Gerçekdışı Filmler Ve Ciddiye Alınması Gereken Bilim-kurgular

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
GERÇEKDIŞI FİLMLER

Son yıllarda, doğaötesi, gerçekdışı konulan (metafizik) işleyen Hurry Potter, The Compact, The Matrix, Yüzüklerin Efendisi tipinde romanlar ve bunların büyük gelir sağlayan filmleri bütün toplumlarda ilgiyle karşılanmıştır. Ülkemizde beş-on yıldır değişik televizyon kanallarında, doğaüstü, gerçekdışı konulan işleyen programlar ilgiyle izlenmiştir. 2004 yılında dört televizyon kanalında yayınlanan Sır Kapısı, Kalp Gözü, Aşkın Mucizeleri, Gizemli Dünyalar adlı programlar da reyting patlaması yapmıştır.

Doğaötesi, gerçekdışı konulara ilgi duyanlar ve bu konuları işleyenler, “İnsanın gerçeğini objektif, nesnel biçimde” incelediklerini, insanın kendini tanımasına “yardımcı” olduklarını ileri sürmüşlerdir.

Ancak doğal olanla doğal olmayanın, gerçekle gerçekdışımn birbirine karıştığı konuların özellikle çocuklar, gençler, duygusal özellikleri ön planda olan erişkinler tarafından algılanması, anlaşılması, yorumlanması ruhsal sorunlara yol açmıştır. Öte yandan, doğal olmayan gerçekdışı duygu ve düşünce sisteminin birçok ruhsal bozuklukta, hastalıkta belirti, bulgu, yakınma olarak ortaya çıkması bunların gerçek yaşantıda da doğal olduğu kanısını uyandırmıştır, örnek olarak halüsinasyon (sanrı) % 90 olasılıkla ciddi ruhsal hastalık belirtisidir. Oysa etkileyici, gizemli, mistik, fantastik bir öğe olarak doğaötesi, gerçekdışı konularda çok sık kullanılmıştır. Başka bir deyişle, algı bozuklukları ve yanılgıları bu tip konuların çıkış noktası, temel dayanağı olup aynı zamanda ruhsal hastalıkların da en önemli belirtilerinden biridir.

Bu durum, gerçekle gerçekdışını birbirinden ayıracak bilgi birikimi olmayan çocuklarda, gençlerde, hatta toplumlann büyük bir kesimini oluşturan erişkinlerde gerçek izlenimini uyandırmış, doğal olarak kabul edilmiştir. Böylece, bilinçli olarak kendi gerçeğini araştırmaya çalışan insanlar, gerçekdışı yaşantının akıl ve mantıkdışı düşünce sistemini benimsemiştir. Özetle ruhsal bozukluk, hastalık belirtileri, bulguları, yalanmaları çoğu insanın günlük yaşantısının bir parçası olarak değerlendirilmiştir.


ClDDlYE ALINMASI GEREKEN
BİLİMKURGULAR


Bir Gün Sonra(The Day After) filmi bugün fantastik bilimkurgu konusu olmaktan çıkmış, doğayı ve insanı tehdit eden, tehlikeli boyutlara ulaşan insan-doğa çatışmasının yeniden dengeye, düzene kavuşmasını vurgulayan bir uyaran durumuna gelmiştir.

Jim ve Hilda emekliliklerini Ingiltere’nin mamur ve sakin bir yöresinde, kır ortasında bir evde geçirirler, ikisi de II. Dünya Savaşı’nı yaşamıştır. Her Ingiliz gibi sosis ve kızarmış patates yerler, birbiri ardı sıra çay içerler. Vatanlarını severler. Siyasetten anlamasalar da hükümete güvenleri tamdır.

Hükümetin olası bir nükleer saldırıya karşı hazırlattığı “Koru ve Korun” başlıklı broşürü Jim büyük bir dikkatle okur. Zaten fim daima “büyüklerimiz daha iyi bilir” havasındadır. Broşür bir nükleer savaştan korunmak için evde sığmağın nasıl yapıldığını anlatmaktadır. Hükümet bir gün böyle sığmaklar yapılmasını ister. Durum karışır.

Jim elindeki broşüre baka baka sığınağını yapmaya koyulur. Broşür, “Kapılarınızı sökün ve duvara altmış derece eğimle koyun” der. Jim kapılan söker ve duvara altmış derece eğimle koyar, Broşürde bir de, “Yangını önlemek için kapılarınızı kapayıp” denmektedir. Jim sökük kapılar karşısında düşünceye dalar ve “Elbet büyüklerimizin bir bildiği vardır,” der. Hilda da onaylar.

Radyoda, “Üç dakika sonra bomba patlayacak” anonsu yapıldığında Hilda mutfakta kek pişirmektedir. “Dışandaki çamaşırları toplasam” derken Jim onu sığmağa çekip alır. Gerçekten de patlamanın etkisiyle oluşan kavurucu sıcak rüzgâr her şeyi darmaduman eder, taş üstünde taş kalmaz. Ama Jim’le Hilda hiç olmazsa yaralanmadan kurtulur. Gel gelelim artık ne radyo vardır, ne televizyon, ne elektrik, ne su. Buna pek şaşarlar. Jim “Şöyle bir hava alayım,” diye dışan çıkar. Oysa hava zehirlidir artık. Bahçedeki elma ağacında tek yaprak kalmamıştır. Hilda, “Zararı yok, baharda yeniden yapraklanır,” der. Jim, “Zaten fimdi bahar,” diye homurdanır.

Evde içecek su bile yoktur. Allahtan yağmur yağar. Suyu toplayıp çay yaparlar. Gözle görülmeyen, burunla hissedilmeyen radyasyon bu arada yapacağını yapmaktadır. Hûda'nın dişetleri kanamaya başlar. “Ah” der, “şu takma dişlere alışamadım gitti'' Ellerinde, yüzlerinde kızartılar başlar. Jim “Tabii” der, “hep konserve yiyoruz, ondan.” Ama son kaçınılmazdır. Boş patates çuvallarına girerek ölümü beklerler.

Hayat Elma Şekeri Değil


Raymond Briggs’in Bir Gün Sonra adlı bu nalına-mıhına eseri 1982’den bu yana on dile çevrildi ve bir milyon sattı. Ayrıca radyo oyunu oldu, sahneye kondu, ilk kez yayınlandığında yayımcı, bin tanesini Avam Kamarasıyla Lordlar Kamarasına yolladı. Avam Kamarasında kitapla ilgili çıkan tartışmada, “Bu, Sovyet gizli polisinin bir oyunu mu?” diye soranlar olmuştu. Nitekim film vizyona girdiğinde sinemanın dışında bir grup “Jim ve Hilda, NATO’nun koruması altındadır!” diye bağırıyordu.

Bu veriler filmin siyasal nitelikli olduğuna mı işaret ediyor? Böyle bir yorum mümkün ama gerekli değil. Raymond Briggs, “Jim ve Hilda, anneme ve babama benziyor. Onlar da yasaklara çok sadıktılar, sorgulamazlardı. Ama Jim ve Hilda çok cahil, benimkiler bu kadar değildi,” derken sıradan insanların dünya siyasetinden uzaklıklarına da işaret ediyor.

Briggs’in tüm eserlerinde ortak yan, hayatın elma şekeri ve keten helvası olmadığını sürekli belirtmesi. Hele nükleer gelişmeler konusunda...


kaynak: Özcan Köknel, Kaygıdan Körkuya
 
Top