Namaz sıratta burak, kabirde nur, haşirde şefaatçi Namazdaki Nur

zemheri

Usta
Namaz sıratta burak, kabirde nur, haşirde şefaatçi Namazdaki Nur
Rabia Christine Brodbeck

Allaha ibadet etmek insanın ahlaki özellik mücevherlerini kazanmak için çaba, gayret, mücadele, temizlenme göstermesi anlamına gelir. Bütün ibadet faaliyetleri kalbin bu en asil ahlaki faziletlerini güçlendirir, bunlar ibadet yolu ile gerçekleşen saflaşmadır. Bu yüce karakter özelliği ubudiyet ile insanının özünün nurlanmasını temsil eder. Cenab-ı Allaha olan muhabbetin kemale ermesiyle tamamlanır.

Resul-u Ekrem Efendimiz (s.a.v) namaz hakkında buyurmuştur ki: 'Her şeyin bir nişanı vardır. İmanın nişanı da namazdır.' Namaz dinin direğidir. Namaz hikmet nurudur. Allah katında vaktinde kılınan namazdan daha sevimli bir şey yoktur. Kuran-ı Kerim’de namazdan seksen üç defa bahsedilmiştir. Peygamber Efendimizin en çok önem verdiği ibadettir. Namaz sıratta burak, kabirde nur, haşirde şefaatçidir.

Namaz hazinesi, âlemlere rahmet olarak gönderilen zatın nefsten sıyrılmış hali ile Rahman ve Rahim olan âlemlerin Rabbi ile arasındaki bir sohbet-i ilahiyedir.

Namaz evrensellik çekirdeği taşır. Namaz, bütün kâinatı ve içindekileri kapsar. Fatiha suresinin 'Hamd, âlemlerin Rabbi Allaha'dır' ayetleriyle kâinat ve ötelerine açılarak, evrensel hakikatlere ulaşarak, sonsuzluğa açılarak, Allah’ın ebedi kemal ve cemal hedefine ulaşarak, müminin kalbi evrensel bir boyuta ulaşır.

Namaz tevhid dinine mensup müminler için mükemmel bir zemin, muhteşem bir ilahi mekândır.

Huzur-u İlahinin letafetine ve güzelliğine doğru yükselişi ifade ettiği için namazın mahiyeti zaman ve mekân sınırlarının ötesindedir.

Namazda amaç; Mi'râc'tır, Mi'râc'dan amaç; Allah'ı bâtınında müşahede etmektir. İmam-ı Ali (k.v.)'nin meşhur bir sözü var: 'Görmediğim bir İlaha ibadet etmiyorum.' Namazın amacı Allah-u Teâlâ ile doğrudan rabıta kurmaktır. Halife bu makama miracın son sahnesi olan 'makam-ı müşahede 'demiştir. Mahbubun güzelliğinin müşahede edildiği, 'El-Baki' ve' Es-Samed' ile olan sohbetin hakikatini yaşayarak kılınan namaz hakiki namazdır.

Miraç gecesinde namazın müminlerin üzerine farz kılınması Efendimiz (s.a.v)'in duasının bir neticesidir. Resul-u Ekrem Efendimiz (s.a.v) hiçbir zaman kendi adına bir şey istemediği için Rabbine en yakın olduğu o anda O’ndan, miracı ümmetine de yaşatmasını diledi. Habibinin duasını kabul ederken Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: 'O zaman, onlar da namaz kılacaklar.' İşte namaz bundan dolayı müminin miracıdır. Efendimiz (s.a.v) ise şöyle anlatır: 'Kalbim bu ibadet şekillerini şiddetle arzuluyordu. Bu arzumdan ötürü Rabbim yedi kat semavatta ibadet eden meleklerin çeşitli ibadet şekillerini bir araya getirdi ve ümmetimin üzerine farz olan bir ibadet haline koydu. Ümmetimden her kim bu beş vakit farz namazı dosdoğru kılarsa yedi kat semavattaki meleklerin ibadeti gibi ibadet etmiş olur.'Namaz ile onun ümmetine dâhil olan herkesi miracı yaşama şerefine nail eden onun arzusudur. Eğer Peygamber Efendimizin isteğine uygun davranırsak, Cenab-ı Hakkın Habibi hakkında isteğine uyma mertebesine de çıkmış oluruz. O zaman, namazı kılarken en büyük hediye olan miraca iştirak etme imkânını elde eder ve en nihayetinde Efendimiz (s.a.v)'in 'gözümün nuru' diye tabir ettiği namazdan aldığı lezzete de ortak oluruz.

Bu dünyadan Mevla'nın yanına ayrılışta, Efendimiz (s.a.v) şu duayı etmiştir: 'Allah, Allah, Allah! Namaza ve sağ ellerinizin sahip olduklarına dikkat edin.' Bu dünyadan ayrılmadan önce en önem verdiği mesele namazdı. Emrimizde çalışanlara muamelemizde Allah'tan korkmamızı da öğütlemiştir. İlk vahyin Pazartesi günü gelmesinin ardından Salı günü Cebrail (a.s) Rasulullah Efendimize namaz ayetlerini getirdi ve ümmeti için de farz kılındı. Kabirde en evvela namazdan hesaba çekileceğiz. Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e bir Müslüman'ın hayatında olabilecek en güzel şeyi sordular. O da şöyle cevap verdi: 'Namazı vakt-i evvelinde kılmak.'
Efendimiz (s.a.v) namazla ilgili şunları söylemiştir;
'Bana yüz deve de verseniz, sabah namazının iki rekât sünnetinin sevabına değişmem.'

'Cehennemi istihkak etmiş günahkâr müminlerin bedenleri ateşte yanacaktır. Sadece Allaha secde etmiş organları ateşten etkilenmeyecektir. Bu yüzden namazı tüm içtenliğinizle kılın.'

'Eğer bir kişi namaz kılmıyorsa, hiçbir dini kabul etmemiş gibidir.'

'Sizi kötülüklerden alıkoymayan namaz sadece Allah'la aranızdaki mesafeyi artıracaktır.'

'Günde beş defa evinin önünü yıkayan kişinin evinde pislik kalmayacağı gibi günde beş defa Cenab-ı Allah’ın huzuruna giren kişinin İlahi Rahmetin huzuruna girdiği ve günahları affolunduğu için üzerinde günahlarının pisliği kalmaz.'

Sahabe Efendilerimizin rivayetlerinden biliyoruz ki Rasulullah Efendimizin geceleri kıyamda uzun süre kalmaktan ayakları şişerdi. Gözlerinden akan yaşlar sel olur Hz. Ayşe (r.h)'nin yatağına ulaşıp uyuyan Hz. Ayşe'yi uyandırırdı.

Geceler boyu Peygamber Efendimiz ne kadar ibadet ederse etsin, ne kadar dua ederse etsin aşk ve şevkinden bir şey kaybetmezdi ve gözünün nuru hiç sönmezdi. Nur nedir? Bu ilahi zevk, manevi lezzet, gözün tazeliği, serinliği nedir? Aşkının niteliği neydi, ona ne sevdirilmişti? “Gözümün istirahatı bana namazda verilir” derken demek istediği kalbinin gizli gözüyle Hakikati görmenin verdiği yoğun lezzetten bahsedilmektedir. Ona ibadet ederken ve dua ederken Onu görmekte ve duymaktadır. Nihayetsiz ilahi tecellilere mazhar olmuştur. Hakkı, insan gözü ile değil hakikat gözü ile gördü. Miracın hakiki anlamdaki özü budur. Yani, bu dünyadaki en halis ve doğru kalp, ilahi hakikatin tecellisine mazhar olmuştur. Bu nedenden dolayı, namaz ibadetinin yegane amacı, "Namaz gözümün nurudur" diyen Efendimizin seviyesine yükselebilmektir.

Namaz kılan bir kişi namazında manen miraca çıktığını nasıl hisseder?

Cevap şudur ki Allah sevgisiyle ve insanlığa İslam kanunlarını, şeriatı getiren Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin aşkıyla yol almalıyız. Demek ki, içimizdeki karşı konulmaz arzu, Allah'a olan ihtiyacımız ve muhabbetimiz bizi ibadete sevk eder. Tüm ibadetler, özellikle de namaz ile ilgili büyük bir hakikat vardır ki o da kişi namaza veya herhangi bir ibadete ihtiyaç ile başlar. Âlemlerin Rabbi olan Allah ile aramızdaki ilişkiyi açıklayan da 'ihtiyaç'tır. İlahi idrak, ilahi şuur, samimi sohbet, teklik, birlik, kucaklama, muhabbet ve şefkat ihtiyacı yani hakikat ihtiyacıdır.

Sevenlerin kendi iradeleri yoktur, tamamen Allahın iradesine teslim olmuşlardır. Sadece bu şekilde ibadet eden kalpler namaz gözün nurudur hakikatini yaşarlar. Bu, sadece Rabbinin iradesine kendini teslim etmişlerin eriştiği mahbubiyet mertebesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) yaptığı veya söylediği her şeyi kendi nefsine değil Rabbine dayandırdı. Bu yüzden bütün hayatı boyunca hiçbir şeyi kendi iradesiyle seçmedi. Kerim ve Mün'im Rabbi tarafından bütün nimetler ona verildi ve sevdirildi. Dünyadaki her şey ona Allah namına sevdirildi. Dünyanın güzellikleri ona ilahi güzelliğin bir aynası oldu. Rabbinin cemalini müşahede edebileceği aynalar mecmuası oldu. Büyük evliya Celaleddin Rumi der ki: 'Miraç gecesinde Rasulullah nefsinden sıyrılmış olarak 100.000 yıllık yol gitti.'

Bundan dolayı, Resul-u Ekrem Efendimizi ne kadar çok seversek, onun güzel ahlakını ne kadar çok taklit edersek ve ona benzemeye çalışırsak, onun sözlerini ne kadar çok dinlemeye ve öğrenmeye gayret edersek namazlarımızı da o kadar çok huşu ve ihlâs içerisinde kılarız. Bir başka deyişle, namaz ibadeti ile Efendimiz arasında dolaysız bir ilişki vardır. O miracın kişileştirilmiş halidir. Karakterinde tezahür eden içindeki iyilik hazinesinden dolayı, manevi yükselmenin zirvede gerçekleşmesi insana bahşedilmiştir. Efendimiz (s.a.v)'i olabildiğince sevmek namazın içindeki hazineyi besleyecektir. Onun kalbine girmek için göstereceğimiz samimi gayretlerimiz derecesinde namazımız daha da güzelleşecek ve hayat bulacak. Onun ayağındaki tozun bir parçası olabilmek için çalışırken daha hakikatli secdeler edeceğiz. Efendimiz (s.a.v)'in acısına ve ilahi endişelerine ortak oldukça, onun için ağladıkça ve onun için ve onunla birlikte titredikçe, namazlarımızda Rahman-ı Rahimin yakınlığının tatlı kokusunu duymak nimetine mazhar olacağız.O bizim için hayatını bile ortaya koyduğu için ona olan sevgimizi ispat etmek zorundayız. Hakiki muhabbet onu örnek alarak, tüm duygu, düşünce, his, hareket ve işlerimizde ona benzemeye çalışarak gösterilir. Onun derdi bizim derdimiz olmalıdır. Kısacası, onun gözyaşlarını, haşyetini üzüntüsünü, mutluluğunu biz de paylaşmalıyız.

Müminlerin çoğu Allah’ın bizlere bahşettiği bu ilahi lütuftan faydalanamıyorlar. Putlarla ve dünyanın çöpleriyle dolmuş bir kalp ile kurbiyet cenneti yaşanmaz. Allah, puta tapanları, riyakârları, münafıkları, hırs gösterenleri ve gafilleri huzuruna kabul etmez. Yalancıları huzuruna kabul etmez. Miraca layık olabilmek için, iç dünyamızı hırs, kıskançlık, kibir, aç gözlülük, tembellik ve cahillikten temizlemeliyiz. Namazla ilahi huzura girebilmek için, öncelikle gözlerimizi, yaptığımız günahlardan ötürü gözyaşlarıyla temizlemaliyiz. Yukarılara doğru çıkabilmek için, dünyanın ağırlıklarını üzerimizden silkmemiz gerekir. Cennete çıkaran burak benzeri bir muhabbete, Cebrailin aklı gibi akla ihtiyacımız var. Ancak bir kul Allahı kazanabilir. Çalışmalı, mücadele etmeli ve çaba göstermelidir. Mükafat ise yalnız Allahtan gelecektir.

İki gurup namaz kılan insan vardır: bir gurup kıldığı namazın manasının ve değerinin farkında değildir. Kıldıkları namaz mekanik, kuru ve cansızdır. Bunlar manen kör, sağır ve dilsizdir.

Diğer namaz kılan gurup ise Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in 'Namazı huşu içerinde dosdoğru kılan kişi şüphesiz bir imam gibidir çünkü onun arkasında melekler de namaza durur' hadis-i şerifinin masadaki olurlar. İhlâsla ibadet eden bir kul kendine imam olur. 'sami`a Llahu li-man hamida' - (Allah Onu övenleri duyar ) diyerek Cenab-ı Hakkın doğrudan muhatabı olma makamına çıkar ve Allah-u Teâlâ'nın Kendisine ve arkasındaki meleklere verdiği sözü tekrar eder. Melekler de karşılık verir: 'Rabbena lekel-hamd' (Ya Rab, bütün hamd ve sena sana mahsustur).

Hz. Cüneyd-i Bağdadi r.h. demiştir ki: 'Su, içinde bulunduğu kabın rengini alır'. Hakikat kişinin içinde bulunduğu ruh haletine göre şekil değiştirebilir. Rabbimiz O’na olan ihtiyacımız, Onu tanımamız, Ona teslim oluşumuz nispetinde bizimle olur. Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: 'Kulum beni nasıl bilirse onunla öyle muamele ederim.'Maden, bitki, hayvan ne varsa kendilerine mahsus lisanlarla Haliklarına kulluk ediyorlar, cüzi iradeleri olmadığı için Rablerine itaat ediyorlar. Ancak insanoğluna cüzi irade ile beraber tüm esma-i ilahiyeyi ve sıfatlarını öğrenme nimeti bahşedilmiştir. Bundan dolayı, elindeki sınırlı seçme yetisi cüzi ihtiyarıyla tecrübeye tabi tutulmuş. Bu onun için hem şeref hem de tehlike olabilir. İnsan, kendisini ya Cenab-ı Hakkın yakınlık diyarlarının zirvelerine çıkarır veya aşağının da aşağısına, hayvanlardan da aşağı bir derekeye atar. 'Kulum beni nasıl tanırsa onunla öyle muamele ederim' cümlesini tam olarak anladığımız takdirde, bakış açımızın ve iç dünyamızın temizlenmesi ve inkişaf etmesi için gayret içerisinde olabiliriz.

Bu evrensel ibadeti ettiğimizde, ona yer veren, ona zaman veren biziz. Onun değerini artıran ve ya azaltan biziz. Unutmayalım, vazifeyi yerine getiren biziz. Hadsiz derecede düşünceli, dikkatli, itinalı olmamız gerekiyor. En mükemmel ibadet olan bu ibadette, İlahi Huzura en yakın yere yaklaşıyoruz ve Rabb-i Zül Celali vel İkramın, Padişah-ı ilahinin Huzurundaki en değerli anların tadını çıkarıyoruz. Elhasıl, ilahi ayetlerin üzerinde tefekkür etmeliyiz, ufkumuzu genişletmeliyiz, göğüslerimizi açmalıyız ve nefesimizi varlığımızın en derin noktalarına doğru çekmeliyiz. Allah bizlere göz, kulak, dil, akıl vermiştir. Namazlarda, bütün bu cihazlarımızın kapasitesini son noktasına kadar kullanmalıyız. Bütün kalbimizle kendimizi vererek kurbiyet cennetine ulaşırız. Müminin miracı olan namazı yaşamazsak, secde hazinesini yaşamazsak, Fatiha'nın hazinesini yaşamazsak, kıyam ve rükû hazinesini yaşamazsak, İslam dinine hakaret etmiş oluruz. Yani, Allahın emirlerini yerine getirirken, ibadet ederken usanç ve sıkıntı hissediyoruz, çünkü ibadetleri yalnızca şekle sıkıştırıyoruz. Sorun şu ki sünnet-i seniyyeyi yaşamıyoruz, bu nedenle de nuru ve güzelliği göremiyoruz. Miracın ehemmiyetini anlasak, Allah'tan rekâtların sayısını artırmasını dilerdik.

İslam dininde ya sıkıntı, usanç, acı içerisinde veya âlemlerin Rabbinin huzurunda sükûnet içerisinde bulunuyoruz. İslam, âlemlerin Rabbinin bilincine varmaktır ve alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimizin uçsuz bucaksız rahmetini yaşamaktır. Allah-u Teâlâ insanlara zulüm ve sıkıntı indirmemiştir, aksine, İslam dinini insanların sıkıntılarını gidersin, yaralarına merhem olsun diye lütfetmiştir. Gönderdiği bütün hükümler, emirler, kurallar, yasaklar yalnızca insanların başına gelebilecek bela, felaket ve sıkıntılı durumlardan onları korumak içindir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) insanları cehennemden kurtarmak için çabalıyordu, fakat onlar ona taş attılar. Dini vaziflerin, Şeriatın Cenab-ı Hak'tan pür rahmet olarak gönderildiğinin ve bütün insanlığa sonsuz nimet olduklarının farkına varmalıyız.
 
Top