Gelişmekte Olan Ülkeler

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkeler Kapital Kullanımı​

Bazı iktisatçılara göre azgelişmişliğin en belirgin özelliği kapital kıtlığı değil, kapitalin kötü kullanımıdır. Diğer bir deyişle, kapitalin çok düşük bir ölçüde endüstriyel yatırımlara gitmesidir.

Kapitalin Kötü Kullanımının Nedenleri

Yatırılabilir Kaynakların Verimli Alanlarda Kullanılamayışı
Azgelişmiş ülkelerde, yatırımlara gitmesi gereken fonların sanayileşmeye uygun olarak kullanılamayışı büyük önem taşımaktadır. Örneğin, Malezya'da 1974'de ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 33'üne eşitti. Aynı yılda bunun yatırımlara aktarılan kısmı yüzde 10'du. 1951'de Seylan'da ekonomik fazla GSMH'nın yüzde 30'unu oluşturuyordu. Bunun yatırımlara giden kısmı sadece yüzde 10'du. Aynı rakamlar 1948'de Taylan'da yüzde 32 ve yüzde 6, Filipinler'de yüzde 25 ve yüzde 9, Hindistan'da yüzde 15 ve yüzde 5 idi.
Yukarıdaki rakamlar yatırımlara gitmesi gereken fonların nasıl verimsiz alanlara yöneldiğini ortaya koyuyor. Bu açıdan Mısır'ın 1939-1935 dönemindeki durumu daha da çarpıcıdır: 1939 ile 1953 yılları arasında, ekonomik fazla, milli gelirin üçte birine eşittir. Fakat bunun yüzde 38'i varlıklı sınıfların lüks tüketim harcamalarına, yüzde 34'ü lüks inşaata, yüzde 151 spekülatif harcamalara gitmiştir. Sadece yüzde 14'ü, gerçek anlamda verimli yatırımlar için kullanılmıştır.
Görüldüğü gibi, yaklaşık 40-50 yıl öncesine ilişkin veriler bile, azgelişmiş ülkelerin gerçek sorunlarından birinin nicel kaynak sorunun ötesinde bu kaynakların kullanılış tarzıyla) yani kapitalin kötü kullanılmasıyla da yakından ilgili olduğunu gösteriyor.

Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Sermaye
Bazı iktisatçılara göre yabancı sermaye de azgelişmiş ülkelerin öz sermayelerinin kötü kullanımına neden olmaktadır. Çünkü, yabancı sermaye, gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ülkelere doğru akmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ise; yüksek teknoloji, ileri teknik bilgi, az hammade ve sınırlı işgücü ile çok mal üretimi, büyük kapital gücü, üstün organizasyon yeteneği, sınırsız deneyim ve gelişmiş pazarlama etkinliği vardır. Bu ülkelerin özel girişimcileri, bu üstün nitelikleri ve güçleri sayesinde yatırım yaptıkları her sanayi dalını, hemen kendileri için tekel durumuna getirmekte ve öz sermayeyi en etkin biçimde kullanmaktadırlar.
Öte yandan, özel yabancı sermaye yatırımları, ancak özel koşulların varlığında herhangi bir ülkenin kalkınmasına katkıda bulunabilir. Bunun dışında yabancı sermayeyi mutlaka kalkmdırıcı bir faktör saymak yanlıştır. Yabancı sermaye bir ülkeye götürdüğünden daha fazlasını geri getirmek için gider. Bu bakımdan Brezilya'daki Amerikan sermayesinin durumu ilginçtir. "1947-1960 yıllan arasında Brezilya'daki özel Amerikan sermaye yatırımlarının toplam tutarı 1 milyar 814 milyon Dolardı. Aynı dönemde, amortismanlar, kârlar, ihtira beratı bedelleri, faiz ve diğer transferler yoluyla Brezilya'dan ABD'ye akan sermaye 3 milyar 481 milyon Dolardı." Bu da azgelişmiş ülkeleri yatırılabilir fonlardan mahrum bırakmaktadır.
Kapitalin Kötü Kullanımının;
- Spekülasyon Olanakarının Fazlalığı,
- İç Pazarın Darlığı,
- Altyapt Yatırımlarının Eksikliği,
- Siyasal istikrarsızlık,
- Feodal Sosyal Yapı, gibi nedenleri de vardır. Bunlar ileride incelenecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülke İç Pazar Darlığı
Azgelişmiş ülkelerin temel ayırıcı özelliklerinden biri de iç pazarın dar oluşudur, iç pazarın darlığından anlaşılması gereken, pazarın; hem nicel-kantitatif, hem de nitel-kalitatif bakımdan sınırlı olmasıdır. Yani ekonomide bazı olaylar nicel darlığı anlatırken, bazı olaylar nitel darlığı ifade ediyor olabilir. Örneğin, talep hacminin sınırlı olması nicel bir darlığı ifade ederken, teknolojik yetersizlik nitel bir darlık olarak düşünülebilir. Ne var ki, nicel ve nitel darlık geniş ölçüde birbirine bağlıdır ve bir iç-içe geçmişlik sözkonusudur. Yani nicel olarak ortaya çıkan bir değişiklik, şu ya da bu ölçüde nitel bir değişmenin de oluşmasına yol açabilir.
iç pazarın darlığı geniş anlamda düşünüldüğünde hem üretim/arz açısından hem de tüketim/talep açısından ele alınmalıdır. Bu genel düşünce, iç pazarın darlığını nicel ve nitel unsurları kapsayarak açıklar.

İç Pazarın Darlığını Belirleyen Faktörler
1- Üretim/Arz Açısından Darlık
Bir ülkede üretim yapılabilmesi için, üretim kaynakları denilen yatırım, tasarruf ve girişimci temel unsurlardır. Dışarıdan alınan krediler ve doğrudan yatırım yapan yabancı sermaye hariç tutulursa bir ülkenin yatırım hacmi, o ülkenin birikimleri kadardır. Azgelişmiş ekonomilerde, gelir düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak, iç tasarruf oranı da düşüktür. Bu nedenle, iç tasarrufa dayanan yatırım hacmi de düşük olacaktır. Diğer yandan, ekonominin içdinamizmden yoksun olması sebebiyle, iç tasarrufların yatırıma dönüşme olanakları da sınırlıdır. Azgelişmiş ekonomilerin iç dinamizmden yoksun olmaları, ekonomik unsurlar yanında sosyal ve siyasal unsurlarla da ilgilidir. Yatırımlar yanında teknolojik gerilik de, belirli bir ölçüde iç pazarın darlığı ile ilgilidir.
iç pazarın darlığı, R.Nurkse'deki fakirlik kısır çemberine de bağlıdır. Bu bağlılık, özellikle gelir düzeyi bakımından sözkonusudur
Gelir düzeyinin, gelir-verim ilişkisine bağlı olarak arttırılmaması tasarrufların düşük olmasına, bu da yatırımların yani üretimin düşük gerçekleşmesine neden olur. Üretimin düşük gerçekleşmesi ise, sunumun/arzın yetersiz kalması demektir.

2- Tüketim/Talep Açısından Darlık
Gelir düzeyinin düşük kalması mal ve hizmet talebinin de düşük kalmasına neden olmaktadır. Pazar ekonomisinde, fiili ve potansiyel/gizil olarak talep edilmeyen mal ve hizmetlerin üretimi sözkonusu olmadığına göre hem üretim, hem de talep açısından oluşan bir çember gelişmeyi sınırlamaktadır.
Diğer yandan; Nurkse'nin azgelişmiş ekonomilerde sermaye teşekkülü ile ilgili olarak ortaya attığı görüş kırk yıl içinde büyük değişikliğe uğramıştır. Sadece sermaye birikimi de sorunun çözümüne yetmemektedir, iç pazarın darlığında nicel etkenler kendini geniş ölçüde göstermektedir. Kaynak dağılımı, teknoloji, rekabet, iş idaresi gibi unsurlar, sermaye birikimi ile birlikte belki onun kadar önem kazanır duruma gelmiştir. Bugünün gelişme yoluna girmiş azgelişmiş ekonomilerinde, yatırım alanları ve bazı kamu kesimi sınai üretim alanlarında "atıl kapasite" sorunları sözkonusudur. Örneğin, Türkiye Zirai Donatım Kurumu'nun Adapazan'ndaki Traktör Fabrikası'nda, sırf talep yetersizliğinden kaynaklanan yaklaşık yıllık 10.000 adet traktör kapasitesi boş durmaktadır. Aynı durum TÜMOSAN traktör fabrikası için de sözkonusudur.
Öte yandan, gelişme yolundaki ekonomilerin yavaş yavaş sınai ürün ihracatını arttırmaları sonucu, iç pazarın talep yönünden darlığı sorunu, değişik bir açıdan ele alınmaya başlamıştır. Örneğin, hafif sanayi mamulleri alanında uluslararası pazara sürüm yapan azgelişmiş ekonomiler, artık sözkonusu sanayi dallarında, iç pazarın sınırları dışına çıkmış bulunmaktadırlar. Bu ülkeler için tartışılan sorunlar "sanayileşme modeli üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştır. Sadece iç pazarın darlığına bağlı olarak ortaya konan yetersiz sermaye birikimi görüşü, bugünün gelişme yoluna girmiş ekonomileri için bir açıklama getirmemektedir."
Zaten iç pazarın sınırlılığını dar anlamda ele aldığımız zaman birçok gelişme yolundaki ekonominin gerek arz, gerekse talep yönünden belirli bir düzeyin üzerine çıktığı görülür. Türkiye, Meksika, Arjantin, Brezilya ve Hindistan buna örnek olarak gösterilebilir. Ne var ki, sadece sermaye birikimi gelişme için yeterli olmamaktadır. Azgelişmiş ekonominin yatırım kaynaklarının hangi alanlara dağtldığı, ekonominin dışa bağlılık derecesi gelişme üzerinde etkili olmaktadır. Hemen belirtelim ki bu durum, iç pazarın darlığına bağlı olarak, tüm azgelişmiş ekonomilerin gelişmenin kapalı çemberi içinde bulunmalarına neden olmaktadır. Nijer, Togo, Kamerun, Gabon, Yukarı Volta, Senegal, Gine, Dahomey, Afganistan, Pakistan gibi ülkeler gelişmenin daha ilk aşamasında bulunmaktadırlar, iç pazarın arz ve talep açısından ortaya çıkardığı daraltıcı unsurlar Nurkse'nin öne sürdüğü anlamdaki sermaye birikimini önlemektedir.

İç Pazarın Darlığının Yarattığı Sorunlar, Azgelişmiş ülkeler
İç pazarın darlığı, yine temelde arz ve talep unsurlarına bağlanarak, birçok sorunun ortada kalmasına yol açmıştır. Bu sorunlar, tarımsal yapıdan sınai toplum yapısına geçme çabası içinde bulunan pek çok azgelişmiş ekonomi için sözkonusudur.
iç pazarın darlığının yarattığı sorunları şu biçimde sıralamak olanaklıdır/)
-iç yatırım kaynakları yetersizdir,
-Gerek tüketim malları talebi, gerekse endüstrilerarası talep yetersizlikleri ve aksaklıkları vardır,
-Pazarın kaynak dağılımında aksayan yönlerinin bulunuşu,
-Pazar küçüklüğünün yaygın sanayileşmeye olanak tanımaması,
-Firma ölçeklerinin küçüklüğü ve bu nedenle verimliliğin düşük oluşu,
-GSYİH'dan araştırma geliştirmeye çok düşük pay ayrılması,
-Teknolojik yetersizlik, araştırma geliştirme noksanlığı,
-Nitelikli personel yetersizliği,
-Genel olarak organizasyon ve iş idaresi bakımından ortaya çıkan aksaklıklar,
-iç pazar yetersizliğinin ortaya çıkardığı dışa ve uluslararası pazarlara bağlılık,
-Parasal dengesizlik / istikrarsızlık,
Tüm bu saydığımız sorunlar kısmen ve tamemen iç pazarın nitel ve nicel yetersizlikleri sonucu ortaya çıkmaktadırlar.
Sorunu, bir neden- sonuç bağlantısı biçiminde de görmek gerekir. Çünkü, firmaların küçüklüğü, teknolojik gerilik ve eksik rekabetin varlığından söz edildiği zaman bunlar aynı zamanda pazarın nicel ve nitel yapısını oluşturan unsurlardır
iç pazarın darlığı azgelişmiş ülkelerin özelliği olduğu kadar, geri kalmışlıklarının bir diğer nedenidir de.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az gelişmiş Ülkelerde İş Gücü Niteliği
Azgelişmiş ülkelerde, özellikle 8 yıllık temel eğitimin tüm toplum kesimlerine ulaşacak biçimde yaygınlaştırılamaması, bunların yetenekli olanlarına lise, meslek lisesi ve üniversite öğreniminin sağlanamaması, bu ülkelerde nitelikli işgücü yetirsizliğine neden olmaktadır. Diğer yandan meslek liseleri, ara eleman yetiştiren meslek yüksek okulları ve ayrıca üniversitelerdeki eğitimin kaliteli ve uygulamalı olmayışı da nitelikli işgücü yetersizliğine neden olmaktadır. Türkiye'deki sanayi odaları yetkilileri zaman zaman yaptıkları açıklamalarda "teknololjiye ulaşıyoruz, ancak nitelikli işgücü sıkıntısı çekiyoruz" diyerek bu darboğazın önemini belirten açıklamalar yapmaktadırlar. Bu darboğazdan kurtulmak için 8 yıllık temel eğitimin ülke çapında yaygınlaştırılması ve her kademedeki eğitim ve öğretimde uygulama ve kaliteye önem verilmesi gerekiyor.
Bir de, azgelişmiş ülkelerde işgücünün niteliksiz olmasına yol açan; 8 yıllık eğitimin, ortaöğretimin ve üniversite eğitiminin yetersizliğini açıklayan okullaşma oranlarının ne durumda olduğuna bakalım. Okullaşma oranları bir ülkenin ileride erişebileceği eğitim düzeylerini göstermesi bakımından önemlidir. "Net okullaşma oranları, belirli bir eğitim çağında olan nüfusun ne kadarının okula devam ettiğini gösterir. Brüt okullaşma oranlan ise, yaşa bakılmaksızın belirli bir düzeyde okula gidenlerin uygun yaş grubuna oranını verir. Genellikle ilk ve orta öğrenimde net oranlara, yüksek öğrenimde ise, çok farklı yaşta insanlar üniversitelerde okuduğu için brüt oranlara bakmak tercih edilir.(1) Ortaokul ve lise düzeyinde okullaşma oranları 1990'lı yıllarda Suriye'de yüzde 53, Türkiye'de yüzde 35, Tunus'ta yüzde 32, Bangladeş'te yüzde 17 iken; bu oranlar Japonya'da yüzde 96, ABD'de yüzde 90 ve ingiltere'de yüzde 81'dir. Bir mesleğe yönelik olarak eğitim veren üniversitelerdeki okullaşma oranları da çok önemlidir. Bu oranlar 1990'h yıllarda Suriye'de yüzde 17, Türkiye'de yüzde 10, Bangladeş'te yüzde 9 ve Sierra Leone ile Haiti'de yüzde 1 iken; ABD'de yüzde 59, Japonya'da yüzde 29 ve İngiltere'de yüzde 22'dir.
Özellikle yoksulluk sınırındaki azgelişmiş ülkelerde bulunan işgücü daha da niteliksizdir. Bu işgücünün daha da niteliksiz oluşu, sanayi ve hizmet sektörlerinde çalışacak ve aranılan emeğin bulunmamasına neden olur. Sanayide çalışacak nitelikli iş gücünün bulunamaması sırf bu nedenle sanayileşmeyi engeller. Ya da kurulan sanayilere niteliksiz işgücü alınıp bunlar girişimci tarafından eğitilir. Bu ise hem sanayileşmeyi geciktirir, hem de girişimcinin işini zorlaştırır.
Diğer yandan, nitelikli işgücü noksanlığı, teknik bilgi noksanlığı demektir. Yani üretim teknolojisi ile ilgili bilgi ve deneyim olmadan yararlı mal ve hizmetlerin üretimi mümkün olmaz. Nasıl şekeri, yağı, unu olup da helva yapmasını bilmeyen insanlar helva yiyemezse; demiri, bakırı, camı ve plastiği olan insanlar da televizyon ve bilgisayar yapmasını biliniyorlarsa onlardan yararlanamazlar.
Üretim teknolojisi ile ilgili bilgilerin bugün için ulaşabildiği düzey gelişmiş ülkelerde çok ileri iken, azgelişmiş ülkelerde son derece sınırlıdır. Yani Batı Avrupa'nın ve Kuzey Amerikanın gelişmiş ülkeleri ile Asya'nın, Afrika'nın ve Ortadoğunun azgelişmiş ülkeleri arasında bu bakımdan büyük farklar vardır. Bu farkı yaratan şey, azgelişmiş ülkelerin niteliksiz insanlarının bilgi ve teknoloji üretememeleri, yani eğitimin çok yetersiz oluşudur. (Gelişmemiş Ülke)
Öte yandan, üretim teknolojisini dışardan ithal eden girişimci, nitelikli emek bulamadığı için; üretilen mallar bozuk, defolu ve kalitesiz üretilmekte, verimlilik düşmekte, maliyetler ise yüksek çıkmaktadır. Bu ise, yerli mamullerin talebinin azalmasına, halkın defolu ve kalitesiz malları satın almasına, girişimcinin kâr marjının "düşmesine, bazen zarar etmesine ve iflasın eşiğine gelmesine neden olabilmektedir.
Yineleyelim ki, azgelişmiş ülkelerdeki bu düşük okullaşma oranları, insanların çocukluk döneminden gençlik dönemine değin nitelikli hale getirilmesini engellemekte ve niteliksiz iş gücüne neden olmaktadır. Bu durumda, yeni işyerleri açılamamakta, insanlar iş bulamamakta ve çalışma yaşındaki nüfusun çalıştırılamaması sebebiyle milli gelir düşük düzeyde gerçekleşmektedir. Bundan da kişi başına düşen miktar az olmakta, böylece meşhur fasit daire ortaya çıkmakta ve geri kalmışlık sürekli hale gelmektedir. Bu darboğazlardan kurtulmak için, 8 yıllık temel eğitim ile ortaöğretim ve üniversite eğitiminin ülke çapında yaygınlaştırılması ve her kademedeki eğitim ve öğretimde kalite ve uygulamaya önem verilmesi gerekiyor.
İşgücünün niteliksiz oluşu azgelişmiş ülkelerin özelliği olduğu kadar, geri kalmışlıklarının da bir diğer nedenidir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Bir Ülke de Pazar Ekonomisi
Azgelişmiş ekonomilerde iç pazar ekonomisi yeteri kadar gelişmemiştir. Bu durum, fiyat hareketleri ve kaynak dağılımı bakımından aksaklıklar yaratır. Azgelişmiş ekonomilerde fiyatların yarattığı aksaklıkların giderilebilmesi konusunda iktisatçılar arasında değişik görüşler vardır. Bazı iktisatçılar, fiyat hareketlerinin yarattığı aksaklıkları parasal ve mali önlemlerle gidermeyi önerirken, bazıları piyasanın kendi kendine işleyişini savunmakta ve kademe kademe artan ekonomik planlama önermektedirler.
Azgelişmiş ekonomilerde pazarın kendi kendine işleyişinin fiyatlar ve kaynak dağılımı açısından yarattığı aksaklıklar o denli büyük olmayıp, göreli/nispidir. Bu ekonomilerde piyasanın kendi kendine işleyişi fiyatlar ve kaynak dağılımı açısından yetersiz kalmaktadır. Bu nedenla pazar ekonomisini benimsemiş ve gelişmiş sınai toplumlarda da piyasa mekanizmasına geniş ölçüde karışılmaktadır. Bu karışmanın amacı, piyasanın işleyişi ile sosyal fayda arasındaki uygunluğu sağlamaktır.
Azgelişmiş ekonomilerde pazarın işleyişinin, gelişmiş pazar ekonomilerine oranla görevini eksik yaptığını, öne sürerken, azgejişmiş ekonomileri bir bütün olarak kabul etmek çok zordur. Yoksulluk sınırını aşıp gelişme yoluna girmiş bulunan ekonomilerle, gelişmenin başında ve yoksulluk sınırında bulunan ülkeleri aynı grup içinde düşünmek yanlıştır. Örneğin, Arjantin ile Yukarı Volta, Türkiye ile Gana arasında bu açıdan çok büyük farklar vardır.

Pazar Ekonomisindeki Aksaklıkların Nedenleri
1- Mal ve Faktör Fiyatları Gerçekçi Değildir
Azgelişmiş ekonomilerde pazarda oluşan mal ve faktör fiyatları, ekonomideki göreli/nispi kıtlıkları ve sosyal maliyetleri yansıtmaz. Piyasada en büyük kârı elde etmek için girişimcinin önündeki gösterge fiyatlardır. Girişimci pazarda oluşan fiyatlara göre üretim faaliyetlerini gerçekleştirir. Hangi alanlara, hangi dönemler için ne biçimde yatırım yapılacağını piyasa fiyatları belirler. Eğer pazar fiyatları, sosyal maliyetleri aksettirmekten uzaksalar, girişimcinin parasal-nakdi kârı ile sosyal, kâr arasındaki fark da artar, Oysa ki gelişmiş Pazar ekonomilerinde, piyasa fiyatları ile sosyal maliyetler arasında büyük farklar yoktur.

2- Yeni Yatırımlar Fiyatları Etkiler.
Azgelişmiş ekonomilerde yapılan yeni yatırımlar (marjinal yatırımlar), iç pazarın darlığı nedeniyle piyasa içinde nispi fiyatları şiddetle etkiler ve fiyat yapısını değiştirirler. Azgelişmiş ekonomilerdeki yatırımlar esas olarak iç pazara yöneldiği ve ithal ikamesi niteliğinde olduğu için, bu yatırımlar sonucu oluşan kuruluşlar sınırlı bir piyasa içinde çalışma zorunda kalırlar. Örneğin, azgelişmiş bir ülkede ilk kez kurulmuş bir demir çelik fabrikasından sonra ikinci olarak kurulan bir demir çelik kompleksinin nispi üretim payı çok yüksektir. Nispi payın yüksek olması mevcut fiyat yapısını etkiler.

3- Büyük Kâr Payı Dönemleri Kısadır.
Azgelişmiş ekonomilerde; finansman yetersizliği, iç pazarın darlığı, teknolojik gerilik, ekonomik ve politik istikrarsızlık, alternatif spekülatif yatırım alanlarının bulunuşu gibi temel nedenlerle büyük kâr payı dönemleri kısadır. Bu etkenler, girişimcileri kısa vadede kâr sağlayacak alanlara yatırım yapmaya yöneltir. Yukarıda sayılan sözkonusu etkenler ise, geniş anlamda, pazarın yeteri kadar gelişmemesi sonucu ortaya çıkmışlardır. Günümüzde, azgelişmiş ekonomilerin sanayileşme yolundaki en büyük engelleri, kısa dönem kâr maksimizasyonuna yol açan yukarıdaki etkenlerdir. Bu etkenler kısa dönemde ve bir defada değiştirilebilecek nitelikle değildirler. Spekülatif yatırım alternatiflerinin azaltılmasından politik dengenin kurulmasına değin çok geniş alanı kaplamaktadır.

4- Üretim Unsurlarının Miktar ve Mahiyetleri Değişebilir.
Herhangi bir ekonomide; emek, sermaye, toprak ve girişimci üretim faktörlerini oluştururlar. Azgelişmiş ekonomilerde, bu üretim unsurlarının miktar ve mahiyetleri zaman içinde değişebilir. Üretim unsurlarının mjktar ve mahiyetlerindeki nispi değişmeler (marjinalde), azgelişmiş ekonomilerde, gelişmiş ekonomilere oranla daha şiddetlidir. Bu hızlı değişme piyasa mekanizmasının klasik anlamdaki işleyişini olumsuz yönde etkilemekte ve istikrarsızlık yaratmaktadır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmekte Olan Ülkelerin Özellikleri, Ekonomide Gizli İşsizlik

Gizli İşsizlik Nedir
Bir ekonomide bulunan bazı kişiler işsiz sayılmaları gerekirken, bir işyerinde ya da tarımsal köylü işletmeleinde şu ya da bu biçimde bir iş yapar görünebilirler. Ancak, bunlar toplam üretime bir katkıda bulunmazlar. Bunların üretime katkıları ya sıfırdır ya da sıfıra çok yakındır. Gizli işsizlikten, bir ekonomide çalışır göründüğü, hatta yararlı şeyler üretimine yardımcı olduğu halde, üretkenliği sıfır olan insanlar anlaşılır. Yani, bu insanların üretimden çekilmeleriyle üretimde herhangi bir azalma sözkonusu değilse, o ekonomide gizli işsizlik var demektir. "Genellikle azgelişmiş ülkelerde görülen 'gizli işsizliği', bir ekonomide marjinal verimi sıfır olan işçilerin bulunması olarak tanımlamak olanaklıdır."

Gizli İşsizliğin Bulunduğu Sektörler
Azgelişmiş ülkelerin özellikle, tarım, ticaret, hizmet sektörleri ile kamu kesimindeki devlet dairelerinde ve iktisadi kamu işletmelerinde gizli işsizlik vardır.
Tarım kesimindeki gizli işsizlik, aile bireylerinden 15 yaşın üzerindeki insanların, o aile işletmesinde kendilerinin işgücüne gereksinme duyulmamasına karşın, onların aile işletmesinde kalarak şu ya da bu biçimde işin bir ucundan tutmaları ya da bir iş yapar görünmeleri biçimindedir. Bunların aile işletmesi içinde kalmaları ne toplam üretimi arttırır, ne de işletmeden ayrılmaları toplam üretimi azaltır.
Ticaret kesimindeki gizli işsizlik ise, bazı insanların sırf yapılacak başka bir iş. olmadığı için, ticaretle uğraşmayı yeğlemeleri biçiminde görülmektedir. Azgelişmiş ülkelerin kentlerindeki her sokak üzerinde, hepsi de kapasite altı çalışan çok sayıda bakkal, manav, kasap, tuhafiyeci, eczane bulunması; böyle olmasına karşın yanında meyve, sebze, tekstil mamulleri, madeni eşya, jilet, tırnak makası vb. gibi malları satan seyyar satıcıların görünmesinin nedeni bu gizli işsizliktir.
Hizmet kesimindeki gizli işsizlik ise; otel, lokanta, turistik tesis, kahvehane vb. gibi işyerlerinde asgari ücretle gereksiz yere fazla işçi çalıştırılması, bazı kişilerin ek olarak ayakkabı boyacılığı, semt pazarlarında sırt taşıyıcılığı yapmaları biçiminde görülmektedir.
Kamu kesiminde özellikle de Bakanlıklarda ve diğer devlet dairelerinde gizli işsizlik; bir odada hepsinin işini bir kişinin yapabileceği birden çok kişinin bulunması, yapılacak iş olmadığı için işyerinde kazak, dantel ören bayanların bulunması, akşama değin yalnızca bir iki evrak düzenleyen ya da işe gelseler de gelmeseler de bir şey değişmeyen memurların varlığı biçiminde görülmektedir.
İktisadi kamu işletmelerinde ise, bu işyerlerinin tam kapasitede çalışmaları halinde bile gerekli olanın üzerinde işçi bulunması biçiminde kendini göstermektedir. Çünkü, azgelişmiş ülkelerde menfaat ve baskı grupları ile politikacıların yardımını sağlamış açık işsizler bu işyerlerine girmiş ve bu iş yerlerinde bir iş yapar görünür hale gelmişlerdir.

Gizli İşsizliğin Nedenleri
"Bu çeşit işsizlik, daha çok üretim araçlarının, yani sermayenin ve organizasyonun yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. İnsanların evine, köyüne ve ailesine bağlılığı da bu tür işsizliğin sosyal nedenleri arasında sayılabilir." Örneğin kasabaya, ya da büyük bir kente gittiğinde iyi bir ücretle iş bulabilecek bir insan, ailesine ve köyüne bağlılığı sonucu, kendisine orada gereksinme olmasa dahi, köyünde ya da babasının çiftliğinde çalışmayı tercih edebilir. Böylece aslında marjinal verimi sıfır olan bir kimse ekonominin o kesiminde uzun süre kalabilir.
Diğer yandan, gizli işsizlik, gizli işsizlik olduğu için vardır. Çünkü bu tür işsizlik ulusal hasılanın az gerçekleşmesine, bu da kişi başına ulusal gelirin ve yatırımların düşük gerçekleşmesine, bu da açılan yeni işyeri sayısı az olacağından tekrar gizli işsizliğe ve düşük ulusal hasılaya neden olan bir kısır döngü yaratır. Ekonominin gelişip, ulusal hasılanın arttırabilmesi için, bu gizli işsizlerin, açılacak yeni işyerlerine kaydırılması gerekiyor.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Ortalama Tüketim Eğilimi
Faydalı mal ve hizmetlerin insan gereksinmelerinin karşılanması amacıyla kullanılmasına tüketim denir. Tüketim, tüm ekonomik faaliyetlerin son amacıdır. İnsanların bütün çabaları, yaşam düzeylerini yükseltmek yani gereksinmelerini daha iyi karşılayacak bir tüketim düzeyine ulaşmak amacına yönelmiştir.(1) Bu da gelir düzeyine bağlıdır. Birikimi gelirin bir fonksiyonu sayan Keynesci iktisatçılara göre mantıksal olarak azgelişmiş ülkelerde ortalama tüketim eğiliminin yüksek; bu nedenle de ortalama birikim eğiliminin düşük olması gerekiyor.

Ortalama Tüketim Eğiliminin Yüksekliğinin Nedenleri
1- Ulusal Özelliklerin Etkisi
Dünya üzerindeki ülkelerde yaşayan ulusların tüketim ve birikim konusundaki özellikleri farklıdır. Gelişmiş ülke insanları; aile bütçelerinin genişliği, kişi başına gelirin yüksekliği ve gelecek endişesi taşımamaları nedeniyle gelirlerinden daha fazla harcama yapabilirken, azgelişmiş ülke insanlarında bu olanaklar son derece sınırlıdır.
Buna karşın, gelişmiş ülke insanları tüketim için mal alırken kuruşun hesabını yapar, ancak ülkelerinin ve diğer ülkelerin tüm olanaklarından yararlanmaktan vazgeçmezler. Örneğin, tüketim için aldıkları malları kaliteli, ancak ucuz satan market ve mağazalardan alırken; turizm, eğitim ve kültür için avuç dolusu para harcamaktan kaçınmazlar. Bu düşünce ve eylem azgelişmiş ülke insanlarında sınırlı olup, zaten bu olanaklar da son derece kıttır.
Diğer yandan, gelişmiş ülke insanlarının tüketim alışkanlıkları ile azgelişmiş ülke insanlarının tüketim alışkanlıkları, sırf bu ülkeler arasındaki gelişmişlik farkları nedeniyle ayrı ayrıdır. Örneğin, ülkelerinde yıllar önce elektrik kullanımını yaygınlaştırmış gelişmiş ülke insanları elektrikle aydınlanıp yine elektirikle çalışan televizyon, buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinası, mikser alıp kullanırken; Bangladeş, Sierra Leone gibi ülkelerde elektrikle aydınlanma ve bu mallara sahip olma birer lükstür. Hatta bu ülkeler insanları, ileri ülkeler insanlarının kullandığı birçok malı tanımazlar bile. Bu nedenle bunlara sahip olmak için çalışıp birikim yapmazlar. Görülüyor ki azgelişmiş ülkelerde birikimin az olmasının esas nedeni, ortalama tüketim eğiliminin yüksekliği değil, kişisel gelirlerin düşük olmasıdır. Bu nedenle, bu ülkelerde ciddi bir birikim potonsiyelinin olamayacağı, yani birikimlerin milli gelir içindeki oransal payının, gelişmiş ülkelere kıyasla mutlaka düşük olacağı genel kanı halini almıştır.
Bu kanının aksini rakamsal olarak kanıtlamak oldukça güçtür. Çünkü, hem birikimlerden ne anlaşılması gerektiği çözümlenmesi gereken güç bir sorundur, hem de azgelişmiş ülkelerdeki birikim miktarını, bu ülkelerdeki yığışım nedeniyle rakamsal olarak saptamak güçtür. Ayrıca banka istatistikleri de gerçek birikimlerle, gerçek olmayan birikimlerin ayrılmasına olanak tanımamaktadır. Çünkü, bankalarda yatan paralar, çok yakın bir tarihte kullanılmak üzere şimdilik likit halde tutulmak üzere bankalara yatırılmış olabilir.

2- Aile Akraba Bağlarının Yoğun Olması
Azgelişmiş ülkelerde insanların aile olarak, akraba olarak, komşu olarak ve arkadaş olarak ilişkileri ve bağlan gelişmiş ülkelere oranla daha yoğundur. Bu durum ise, çalışıp, para kazanıp birikim yapma arzularını azaltıcı bir yönde etki gösterir. Çünkü insanlar sıkıntılı günlerinde bu kişilerden yardım alabilecekleri umuduyla, çalışmak, para biriktirmek için kendilerini asla sıkmazlar.

3- Kaybedilecek Birşeylerinin Olmaması
Çalışan, para kazanan ve birikimde bulunan kişiler; bir şeyler kaybetme endişesi içinde olan, geleceğini düşünen insanlardır. Bu tür kişiler de genellikle gelişmiş ülke insanlarının çoğunluğu ile azgelişmiş ülke insanlarının küçük bir bölümünü kapsar. Azgelişmiş ülke insanlarının küçümsenemeyecek bir bölümü hiç bir şeye sahip olmadıkları, dolayısıyla da birşey kaybetmekten korkmadıkları için, geleceğin belirsizliğine karşı birikimde bulunmaya da gereksinim duymazlar. Bu nedenle dar bütçelerinin tamamını tüketim için harcarlar

4- Bir Lokma, Bir Hırka Felsefesi
Azgelişmiş ülke insanları kaderlerine yenilmiş insanlardır. Bu insanlar; "alnıma ne yazılmışsa o olur" diyerek kaderlerine; "Allah bir can, bir de çul bağışlamış" diyerek de mevcut durumlarına razı olurlar Diğer yandan, bu insanlar; "aç mezarı yok ya", "acından kim ölmüş", "bugün- buldum bugün yerim, sabaha Allah kerim" diyerek çalışıp birikim yapmazlar. Öte yandan, bir lokma bir hırkaya razı olup, daha fazla çalışmayı, birikim yapmayı doğulu bir düşünce ile "hırs" olarak değerlendirirler.
Ortalama Tüketim Eğiliminin Yüksekliğinin;
- Kişi Başına Milli Gelirin Düşüklüğü,
- Azgelişmiş Ülkelerde Gelir Dağılımının Bozukluğu,
- Aile Gelirinin Tarımdan Elde Edilmesi,
- Gelirin Büyük Bir Bölümünün Gıdaya Harcanması, gibi nedenleri de vardır. Bunlar ilerde incelenecektir.

Ortalama Tüketim Eğilimini Düşürmenin Yöntemleri
1- Toplam Milli Hasılayı Arttırmak
Azgelişmiş ülkelerde ortalama tüketim eğilimini düşürüp, ortalama birikim eğilimini yükseltmek için, toplam milli hasılayı, oradan da kişi başına düşecek gayrı safi milli hasılayı arttırmak gerekiyor. Azgelişmiş ülkelerde insanlar, gelirleri çok düşük olması nedeniyle çok az tasarrufta bulunabildiklerinden "nasıl olsa değişen bir şey yok" diyerek o çok küçük tasarruflardan da vazgeçip, onu da tüketim için kullanırlar. Bu nedenle toplam milli hasılayı, oradan da kişi başına milli geliri arttırarak, kişileri birikime özendirmek gerekiyor.

2- Bozuk Gelir Dağılımını Düzeltmek
Yineleyelim ki, azgelişmiş ülkelerde gelir dağılımı çok bozuktur. Bu da insanların büyük çoğunluğunun gelirlerinin tamamına yakın kısmının tüketime gitmesine neden olmaktadır. Azgelişmiş ülkelerdeki bu bozuk gelir dağılımı düzeltilip, insanlar birikime yönledirilmelidir. Bunun için de azgelişmiş ülkelerde nüfusun en zengin yüzde 10'una düşen yüzde 45 gelir, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi yüzde 25'e indirilmeli; nüfusun en yoksul yüzde 20'sine düşen yüzde 2-3 gelir de, yüzde 9'a çıkarılmalıdır.

3- Tasarruf Eğitimi Vermek
Azgelişmiş ülkelerde hem kişisel ve devlet gelirleri, hem de kaynaklar tasarruf eğitimindeki yetersizlik nedeniyle savurganca kullanılır. Halbuki iyi bir tasarruf eğitimi ile bu savurganlık önlenerek insanlarda tasarruf bilinci yerleştirilebilir. Bunun için ilkokuldan üniversiteye değin tüm öğrencilere, evlerden özel ve kamu işyerlerinde değin tüm bireylere tasarruf bilinci verilerek, ortalama tüketim eğilimi düşürülüp, birikimler arttırılabilir. Bu tasarruf bilinci ilkokul öğrencisinin kurşun kalemini ve zamanını kullanmasından, evlerde ve üretim ünitelerinde daha az hammadde ile daha az zamanda daha fazla mal üretimine değin uzanan bir para ve kaynak tasarrufu biçiminde olmalıdir.

Azgelişmiş Ülkelerde Tüketim Eğilimini Arttıran Nedenler
Yukarıda anlatılan olumsuzluklara karşın, azgelişmiş ülkelerde yetersiz olmasına karşın yine de bir miktar birikim vardır. Azgelişmiş ülke insanlarını ortalama tüketim eğilimini azaltıp, birikime yönelten nedenler şunlardır:

1- Tarımsal Ekonomik Yapı
Azgelişmiş ülkelerin genellikle tarımsal bir yapıya sahip olmaları, bu ülkelerdeki birikim eğilimini yükseltici bir özellik gibi gözükmektedir.(2) Çünkü tarımda çalışan insanlar sık sık doğanın sel, kuraklık gibi ürün miktarını azaltacak, hatta sıfıra düşürecek azizliklerine uğradıkları için, bunlara karşı bir önlem olarak her zaman belli bir birikim miktarına sahip olmak zorundadırlar. Bu da tüketim eğilimini düşürücü etki yapar.

2- Sosyal Sigorta Sisteminin Gelişmemiş Olması
Azgelişmiş ülkelerde sosyal sigorta sistemlerinin henüz yeterince gelişmemiş olması da birikimleri arttırıcı bir etken olarak gözükebilir. Sosyal güvenlik kurumlarının olmadığı yerlerde geleceğin belirsizliklerine karşı insanlar kendilerini, kendi gönüllü birikimleriyle sigorta etmek zorundadırlar. Bu da tüketim eğilimini düşürüp birikimleri arttırır. Ancak bunun zıddını savunan iktisatçılara göre, gönüllü birikimleri sosyal sigortaların yokluğu değil, varlığı teşvik eder. Çünkü sosyal güvenlik sistemleri ile insanlar geleceklerini bir miktar güvence altına aldılar mı, gönüllü birikimlerin sosyal sigortaların yetersizliklerini gidermek, geleceklerini mümkün olduğu kadar çok garantilemek isterler. Eğer sosyal güvenlik kurumları yoksa, insanlar geleceklerini tek başlarına güvence altına alamayacakları duygusuna kapılıp, hiç birikimde bulunmazlar

3- Ekonomideki Gelişmeler
Azgelişmiş ülkelerde gittitçe kara ve demiryolu ulaşım ağının genişlemesi, eğitim, elektrik kullanımı ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, kişi başına milli gelirin yükselmesi tüketim eğilimini azaltarak insanları birikime yönlendirir. Diğer yandan, dayanıklı tüketim mallarına sahip olma arzusu bir yandan bazı malların tüketimini azaltırken, bir yandan da bu mallara sahip olmak için fazla çalışmayı ve birikimi kamçılayıcı bir etki yapar.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Gelir Dağılımı
Yirminci yüzyılın dünyası, birçok şaşırtıcı özellikleri yanında, üzerinde yaşayan insanların zenginler ve yoksullar diye iki büyük gruba ayrılmasıyla da dikkati çekiyor. Gerçekten de bir ülkede üretilen mal ve hizmetlerin, o ülkede yaşayan insanlar arasındaki bölüşümü, ülkeden ülkeye büyük farklılıklar göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde gelir dağılımı, olması gereken kısma yakın iken, azgelişmiş ülkelerde kesimler arasında çok daha büyük farklar vardır.
Azgelişmiş ülkelerde, ülke içinde, bireyler ve hane halkları arasında gelir dağılımı, ne olması gerekene yakın, ne de adildir. Bu ülkelerde kişiler, hane halkları ve üretim faktörleri arasında gelir dağılımı açısından büyük farklar vardır.
Azgelişmiş ülkelerde gelir dağılımındaki eşitsizlik, özellikle tarım kesimiyle, tarım dışı kesimler arasında görülmektedir. Nüfusun büyük bölümü tarımla uğraşmasına karşın, bu kesimde çalışanların büyük bölümü ulusal gelirden, diğer kesimlere karşın daha küçük bir pay almaktadır. Soruna tarım kesiminin kendi içindeki gelir dağılımı açısından bakıldığında ortaya çıkan görünüm de adil olmaktan çok uzaktır. Bu durum eskiden beri işlenebilir toprakların, kişiler arasında adil bir biçimde dağıtılmamasından kaynaklanmaktadır.
Bir ülkede refah artışından ve kalkınmanın genel düzeyinden sözedebilmek için mutlaka gelir dağılımı da dikkate alınmak zorundadır. Herhangi bir ülkede ulusal gelirin tüm nüfusa bölünmesiyle - bulunan kişi başına gelir çok yüksek oranda büyüyebilir ve bundan nüfusun ufak bir bölümü yararlanabilirken; büyük bir bölümünün yaşam düzeylerinde herhangi bir yükselme görülmeyebilir. Böyle bir durumda ise, büyümeden sözedilebilirken kalkınmadan söz edilemez. Kalkınmasız büyüme de işte budur.
Ülkelerin yaşam standardını görebilmek için, o ülkedeki toplam ulusal gelirin; o ülkede yaşayan bireyler, hane halkları ya da üretim faktörleri arasında olması gereken bir biçimde ya da adil oiarak bölüşüp bölüşülmediğine bakmak gerekir
Nüfusun en yoksul yüzde 20'sinin, ulusal gelirin yüzde 4-9'unu, en zengin yüzde 10'unun ulusal gelirin yüzde 23-29'unu aldığı hane halklarının bulunduğu ülkeler gelişmiş ülkelerdir. Buna karşılık, nüfusun en yoksul yüzde 20'sinin ulusal gelirin yüzde 3-6'sını, nüfusun en zengin yüzde 10'unun ulusal gelirin yüzde 29-46'sını aldığı hane halklarının bulunduğu ülkeler geri kalmış ülkelerdir.
Türkiye'de ise, nüfusun en düşük gelirli yüzde 20'si, ulusal gelirin yüzde 3.5'ini; nüfusun en yüksek gelirli yüzde 10'unu da ulusal gelirin yüzde 41,5'ini almaktadır. Bu oranlar sırasıyla Japonya'da yüzde 9,1-22,7; ABD'de yüzde 4,2-28,2; Hollanda'da yüzde 8,3-21,5; İngiltere'de yüzde 5,8-24,8 düzeyindedirf). Türkiye'deki gelir dağılımı hem gelişmiş ülkelerden hem de tam üye olmaya çalıştığımız AB ülkelerinden çok kötüdür.
Yukarıda değinildiği gibi nüfusun büyük bölümünün çalıştığı tarım sektöründe ve diğer sektörlerde, gelir dağılımında büyük adaletsizliğin bulunduğu azgelişmiş ülkelerde; halk topluluğunun büyük bir bölümü iyi beslenme, elverişli konutlardan, sudan, aydınlatmadan, eğlence ve kültürden yararlanma, sağlığını koruma ve iyi eğitim görme gibi olanaklardan yoksun kalır. Bu durum ise, geri kalmışlık bilincinin tüm toplum kesimlerine yayılarak ekonomik kalkınmanın başlatılıp geliştirilmesine ve ülke içine yayılmasına engel olur. Bu yönden incelendiğinde azgelişmiş ülkelerin hemen hepsinde, sınıf yapısının keskin hatlarla, toplumu iki gruba böldüğü görülür. Toprak mülkiyeti, fabrika ve işyeri sahipliği ve politik iktidara sahip olma yönünden güçlü ve dar bir sınıf, yoksul ve güçsüz bir sınıfa hükmetmektedir.
Azgelişmiş ülkelerde toplumun bu biçimde keskin hatlarla iki sınıfa ayrılması güçlü bir orta sınıfın oluşmamasına neden olmuştur. Orta sınıfın oluşmaması ise, hizmet sektörü gelirlerinin bir kısmının ilkel hizmetler olan; ayakkabı boyacılığı, berberlik, kapıcılık, hademelik, sırt taşıyıcılığı, hizmetkârlık, uşaklık, garsonluk, çocuk bakıcılığı, ev temizleyiciliği gibi hizmetlerden sağlanmasına neden olur. Bu hizmetler ise ne kalkınmayı sağlar, ne geliri arttırır, ne de kalkınma için gerekli bir sektör olan hizmet sektörünü, modern hizmet sektörü haline getirir. Halbuki, ekonomik kalkınmanın başlatılması ve sürdürülmesi ile kişisel ve toplam ulusal gelirin arttırılması için mühendislik, doktorluk, avukatlık, yöneticilik, bankacılık, sigortacılık vb. gibi mesleklerde çalışacak meslek sahiplerine gereksinim vardır.
Bozuk gelir dağılımının, orta sınıfın gelişip sayıca güçlenmesini engellemesi ıle GSYİH'n.n büyük bölümünün modem S sektöründen elde edilememesi geri kalmışlığm nedeni ve özelliğidir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla İçinde Tarımın Payı
Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH); uyruğu neresi olursa olsun, ülke sınırları içinde faaliyet gösteren gerçek ve tüzel kişilerin yarattığı katma değerdir.
Gayri safi yurtiçi hasılanın, üç temel yurtiçi haracama bileşeni vardır. Bunlar; özel tüketim harcamaları, devlet harcamaları ve gayri safi yurtiçi yatırım. Gayri safi yurtiçi hasılanın harcama açısından dördüncü bileşeni net dış ticarettir. Yani yukarıda sözü edilen üç harcama türünün toplamına, ihracat pozitif değer olarak eklenirken, ithalat öbür ülkelere yapılan ödemeyi temsil ettiğinden bu harcama toplamından indirilir.
Gari safi yurtiçi hasılanın maliyet bileşenlerine göre dağılımı burada dört temel kategoriyi kapsar.
-Dolaylı vergiler yani tüketim ya da katma değer vergileri,
-Sabit sermayenin aşınma ve yıpranma payı yani amortismanlar,
-Çalışanların ücretleri yani maaş ve ücretler,
-Net işletme fazlası yani kârlar, faizler, kiralar.karşılıklar vb.
Gayri safi yurtiçi hasılanın hesaplanmasında, yurtiçinde yaratılan değerlerin tamamı dikkate alınmalıdır.
Yurtdışına ödenen giderler; (faiz ve komisyon giderler, kâr transferleri ve diğer çeşitli nedenlerle ödenen giderler) dönemin gayri safi yurtiçi hasılasını olumsuz yönde etkiler. Dolayısıyla kuruluşun yurt içinde yarattığı katma değeri de olduğundan daha az gösteren bir sonuç yaratır. Bu olumsuz etkenin giderilmesi amacıyla, dış aleme ödenen giderler gayri safi yurtiçi hasılaya eklenir. İthalat bedelleri ise eklenmez.
Yurt dışından sağlanan gelirler (girişimci gelirleri, iştiraklerden sağlanan kârlar, dış faiz ve komisyon gelirleri ve diğer dış kaynaklı gelirler ve kârlar) gayri safi yurtiçi hasılayı olumlu yönde etkiler.
Dolayısıyla yurtiçinde yaratılan katma değeri de olduğundan daha fazla gösteren bir sonuç yaratır. Bu etkenin giderilmesi amacıyla yurtdışından sağlanan gelirler, toplam katma değerden indirilir, ihracat bedelleri ise yer almaz. Bu ekleme ve indirimlerden sonra "üretici fiyatlarıyla" gayri safi yurtiçi hasıla bulunur.
Hükümetlerin uyguladığı ekonomi politikasına uyma zorunluluğu karşısında, kuruluşun faaliyetleriyle ilgili hasılatındaki düşüklüğü ya da faaliyet zararını gidermek için hükümet tarafından çeşitli şekillerde yapılan sübvansiyonlar, hazine yardımları ile diğer yardım ve bağışlar ve vergi iadeleri dönem kârı içinde yer alır. Ancak, yukarıda belirtilen gelir kalemleri alıcı fiyatlarını aşağı çeken bir etki yarattığı ve bu miktarlar milli gelir hesaplarına daha önce katıldıklarından, kuruluşun katma değer hesabında eksi değerler olarak dikkate alınır. Yani katma değerden indirilir. Tüketicilere yansıtılan vergi ve fonlar ise katma değere eklenir. Böylece "alıcı fiyatlarıyla" gayri safi yurtiçi hasıla bulunur.
Burada sözü edilen gayri safi yurtiçi hasıla içindeki tarım ise; çiftliği, hayvancılığı, ormancılığı, balıkçılığı ve madencilikten fosil yakıtları kapsamaktadır.
Sanayileşmiş ve pazar ekonomisini benimsemiş ABD'de 1990 yılında gayri safi yurtiçi hasıla içinde tarımın payı yüzde 2, Japonya'da yüzde 3, İsviçre'e yüzde 4 iken, Türkiye'de yüzde 19'dur. Türkiye gibi alt orta gelir grubunda yer alan Mısır'da tarımın gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde 20, Suriye'de yüzde 27'dir. Düşük gelir grubunda ve yoksulluk sınırındaki Hindistan'da yüzde 31, Sierre ieone'de yüzde 35, Afganistan'da yüzde 53 ve Somali'de yüzde 65'tir.
Tarımın gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payı Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya'da yüzde 2, Portekiz'de yüzde 6 ve Yunanistan'da yüzde 16'dır.
Tarımın gayri safi yurtiçi hasıla içindeki payının düşük olduğu ülkelerde tarımsal işgücü de az, yüksek olduğu ülkelerde tarımsal işgücü de fazladır.
Tarımın gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payının düşük olduğu ülkeler gelişmiş ülkeler iken, yüksek ve çok yüksek olduğu ülkeler azgelişmiş ve yoksulluk sınırında yaşayan ülkelerdir.

Tarımda Verimlilik Düşüktür
Tarım kesiminde verimlilik, yıl içeresinde gerçekleştirilen üretim miktarının (hasılanın), bu üretimi gerçekleştirmek için kullanılan kaynaklara oranlanması suretiyle hesaplanır. Tarımsal verimlilik; arazi verimliliği, sermaye (genellikle makinaların çalışma saati) verimliliği ve iş gücü verimliliği için ayrı ayrı da hesaplanabilir. Buna göre; arazi verimliliği=toplam tarımsal üretim/kullanılan arazi miktarı oranlarıyla; sermaye (makina) verimliliği=toplam tarımsal üretim/traktör, biçerdöver gibi makinaların toplam çalışma saati oranlamasıyla; işgücü (işçi) verimliliği ise=toplam tarımsal üretim/işçilerin toplam çalışma saati biçiminde hesaplanabilir.
Tarımsal verimlilik gelişmiş ülkelerde, bu ülkelerde kullanılan ileri tarımsal teknoloji nedeniyle yüksek iken, tarım ekonomisi olmalarına rağmen azgelişmiş ülkelerde düşüktür. Buna göre, tarımsal verimliliğin yüksek olduğu ülkeler gelişmiş, düşük olduğu ülkeler ise azgelişmiştir.
ileri pazar ekonomisi isviçre'de bir yılda hektar başına 5.983 kg., Japonya'da 5.847 kg, ABD'de 5.360 kg tahıl alınırken, Türkiye'de 2.152 kg. tahıl alınmaktadır. Türkiye ile aynı gelir grubundaki Mısır'da hektar başına 5.869 kg, Tunus'da 1.526 kg, Suriye'de 1.172 kg tahıl alınmaktadır. Bu rakamlar düşük gelir grubunda ki Bangledeş'te 2.640 kg, Hindistan'da 1.969 kg, Benin'de 858 kg tahıldır.f) Türkiye bu konuda kendi gelir grubundaki Suriye ile Tunus'tan, düşük gelir grubundaki Hindistan ve Benin'den iyi durumda iken; kendi gelir grubundaki Mısır'dan düşük gelir grubundaki Bangladeş ve iler pazar ekonomilerinden geride bir noktadadır.
AB ülkelerinden Hollanda'da hektar başına 7.454 kg, Almanya'da 5.334 kg, Yunanistan'da 3.880 kg ve Portekiz'de 1.493 kg tahıl alınmaktadır. Bu konuda Türkiye'den; Hollanda'da hektar başına 3,5 kat, Almanya'da 2,8 kat ve Yunanistan'da 1,8 kat daha fazla tahıl alınmaktadır. Türkiye bu konuda AB ülkelerinden yalnız Portekiz ile İspanya'dan iyi durumdadır.
AB ülkelerinde tarımsal verimlilik, tarımın her dalında oldukça yüksektir. Türkiye, AB ülkeleri yanında daha çok bir tarım ülkesi olmasına karşın, tarımsal verimlilik açısından, tarımın her dalında AB ülkelerinden geridir.

Tarımsal İşletmeler Küçüktür
Azgelişmiş ülkeler, nüfusları hızla artan, ekonomileri tarıma dayalı ülkelerdir. Nüfusun hızla artması ve insanların büyük çoğunluğunun tarımla uğraşması, tarımsal toprakların önemli bir bölümünün her yıl nadasa bırakıldığı düşünülürse, azgelişmiş ülke insanlarının ne kadar küçük bir tarımsal alanda üretim yaptıkları ve verimin ne denli az olduğu daha iyi anlaşılır Gelişmiş ülkelerde ise, tarım kesiminde çalışan nüfusun yüzde 2-4 arasında değişmesi, tarımsal işletmelerin büyük olmasına neden olmaktadır. Örneğin, düşük gelir grubu ülkelerinden Bangladeş'te 1 hektarın altındaki tarımsal işletmeler toplam tarımsal işletmelerin yüzde 70'ini, Hindistan'da yüzde 55'ini, Afganistan'da yüzde 45'ini oluşturmaktadır. Alt orta gelir grubu ülkelerinden Mısır'da tarımsal işletmelerin yüzde 96'sı, Suriye'de yüzde 17'si, Türkiye'de yüzde 16'sı bir hektarın altındadır. Halbuki 1 hektarın altındaki işletmelerin toplam tarımsal işletmelere oranı sanayileşmiş pazar ekonomilerinden Almanya'da yüzde 12, Fransa'da yüzde 9, ingiltere'de yüzde 6'dır. ABD'de ise 1-5 hektar arası işletme büyüklüğü bile ancak yüzde 9'dur. Görülen o ki gelişmiş ülkelerde, azgelişmiş ülkelere göre tarımsal işletmeler büyüktür. Örneğin.; bu işletmelerden 5-200 hektar arası tarımsal işletmeler Bangladeş'te sadece yüzde 3, Hindistan'da yüzde 9 ve Afganistan'da yüzde 20 iken; ABD'de yüzde 71, Fransa'da yüzde 72 ve ingiltere'de yüzde 86 düzeyindedir. Türkiye'de ise, 5-200 hektar arası tarımsal işletmelerin, toplam tarımsal işletmelere oranı yüzde 38'dir. Azgelişmiş ülkelerde toprağın çok küçük birimlere bölünüşü, yaygın bir toprak açığının doğmasına vesile olmakta ve her geçen gün aynı toprak üzerindeki nüfus artmaktadır.
Bu ülkelerde tarımsal toprakların bu çok parçalanmışlığı, bu ülkelerde tarıma ayrılan kredilerin de çok parçalanmasına ve iktisadi kullanılamamasına neden olmaktadır. Halbuki tarımsal verimliliği arttırıcak; kaliteli tohum, gübre, sulama, ilaç, tarımsal araçlar ve yakıt gibi girdilerin teminini sağlayacak olan tarımsal kredilerin, kaynak israfına neden olmadan kullanılması ve en yüksek yararın sağlanması büyük önem taşımaktadır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gelişmemiş Ülkelerde Kişi Başına İmalat Sanayisi Katma Değeri

A- İmalat Sanayisi Katma Değeri
imalat sanayisi; gıda, içki, tütün, dokuma, giyecek, deri, kereste, kağıt, kimyasal maddeler, ana metal, metal eşya, işlenmiş minareller, elektriksiz makina, ulaşım donanımı, elektrikli ve elektronik makina sektörlerini kapsamaktadır, inşâat, madencilik ve taşocakçılığı sektörleri kapsam dışıdır.
Toplam imalat sanayisi katma değeri; imalat sektöründeki işletmelerin bir yıl içinde ürettikleri malların değerinden, diğer sektörlerden alınıp imalatta "girdi/input" olarak kullanılan malların değeri düşüldükten sonra kalan değerdir.
işte bu toplam katma değerden kişi başına düşen miktar ne denli az ise o ülkede o denli az gelişmiştir.
Kişi başına imalat sanayisi katma değeri 1990 yılında isviçre'de 8.293, ABD'de 5.088 Dolar iken, Türkiye'de 1989 yılında 350 ABD Dolarıdır. Türkiye ile aynı ulusal gelir grubundaki Mısır'da 1989 yılında 227, Suriye'de 108 ABD Dolarıdır. Düşük gelir grubundaki Hindistan'da 1986 yılında 20, Bangladeş'te 1989 yılında 13 ABD Dolarıdır.
Sanayileşmiş pazar ekonomilerinde "kişi başına imalat sanayisi katma değeri yüksektir. Bu konuda, özellikle Japonya ve ABD çok ileri konumdadırlar. Bu ülkelerde, imalat sanayisi katma değerinin yüksekliği, sermaye-yoğun ileri teknolojiler kullanılması nedeniyle, makina verimliliğinin yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, imalat sanayisindeki girdi değerini azaltır. Çünkü yüksek makina verimliliği; daha az hammadde kullanımı, daha çok birim mal üretimi, düşük emek giderleri ve birim başına düşük maliyet demektir. Bu unsurlar da, birim başına yüksek kâr sağlar. Buradan da kişi başına daha büyük bir pay düşer, işte sanayileşmiş pazar ekonomilerinde, kişi başına imalat sanayisi katma değerinin yüksek olmasının nedeni budur.
Türkiye'nin de aralarında bulunduğu alt orta gelir grubunda kişi başına imalat sanayisi katma değeri düşüktür. Bunun nedeni bu grupta yer alan ülkelerin hepsinde genellikle emek-yoğun teknolojilerin uygulanmasıdır. Emek-yoğun geri teknoloji düşük verimlilik demektir. Düşük~verimlilik ise; daha çok girdi kullanımı, çok girdi (hammadde) ile daha az birim mal üretimi, birim başına yüksek maliyet, birim başına düşük kâr, az miktarda mal üretimi ve satışı nedeniyle, düşük toplam satış demektir. Bu durumda kişi başına düşen miktar da düşük gerçekleşecektir.
Düşük gelir grubu ekonomiler ise, bu konuda çok kötü durumdadırlar. Bunun nedeni, bu ülkelerin, imalat sanayilerinde çok daha geri teknoloji kullanmaları, hatta bunların, ilkel sayılabilecek tezgahlarda üretim yapmalarıdır
AB ülkelerinden Almanya'da 1989 yılında kişi başına imalat sanayisi katma değeri 5.271, Portekiz'de 768, Yunanistan'da 1989 yılında 756 ABD Dolarıdır.
"Kişi başına imalat sanayisi katma değeri" açısından AB ülkeleri de ileri konumdadırlar. Yalnız bu ülkelerden ispanya, Yunanistan ve Portekiz'de kişi başına imalat sanayisi katma değeri yüksek değildir. Bu üç ülke dışındaki AB ülkelerinde imalat sanayi katma değerinin yüksekliği, bu ülkelerde sermaye yoğun ileri teknolojilerin kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Sermaye-yoğun ileri tekonoljilerin, katma değeri nasıl etkilediği yukarıda anlatılmıştı.
Türkiye, bu konuda,kişi başına 350 ABD Doları imalat sanayisi katma değeri ile AB üyelerinin en sonunda yer almaktadır. Portekiz ve Yunanistan bu konuda Türkiye'den 2 kat, Almanya'dan 15 kat daha ileride bir noktadadır.
Bu konuda AB ülkeleri ortalaması kişi başına 3.252 ABD Doları imalat sanayi katma değeridir. Türkiye'nin AB üyelerinin bu ortalamasını yakalayabilmesi için, kişi başına imalat sanayisi katma değerini 9 kat daha arttırması gerekmektedir. Bunun için de herhalde daha uzun yıllara ihtiyaç vardır.
Türkiye'de imalat sanayisi alanında ilk işletmeler devlet eliyle kurulmuş KİT'lerdir. Türkiye'de bu KİT'ler, Cumhuriyetin ilk yılarında, 1950'den sonraki dönem ile 1963'den sonraki planlı dönemde gerçekleştirilmiştir. Bunun nedeni de "özellikle 1960lı ve 70'li yıllarda yerli sanayinin üretimde kullanacağı girdilerin sağlanması için KİT üretimine gereksinim olmasıdır. Örneğin, otomobil üretimi için demir çelikten lastik ürünlerine, dokumadan elektrikli malzemeye kadar bir dizi girdi gerekliydi. "KİT üretim girdileri ya da ara malları üretiminde de, yine özel sektörün yapamadıklarını yapma göreviyle karşı karşıyaydı."Bu nedenlerle imalat sanayisindeki KİT'ler kuruldu. 1985 yılında KİT'lerin imalat sanayisi katma değeri payı yüzde 38'dir.

B- Kişi Başına İmalat Sanayisi Katma Değeri Ölçütünün Yarattığı Sorunlar
İki ülkeden biri imalat sanayisinde sermaye yoğun ileri teknoloji, diğeri emek yoğun geri teknoloji kullanabilir. Emek-yoğun geri teknoloji kullanan ülke sırf yurttaşlarını işsiz bırakmamak gibi insani amaçlarla bunu yapıyorsa ve bu nedenle imalat sanayisi katma değeri diğer ülkeden az ise, bu ülke, ileri teknoloji kullanan ülkeye göre daha azgelişmiş gözükecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Az Gelişmiş Ülkelerde Dış Ticaret

A- İhracat Azdır
Azgelişmişliğin özelliği olarak bazan da "kişi başına düşen ihracat" gösterilmektedir. Kişi başına ihracat, bir ülkenin bir yıl içinde gerçekleştirdiği dış satımın, o ülkenin nüfusuna bölünmesiyle elde edilir.
Kişi başına ihracatı yüksek olan ülkeler genellikle gelişmiş, az olan ülkeler genellikle geri kalmış ülkelerdir. Çünkü azgelişmiş ülkelerin dış satım konusu olan ürünleri sınırlıdır; diğer bir anlatımla bu ülkelerin dış satım konusu olan malları ya tek, ya da birkaç çeşit üründen ibarettir. Bu mallar da, çoğunlukla tarımsal ürünler, Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi yalnızca petrol ya da sadece madenlerle sınırlıdır. Dış satımı bu türden tek ya da birkaç kalem maldan oluşan azgelişmiş ülkeler; dış satımı, katma değeri yüksek ve zengin çeşitlerden oluşan gelişmiş ülkeler ile dış ticaret alanında yarışamamakta, bu nedenle de kişi başına düşen ihracatları az olmakta ve sürekli dış ticaret açıklarıyla karşılamaktadırlar.
Azgelişmiş ülkelerin dış ticaret açıklarının hızla artması, bu ülkelerin döviz rezervlerinin azalmasına, içte ve dışta politik sorunlara neden olmuştur. Bu durumun başlıca nedenleri şunlardır:
-Azgelişmiş ülkelerin sattığı hammadde fiyatları çeşitli nedenlerle yabancı ülke paraları cinsinden sürekli ucuzlamakta, aldıkları sanayi ürünlerinin fiyatları ise kendi paraları cinsinden sürekli yükselmektedir. Yani dış ticaret farkı, hammadde dış satımcısı yoksul ülkeler aleyhine işlemektedir.
-Dışsatımın tek ya da sınırlı birkaç mala ilişkin olması bu ürünlerin dünya piyasalarıdaki fiyatlarının oynaması sonunda döviz girdileri miktarında değişmelere yol açmaktadır. Bu durum ise planlarda öngürülen faaliyetleri etkilemektedir.
1992 yılında sanayileşmiş pazar ekonomisi İsviçre'de kişi başına 9.428, ABD'de 1.732 ABD Doları ihracat düşerken, Türkiye'de kişi başına 217 Dolar ihracat düşmektedir. Bu rakamlar, Suriye'de 224 ve Mısır'da 53 Dolardır. Düşük gelir grubundaki Hindistan da kişi başına 33, Bangladeş'te 15 ABD Doları ihracat düşmektedir.
Türkiye bu konuda yoksul ülkeler ile Mısır'dan iyi, kendi gelir grubundaki Suriye'ye yakın, gelişmiş pazar ekonomilerinden ise çok geride bir noktadadır.
AB ülkelerinden Almanya'da 1992 yılında kişi başına 5.294, Portekiz'de 1.657 ve Yunanistan'da 839 ABD Doları ihracat düşmektedir.
Türkiye, kişi başına 217 ABD Doları ihracat ile AB ülkelerinin en sonunda yer almaktadır. Ülkemiz bu konuda sınır komşumuz Yunanistan'dan yüzde 287 oranında kişi başına 622 ABD Doları daha geridedir. Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ülkelerini yakalayabilmesi için dış satımını 4 ila 56 kat arttırması gerekmektedir. Bu ise Türkiye'nin ihraç ettiği ürün çeşitlerinin arttırmasına ve yeni pazarlar bulmasına bağlıdır.
Gelişmiş ülkelerin dış satımları çeşitli nedenlere bağlı olarak yıldan yıla artmaktadır. Gelişmiş ülkelerin ihracatını arttıran bu nedenlere aşağıda değinilmiştir.

B- Gelişmiş Ülkelerde İhracatı Arttıran Nedenler
Bazan da ekonomilerin ihracatları gelişmeden sonra artar. Bunun başlıca nedenleri şunlardır:
1- Artan Üretimi Satma Gereği
Gelişmiş ekonomi, bir ülkenin üretimlerinin önemli ölçüde arttırıldığı ekonomidir. Bu ülkeler artan üretimlerinin ülke gereksinmesinden fazla olan kısmını dışarıya ihraç ederler. Hatta bu ülkelerin başarılı olduğu sanayi dallarında, tamamen ihracata mal ve hizmet üreten ve ihraç eden işletmeler de vardır.

2- Teknoloji Dış Satımı
Gelişmiş ülke; hem devlet, hem de özel sektörün sürekli yeni teknoloji ürettiği ve geliştiği ülkedir. Bu ülkeler, yeni teknoloji ürettikçe, bir önceki teknolojiyi, bu teknoloji kendileri için yeni ve ileri sayılan az gelişmiş ülkelere ihraç ederler. Diğer yandan, yeni teknoloji ile ürettikleri malları da azgelişmiş ülkelere satabilirler. Böylece yeni teknoloji iki taraflı kesen bıçak gibi etki ederek gelişmiş ülke ihracatının artmasını sağlar.

C- İthalat Azdır
Azgelişmişliğin özelliği olarak bazan da "kişi başına ithalat" gösterilmektedir. Çünkü azgelişmiş ülkeler açısından ithalat ile ekonomik gelişme arasındaki ilişki çok önemlidir. Bu cümleden olarak "... kalkınma amacıyla yapılan sermaye malları harcamaları büyük ölçüde ithalatı gerektirir. Gereken miktarda sermaye malının hiçbir tıkanıklığa uğramadan muntazaman temini, gelişme hızını olumlu yönde etkiler.
ithalatın yüksek olması ve hızla artması; eğer tutarlı bir politikanın sonucu ise, büyük dış finansman güçlükleri yaratmıyorsa, kalkınmaya ve gelişmeye yardımcı bir kompozisyonda ise ekonomik gücün bir göstergesi olarak kabul edilir.
Gelişen bir ülke, ihracattan elde ettiği döviz ile ekonomik kalkınmanın başında, gelişmiş ülkelerden daha fazla makina ve ara malı satın almak, kısacası dışalımını arttırmak zorundadır.
Kişi başına ithalat, bir ülkenin toplam ithalatının o ülke nüfusuna oranlanması ile elde edilmektedir.
Dışalım (ithalat) hem azgelişmiş ülkelerin, hem de gelişmiş ülkelerin zorunlu olarak başvurduğu bir dış ticaret türüdür. Çünkü ithalat, gerek azgelişmiş ülkelere, gerekse gelişmiş ülkelere önemli yararlar sağlar. Bunların başlıcalarını şöylece özetleyebiliriz:
-Dışalım ile, bir ülkede hiç üretilemeyen ya da çok az üretilebilen tarım ürünleri (tropikal meyveler gibi) sağlanarak, o ülke tüketicilerinin bu mallardan tüketmeleri mümkün olur. Örneğin, Türkiye'de hiç yetişmeyen Hindistan cevizi ile Türkiye'de az üretilen kahve dışalım yoluyla ülkeye girer ve gereksinmeler giderilmiş olur.
-Yüksek teknoloji ürünü bazı yatırım malları da azgelişmiş ülkelere, gelişmiş ülkelerden dışalım yoluyla girer ve bu teknoloji ile yeni mallar üretilerek insanların önemli bazı gereksinmeleri giderilebilir.
-Bazı mallar; emeğin, toprağın ve sermayenin en rasyonel biçimde kullanılması ile bazı ülkelerde ucuza üretilebilir. Dışalım yoluyla' bu mallar ülkeye girer ve içerde, iç üretimden daha ucuza tüketilebilir.
-Diğer yandan, ithalattan alınan gümrük vergileri, Hazine için, ekonomik gelişmeyi izleyen çok önemli bir gelir kaynağıdır.
Bu yararları nedeniyle, kişi başına düşen ithalat bir kalkınma göstergesidir. Anacak, ithalat, daha çok gelişmiş ülkelerin .yararına çalışır. Gelişmiş ülkeler, ileri teknolojileri ve bu teknolojileri ile üretip azgelişmiş ülkelere sattıkları çok çeşitli sanayi malları ve azgelişmiş ülkelere giren kapitalleri nedeniyle bu ülkeleri politik ve ekonomik baskı altına alabilirler.
1992 yılında sanayileşmiş pazar ekonomisi İsviçre'de kişi başına 9,429, ABD'de 2.143 ABD Doları- ithalat düşerken Türkiye'de kişi başına 372 ABD Doları ithalat düşmektedir. Bu rakamlar Suriye'de kişi başına 157, Mısır'da 145, ABD Doları'dır. Düşük gelir grubundaki Hindistan'da kişi başına 27, Bangladeş'te 19 ABD Doları ithalat düşmektedir.
Türkiye bu konuda yoksul ülkelerle, kendi gelir grubundaki Suriye ve Mısır'dan iyi, gelişmiş pazar ekonomilerinden ise çok geride bir noktadadır.
Aynı yıllarda AB ülkelerinden Almanya'da kişi başına 5.028, Portekiz'de 2.658, Yunanistan'da 2.093 ABD Doları ithalat düşmektedir. Türkiye kişi başına 372 Dolar dışalım ile Avrupa Birliği ülkelerinin en sonunda yer almaktadır.
Kişi başına düşen dış satım açısından AB ülkelerinin ilk yedisi çok iyi durumdadır. Komşumuz Yunanistan Türkiye'den beş kat daha iyi durumdadır. Bu konuda Türkiye'nin AB ülkeleri düzeyine yetişebilmesi için çeşitli kaynaklardan döviz sağlayıp ithalatını 5 ila 33 kat arttırması gerekmektedir.
Aslında kişi başına düşen dış alım da, dış satış gibi tek başına kalkınmanın ya da geri kalmışlığın ölçümünde kullanılacak bir ölçü değildir. Çünkü geniş ve verimli tarım alanlarına, zengin ve çeşitli doğal kaynaklara sahip ülkeler ile, nüfusu ve toprak parçası küçük ve kaynakları sınırlı ülkelerin dış alıma bağlılıkları aynı değildir. Örneğin, ABD'nin Rusya'nın dış alımı, küçük ve geri kalmış bir ülkeden az olursa, bu ABD ve Rusya'nın geri kalmış ülkeden düşük bir teknolojik düzeyde olduğunu göstermez. Ancak, küçük ve' kaynakları sınırlı bir ülkenin dış alımı dar olursa, o ülkede üretimin ve tüketimin düşük olduğundan söz açmak yanlış olmayabilir.
"ithalatın GSMH içinde küçük bir oran tutması, dışa bağlılık oranının az olması anlamına gelirse de, özellikle geri kalmış ülkeler için bu döviz kazançlarının az, ileri teknolojiyi yansıtan mal ve hizmetlerinin yetersiz kalması demektir.
Dış alım azgelişmiş ülkelere gelişmiş ülkelerden teknoloji ve çeşitli dayanıklı tüketim mallarını getirdiğinden, azgelişmiş ülkelerde refahın artmasını sağlar. Gelişmiş ülkelerin dış alım nedenlerine aşağıda değinilmiştir.

D- Gelişmiş Ülkelerde İthalatı Arttıran Nedenler
1-Hammadde Gereksinmesi
Gelişmiş ülke, üretimi her yönden arttırmış ülkedir. Bu ülkeler artan üretim ve yeni mamul ve ürünler üreten işletmeler nedeniyle her geçen gün daha fazla hammaddeye gereksinme duyarlar. Bu maddeleri sağlayabilmek için de dış alıma girişirler ve gereksinmeleri olan hammaddeyi bu yoldan sağlarlar.

2- Dış Ekonomilerde Üretilen Mallara Duyulan Gereksinme
Gelişmiş ülkeler, genellikle kişi başına geliri arttırmış, refahı yükselmiş insan topluluklarının yaygın olduğu ülkelerdir. Bu ülkelerin insanları artan gelir ve refah nedeniyle dış ekonomilerde üretilen bazı mallara da gereksinme duyarlar. Örneğin, tropikal meyveler, halı, bakır işleme vb. gibi el sanatları ürünleri yalnızca bazı ülkelerin ürettiği ürünlerdir.
 
Top