• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...

Şenol Güneş

BIYIKLI

V.I.P
V.I.P
1945.webp

Şenol Güneş aklanmak istiyor

Milli Takımlar Eski Teknik Direktörü Güneş: “Milli takım antrenörünün hakları gibi onuru da korunmalı”

16.10.2006 20:33
Milli Takımlar Eski Teknik Direktörü Şenol Güneş: “Ülkenin bağrından çıkıp ülkeyi temsil eden bir adamı eleştirirsin ama bu söylemler eleştiri boyutunu aşıyor. Dünya Kupası’nda Türkiye’nin aldığı paranın miktarı çok büyük. Bu dile getirilmedi, ama oyunculara prim verilmesi çok büyük olay oldu. Neden prim verildiği sorgulanıyor. Bu ülke bunu tartışıyorsa futbolda çok gerideyiz biz.” dedi.

Dünya üçüncüsü Türk Milli Takımı’nın başında olmak bile kaderini değiştirmedi. İhanetle, paragöz olmakla suçlandı… Kendisini hala aklanmış saymıyor ve ben aklanmak istiyorum diyor. ‘Hala o döneme ait çözülmemiş sorunlar var’ diyen Şenol Güneş konuyla ilgili suni gündem yaratıldığına da inanıyor. Ayrıca 2002 Dünya Kupası diğer birçok dünya üçüncüsü takım gibi Türk Milli Takımı’nda da bir düşüşü beraberinde getirdi. Bu düşüş de tabii ki bir panik havası oluşturdu.
Milli Takımlar Eski Teknik Direktörü Şenol Güneş ile 2002 Dünya Kupası’nı, oyunculara verilen primleri, spordaki, özellikle de futboldaki kirlenmeyi ve dünya futbolunun nereye gittiğini konuştuk.
Türk futbolunun dünyadaki değişime uyumu konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Gelişimi yakalamak için değişim şart. Ancak Türkiye’nin sıkıntısı; dünyadaki değişim hızı, değişim için yapılan araştırmalar ve kendini kontrol etme konularında takipçi olması. Farklı bir durumdayız ve geriden geliyoruz. Buna rağmen çok büyük değişim yaşıyoruz.
Türkiye’de futbol çok değişti. Gençlik yıllarımda tesisi olmayan, eğitim anlayışı geri planda olan futbola sevgi, saygı ve sahiplenme yaygın değilken, hatta futbol dışlanırken bugün çok daha farklı seviyedeyiz. Çocukluğumda futbolculara serseri, ahlaksız gözüyle bakılırken bugün futbolcular çok popüler oldu. Bunlar, 90’lı yılların başından sonra yaşanan değişimin, yeni bir jenerasyonun, yeni bir anlayışın sonuçları.
Eğitim, tesis organizasyonunda müthiş mesafeler alındı. Önceki hocalarımızın tesis sıkıntısı çektiği dönemlerden eğitim dönemine geçildi. Ama organizasyon olarak daha istenilen seviyeye gelmedik. Özellikle kurumsal kimlik olarak istediğimiz seviyede hiç değiliz. Dünya, futbolun sadece futbol olmadığını, aynı zamanda ticari bir boyutunun olduğunu anladı. Futbol mutlaka spor ama sporun endüstri haline döndüğü dönemde biz geride kaldık. Ama bütün bunlara rağmen iyi işler de yaptık. Biz burada sportif başarıyı konuşuyoruz. Eğer Türkiye Dünya Kupası’nda varsa, Avrupa Şampiyonası’nda varsa, ülkeler bazında Şampiyonlar Ligi’nde başarılıysa iyi diyoruz. Tabi bunlar birer göstergedir. Ama sonuç olarak asıl yapılması gereken, olmazsa olmaz altyapı, tesis, eğitim gibi kriterlerin uygulanmasıdır. Hala bize UEFA kriterlerini uygulayın deniyor. Federasyon bu konuda kulüpleri zorlamaya çalışıyor. Eğer profesyonelsen bunun gereklerinin yapılması lazım.
Geçmiş yıllarda Türk futbolu amatördü. Amatör futbol anlayışından çok mesafe alarak dünya üçüncüsü olduk. Bir kulübümüz Avrupa şampiyonu oldu. Kulüplerimizin tesisleri değişti. Futbolcularımız uluslararası alanda oynayabiliyorlar. Ama ben hala profesyonel manada istediğimiz seviyede olmadığımızı düşünüyorum. Türkiye büyük organizasyonların hem içinde hem dışında oldu son yıllarda. Dolayısıyla kendini tartma şansı da yakaladı.
Olumsuz bakmıyor ama eleştiri yapmak istediğim halde eleştiri yapabilecek ortamı da bulamıyorum. Biz kendi insanımıza eleştiri yapamıyoruz. Federasyon başkanının da, milli takım antrenörünün de, kulüp antrenörünün de, kulüp başkanının da, gazetecinin de eleştiri ortamını yakalaması lazım. Bunun için de bilime inanmak gerekiyor. Biz bilime inanmayan bir milletiz ama ilgiliyiz. Merakımız çok fazla ve meraktan dolayı da çok seviyor görünüyoruz. Ancak akıl ve bilgi olarak bütünsel değiliz. Futbolla ilgili konuşuyor ama ne kadar biliyoruz? Türk insanına imkân ve zaman verildiğinde başaramayacağı bir iş yoktur. Ama sistemi oturtamıyoruz. Bunun için sistem önemli diyoruz.
Brezilya’da da eleştiri konusu oluyor. Sistemli ekonomik yapıları olmadığı söyleniyor ama var Adamlar oyuncu çıkarıyorlar, kumu yok etmemişler. Ben kumda büyüdüm futbolcu oldum, eğitim görmedim. Ama şimdi kum da yok sokak da yok. Yerine saha koyduk. O değişimde sıkıntı yaşıyoruz. Eğitimi organize ederken yaratıcılığı yok ediyoruz sahada. Oysa ben kumda öyle değildim. Kendimi serbest bir şekilde yetiştirdim. Brezilya bunu devam ettiriyor. Bunun üzerine bir takım şeyler koyuyor. Bunu sektör haline getirdi. On binlerce oyuncusu yurt dışında para kazanıyor ama kumu duruyor.
Biz de kendimize ait olan değerleri; teknolojiyle, bilimle birleştirmeyi tam sağlayabilirsek mesafe alacağız. Tabi bunu söylerken futbol kadar ülkenin de sorunları var. Ülkenin ekonomik ve sosyal sorunları da bunu etkiliyor. Alt gelir grubundan gelenler futbolcu oluyor. Bu dünyada da böyle. Yetişme tarzı olarak eksik geliyorsunuz. Futbolcu olarak tüm sosyal katmanları geçiyorsunuz. Geçtikten sonra davranış olarak mükemmellik bekleniyor. Bu, mümkün değil. Beklentiler uluslararası alanda olunca yabancı ülkelere baktığımızda ancak kendimize eleştiri yapıyoruz. Geriye dönüp baktığımızda ise başarılıyız. Yüzümüzü Almanya İngiltere’ye çevirince biz gerideyiz. Ben şunu söylüyorum, biz dünya kupasında üçüncü olduk ama dünya futbolunda üçüncü olmadık.
Ülke olarak, kulüpler ve bağlı kuruluşlar olarak sporu yanlış mı yönetiyoruz?
Ekonomiyi ve psikolojiyi biraz bilen futbolun içersine giriyor. Burada futbolun özünde değil ekonomik alanda katkı bekliyoruz. Futbolun bir şirket gibi idare edilmesi gerekirken içerde bulunan sağlık ekipleri, ekonomistler, pazarlama ve iletişimle ilgili kişiler ön plana çıkıyor. Hâlbuki bir kurumda birimler vardır, birimler arası ilişkiler vardır ama yönetimi hepsi üstekilere bırakır. Şirketin bu düzeni oturmadı.
Ben bir futbol adamı olarak futbolun ticari boyutunun çok ön planda olmasını asla istemiyorum. Ben futbolu severek oynadım. Para kazanmak için oynamadım. Hala da inancım bu. Futbolu severek oynamayan bu işi yapmasın. Onun karşılığında para elbette kazanılmalı. Ancak para kazanmak için futbol oynamamalı. Şimdi insanlar para kazanmak için futbol oynuyor. Bu bir yetenek işidir. Zorlamayla olmaz. Burada bir sıkıntı var. Bu işin içine girdiğiniz zaman belli bir birikim gerekiyor. Sporda yetkin, yönetim kabiliyeti olan herhangi biri futbolu yönetebilir ama bu işin ruhunu anlayamaz. Nasıl bir futbolcu yeteneği olmadan yarı yolda kalırsa işi yöneten insan da futbolu yönetmekte zorluk çeker. Biz bu ikilemi yaşıyoruz. Avrupalı bunu oturtmuş. Futbolun iş hayatında olduğu gibi bir şirket olması doğru değil. Futbolun önüne para koyarsanız futbolu bitirirsiniz.
Son yıllarda medyanın da etkisiyle iş ve spor hayatında daha fazla insan ön plana çıkıyor. Herhangi bir alanda faaliyet gösteren bir kişi futbola yöneliyor. Ancak kulüplerin ticari tarafı vardır ama ticari bir kuruluş değildir, sportif bir kuruluştur. Devletin de bu alanda sıkıntısı var. Devlet de sporu dolaylı yoldan kulüplere yaptırmak zorunda. Ancak kulüplerin bir kısmı bunun maddi yönünü kullanıyor. Kulüpler parayı alıyorsa eğer vergisini de verecek. Devlet burada biraz korumacı davranıyor. Her şey duygusal. Taraftar bazen kulübün üzerine çıkabiliyor. Buralarda çelişkilerimiz var. Avrupalılar bunu aştı ama orası da mükemmel demiyorum. Bize ait özelliklerimizi kullanırsak onları geçebiliriz.
Şimdi şike, şiddet konuşuluyor, aslında çözüm o kadar kolay ki. Yeter ki istensin. Bizde düşünce kirliliği var. Türkiye’de herkes birbirini suçlu görmek istiyor. Bu sadece sporla ilgili değil. Genel bir yapıdır. İnsanlar güvensiz, şüpheyle bakıyor birbirine. Spor bunu kurtarabilir. Spor da bu yönde kirlendi. Asıl tehlike bence bu.
Kirlenme nerede başladı?
Bunun sebebi ekonomik ama sadece bu değil. İnsanlar her şeyi görmeye başlayınca sahip olmak istiyor. Sahip olma duygusu da bizi yanlışa itiyor. Burada her şey ekonomiktir ancak spor da buna katkı yapan bir unsur. Bugün futbolda birçok şey söyleniyor. Herkes her şeyi biliyor. Herkes de üç maymunu oynuyor. Kendisi birilerine güvenmiyorsa aslında kendisine güvensiz olduğunu gösteriyor. Dürüst ve düzgün adamları ön plana çıkarırsanız toplum da onu örnek alır. Bugün birinci ikinci üçüncü lig kulüpleri, bir takım maddi ve manevi menfaatler üzerine kuruluyor, hizmet için kurulmuyor. Burada taraftar gruplarının bile görünen boyutu bu. Yönetici, oyuncu, antrenör de öyle yapıyor. Tabiî ki olmalı ama bir kriterleri olmalı. Bu bizde tam oturmadı. Dünya Kupası saha dışı organizasyonuna baktığımızda bizden çok önde olduklarını gördüm. Ama saha içinde biz bunları yakaladık.
Futbol dışı ya da spor dışı unsurların çok daha fazla müdahil olduğu bir ortama girdik. Pazarlamanın, sponsorların içinde olduğu bir spor dalı haline geldi. Sizce bu futbolu nasıl etkiliyor?
Tepede federasyon var. Buradaki düzende bozukluk varsa bu herkesi etkiler. Burada yanlış yapmaya hakkınız yok. Bizim ülke futbolunun şu aşamada geldiği nokta maalesef sıkıntılı. İşin içine endüstri girdi. Türkiye, milli takım teknik direktörünün ne kadar aldığını tartışıyor. Bunun söylenmesi bile ayıp. Burada duygusal bir sömürü yapılmak isteniyor. Milli takım antrenörünün hakları gibi onuru da korunmalı ama korunmuyor. Ülkenin bağrından çıkıp ülkeyi temsil eden bir adamı eleştirirsin ama bu söylemler eleştiri boyutunu aşıyor. Dünya Kupası’nda Türkiye’nin aldığı paranın miktarı büyük. Bu dile getirilmiyor. Dünya Kupası’nda oyunculara prim verilmesi çok büyük olay oldu. Neden prim verildiği sorgulanıyor. Bu ülke bunu tartışıyorsa futbolda çok gerideyiz biz. Ben maaşımı almadım, beni paracı ilan ettiler bu ülkede. Bu çirkin bir şey. Ben hala aklanamadım. Ben aklanmak istiyorum. Benden kaynaklanmayan bu sorunun araştırılıp açığa çıkması ve kamuoyuna açıklanmasını istiyorum. Kendi adıma değil ülke adına, milli takım antrenörü ne aldı ne almadı bilinsin.
Biz sportif anlamda örnek olduk. Bu konuyu 2002’de de tartışıyorduk şimdi de tartışıyoruz. Ben Dünya Kupası’ndayken fair-play’in, tanıtımın ne kadar önemli olduğunu söyledim. Futbol alanında ülkeyi tanıtırken eş zamanlı olarak turizm anlamında da reklamı yapılmalı. Ben bunu Brezilya maçında “Rio sahilleri ile Karadeniz sahillerinin birleşmesi” diyerek yaptım. Bunu dememin nedeni ise ben de kumda büyüdüm. Bunun sosyal tarafı da var.
Dünya futbolunda önemli çıkışlarımız olmasına rağmen ona uygun şekilde davranamıyoruz. Endüstriyi doğru kullanamadık. Buradaki üç önemli saç ayağı tanıtım, sportif başarı, fair play. Sponsorlar yaptıkları yatırımları olumsuz bir tablo ile karşılaşmaları halinde geri çekerler. Bunu da sadece sportif başarısızlıktan değil bazı davranışlardan ötürü de yapabilirler. 2006 Dünya Kupası’nda 2002’de yaşanılan fair play görüntüsünü içerisindeki dev ekrandan her maç öncesinde yayınladılar. Çünkü biz doğru bir şey yapmıştık. Fakat yurt içinde bunu doğru şekilde sunmadık. Dünya arenasında doğru bir harekette bulunmuşsan bunu sunmak gerek. Avrupalı bunu yapıyor. Yaptığı en güzel doğruyu, sunuyor, pazarlıyor ve kazanıyor. Sen yaptığın doğru bir işi pazarlayamıyorsun.
Işığı önümüze tutacaklarına, gözümüze tutuyorlar. Böyle bir anlayışta futbol uluslararası alana taşınmaz. Biz öyle ya da böyle başarıyı ve başarısızlığı gören bir ülkeyiz. Ama kurumsal ve kurallar eksiğimiz var. Asıl önemli olan kuralların olması. Kurumsallaşamadığımızdan işler amatörce ilerliyor.
Sporda kaçak çok fazla. Bu kaçağın engellenebilmesi için denetim çok önemli. Denetim ile aksaklıklar giderilebilir. Amatörlük ile profesyonellik arasında bir geçiş dönemindeyiz. Avrupa’nın önde gelen futbol ülkelerinin oldukça gerisindeyiz. Onları sportif anlamda yensek de gerisindeyiz.

Türk futbolundaki üç büyük takımın egemen olduğu düzen daha ne kadar devam edebilir? Türk futbolu bu düzene karşı bir alternatif geliştirebilecek mi?
Cannes’daki Spor Zirvesi’nde konuşulan konulardan biri de ekonomik açıdan zenginliğin kulüpleri nasıl etkileyeceğiydi. Bu durumda büyük kulüpler daha da büyürken, küçük kulüpler küçülecek. Kulüpler arasındaki uçurumun açılmasının nedeni de bu ekonomik faktörler. Bir Boluspor örneği vardı. Bazı futbolcular büyük takımlara transfer olamayınca Boluspor’da futbol oynarlardı. Böylece kendilerini göstermek isterlerdi. Günümüzde ise futbolcu tercihini en çok parayı veren kulüpten yana kullanıyor. Bu gelişim o tür kulüplerin de yok olmasına neden oldu. Büyük kulüplerin oyunculara para vermesi ve transfer etmesi küçük kulüplerin o oyuncuları kadrosunda tutamamasına neden oluyor. Böylece işin değeri artmış ve paraya dönüşmüş oluyor. Bu da sponsorların büyük kulüplere yönelmesine ve o küçük takımlara yatırım yapmamasına sebep oluyor. Bizim sıkıntımız da bu.
Alttan gelip zamanla bu büyüklük yakalanabilir ama zor. Dünyada görülen ve Türkiye’de de görüleceğini, düşündüğüm bir konu zengin iş adamlarının kulüpleri satın almaya başlaması. Bu da işin doğrusu. Madem şirketleşmeye gidiliyor. Kulüplerin şirketleşmesi halinde ruhunun kaybolup- kaybolmayacağını ve taraftarların göstereceği tepkiyi bilmiyorum ama gidişat onu gösteriyor. Dünya futbolunda tartışılan konulardan biri bu. Abramovich Chelsea’yi satın aldı, kulüp artık taraftarların değil, onun. Kulübün öz değerleri, duygular, tarih kayboluyor, geleceğine yönelik planlar farklı boyutlara taşınıyor. Para bu işin içine girdiyse ve bu iş için araç olarak kullanılıyorsa hâkimiyetini kabul etmek gerek. Bunu yaparken de futbolun özünü bozmamak lazım fakat bozulacak. Günümüz koşullarında küçük takımların büyük takımları yakalaması zor görüyorum. Bu durumun istisnası zengin bir iş adamının bir kulübü satın alması ve o kulübün çıtasını yükseltmesi olabilir. Ama süreklilik gösterirse bu belirttiğim olay gerçekleşebilir. Rakamlar ve ekonomi böyle olduğu sürece büyük kulüpler büyüklüklerini sürdürürken, büyümek isteyen küçük kulüpler el değiştirerek büyüyebilirler. Yoksa normal yoldan küçük bir kulübün büyümesi zor. Çünkü gelirler pastasından en çok yararlananlar bu büyük kulüpler. Türkiye’de de dört büyükler reklam, yayın, sponsor gelirlerinden en fazla payı kendileri alıyor. Bu kulüplerin arasında da şartlara göre bir bölünme var. Sportif başarı bu durumu kısmen etkiler fakat tek başına bir faktör değildir.

Türk teknik direktörlerin Türkiye’deki çalışma ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yabancı teknik adamlar ile karşılaştırıldığında onların önündeki engeller daha mı fazla?
Yönetim Anadolu takımlarından bir antrenörü takımın başına getiriyorsa onu değerli kılması lazım. Bakış açıları farklı olduğu için zorluklar yaşanıyor.
Ben Türk antrenörlerin Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş’ta en az yabancı teknik adamlar kadar başarılı olacağına inanıyorum. Fakat yönetim antrenörle yakın ilişki kuruyor. Yakın olduğu için kullanabiliyor. Bu durumlara izin vermemek gerek.
Bir de alınan futbolcuyu tartışmaya açmamak gerek. Futbolcuyu yönetici alıyor. Antrenör almadığı oyuncuyu sahiplendiğinde ise o futbolcu onun üstüne kalıyor. Belirli bir süre takım iyi gittiği zaman antrenöre bir şey denilmiyor. Takım kötü gitmeye başladığı zaman ise tartışılmaya başlanıyor.
Ayrıca genç veya yaşlı diye futbolcu ayrımı yapılmamalı. Cannavaro 32 yaşında milli takımda oynuyor. Finale çıkan Fransa’nın yaş ortalaması 29. İspanya genç takımdı ama ikinci turda elendi. Messi Barcelona’da genç oyuncu olduğu için değil takımda yer bulduğu için oynuyor. Bir takımda milli takım veya kulüp takımı olsun gençleştirme diye bir şey olmaz. Belirtilen yaş kriterlerinde bir oyuncu ancak on yılda kazanılır. Formsuz olması nedeniyle bir oyuncu oynatılmayabilir. Ama oyuncu yaşlı diye oynatılmaması söz konusu olmamalı. Bu söylemler ile konu dağıtılıyor.
 
Geri
Top