• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Portre: ''Nazım Hikmet''

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Şimdi iyi hatırlayamıyorum, ama onu, galiba Büyük Harbin ortalarına doğru tanımıştım. Genç, gürbüz, sevimli idi. Sık sık aramıza sokulur, konuşmalarımızı dinler, münakaşalarımıza karışmazdı. Zaman zaman mavi gözlerinde kendine inanışın cesur parıltısı yanar, bazı fikirler söyler; sonra utancından kızarırdı.

İlk gördüğüm gün:

Kim bu?

Diye sormuş ve arkadaşların birinden:

Çok istidadı, fakat şaşılacak derecede cahil. Düşün ki daha Fikreti bile tanımıyor. Bir tek mısraını okumamış.

Cevabını almıştım.

O zamanlar bir edebiyat meraklısının, Fikreti tanımaması, akla durgunluk verecek şeylerdendi. Bu haberin bende hiç iyi tesir bırakmadığını, hatta verilen o istidat müjdesini de yıktığını hatırlıyorum.

Yine o günlerde ben, İstanbuldan ayrıldığım için, daha fazla görüşmemiz kabil olmadı. Döndüğüm vakit ise, memleket, mütareke felaketi içinde idi. Bu sıralarda onun Yaralı Hayalet şiirini okudum. Ne güzel ne canlı yazılmıştı. Mısralar, genç bir kanla dolu damarlar gibi atıyor, belki biraz sert, fakat kuvvetli ve güzel bir ruh ateşiyle kaynıyordu.

Bu iç derinliğinin yanı başında, dil, vezin, kafiye gibi bir dış sağlamlığı da vardı. Kendi kendine:

İyi şair, bu çocuk!

Dedim.

Sonra, Anadoluya geçtiğini ve oradan da Rusyaya atladığını öğrendik.

Moskovadan, hapishanelerde konaklaya konaklaya döndü. Kafası, ihtilalle dolmuş, şiirinin hem manevi, hem maddi cephesine bu ihtilâlin bayrağını asmıştı.

Kendisini ikinci görüşüm, beni inkisarlar içinde bıraktı. Pembe yanakları yanmış, yüz çizgileri katılaşmış, tavırlarına hoyratlık çökmüştü. Şapkası ensesinde, paltosu omuzlarında dolaşıyor, kabalığa özeniyordu.

Gözlerine mağrur, tatsız bir bakış da çökmüştü. Kendine benzeyenlerle birleşerek, bir mecmuada yazmağa başladı. Putları Yıkalım! serisi, benimsediği ihtilalin ilk hamlesidir.

Başta Namık Kemal olmak üzere, bütün vatan babalarına saldırmağa yelteniyordu. O büyük adamların o yüz aklığı dehaların dağdan kaidelerine kendini bir tükrük hokkası gibi çarptı. Ve tabii parçalandı.

Şiirde onu yeni bir mimarinin sahibi olarak alkışlayanlar görüyorduk. Fakat ben, bu mimarinin hiçbir zaman dört duvar kurduğuna ve altında yaratıcı bir kahramanı barındırdığına inanamadım.

Nitekim, sonradan öğrendik ki, bu yeni mimarinin bu Kar Helvasının mucidi de Nazım değil, Mayakovski adlı bir Moskof şairidir.

Kulaktan dolma bilgilerle, ben, pek kendimi doyuramam. Tuttum o, şairin kitabını getirttim. Evet, şekil tıpkı tıpkısına o idi. Şimdi Dil Encümeninde çalışan Martayana başvurarak bir tanesini tercüme ettirdim. Sanat Ordusuna Emri Yevmi! adını taşıyan şiiri buraya aynen almak isterdim. Nazım Hikmet'in nasıl bir gölge olduğunu, o zaman bütün gören gözler seçerdi. Fakat bir portrenin dar çerçevesine sığmaz Zaten şüphe edenler, hakikate kıymet verirlerse, benim gibi yaparak, kaynağa kadar inerler. Ben, onlara iz de göstermiş bulunuyorum.

Birgün, Nazımı ''Vakit''de görmüştüm. Daha bir kaç kişi de beraberdiler. Sert, yalçın bir münakaşaya girişmişlerdi. İçlerinden biri yazdığı bir makaleyi okudu.

Ben, bu münakaşaya hiç karışmadığım halde, Nazım:

Sizin hepinizle anlaşabilirim, ama Hakkı Süha ile hayır.

dedi. Ben sadece:

Tabii!

Cevabını verdim. Sonra yarı şaka yarı ciddi:

Elbette uzlaşamayız. Senin özün sözüne uymuyor, dedim. Proleter geçiniyor, lord gibi yaşıyorsun. O, şaşırdı:

Ne münasebet?

Diye dudaklarını büktü.

Şiir mecmuaların işte meydanda, dedim; sayfaların dörtte üç buçuğu boş. Bu kadar israfı lodrlardan başka kim yapar.

Gülüştük. Sonra:

Evet, diye devam ettim; özünle sözün birbirini tutmuyor. Şiirlerinde: Tavan arasındaki odama çekildim! diyorsun. Halbuki kaloriferli apartmanda oturuyorsun. Şömendüfer markalı saatime baktım! diye yazıyorsun, halbuki Zenit saati kullanıyorsun.

Biz, hakikaten anlaşamayız, uzlaşamayız azizim.

Bunu da şakaya aldılar Fakat bu şakanın içinde ne kadar ağır bir ciddiyet vardı, bilseniz!.

Bu ideal kahramanının, idealistliğinin de nasıl bir mangır köleliği olduğunu son vesikalar, son makbuzlar ve son hükümlerle öğrendik.

Bir zamanlar Putları Yıkalım! narasıyla ortaya atılmış ve Abdülhak Hâmidin muhteşem alnına Battal damgasını vurmağa yeltenmişti. Bu iğrenç saldırışın üstünden on sene geçtikten sonra, Akşamda Seksen Beş Yaşında Bir Delikanlı ve Öptüğüm El isimli iki makale ile, aynı Abdülhak Hâmidi göklere çıkardı.

Namık Kemal için de Takma Yeleli Arslan demişti. Üç padişaha, bütün ikbal saraylarına, zulüm haline gelen bütün bir devlet kuvvetine, zindanlara, sürgünlere karşı, tek başına silahlanan, tek başına çarpışan, tek başına ölen bir kahramana, gerçek bir idealist, -yolları, gayeleri aynı da olsa- asla bu küstahlığı yapamazdı.

Şairliğine gelince:

Yukarıda Yaralı Hayaletini övmüştüm. Hiç şüphe yok ki Nazım Hikmet, büyük bir şair olmak için lâzım gelen harca sahipti. Fakat elindeki istidat kumaşını, münasebetsiz bir modaya uydurmak içip paramparça etti ve sonunda setri avrete bile yaramaz kırpıntılarla kaldı.

Bedrettin Destanı yaprak yaprak ne güzeldir. Bunu yazabilenden daha çok şey umulurdu.
Unutulan Adam ve Kafa Tası piyesleri ise hiçbir şeye benzemez. Kendi ideolojisine uydurmak için, yine kendisi maskara bir dünya yaratarak, hücuma kalkışıyor. Mahud değirmenler karşısında, zavallı Donkişot bile bu hale düşmemişti.


GEZGİN, Hakkı Süha; Edebî Portreler (Hzr. B. Ayvazoğlu), Timaş Yay. İst 1997
 
Top