Osmanli devleti kurumlari

Suskun

V.I.P
V.I.P
OSMANLİ DEVLETİ KURUMLARİ

  • Osmanli Devleti Babiali
  • Osmanli Devleti Baltacilar
  • Osmanli Devleti Baruthane
  • Osmanli Devleti Beyler Beyi
  • Osmanli Devleti Carsamba Divani
  • Osmanli Devleti Cuma Divani
  • Osmanli Devleti Cerrahhane_i Amire
  • Osmanli Devleti Babiali


Babıali "yüce kapı" manasına gelmektedir. Osmanlılarda "kapı" kelimesinin yanısıra aynı anlama gelen Farsça "der" ve Arapça "bab" kelimeleri "padişah ve sadrazam sarayı, devlet ve hükümet dairesi" manasında kullanılmıştır. İslam ve Türk tarihinde birliğin ve kuvvetin temsilcisi olarak kabul edilen devletin ve hükümetin merkezleri yüksek ve yüce olarak bilinmiş, dolayısıyla buralara aynı manada olmak üzere Dergah, Bab-ı Saray, El-Bab-üs-Sultaniye, Bab-ı Hümayun, Bab-ı Ali, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiştir.

Osmanlılarda
Sadrazamlık makamı Osmanlı Devletinde bugünkü başbakanlık makamına benzer yapıdaki yönetim organına verilen isim. Sadrazam ya da Vezir-i Azam Osmanlı Devleti döneminde padişah adına devlet işlerini yöneten en yüksek derecedeki görevliye verilen isimdi.

İstanbul başkent oluncaya kadar devletin bütün işleri padişah saraylarında görülürdü.
İstanbul, Marmara Bölgesi'nde il ve Türkiye'nin en büyük kenti. Tarih boyunca çeşitli imparatorluklara başkentlik yapan, 133 milyar dolarlık yıllık üretimiyle Dünyada 34. sırada yer alır. Türkiye'nin kültür ve finans merkezidir. İstanbul, 41° K, 29° D koordinatlarında yer alır. Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı (Boğaziçi) boyunca, Haliç'i de çevreleyecek şekilde Türkiye'nin kuzeybatısında kurulmuştur.

Padişahın başkanlığında devletin ve halkın işlerine "divan" denilen bir mecliste bakılırdı. Divan Osmanlıların ilk kuruluşundan beri vardı.
Padişah: İslam devlet hükümdarlarına verilen en yaygın unvanlardan. Bu unvan daha ziyade çok geniş topraklara sahip hükümdarlar için, Osmanlı Devleti'nde ise, hükümdarın örfî sıfatlarını ifade eden başlıca tabir olarak kullanılmıştır.

Fatih Sultan Mehmed, çıkardığı Kanunname'yle bunu esaslara bağladı. Önceleri padişahlar divana başkanlık ederken bu görev sadrazamlara geçti. Ancak mühim kararlar alınacağı zaman yine padişahlar divana katılır ve başkanlık yaparlardı.
II. Mehmed veya sık kullanılan unvanıyla Fatih Sultan Mehmed, (Osmanlı Türkçesi: محمد الثانى Mehmed-i sānī, Lakabı el-Fatih (الفاتح) ) (d. 30 Mart 14321 – ö. 3 Mayıs 14812) 7. Osmanlı padişahıdır. Sultan Mehmed, Sultan II. Murad ve Hüma Hatun'un oğludur.
17. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.

Sadrazam başkanlığındaki teşkilata önceleri Vezir Kapısı, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş 18. yüzyılın sonlarında ise Babıali denilmeye başlanmıştır. Paşa Kapısı sadrazamın oturduğu yere göre İstanbul'un çeşitli semtlerine taşınmıştır. Genellikle Mahmudpaşa, Gedikpaşa, Atmeydanı, Yerebatan semtlerinde bulunmuştur. 17. asırdan itibaren Paşakapısı'nın Alayköşkü'nün karşısına taşınması ve istisnalar hariç sadrazamların burada oturmalarıyla Babıali olarak bilinen yer ortaya çıkmıştır. Bu mahalde ilk konağı, Sultan Birinci Ahmed'in sadrazamlarından Derviş Paşa yaptırmıştır. Sadrazam Halil Paşa da, Alayköşkü karşısında şimdiki Başbakanlık Arşivi binasının bulunduğu yerde bir saray inşa ettirmiştir. Bunu sonradan Sultan Dördüncü Mehmed tamir ettirip düzelttikten sonra, Sadrazam Derviş Mehmed Paşaya hediye etmişti. Sonra da Paşa Kapısı için burada karar kılınmıştı.

17. yüzyıl olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
1830'larda nezaretlerin kurulmasına kadar Babıali'nin çalışma düzeni kendine has bazı özellikler taşımaktadır. Bu dönemde sadrazamın yardımcısı sıfatıyla Babıali'de Sadaret Kethüdası, Reisülküttab ve Çavuşbaşıya bağlı üç büyük daire mevcuttu. Kethüdanın Babıali'deki dairesi Alay Köşkü karşısındaki büyük kapının üzerindeydi. Kethüda daha çok dahili işlerle uğraşırdı. Vilayetlere giden yazılar ve gelenlerin cevapları burada hazırlanır, incelenir, asılları gönderilir, suretleri ise defterlere kaydedilirdi. Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Kethüda Kalemine ait binlerce belge bulunmaktadır. Reisülküttab ise Sadaret Teşkilatındaki yazışmaları idare ederdi. Kendisine bağlı beylikçi, tahvil ve ruus kalemleri adıyla üç büro bulunmaktaydı. Suçluların yakalanması ve cezalandırılması gibi adli işleri ise Çavuşbaşı idare ederdi. Çavuşbaşı sadrazama verilen arzuhalleri ya bizzat kendisi inceler veya tezkirecilere inceletirdi. Sonra bunları ilgili mahkemelere havale ederdi. Çavuşbaşının emri altında 600'den fazla çavuş görev yapardı. Babıali'de üst düzeydeki bu üç görevliden sonra ikinci derecede büyük ve küçük tezkireciler, mektupçu, beylikçi, teşrifatçı ve kahya katibinin oluşturduğu altı müsteşar gelmekteydi. Daha sonra bu memur kadrosu Osmanlı bürokrasisini teşkil edecek tarzda genişletilmiştir.

Nitekim 1830'lardan sonra nezaretlerin kurulmaya başlanmasıyla Babıali yavaş yavaş yeni teşkilat ve çalışma dönemine girmiştir. Bilhassa 1838'de teşkil edilen Meclis-i Vala'yı Ahkam-ı Adliyye ile Dar-ı Şura-yı Babıali adlı iki meclis Babıali'nin gelişmesinde ve çalışmalarında önemli bir merhaleyi gerçekleştirmişlerdir. İdari, adli ve askeri sahada Dar-ı Şura'da alınan kararlar Meclis-i Valaya giderdi. Burada görüşülüp kabul edilenler ise sadrazam tasvibinden sonra padişahın tasdikiyle kesinlik kazanırdı. Tanzimatın ilanı ile bu iki meclis birleştirildi ve Babıali'deki yeni binasına taşındı. Çalışmalarına burada aralıksız devam eden yeni meclis, 1854'te Meclis-i Ali-yi Tanzimat ve Meclis-i Ahkam-ı Adliyye olarak tekrar ikiye ayrıldı. 1861'de yeniden birleştirildi ise de 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye adlarıyla yeniden ikiye ayrılarak son şeklini aldı. Şura-yı Devlet idari işlere, Divan-ı Ahkam-ı Adliyye ise yargı işlerine bakmaya başladı.

1847 yılından itibaren yayınlanmaya başlayan devlet salnamelerine göre Babıali heyeti adı altında sadaret Dairesi, Şura-yı Devlet, Dahiliye Nezareti, Hariciye Nezareti yer almaktadır.

Babıali'de memurlar sabahları gün doğumunda işe başlar, akşamdan bir saat önce işlerinden ayrılırlardı. Ne suretle olursa olsun, izinsiz iş yerlerinden ayrılmaları yasaktı. Babıali'yi en çok meşgul eden konular iç ve dış siyasi meselelerdi. 19. asırda merkez ve eyalet teşkilatında pekçok değişiklikler yapılmıştı. Bu düzenlemelerin yanında eyaletlerin ekonomik durumundan, etnik ve dini yapısından kaynaklanan pekçok problemleri mevcuttu. Babıali her konuda uzmanların raporlarına dayanarak çeşitli ıslahatlar yapardı. İhtilaflı yerlere uzun veya kısa vadeli müfettişler gönderilerek huzursuzluk hakkında bilgi alınır ve ona göre tavır konulurdu. Gayri müslim cemaatlerin meseleleri de Babıali'yi en çok meşgul eden meselelerden biri olmuştur. Diğer taraftan 18. asrın sonlarından itibaren diplomasinin öneminin artması ve Osmanlı Devletinin sık sık Batının ültimatomlarına maruz kalması dış meselelerin artmasına da yolaçmıştır. Bilhassa Fransa, İngiltere ve Rusya'nın Osmanlı Devletinin iç işlerine karışması Babıali'yi rahatsız etmiş ve çeşitli diplomatik yollarla cevap vermeye zorlamıştır. Bu tür yabancı müdahaleler Babıali'yi zaman zaman güç durumlara düşürmüş ise de devlet olmanın tecrübesinin artması ve onların dış siyasette olgunlaşması gibi neticelere de sebep olmuştur. Halkın davalarının dinlenmesi de Babıali'nin önemli işlerinden biridir. Tanzimat öncesi dönemde sadrazamın huzurunda huzur mürafaası adıyla bakılan davalar vardı. Babıali'de sadrazam divanında cuma günü Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, çarşamba günleri ise İstanbul kadısı halkın şikayetlerini dinlerdi. 1838'de ise Dahiliye Nezareti işlerinin başvekalete devredilmesi ve dolayısıyla muamelatın artması üzerine huzur mürafaaları Babıali'den Bab-ı Meşihata nakledilmiştir.

Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Han devirleri Babıali'nin devlet idaresinde tamamen nüfuz sahibi olduğu bir devreyi teşkil eder. Bu devreden sonra devlet idaresi padişahların eline geçmiş ve İkinci Meşrutiyete kadar bu idare tarzı devam etmiştir.

Osmanlı Devletinin yıkılması ile birlikte Babıali'nin bulunduğu bina Büyük MilletMeclisi Hükümetinin İstanbul Mümessilliğine tahsis edilmiş, sonra da bugün olduğu gibi İstanbul Valiliğine verilmiştir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P


baltacilarkogusu.jpg

* Osmanli Devleti Baltacilar


Osmanlı devlet teşkilatında, sarayların muhafız kıtalarına verilen isim.
“Teberdârân” ismi de verilen bu teşkilata devşirmelerden seçilen kimseler alınırdı. Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde baltacılar, Zülüflü Baltacılar (Topkapı Sarayı'ndaki Baltacılara mahsus isim), Eski Saray, Galata Sarayı İbrahimpaşa Sarayı ve Edirne Sarayı olmak üzere beş ocak halinde teşkilatlanmışlardı.
Sultan İkinci Murad Han zamanında kurulan bu teşkilata acemi oğlanların güçlü, kuvvetli ve iri cüsseli olanları alınırdı. Önceleri nakliye ve istihkam sınıfı olarak vazife görmüşler, Fatih Sultan Mehmed Han devrinde ise saray muhafazasına alınmışlardır.
Devşirme usulü devam ettiği müddetçe, acemi ocağından çıkmalar yapılırken, diğer ocaklarla beraber Baltacılar Ocağına da acemi oğlanı verilirdi. Burada yetiştikten sonra, ya hizmete devam ederler, ya kapıkulu süvarisi veya yeniçeri ocağına geçerlerdi. Diğerlerine göre daha imtiyazlı bir ocak olan Zülüflü Baltacıların çıkmaları, Sipahi ve Silahdar bölüklerine olurdu. Galata ve İbrahimpaşa Sarayı teşkilatları bozulduktan sonra (1675), Baltacılar; “Zülüflü” ve “Eski Saray Baltacıları” olmak üzere yeniden teşkilatlandırılmışlardır.
Zülüflü Baltacılar, Topkapı Sarayının orta kapısı dahilindeki koğuşlarında yatarlardı ve "çiniden yukarı yatan" ve "çiniden aşağı yatan"lar olmak üzere iki gruptu. Zülüflü Baltacıların mutat vazifelerinden biri, ayda bir kere Topkapı Sarayı Haremine odun taşımaktı. Enli ve yüksek yakalı dolama giydikleri ve başlıklarının yanlarında yünden zülüf sarkıttıkları için bunlara “Zülüflü Baltacı” ismi verilmiştir.
Zülüflü Baltacıların diğer vazifeleri arasında bayram ve cüluslarda padişahın tahtını Babüssaade’nin önüne getirmek, arkasında nöbet tutmak, padişahın haremiyle beraber sayfiyeye gidişinde eşyasını taşımak, her sene Sultanahmed Camiinde okunması adet olunan mevlid sırasında orada bulunanlara şerbet, gülsuyu ve buhur dağıtmak, harb esnasında da 30 Zülüflü Baltacının sancak-ı şerif altında Kur’an-ı kerim okuması sayılabilir. Ayrıca, padişah mutfağının aşçıbaşılığı ve yamaklığı vazifesini de yaparlardı. Darüssaade Ağası, Silahdar Ağası, Hazine Kethüdası, Seferler Kethüdası gibi Enderun amirlerinin hizmetinde de birkaç Zülüflü Baltacı bulunurdu.
Zülüflü Baltacıların amirlerine verilen isimler zaman içinde teşkilatta yapılan değişikliklerle farklı şekilde ortaya çıktı. En büyük zabiti Baltacılar Kethüdası idi. Bundan başka, ağa, kâtib, ser-oda kethüdası ve baltacılara ders okutan hoca vardı.
Zülüflü Baltacıların sekizi bıçaklı-eski baltacı olup, bunlar kıdemce yüksektiler ve sırma kuşak takarlardı. Bıçaklı-eskilerden sonra mülazimler gelirdi. Mülazimler bıçaklı-eskiliğe namzed demekti. Bütün baltacıların bellerinde siyah sahtiyandan enli kemer ve başlarında 30-33 cm yüksekliğinde tepesi yassı deve tüyü külah bulunur ve iç fesin kırmızı rengi iki parmak kadar görünürdü. Üzerlerine giydikleri dolamanın (kaput) rengi ise 18. asırda kırmızı, yeşilken sonradan lacivert olmuştur.
Zülüflü Baltacılar Ocağı, Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinde kaldırılmışsa da, Sultan Birinci Abdülhamid Han zamanında tekrar ihdas edilmiştir.
Eski Saray Baltacıları ise, İstanbul Üniversitesinin bulunduğu arazideki Eski Sarayın, Mercan Yokuşu tarafındaki kapısındaydı. Bunlar Bayezid Camiinde ders görürler, içlerinden kabiliyetli olanlar, Darüssaade Ağasının nezaretindeki Haremeyn evkafı yazıcılığıyla Darüssaade Ağasının hususi kâtipliğini yaparlardı. Buradan yetişip hacegân olan ve sadrazamlığa kadar yükselenler dahi olmuştur.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P

baruthane.jpg

* Osmanli Devleti Baruthane


Baruthane Osmanlı ordusunun ve donanmasının ihtiyacı olan barutun üretildiği yerlere verilen ad.
İlk baruthane, Sultan İkinci Bayezid devrinde İstanbul'da Atmeydanı'nda kuruldu. 17. yüzyılda İstanbul'un Ayasofya, Kâğıthane, Şehremini ve Unkapanı gibi birçok semtinde baruthaneler ve barut mahzenleri açıldı. İstanbul'un dışında Selanik, Gelibolu, İzmir, Konya, Trablusşam, Van, Belgrad ve Bağdat'ta da baruthaneler tesis edildi. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'da, Sivas ve Malatya yörelerinde güherçile kalhanelerinde basit usullerle barut üretildi.

Yeniçeriler, ateşli silahlar kullanmaya başlamadan önce, barut, yalnızca Cebeci Ocağı'nın ihtiyacı için kullanılıyordu. Cebeci Ocağından Serbaruti (Barutçubaşı), baruthane nazırlığı yapıyordu. Yeniçerilere tüfek verilmesinden sonra, Yeniçeri Ocağı'nda da Barutçubaşı idaresinde bir barutçu birliği kuruldu. On sekizinci yüzyıla kadar, tüfekotu veya fitilotu denen ve basit usullerle üretilen barutun iyileştirilmesi ve baruthanelerin modernleştirilmesi için Hollanda ve İngiltere'den uzmanlar getirtildi. Yapılan incelemeler ve hazırlıklar neticesinde, İstanbul'daki bütün eski tesisler kapatılarak, 18. yüzyılın ortasında Bakırköy'de Baruthane-i Âmire kuruldu. Gelibolu ve Selanik baruthaneleri de buraya bağlandı. Barut yapımı ve perdahı için, Cebeci Ocağında Özel bir uzmanlık sahası geliştirildi. Buradan yetişen barutçuların sayısı 300 civarındaydı. Kurumun idaresi, Baruthane-i Âmire Emîni denilen, yüksek rütbeli bir kimse tarafından yürütülüyordu. Hesap işleri de Muhasebe-i evvele (Baş Muhasebe) bağlı, Baruthane-i Âmire hazinesince yürütülüyordu.

Askerî sahada köklü yenilikler yapmayı tasarlayan Sultan Üçüncü Selim Han, baruthanelerin ıslahını ikinci defa ele aldı. Onun zamanında baruthaneler, tek idare altında birleştirilerek Baruthaneler Nazırlığı kuruldu. Avrupa'dan gelen uzmanlar aracılığıyla, Bakırköy Baruthanesi bir defa daha modernleştirildi. Küçükçekmece'nin Azadlı köyünde Azadlı Baruthanesi adıyla, eski güç kaynakları yerine su gücüyle işleyen yeni bir tesis kuruldu. Gelibolu ve Selanik baruthaneleri kapatıldı. Baruthaneler, on dokuzuncu yüzyılın başında döner sermayeli ve yarı özerk bir kurum niteliği kazanarak, 1826'da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra, Tophane Nezaretine bağlandı.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P


beylerbeyi.jpg

* Osmanli Devleti Beyler Beyi
Beylerbeyi Osmanlı devlet teşkilatında eyayet idaresinden mesul askeri ve mülki yetkiler taşıyan en yüksek görevli.

14. yüzyıl boyunca beylerbeyi, Osmanlı Devletinde taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış beylerin topluca amiri durumundaydı. Dolayısıyla belli bir bölge ile doğrudan doğruya münasebeti yoktu.

I. Murad zamanında Lala Şahin Paşa Rumeli Beylerbeyi olarak tayin edildi. Edirne ise, beylerbeyliğin ilk merkezi yani Paşa sancağı oldu. Daha sonra bu beylerbeyliğe ilave olarak 1393’te Anadolu, 1413’te ise Rum (Amasya, Tokat, Sivas) ve daha sonra Karaman beylerbeylikleri kuruldu.

Osmanlı Devletine geniş yeni toprakların ve ülkelerin katılmasına kadar yeni devletin ilk iki yüz yıllık gelişmesinde bu dört beylerbeyliğin önemi çok büyük oldu. On beşinci yüzyıl beylerbeyi beratlarına göre bunların görevleri şu şekildedir: Eyaletindeki bütün devlet işlerinde sultanın temsilcisi olarak beylerbeyi, divanında askeri zümresine dair çeşitli meseleleri halletmek. Bölgesinde emniyeti sağlamak. Timarlıların atanma ve terakkileri ile belli bir miktara kadar timar tevcih işlemlerini yürütmek. Beylerbeylerinin bu genel otoritelerine karşı bölgelerinde bir sancağın kendilerine ayrılmış olması dolayısıyla normal idarede bunlar da birer sancak beyi sayılabilirler. Ayrıca bölgelerindeki sancak beylerinin tayinlerinin doğrudan doğruya merkezden yapılması ve sancak beylerinin idarede ve seferlerde yine sultanın emriyle ayrı olarak görevlendirilebilmeleri beylerbeylerinin otoritelerini sınırlandırmaktadır.

On yedinci yüzyılda ise sancakbeyi tayinlerinde beylerbeyilerin (eyalet valilerinin) daha fazla sözü geçmeye ve bazı tayinler bunların tavsiyesiyle yapılmaya başlandı. Ancak geçen süre zarfında beylerbeyilerin sayıları da arttığından eski kıymet ve itibarları kalmadı. Eyaletlerin kaldırılması ile, vilayetlerin teşekkülü ve buralara valilerin tayin edilmesi ile beylerbeylik bir ünvandan ibaret kaldı.

Klasik devirde Osmanlı Devletindeki beylerbeylikler şunlardır: Rumeli, Cezayir, Budin, Temaşvar, Anadolu, Karaman, Eyalet-i Rum, Haleb, Şam, Mısır, Yemen, Habeş, Diyarbakır, Rakka, Bağdat, Basra ve Lahza, Van, Dulkadriye, Erzurum, Kıbrıs, Cezayir-i Garb, Kefe, Tiflis, Kars, Trablus-ı Mağrib, Pelengan, Revan, Şemahi, Bosna, Kanije, Eğri, Özü, Adana, Trabzon ve Çıldır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P

carsamba_divani.jpg

*Osmanli Devleti Carsamba Divani

Çarşamba Dîvânı Osmanlı Devletinde her çarşamba günü İstanbul’un meselelerini görüşmek üzere sadrâzamın başkanlığında toplanan dîvân. Çarşamba Dîvânı’na İstanbul ve bilâd-ı selâse (üç belde: Eyüp, Galata, Üsküdar) kadıları katılırdı. Dîvân-ı Hümâyûn çavuşları ve tezkireciler de Dîvân’da vazîfeliydiler. Kâdıların Dîvânhâne’ye gelmelerinden sonra sadrâzam da selîmî kavuk ve erkân kürküyle Dîvânhâne’ye çıkardı. Bu sırada Mehterhâne’nin nevbet çalması âdettendi.
Çarşamba Dîvânı’nda İstanbul halkının değişik konulardaki şikâyetleri yanında, İstanbul’un iâşe, âsâyiş, temizlik, su, ulaşım ve yangın gibi meseleleri görüşülür ve karâra bağlanırdı. Alınan kararlar sadrâzamın mührüyle onaylandıktan sonra, ilgili yerlere havâle edilirdi. Çarşamba Dîvânı, 19. yüzyılın ortalarında Bâbıâlî’de yapılan reformlar sırasında kaldırılmıştır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
osmanli_cuma_divani.jpg


*Osmanli Devleti Cuma Divani
Cuma Divanı (Dîvânı) Osmanlı Devletinde, Cuma günleri olmak üzere, sadrazamın başkanlığında kurulan dîvân. “Huzur Mürâfaası” da denir.


Fatih Kanunnamesi’ne göre, şer’î ve örfî davalara, padişahın mutlak vekili olan sadrazamın huzurunda bakılır ve bu tür davalar, bu dîvânda karara bağlanırdı.

Cuma günleri sabah namazından sonra, kazaskerler, “örf” denilen büyük kavuklarını giyerek veziriâzamın sarayına, yani Paşa Kapısına gelirler ve Dîvânhâne'de yerlerini alırlardı. Dîvânda, sadrazamın sağında Rumeli, solunda da Anadolu kazaskeri otururdu. Yine sadrazamın solunda, ayakta olarak, büyük tezkireci, çavuşbaşı, çavuşlar kâtibi ve diğer dîvân çavuşları ve bunların alt tarafında muhzır ağa ile bostancılar odabaşısı, kethüdâ yerleri, cebeci ve topcu çavuşları dururlardı. Diğer taraftan muhzır ağanın maiyeti olan muhafız yeniçeriler de, Dîvânhâne merdiveninin aşağısında yer alarak, verilecek emri beklerlerdi.

Dîvânda, davanın görülmesi, davacı ile davalının yüzleştirilmesi ve dinlenmesi biçiminde olurdu. Dava, tek celsede karara bağlanırdı. Bir müddet görüşmelerden sonra, kazaskerlere yemek verilirdi. Eğer dîvânda müşkül ve tetkike muhtaç dava olup, tehiri gerekmişse, yemekten sonra iyice gözden geçirilir ve sonra kazaskerler evlerine giderlerdi.

Cuma Dîvânı, Topkapı Sarayındaki Kubbealtı’nda, bazen de Arz Odası'nda toplanırdı. 18. yüzyıldan sonra, Cuma dîvânlarına İstanbul kadısı da iştirak etmeye başlamıştır. Ancak, yine bu yüzyıldan itibaren sadrazamlar, işlerinin yoğunluğundan, genel olarak Cuma dîvânlarına katılamamışlardır. Bu itibarla, bu yüzyıldan sonra sadrazamın başkanlığında toplanan dîvânlara, “Huzûr Mürâfaası” denilmiştir.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
cerrahhane.jpg


*Osmanli Devleti Cerrahhane_i Amire
Cerrahhane-i Amire Osmanlı Devletinde, orduda vazîfelendirilmek üzere, cerrah yetiştiren müessese.


Sultan İkinci Mahmud devrinde, Behced Efendinin hekimbaşılığı zamanında, 1832 yılında açıldı. İstanbul Şehzadebaşı’ndaki binanın alt katı Cerrahhâne'ye, üst katı ise yine aynı tarihte faaliyete başlayan Tıbhâne-i Âmire'ye ayrılmıştı. Öğrenim süresi üç yıl olan Cerrahhâne mektebinde, dönemin en ünlü hocaları ders veriyordu. Öğrenci sayısı artıp, bina ihtiyaca cevap veremeyince, okul, Topkapı Sarayı ek binalarından Hastalar Odası'na taşındı. Yatılı hâle getirilen okulda, öğrenim süresi beş yıla çıkarıldı. 1839’da Tıbhâne-i Âmire ile Cerrahhâne-i Âmire birleştirilerek, Mekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne adını aldı. Talebeler, cerrah, tabip ve eczacı olmak üzere üç sınıfa ayrıldı. Ancak, daha sonraları cerrahinin bir ihtisas dalı olarak benimsenmesi üzerine, cerrahî sınıfında öğrenci kalmadı.
 
Top