorunları aşıp, tarımda çalışan kişi başrna tarım katma değerini gelişmiş ülkeler ve AB ülkeleri düzeyine çıkarabilmeleri için herhalde epeyce bir zamana gereksinmeleri vardır.

B- Tarımda Üretkenlik Ölçütünün Yarattığı Sorunlar
Ülkeler, tarım katma değerlerini ulusal para birimlerine göre hesaplamaktadırlar. Tarımda çalışan kişi başına tarım katma değerlerinin karşılaştırılabilmesi için, ulusal para birimleriyle hesaplanan tarım katma değerinin ortak bir birime, genellikle ABD Doları'na çevrilmesi gerekiyor. Bu çevirmenin dolar kurunun saptanmasında ulusların sahip olduğu "keyfilik hakkı" nedeniyle ne denli az güvenilir olduğu açıktır.
Bu çalışmada yer alan ve yukarıda dolar cinsinden verilen, tarımda çalışan kişi başına tarım katma değeri verileri hesaplanırken böyle bir endişe yaşandı.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde İhracatın İçeriği
Azgelişmiş ülkeler tarımsal bir yapıya sahip olduklarından, ihracatları genellikle tarım ürünleri, tarımsal hammaddeler ve maden cevherlerinden oluşur. Bu ülkelerde ihracatın temelini iki üç tip ürün meydana getirmiştir. J.M.Albertini'nin naklettiği 1964 yılı Cenevre Konferansı verilerine göre; Panama'nın ihracatını muz, Birmanya'nın pirinç, Gana'nın kakao, Suriye'nin pamuk, Sudan'ın pamuk, arpa zamkı, Mısır'ın pamuk, pirinç, Ekvator'un muz, kahve, kakao oluşturmaktadır.(1) Amerikan Samoası ve Marshall Adaları gibi ihracatlarının tümünün tarımsal ürünler, tarımsal hammaddeler ve maden cevherlerinden doluştuğu ülkeler hariç olmak üzere, diğer azgelişmiş ülkelerin tarımsal ürün ve hammadde ihracatı paylarının toplam ihracat içindeki oranı yıllar geçtikçe azalmakta ve ihracat diğer mamullere kaymaktadır. Örneğin, Ekvator 1964'den 26 yıl sonra tarımsal ürünlerin ihracat içindeki payını yüzde 95'ten yüzde 57'ye, Panama yüzde 94'den yüzde 75'e, Gana yüzde 80'den yüzde 73'e, Suriye yüzde 72'den yüzde 17'ye, Mısır yüzde 80'den yüzde 14'e düşürmeyi başarmışlardır. Türkiye'de toplam ihracat içinde tarımsal ihracatın payı yüzde 28'dir. Bu durum, bu ülkelerin bir kısım ihracatlarının tarım dışına kaydığını ve çeşitlendiğini göstermektedir. İleri pazar ekonomilerinden İngiltere'de toplam ihracat içinde tarımsal ihracatın payı yüzde 9, Almanya'da yüzde 6,5 ve İsviçre'de yüzde 4'dür. Buna karşılık bu ülkelerde yüzde 48'e varan makina ihracatı vardır.
Diğer yandan, azgelişmiş ülkelerin ihraç ettikleri mallar, istemleri esnek olmayan mallardır. Yani, fiyatlarda ortaya çıkan oynamalar sonucunda, bu tür malların satışları büyük ölçüde artmadığı halde, ürünün bol olduğu yıllarda fiyatlarda büyük düşmeler görülür. Yukarıda da belirtildiği üzere azgelişmiş ülkelerin ihracatları çeşitlilik göstermez, yani bir kaç tür malda yoğunlaşırken, genellikle bir kaç pazara yönelmişlerdir. Bu nedenle ihraç gelirleri, ihraç edilen bir kaç ürünün üretim devrelerinde meydana gelen değişmelerle, ihracatın yöneldiği pazar koşullarında ortaya çıkan değişmelerden kolaylıkla etkilenebilmektedir.
Genellikle ilkel ve taban ürünleri ihracatçısı olan azgelişmiş ülkeler, sanayi ürünleri alıcısıdırlar. Bu malların alımında, piyasada bulunan tekel ya da eksik yarışma (rekabet) koşulları gereği, azgelişmiş ülkeler çoğu kez gelişmiş ülkelerin dikte ettirdikleri fiyatları kabul etmek zorunda kalmaktadırlar. Dikte ettirdikleri fiyatlar aynı doğrultuda seyretmemekte, sürekli olarak yükselme eğilimi göstermektedir. Çünkü gelişmiş sanayi ülkelerinde işgücü örgütlenmiş ve kendi çıkarlarını savunur duruma gelmiştir. Bu örgütlenme ve pazarlık gücünün artması nedeniyle, gelişmiş ülkelerde işgücü fiyatlarında ortaya çıkan bu yükseliş etkisini azgelişmiş ülkelerin ithal etmek zorunda bulundukları mallar üzerinde göstermekte ve ithal fiyatları artmaktadır, ihraç fiyatlarının durağan, hatta gerileyen bir eğilim göstermesine karşın, ithal fiyatlarının sürekli olarak artması nedeniyle azgelişmiş ülkeler dış ticaret açısından elverişsiz konumdadırlar Sonuçta, dış ticaret hadleri son yüzyılda düzenli olarak azgelişmiş ülkelerin aleyhine gelişmiştir. Bugün azgelişmiş ülkelerin ihracat gelirlerini dengeye kavuşturma ve arttırma planları 1977'deki Kuzey-Güney Diyaloğu'nda olduğu gibi, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı'nın (UNCTAD)da dikkatini çeken konulardan biridir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Kişi Başına Düşen Karayolu ve Demiryolu Miktarları

A- Kişi Başına Düşen Karayolu Miktarı Azdır
Azgelişmişliğin özelliği olarak bazan da kişi başına ya da kilometre kareye düşen karayolu miktarı gösterilmektedir. Bu ölçünün kullanılmasını isteyenler, bir ülkenin gelişmişliğini ya da az gelişmişliğini saptamaya yarayan en iyi ölçünün, o ülkenin sahip olduğu yol miktarı olduğunu savunurlar. Bunlara göre, gelişme ile birlikte insanların mobilitesi (hareketliliği) artar, insanlar gezmek, görmek, dinlenmek, eğlenmek, dil, din gibi turistik nedenlerle yer değiştirebilecekleri gibi; kendilerine geçici ya da sürekli iş bulmak, başka yerlere yerleşmek için de seyahat ederler. Ayrıca artan üretim ve gelişme ile ülke içinde mal nakli önemli ölçüde artacağı gibi, dışalım, dışsatım ve transit ticaret nedenleriyle de mal nakli artar.
İnsanların yer değiştirme istemlerinin ve çeşitli nedenlerle ortaya çıkan mal naklinin gerçekleştirilebilmesi için, ulaştırma sistemlerinin geliştirilmesi, yani yol yapılması gerekmektedir. Yol yapımı, ülke içindeki karayolu miktarını arttıracaktır. Karayolu miktarındaki artış, insanların yer değiştirme isteklerini, iç ve dış mal naklini gerçekleştirmek amacıyla ortaya çıktığına göre "kişi başına düşen yol miktarı" bir gelişme göstergesidir.
Öyleyse ülkelerin gelişmişlik derecelerini, "kişi başına düşen karayolu miktarını" kullanarak saptayabiliriz. Bu karşılaştırmada yalnızca kişi başına düşen karayolu miktarına bakılmamalıdır. Çünkü, kişi başına düşen karayolu miktarı kadar, yolun fiziksel ve geometrik standartları da önemlidir.
1-Fiziksel Standart:
Belirli geometrik boyutlara sahip bir yolda araçların seyrettiği üst yapının fiziki karakteristiklerini ifade eder. Diğer bir deyimle, yol kaplamasının cinsi, pürüzlülüğü, yama durumu, yaz ve kış trafiğine imkan verip vermediğini gösterir
2- Geometrik Standart:
Bir yolun planda ve projede sahip olduğu geometrik değerleri ifade eder. Diğer bir deyimle, yolun kesitteki durumunu, meyillerini, virajlarını, kavşaklarını, şerit sayısını, platform genişliği vs. gibi boyutlarını verir.
Türkiye'de ikinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda karayollarının fiziksel standartları yanında, geometrik standartlarının da yükseltilmesinden bahsedilmiştir.
Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda ise devlet yolları ağının beton asfalt ile, il yolları ağının asfalt ile kaplanmasına ağırlık verilmesi öngörülmüştür.
Ülkemizde karayollarının fiziksel ve özellikle şerit sayısı başta olmak üzere geometrik standartlarının düşüklüğü, yüksek hızlar, ağır sonuçlar veren kazaların artmasına neden olmaktadır.
Bugün Türkiye'de karayollarında meydana gelen kazaların ülke ekonomisine verdikleri zarar, yılda bir kaç trilyon lira dolayındadır. Aynı baza indirgemek suretiyle yapılan bir karşılaştırmaya göre Türkiye'de ABD'den 13 kat, ingiltere'den 8 kat, Almanya'dan 4 kat daha fazla kaza olmaktadır
Aşağıda fiziksel ve geometrik standartları ayrı ayrı verilemeyen yolların yüzde kaçının kaplanmış olduğu, ülkeler itibariyle verilmiştir. Bu duruma bakıldığında bir ülkede kişi başına düşen yol miktarı, diğer ülkeden fazla olabilir. Ancak o ülkenin gelişmişlik derecesini diğer ülkeler ile kıyaslarken yolların ne kadarının asfalt ile kaplandığına da bakılmalıdır. Çünkü, dozer ya da grayder ile açılmış düşük kaliteli, gevşek satıhlı, toprak ve ham yolların yapım masrafı; sert satıhlı, asfalt kaplanmış, yüksek kaliteli yollardan çok farklıdır.
ileri pazar ekonomisi ABD'de 1993 yılında kişi başına yüzde 58'i asfaltlanmış 24 metre, isviçre'de yüzde 96'sı asfaltlanmış 10 metre karayolu düşerken, Türkiye'de yüzde 14'ü asfaltlanmış 6 metre karayolu düşmektedir. Bu rakamlar Türkiye ile aynı gelir grubunda olan Suriye'de kişi başına yüzde 77'si kaplanmış 2 metre, Mısır'da yüzde 68'i kaplanmış 1 metre karayoludur. Düşük gelir grubundaki Hindistan'da kişi başına yüzde 49'u kaplanmış 2 metre, Bangladeş'te yüzde 4'ü kaplanmış 2 metre karayolu düşmektedir.
AB ülkelerinden Almanya'da 1993 yılında kişi başına yüzde 94'ü kaplanmış 8 metre, Yunanistan'da yüzde 79'u kaplanmış 13 metre ve Portekiz'de yüzde 86'sı kaplanmış 7 metre karayolu düşmektedff.
Kişi başına düşen karayolu miktarı açısından AB ülkeleri arasında en iyi durumda olan 26 metre ile irlanda'dır ve bu ülkedeki karayollarının yüzde 94'ü kaplanmıştır. AB ülkelerinden Fransa, Danimarka, Lüksemburg, Belçika, Almanya, ingiltere ve italya yaptıkları karayollarının yüzde 92-100'ünü kaplamışlardır.

B- Kişi Başına Düşen Demiryolu Miktarı Azdır
Azgelişmişliğin özelliği olarak bazan da kişi başına düşen demiryolu miktarı gösterilmektedir.
Karayolu ulaşımının yerine getirdiği ekonomik, sosyal, kültürel ve politik işlevleri, demiryolu ulaşımı daha da etkin olarak yerine getirir. Çünkü, demiryolu ulaşımı karayolu ulaşımıdan daha üstündür. Bu üstünlükleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Demiryolu Ulaşımı Güvenlidir
Karayollarında sık sık meydana gelen kazalar, önemli oranda can ve mal kaybına neden-olmaktadır. Demiryollarında ise bu tür kayıplar yok denecek kadar azdır
2- Demiryollarında Taşıma Kapasitesi Yüksektir.
a) Lokomotifler arkasına eklenebilen çok sayıdaki vagon ile, fazla miktarda yolcu ve yük taşınabilmektedir.
b) Yolcu taşıyan trenler, yataklı, yemekli ve pulman koltuklu vagonları ile konforlu ve rahattır.
c) Çift hatlı demiryollarında sık sık seferler konularak yolcu ve yük taşımada önemli oranda çabukluk sağlanabilir.
d) Ayrıca demiryollarında kalkış ve varış saatleri bellidir.
3- Demiryolu Ulaşımı Ekonomiktir
Demiryollarında çok sayıda yolcu ve büyük miktarda yük ucuza taşınabilir. Bu sayede işçi bulanan yerlerden iş merkezlerine işçi, mal bulunan yerlerden tüketim merkezlerine mal nakli kolaylıkla sağlanabilir. Bu da gelir ve tüketim artışı sağlar.
Ayrıca, tarihteki örnekleri inceleyecek olursak, ekonomik gelişmenin aşamalarından olan kalkışta önderlik eden sanayi kolu genellikle demiryolu olmuştur. Nitekim, ABD, Fransa, Almanya, Kanada, Rusya gibi ülkelerde kalkış safhası demiryolu endüstrisinin kurulmasıyla başlamıştır; demiryolu isveç ve Japonya'nın kalkınmalarında da önemli rol oynamıştır. Demiryolunun bu rolü ve önemi tesadüfi değildir. Çünkü, demiryolu yapımı ve işletilmesi içerdeki ulaştırma masraflarının azalmasına sebep olmuş ve piyasanın genişlemesi sağlanmıştır. Ulaştırma masraflarının azalması aynı zamanda dışsatım olanaklarını da arttırmıştır. Bu duruma göre demiryolları ulaşımı, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonomik ve sosyal kalkınmanın garantisi olmakla beraber, vazgeçilmez bir ön koşuldur.
Yukarıda saydığımız işlevleri, üstünlükleri ve kalkınmanın ön koşulu niteliği ile "kişi başına düşen demiryolu miktarı" bir kalkınma göstergesi ve yetersizliği de azgelişmişliğin özelliğidir.
Sanayileşmiş pazar ekonomis ABD'de 1993 yılında kişi başına 1,08 m, İsviçre'de 0,72 m, demiryolu düşerken, Türkiye'de kişi başına 0,14 m demiryolu düşmektedir.Bu rakamlar kişi başına Mısır'da 0,15 m, Suriye'de 0,10 m'dir. Düşük gelir grubundaki Hindistan'da kişi başına 0,07 m ve Bangladeş'te 0,02 m demiryolu düşmektedir. Türkiye bu konuda kendi gelir grubundaki yalnız Suriye'den ve düşük gelir grubundaki Hindistan ve Bangladeş'ten iyi, kendi gelir grubundaki Tunus ve Mısır'dan ve düşük gelir grubundaki Zambia'dan ve gelişmiş ülkelerden geride bir noktadadır.
AB ülkelerinden Almanya'da 1993 yılında kişi başına 1,12 m, Portekiz'de 0,37 m, Yunanistan'da 0,25 m demiryolu düşerken, Türkiye kişi başına 0,14 m yol ile AB ülkelerinin en sonunda yer almaktadır.
Demiryolu ulaşımında önemli olan bir konu da demiryollarının niteliği, başka bir deyişle fiziksel ve geometrik standartlarıdır. Birinci, ikinci ve üçüncü kalkınma planları dönemlerinde demiryollarında hem hat uzunluğu arttırılmış., hem de fiziksel ve geometrik standartların yükseltilmesine çalışılmıştır.
Özellikle, 1973 yılından başlayarak ortaya çıkan petrol krizi çeşitli ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de demiryolu taşımacılığına özel bir ağırlık verilmesini gerektirmişken, beşinci plan döneminde demiryollarında "... nüfus başına düşen yolcu taşıma oranının korunması hedef alınmıştır." Buna karşılık yurtiçi yolcu taşımasında "... karayolu sisteminin yüzde 95,1 pay ile ağırlığını sürdürmesi ..." planlanmıştır.
Halbuki, birçok ülkenin kalkınmasında önderlik etmiş demiryolu ulaşım sistemi, Türkiye gibi gelişen bir ülkenin de kalkınmasına etki edebileceği düşünülerek, bu ulaşım sistemine ağırlık verilmesi ve bu ulaşım sisteminin geliştirilmesi gerekirdi.
Türkiye'de demiryolu taşımacılığında önemli olan bir husus da, demiryollarının teknolojik yeniliklere paralel olarak geliştirilememesi, çift hat yapılamamasıdır. Türkiye demiryollarında, yük ve yolcunun yoğun olduğu hatlarda çift hat döşemek gerekmektedir. Özellikle, Ankara-İstanbul-Edirne arasındaki kısımda daha fazla gecikilmeden bir an önce çift hat uygulamasına geçilmeli ve diğer hatlar da çift hat yapımı sırasına alınmalıdır.
Demiryolu taşımacılığında önemli olan bir diğer konu da demiryolu taşıt parkı ve bu yollarda yapılabilen hızdır. Gelişmiş ülkeler demiryollarını, altyapı ve taşıma araçları açısından modern tekniğe göre yenilemişlerdir. Böylece demiryollarında dizel motorlu lokomotiflerden elektrik motorlu lokomotiflere geçilmiş ve taşımacılıkta yolcu ve yükün her zaman yararlarının arttırılması gerçekleştirilmiştir. Tam üye olmak için başvuruda bulunduğumuz AB ülkeleri saatte 200 km hız yapan trenleri seferlere koymuşlardır. Hatta Japonya'da saatte 500 km. hız yapan lokomotifler üretilmiştir. Türkiye'de ise buharlılar, dizeller ve banliyö hatlarında elektrikli lokomotifler hizmet vermektedir.
Eski tekniğe göre yapılmış ve teknolojik yeniliklere paralel olarak geliştirilememiş olan demin/ollar şebekesi, eski lokomotif ve vagonlar, ülkemizin yüksek engebeli bir coğrafi yapıya sahip oluşu ulaştırma olanaklarını etkilemektedir. İsviçre'de dişli trenlerin hizmet verdiği düşünülürse coğrafi yapının o denli önemli olmadığı anlaşılır. Diğer yandan ulaştırma, ulusal olduğu kadar, uluslararası da olduğundan uluslararası standartları taşımak zorundadır.
AB ülkeleri demiryolu ulaştırmasında hızla ilerlerken, önemli bir coğrafi konumda bulunan Türkiye'nin de aynı gelişmeleri hızla izlemesi gerekmektedir.
Türkiye'de demiryolu ulaşımı, bu konuda bir tekel olan TCDD tarafından sağlanmakta ve geliştirilmektedir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Ülkelerde Kağıt Üretimi ve Tüketimi

Kişi Başına Kağıt Tüketimi Azdır
Azgelişmişliğin özelliği olarak bazan da kişi başına kağıt tüketiminin azlığı gösterilmektedir.
Kağıt, kültürel ve sanayi alanındaki yeri ile insanlığın en önemli ihtiyaç maddelerinden biridir. Bu nedenle, kağıt sanayiinin gelişimi bir ülkenin sanayi ve kültürel gelişmesiyle yakından ilgilidir. Bu yönüyle kağıt tüketimi de bir kalkınma ölçütü olarak kabul edilmektedir.
Kağıt, eğitim başta olmak üzere haberleşme, sanayi ve ticaret alanlarında kullanılmakta ve her geçen gün kağıt tüketimi artmaktadır.
Çok kağıt tüketen ülkeler gelişmiş, âz kağıt tüketen ülkeler ise geri kalmıştır. Çünkü eğitimin, haberleşmenin en yaygın olduğu ülkeler, çok kağıt ve karton tüketen gelişmiş ülkeler olduğu gibi, yine her çeşit malı kağıt ve karton ile ambalajlayıp satan ve bu nedenle sanayi ve ticaret sektöründe çok kağıt ve karton kullanan ülkeler gelişmiş ülkelerdir.
Gelişmiş ülkelerde üretilen bir çok mal kağıt ve karton ile ambalajlanıp pazarlanirken, azgelişmiş ülkelerde bu malların çoğu ambalajsız ve düzensiz olarak pazarlanmaktadır. Biri gelişmiş, diğeri azgelişmiş iki ülkeden de alışveriş yapan bir kişi, sadece bu açıdan bile, bu iki ülkenin gelişme düzeylerinin farklı olduğunu anlayabilir.
Sanayileşmiş pazar ekonomilerinden ABD'de 1992 yılında kişi başına 309 kg, isviçre'de 201 kg kağıt ve karton tüketilmişken, Türkiye'de 21 kg kağıt ve karton tüketilmiştir. Bu tüketim miktarları Türkiye ile aynı gelir grubunda olan Tunus ve Mısır'da kişi başına 12 kg, Suriye'de 1 kg ve düşük gelir grubundaki Hindistan'da 4 kg, Sierra-Leone'de ise 0,2 kg'dır.f) Türkiye bu konuda ileri pazar ekonomilerinden geride bir noktada iken, kendi gelir grubundaki Tunus, Mısır, Suriye'den ve düşük gelir grubundaki ülkelerden iyi durumdadır.
Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen kağıt tüketim miktarlarının, her 100 kg'lık bölümünün 30 kg/yıl'lık kısmının eğitime ilişkin gereksinmelere, 40 kg/yıl'lık kısmının ise yeterli düzeydeki haberleşme ve diğer baskı işlerindeki tüketime ilişkin olduğu görüşü kuvvet kazanmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerde de kişi başına düşen kağıt tüketiminin 30 kg/yıla ulaşması için toplam olarak yılda 100 milyon ton'luk bir ek üretime gereksinme vardır.
AB ülkelerinden Almanya'da 1992 yılında kişi başına 193 kg, Portekiz'de 87 kg, Yunanistan'da 61 kg kağıt ve karton tüketilmiştir.
AB ülkelerinin kağıt ve karton tüketimi yıldan yıla artmaktadır. Bu konuda AB ülkeleri Türkiye'den çok ileridedirler ve Topluluğun ortalaması 1989 yılında 145 kg/yıl'dır.
Türkiye'nin AB ortalamasına yetişebilmesi için eğitim, haberleşme, sanayi ve ticaret alanlarında bilinçli olarak kağıt tüketimini arttırması gerekmektedir.

Kişi Başına Düşen Kağıt ve Karton Üretimi azdır
Kültürel kalkınmanın bir göstergesi sayabileceğimiz kağıt üretimi ülkemizde de diğer ülkelere oranla düşüktür. 1986 yılında 148 ülkeyi kapsayan dünya kağıt karton üretiminin 203,1 milyon ton, tüketiminin 202,4 milyon ton olduğu hesaplanmıştır. Türkiye'nin dünya kağıt üreticileri sıralamasında yeri otuzbirinciliktir.
Sanayileşmiş pazar ekonomilerinden ABD'de 1992 yılında kişi başına 289 kg, İsviçre'de 187 kg kağıt ve karton üretilmiş iken, Türkiye'de 16 kg kağıt ve karton üretilmiştir. Türkiye ile aynı gelir grubundaki Mısır'da kişi başına 3 kg, Suriye'de 2 kg ve düşük gelir grubundaki Hindistan'da 2,3 kg, Bangladeş'te 1 kg kağıt ve karton üretilmiştir.
AB ülkelerinden Almanya'da 1992 yılında kişi başına 159 kg, Yunanistan'da 30 kg, İrlanda'da 10 kg kağıt ve karton üretilmiştir.
Kağıt ve karton üretimi konusunda AB'nin en ileri ülkesi kişi başına 185 kg/yıl ile Hollanda'dır. Birliğin kişi başına en az üreten ülkesi ise 10 kg/yıl ile İrlanda'dır. Birlik ortalaması ise 1992 yılında kişi başına 97 kg/yıl'dır.
Türkiye bu konuda kişi başına, 15,8 kg/yıl üretim ile topluluğun onbirinci sırasındadır ve sadece irlanda'dan iyi durumdadır. Türkiye'de kağıt ve karton tüketiminin %90'ı iç üretim ile, %10'u da dışalım yoluyla karşılanmaktadır. Türkiye'nin artan kağıt ve karton üretimini karşılayabilmesi için, mevcut fabrikalara yeni kağıt fabrikaları eklemesi gerekmektedir. Türkiye'de kağıt üretimi hem özel sektör tarafından, hem de Kamu iktisadi Teşebbüsleri tarafından yapılmaktadır. Kamu İktisadi Teşebbüsleri alanında kağıt ve karton üretimi Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları (SEKA) müesseseleri tarafından yapılmaktadır. SEKA'nın halen kağıt ve karton üreten; Afyon, Aksu, Akdeniz, Balıkesir, Çaycuma, Dalaman, Kastamonu ve İzmit müesseseleri vardır. "1989 yılında SEKA tarafından 530.500 ton kağıt-karton üretimi programlanmış, buna karşılık %69 oranında 367.212 ton kağıt-kârton üretilmiştir." "Kağıt üretiminde KİT'lerin payı %51'dir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Tüketim Standartları

Tüketim Standardı
Gelişmiş ülkelerin geri kalmış ülkelere yaptıkları finansal yardımlar bu ülkelerin gelişmelerinde önemli bir etki yapmamış ve ekonomiye önemli bir katkı sağlamamıştır. Yine gelişmiş ülkelerce geri kalmış ülkelere bağış ya da kredi biçimide verilen paralarla, ihracattan sağlanan döviz verimli yatırımlara yöneltilemeyip israf edilmiştir. Diğer yandan, kapital sıkıntısı çekmeyen bazı petrol ülkeleri de petrolden kazandıkları kapital ile bir türlü kalkınamamıştır. Öte yandan son zamanlarda çeşitli kuruluşlarca yapılan araştırmalarda, geri kalmış ülkelerde gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu, milli gelirin büyük bir kısmının küçük bir azınlığın eline geçtiği ve bu nedenle geri kalmış ülkelerde kapital birikiminin kolay olduğu ortaya çıkmış, ancak geri kalmış ülkeler kalkınamamıştır. Kapital birikimi sağlayıcı tüm bu kolaylıklara karşın "azgelişmiş ülkelerin bir türlü kalkınamaması (yatırımlarını arttıramaması) bazı ekonomistleri azgelişmişliğin temel nedeninin kapital azlığı değil, tüketim standartları düşüklüğü olduğu görüşüne itmiştir."
"Tüketim standartları demek, tüketim üniteleri olarak ailelerin kendileri için uygun ve zorunlu saydıkları tüketim düzeyi olup, bu yönüyle ailelerin kendilerine atfettikleri sosyal statü ile yakından ilgilidir." Bu açıdan bakınca çeşitli ülkelerin aileleri arasında belli ve tek bir tip tüketim standardı değil, ailelerin sosyal durumlarına göre çeşitli tüketim standartları vardır.
Tüketim standardının ne olduğunun iyi anlaşılabilmesi için şu üç kavramın bilinmesi gerekmektedir.
1- Gerçek Tüketim Düzeyi
Bir ailenin; bir gün, bir ay, ya da bir yıl içinde aldığı mal ve hizmetlerin tümüdür.
2- İdeal Tüketim Düzeyi
Tüketim ünitesi olarak ailelerin, içinde bulundukları sosyal grubun tüketim normlarını ve geliri dikkate alınmaksızın hayal güçlerine dayanarak elde etmeye değer verdikleri mal ve hizmetlerin tümüdür.
3- Tüketim Standardı
Bir ailenin sahip olmak istediği mal ve hizmetler açısından ulaşabilme olanağı bulunan gerçekçi bir büyüklüktür. Başka bir deyişle ailenin isterse sahip olabileceği mal ve hizmetlerin toplamıdır. Tüketim standartları sürekli olarak gerçek tüketim düzeyinin üzerindedir.
Geri kalmış ülkelerde tüketim standartları hem nitelik, hem de nicelik yönünden düşüktür.
a- Tüketim Standartlarının Nitelik Yönünden Düşük Olması
Tüketim standartlarının nitelik yönünden düşük olması, toplumdaki sosyal grupların tüketimini uygun ve zorunlu gördükleri ve elde etmeye çalıştıkları mal ve hizmetler içinde, modern tüketim mallarının, özellikle de dayanıklı tüketim mallarının az bir yer kaplamasıdır.(4) Örneğin, bir ülkenin aileleri ve ailelerin bireyleri televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası, müzik seti, bulaşık makinası, elektrik süpürgesi, mikser, mutfak robotu gibi çağdaş dayanıklı tüketim mallarına sahip olmak yerine; daha fazla yiyecek maddesi, alkol, sigara gibi zevk verici maddeler tüketmeyi; ayakkabı boyacısı, berber, kapıcı, hizmetçi, gündelikçi gibi ilkel ve vazgeçilebilir hizmetlerden satın almayı; paralarını gösterişli düğün., sünnet düğünü, yaş günü kutlaması, kokteyl gibi törenlere harcamaları, altın, gümüş, zümrüt, elmas gibi değerli takılara sahip olmayı ve spekülatif kazanç için arsa almayı yeğlemeleri o toplumda tüketim standartlarının nitelik yönünden düşük olduğunu gösterir.
b- Tüketim Standartlarının Nicelik Yönünden Düşük Olması
Bir ülke halkının tüketim standartlarının nicelik yönünden düşük olması; elde edilmesi için çaba harcanan mal ve hizmetlerin sayı olarak az olması demektir. Örneğin, insanların iki televizyon yerine bir televizyon, iki radyo yerine bir radyo, iki elbise yerine binelbiseye sahip olmayı yeterli saymaları gibi.
Toplumdaki tüketim standartlarının nitelik yönünden düşük olması ekonomideki tüketim yapısını, nicelik yönünden düşük olması ise tüketim hacmini etkiler. Tüketim standartlarındaki nitelik ve nicelik yönünden oluşacak düşüklük, modern tüketim mallarının, özellikle de dayanıklı tüketim mallarının ekonomi içinde az yer kaplamasına kaynakların verimliliği düşük sektörlerde kullanılmasına yol açar.
Örneğin, dışardan sağlanan ya da ekonomide yaratılan kapital, altın, gümüş ve arsa alımı gibi spekülatif kazanç amacıyla kullanılır ya da verimliliği dayanıklı tüketim malları sanayiinden düşük olan sektörlere gider ve ticaret sektörü aşırı biçimde genişler.
Bir ekonomide ailelerin tüketim standartlarının nitelik ve nicelik bakımından artış göstermesi yani insanların bazı malları sosyal statüleri için vazgeçilmez kabul etmeleri ve onlara sahip olmayı istemeleri; kapitalin daha iyi, daha verimli sektörlerde kullanılmasını sağlar. Bunun yanında kalkınmayı frenlediği, geciktirdiği, önlediği kabul edilen pek çok davranışın da değişmesine yol açar.
 
Top