Halk Kültürü

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Halkbilimin çalışma konusu olan, halk kültürü kavramı; köy ve kent monografileri, halk mimarisi, halk ekonomisi, beslenme kültürü, geleneksel halk sanatları, giyim-kuşam süslenme, halk sağaltıcılığı (halk hekimliği, halk veterinerliği), halk botaniği, halk takvimi ve meteorolojisi, halk hukuku, geleneksel kurumlar, günlük yaşam, hayatın dönüm noktaları (doğum, çocukluk çağı uygulamaları, sünnet, askerlik, evlenme, ölüm vb.), bayramlar, kutlamalar, özel günler, inanışlar, halk edebiyatı, halk tiyatrosu, halk müziği ve müzik aletleri, halk oyunları, çocuk oyunları ve oyuncakları, halk eğlenceleri, halk sporları, halk matematiği, halk etimolojisi gibi maddi ve manevi alanlardaki kültür ürünlerinin bütününü kapsar.


•Gelenek, Görenek ve İnançlar

•Bayramlar-Törenler-Kutlamalar

•Halk Müziği

•Halk Oyunları

•Çocuk Oyunları ve Oyuncakları

•Halk Sporları

•Geleneksel Türk Tiyatrosu

•Geleneksel El Sanatları

•Geleneksel Giyim-Kuşam-Süslenme

•Halk Resmi

•Halk Mimarisi ve Yapı Ustalığı

Endüstri Öncesi Dönemin (Tarım Çağı) kendisine has şartları içerisinde yaratılan ve 19. yüzyılda meydana gelen Endüstri Devrimiyle birlikte yok olmaya başlayan halk mimarisi; yaratıldığı çağın ve çevrenin sunduğu teknik, malzeme ve bilgi birikimi ile halkın ihtiyaçlarına göre şekillenip biçimlenen; yaratıcısı olan toplumun yaşam tarzını, toplumsal ilişkilerini, üretim ve tüketim biçimlerini, inanış ve geleneklerini en yalın biçimde ortaya koyan kültürel bir olgudur.

•Geleneksel Türk Mutfağı

•Halk Edebiyatı
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
•Doğum

•Çocukluk Çağı

•Sünnet

•Askerlik

•Evlenme

•Ölüm



Doğum

Geleneksel Kültürümüzde Doğumun ve Çocuğun En Önemli Sembollerinden; “Tahta Beşik”

Hayatın temel geçiş dönemlerinden ilki olan doğum, dünyanın her yerinde olduğu gibi Anadolu’da da mutlu bir olay olarak kabul edilmiştir. Dünyaya gelen her çocuk sadece anne babayı değil, aynı zamanda akrabaları, komşuları ve tüm topluluğu sevindirmektedir.

Doğum; ailedeki birey sayısının, gücün ve dayanışmanın artması bakımından önem taşımaktadır. Özellikle küçük topluluklarda ve grup dayanışmasının baskın olduğu geleneksel çevrelerde aileler nüfuslarının çokluğu oranında kendilerini güçlü ve dayanıklı hissetmektedirler. “Çocuk ailede ocağı tüttürür” sözü geleneksel kültürde toplumun bu konudaki değer yargısını ve aileye bakış açısını ortaya koymaktadır.


Diğer bir boyutuyla incelendiğinde ise doğum, kadının saygınlığını artırdığı gibi, onun aile, akraba ve grup içerisindeki yerini de sağlamlaştırmaktadır. Baba ise evlat sahibi olarak geleceğe güvenle bakmakta, aynı zamanda da akrabaları ve yakınları arasında saygınlık kazanmaktadır.

Doğum ve hazırlık aşamalarına birtakım geçiş törenleri eşlik etmektedir. Üç önemli geçiş aşamasından biri olan doğum olayı, birçok adet, töre, tören, ayin, dinsel ve büyüsel uygulamalarla kutlanmaktadır. Bu uygulamalar bağlı bulundukları kültürlerin beklentilerine ve kalıplarına göre şekillenirler. Doğum çevresinde yapılan uygulamalar, kişinin bu “geçiş” dönemindeki yeni durumunu belirlemek, kutsamak, kutlamak, aynı zamanda da kişiyi bu sırada yoğunlaştığına inanılan tehlikelerden ve olası zararlı etkilerden korumak amacına yöneliktir.

Anadolu’da doğumla ilgili uygulamalar; doğum öncesi, doğum sırası ve doğum sonrası aşamaları olmak üzere üç bölümden oluşur.


Çocukluk Çağı

Doğumdan sonra çocuğun gelişimini izleyen onun anneyle babayla ve ailenin öteki üyeleriyle ve toplumsal çevresiyle ilişkilerini düzenleyen bir dizi inanç, kural, adet, tören ve uygulamalar vardır.

Çocuğun korunması, büyütülmesi, giderek bağlı bulunduğu grubun ya da kültürel ortamın benimsediği belli kalıplara, değer yargılarına kısaca modele uyması için birçok aşamadan geçmesi gerekmektedir. Bu işlem ve pratikler, töre ve törenler önem ve sıralarına göre kimi zaman katı kimi zaman da esnek biçimde uygulanmaktadır.

Ad Verme:

Bunların ilki çocuğa ad konulmasıdır. Ad: bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, bildirmeye yarayan sözdür. Bir insanın mutlaka bir adı olmalıdır. Adsız herhangi bir şey, bir olay, bir durum çevrede tedirginlik yaratmaktadır.

Geleneksel kesimde çocuğa ad konması genellikle dinsel nitelikli bir törenle olmaktadır. Giderek etki gücünü yitirmekle beraber dinsel niteliğin yine de çoğu yerde etkinliğini sürdürdüğü görülmektedir.
Çocuğa ad koyma, sıradan bir iş olmadığı için bu iş küçük çapta da olsa kutlanarak ve kutsanarak yerine getirilmektedir. Daha önce belirlenmiş olan “ad”, ad koyma amacıyla düzenlenen toplantı sırasında çocuğa verilmektedir. Bu amaçla çağrılan din görevlisi veya dinselliğiyle tanınan saygın bir kişi ezan okumakta ve çocuğun kulağına üç kere adını söylemektedir. Ad, hoca yoksa çocuğun babası ve dedesi tarafından da aynı uygulamalar yapılarak konulmaktadır.
Halk arasındaçocuğa göbek adı koyma uygulamasına rastlanmaktadır. Çocuğun göbeği kesilirken konan ada “göbek adı” denmektedir. Göbek adı konulması; kişinin kabirde ve öte dünyada göbek adıyla çağrılacağı, tövbe - talkın verilirken göbek adıyla çağrılacağı yönündeki inançlara dayandırılmaktadır.
Kişinin asıl adının dışında özellikle yakınları ve bağlı bulunduğu grubun üyeleri tarafından çocuğa “Takma ad” ya da “lakap” konulabilmektedir. Bu uygulama daha çok geleneksel kesimlerde ve köylerde görülmektedir.


Süt Verme

Modern tıp ve geleneksel kültür çocuğun en sağlıklı beslenme biçiminin anne sütüyle beslenme olduğu konusunda birleşmektedir. Geleneksel kültürde çocuğa ilk süt, üç ezan beklendikten sonra verilmektedir.

Bu uygulamayla çocuğun ileriki yaşamında sabırlı olacağına inanılmaktadır. Kadının ilk sütüne “ağız” denmektedir. Ağız sütünü çocuk emmektedir. Ağız emmeyen çocuğun ileriki yaşamında zayıf ve güçsüz olacağına inanılmaktadır.

Diş Hediği
Çocuğun biyolojik gelişiminin en önemli belirtilerinden birisi olan diş çıkarma genellikle bir törenle kutlanmaktadır. Eğlence biçiminde gerçekleştirilen bu tören yiyeceği kutsama, çocuğun rızkını artırma, bereketi çoğaltma gibi motiflere dayanır.

Bu törende çocuğun dişlerinin sağlam ve düzgün olmasına yönelik de bir dizi geleneksel uygulama ve pratiklere de başvurulmaktadır. Değişik bölgelerde değişik adlarla anılan bu tören ve eğlencenin halk arasındaki en yaygın adı “diş hediği”dir. Bazı bölgelerde “diş aşı”,“diş bulguru”,“diş buğdayı” olarak da tanımlanmaktadır.

Çocuğun Yürümesi

Çocukluk çağının biyolojik aşamalarından çocuğun yürümesi ile ilgili olan dönemdir. Geçmişte, normal zamanında yürümeyen, yürümesi geciken ya da yürürken sürekli olarak düşen çocuklar için birtakım uygulamalara başvurulmaktaydı. Çocuğun topuklarına yumurta sürmek, çocuğu ceviz yaprağı ve tuz atılmış suda yıkamak ve çocuğu çeşitli ziyaretlere götürmek gibi uygulamalar gelenekte var olduğu saptanan uygulamalardır.

Çocuğun Tırnağının Kesilmesi

Anadolu’da çocuğun tırnaklarının ilk olarak kesilmesiyle ilgili olarak yapılan uygulama ve pratikler de bulunmaktadır. Örneğin, çocuğun ilk tırnakları kesildikten sonra elinin içinde paralar bulunan bir torbaya sokturulduğu tespit edilmiştir. Çocuğun torbadan aldığı para, erkekse büyüdüğü zaman kuracağı işin sermayesine, kız ise çeyizine kullanılacak ilk para olarak saklanmaktadır.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Sünnet

Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel törenlerin en önemlisi sünnettir. Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir. Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez.
Bu konudaki geleneksel kültür ve toplumsal beklentilerin ağırlığı oldukça güçlüdür.

Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar. Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere karşı kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır. Erkek çocukların sünnet edilmesi geleneği yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de sürmektedir.

Sünnet Çocuğunun Yaşı ve Sünnet Zamanı

Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur. Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler.

Ancak son zamanlarda büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını ilkokula başlamadan önce hastanede sünnet ettirmektedirler.

Sünnet toplumsal yapı içerisinde birçok işlevi üstlenmenin yanı sıra; görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür. Anadolu’da çocuğun bakımı, sünneti, evlendirilmesi anne babaların en temel görevleridir.

Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar. Kimi grupların, yerel yönetimlerin ve yardım derneklerinin çok sayıda çocuğu toplu sünnet edilmesi törenleri yaptığı sıklıkla görülmektedir.

Sünnet zamanı ve mevsimi olarak ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir: Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir. Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri yapılmaktaydı.



Tören ya da Düğün Hazırlığı

Aile, çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar. Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir. Bu duyuru, okuyucu-elçi göndererek veya davetiye bastırıp dağıtmak üzere iki biçimde yapılmaktadır. Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.



Çocuğun Hazırlanması

Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna sahip olmaktadır. Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.

Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Çocuklara özel olarak hazırlanan süslü sünnet kıyafetler, “Maşallah” işlemeli bir başlık takılması, çeşitli takılar takılması geleneğin en yaygın giyim öğelerini oluşturmaktadır. Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlarına çevre ve yağlık asılmakta, şapkalarının arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.
Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata, arabaya, otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği, bu gezintiyle halka duyurulmaktadır.



Sünnet İşlemi ve Sünnetçi

Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir. Geleneksel sünnet işleminde; çocuğun yanında aile ve akrabaları bulunur, grup ortamında çocuğun korku ve heyecanını yatıştırmak için yüreklendirici ve erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir.
Kesme işleminden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte, işlem bitiminde “oldu da bitti maşallah” şeklindeki çok bilinen tekerleme de söylenmektedir. Günümüzde kesme işlemi öncesi ve sonrası törensel uygulamalar varlığını sürdürmekle beraber, kesme işlemi evde veya sağlık kurumlarında doktorlar tarafından yapılmaktadır.

Geçmişte sünnetçiler genellikle mahalle aralarında dolaşarak çağrılan evlere giderler ve sünnet işlemini gerçekleştirirlerdi. Günümüzde ise bu işi doktorlar ve sağlık personeli yapmaktadır.

Hediye - Armağan

Tören karakteri taşıyan bu önemli geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, oyuncak, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.



Kirvelik

Kirvelik; yörelere göre "kirve","kivra","kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır. Kirvelik, kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir. Kirve, sünnet töreni süresince çocuğun yanında bulunur, ona yardım eder ve törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunur.

Kirvelik kurumu aracılığıyla aileler hısımlık ve kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar. Kirvelik, daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan bir gelenektir. Kirvelik kurumu, genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.



Kirvelik;

- Var olan ilişkileri pekiştirmesi

- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi

- Sosyal sigorta mekanizması görmesi

- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi

- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.

Kirvelik yoluyla kurulan ilişki hayat boyu devam eder. Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır. Bu yasak, kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
ASKERLİK

Toplumumuzda gelenekselleşmiş köklü bir geçmişe sahip olan askerlik kutsal bir görev olarak değerlendirilir. Asker olmak onurlu ve erdemli bir insan olmayla özdeşleştirilir. Toplumda bu denli önem verilen bu görevin başlangıcında ve bitişinde diğer geçiş dönemlerinde olduğu gibi çeşitli törenler yapılmaktadır. Askere uğurlama ve karşılama törenleri bölgesel farklılıklar göstermektedir.

Yurdumuzun her yöresinde yaygın olarak yapılan uygulamalardan biri, pusulası (askere çağrı mektubu) gelen gençlerin akrabaları ve arkadaşları tarafından sırayla yemeğe davet edilmesidir. Bu yemek yalnızca asker adayına verildiği gibi, ailesiyle birlikte ağırlandığı da olmaktadır. Yemek sırası ve sonrasında eğlenceler yapılması da yaygın bir uygulamadır. Kars'ta askere gidecek kişi köy ve şehirdeki akrabalarını ziyaret edip,"Allahaısmarladık" demekte; bu ziyaretler sırasında kendisine harçlık ve yolluk olarak hazırlanan çöreklerden verilmektedir.

Silifke’nin Kırtıl Köyü’nde ise askere gidileceği günün akşamı, askere gidecek olanlar, kız ve erkek arkadaşlarını eve davet eder, geç saatlere kadar eğlenilir, mengi oynanır. Askerlerin ceplerine uğur parası denilen harçlıklar konulur. Ankara -Kızılcahamam -Verimli Köyü’nde yaşlı erkekler ve kadınlar "uğur parası" adı verilen parayı verirken "benim için nöbet tut, buna karşılık" diyerek gencin gönlünü almaktadırlar.

Seydişehir'de uğurlama töreninde kadınlar hazırladıkları çöreği üçe bölerler. Bir parçası kurda kuşa yem olsun diye suya atılır. Bir parçası delikanlının gömleğine sarılarak sandıkta saklanır. Bir parçası da yemesi için delikanlının yolluğuna konur. Her izine geldiğinde gömleğe sarılı parçadan bir bölümü koparılarak gence yedirilir. Asker uğurlamasından sonra kadınlar bir pınarın başında toplanarak yemek yerler. Yemek yerken tahta kaşık kullanılmaz, tahta kaşık kullanılırsa delikanlıların askerde çok dayak yiyeceğine inanılır.

Eskişehir -Seyitgazi -Şükranlı Köyü’nde askere gidecek genç nişanlı ise nişanlı evinin odununu gitmeden önce zorluklara alışsın diye asker adayına kestirirler. Yaşamının bir bölümü ile ilgili bu denli zengin uğurlama törenlerinin yanında, karşılama törenleri de zengin uygulamalara sahne olmaktadır.

Silifke’nin -Kırtıl Köyü’nde asker terhis olduktan sonra kına alıp getirir. Köye geldiği günün akşamı kendisine hoş geldine gelenlere hazırlanan kınadan yakılır."Asker kınası" adı verilen bu kınanın yakılması uğurlu sayılır.

Askerlikle ilgili konulardan birisini de askerde yoğun özlem ve hasret duygularıyla yazılan asker mektupları oluşturur. Asker mektupları genellikle selamla başlayıp, durum anlatıldıktan sonra bir mani ile biter.

Mektuplarda bütün akraba ve tanıdıklara selam söylenir. İletişim araçlarının yaygın olmadığı dönemlerde tek iletişim yolu olan mektuplarda, evli olan askerin baba evinde olan eşine duygularını açıkça ifade edememesi, mektubun başka kişilerce de okunacağı düşüncesi ile kimi zaman şifre içerikli maniler yazdığı da görülür.

Yürü mektubum yürü

Haberini al da gel

Bir iken iki olduk

Üç olduk mu sor da gel

Manide de görüldüğü gibi çocuğun olup olmadığı üstü kapalı olarak sorulur. Durum bildiren bu tür mektuplar dışında bir de mizahi asker mektupları vardır ki, bu tür mektuplar daha çok arkadaşlar arasında yazılmaktadır. Askerliğin bitip eve dönülmesinde de büyük bir coşku yaşanır, eğlenceler düzenlenir. Akrabaları ve arkadaşları 10-15 gün ziyaretine gider ve bu sürede asker evde misafir gibi ağırlanıp iş yaptırılmaz. Bazı yörelerde bu ziyaretler sırasında gence hediyeler verildiği de olur.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Evlenme

Yaşamın temel dönüm noktalarından biri olan evlenme, hem kadın ve erkeğin yaşamını birleştirmesi açısından bireysel; hem de aile ve akrabalık bağlarının kurulması açısından toplumsal bir olgudur.

Özellikle küçük köy topluluklarında düğün, köyün tamamını içine alan bir faaliyet olması nedeniyle bir topluluk kutlaması niteliği kazanır. Evlilik aşamalarında yapılan törenlerin bazıları yeme-içme, eğlence havası içinde geçerken, bazıları “ağıt” görünümündedir. Evliliğin tümünü içine alan töre ve törenlerin sergilendiği aşamalar şöyle sıralanabilir:


Düğün Öncesi

Görücülük, dünürcülük, kız isteme

Söz kesme

Şerbet

Nişan

Düğün okuntusu

Çeyizin gitmesi ve sergilenmesi

Gelin hamamı

Düğün

Kına gecesi

Kız kınası

Oğlan kınası

Gelin alma

Nikah
Gerdek
Gerdek ertesi



Düğün Sonrası

Evlilik kararının verilmesinden sonra yapılacak ilk iş damat adayı için eş seçimidir. Özellikle geleneksel kesimde eş seçimi öncelikle erkeğin anne-babasının öncülüğünde yapılırdı. Son zamanlarda bu durumun değişmiş olduğu görülmektedir. Gençler ya doğrudan kendileri tanımak suretiyle evleneceği kişileri seçmekte ya da hep birlikte karar verilerek uygun eş seçilmektedir. Görücü usulü olarak literatüre geçmiş olan evlilik türünde önce erkeğin annesi ve aileye yakın kadınlar kız tarafına giderek kızı görürler. Kız beğenildikten sonra damada gösterilir, o da beğenirse kızın istenmesine karar verilir.

Kız evine gidilerek kızın babasından istenmesine dünürlük, dünürlüğe gitme, elçiliğe gitme gibi isimler verilir. Ailenin ileri gelen kadınları ve erkekleri daha önce belirlenmiş olan hayırlı bir günde (genellikle Perşembe ve Pazar günleri uğurlu gün sayılır) kızı “Allah’ın emri peygamberin kavliyle” ailesinden istemek üzere giderler.

Geleneksel kültürde kız evinin “naz evi” olması nedeniyle ilk istemede olumlu cevap verilmez. Birkaç defa daha kız istendikten sonra, kız evi yeterince düşündükten sonra olumlu cevabı oğlan tarafına bildirir.

Bu karar verildiğinde söz kesilmiş olur. Tarafların isteğine göre bazen aynı gün gelin ve damada nişan yüzükleri de takılır; bazen de ayrıca düzenlenecek nişan töreninde bu işlem gerçekleştirilir. Söz kesildikten yaygın bir gelenek olarak arada tatlılığı sağlamak amacıyla şerbet içilir. Şerbetin içilmesi artık kızın kesin verildiği ve evlilik kararının kesinleştiği anlamına gelir. Ayrıca söz kesme sırasında aileler nişan ve düğün tarihleri, alınacak eşyalara ilişkin konuşmalar da yaparlar.

Her iki taraf da hazırlıklarını tamamladıktan sonra kız evinde daha çok kadınların katılımıyla nişan töreni yapılır. Erkek tarafı gelin için alınan takıları takar ve diğer hediyeleri verir; karşılığında kız tarafı da hediyeler verir.

Nişan töreni isteğe bağlı olarak yemekli de olabilir. Eğlencelerle bu mutlu olay aynı zamanda kutlanmış olur. Nişan, hem evliliğe atılan bir adım, hem de her iki taraf için bir tanışma ve uyum, düğün için kararlaştırılan sürenin başlangıcı anlamlarına gelmektedir. Eğer taraflar arasında herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa nişan bozulabilir. Ancak bu, hiçbir zaman tercih edilen bir durum değildir.

Bundan sonra düğün aşaması gelmektedir. Öncelikle çevredeki insanların düğüne çağrılması gerekir. Düğüne çağrı aşamasında son zamanlarda daha az uygulanan bir gelenek de köyde bulunan kişilere “okuntu” dağıtmaktır.

Okuntuya, bir anlamda düğün davetiyesidir demek mümkündür. Bunun için uygun bir kişi görevlendirilir ve bu kişi çevreyi dolaşarak okuntuyu dağıtır. Okuntu, daha önceden hazırlanmış bir parça kumaş, bir mendil, bir yazma gibi hediyeler olabileceği gibi, şeker, börek gibi yiyecek türünden şeyler de olabilir. Bunlar düğün okuntusu olarak dağıtılırken misafirler düğüne davet edilmiş olur.

Geçmişte, Anadolu’da düğünler genellikle üç gün sürmekteydi. Günümüzde ise hafta sonları olan iki günlük düğünler hem ekonomik hem de sosyal açıdan tercih edilmektedir. Evlenme olayının temelini teşkil eden düğün iki ana bölümden oluşmaktadır: Kına gecesi ve gelin alma.

Düğünden bir gün önce kız evinde ve oğlan evinde yapılan törene kına gecesi denir. Kına gecesi her iki tarafta da yapılabilir, ama yoğun olarak ve daha detaylı bir biçimde kız evinde kadınlar arasında yapılır.

Kına gecesinin yapılacağı gün erken bir saatte erkek evinin çatısına bayrak asılır. Bayrak, özel olarak seçilen bayraktar tarafından, kalabalık grubun da eşliğiyle eğlencelerle toplu olarak asılır. Bazı yerlerde bu eğlence sırasında “bayrak ekmeği” denilen yemek orada bulunanlara ikram edilir. Bayrağın asılması düğünün başladığının resmen ilan edilmesi demektir.

Kına gecesinin olduğu gün ya da birkaç gün öncesinde gelinin çeyizleri kız evinden alınır, oğlan evine getirilerek gelinin odası hazırlanır. Gelinin çeyizleri bazen düğünden birkaç gün önce kız evinde, bazen de düğün ve sonrasında oğlan evinde sergilenerek misafirlere gösterilir.

Çeyiz kız evinden alınırken bir kişinin sandığın üstüne oturarak bahşiş istemesi oldukça yaygın olarak rastlanan geleneklerdendir. Kına gecesinin olduğu gün aynı zamanda günün erken bir saatinde erkek tarafından bir grup kadın, o gece yakılacak kınayı, gelinin giysilerini ve misafirlere ikram edilecek yiyecekleri eğlencelerle kız evine götürürler.
Kına gecesinde kız evinde toplanan kadınlar bir süre eğlendikten sonra, acıklı türküler söyleyerek gelini ağlatmaya çalışırlar. Daha önceden suyla yoğrulan kına bir tepsi içerisinde etrafına mumlar dizili şekilde ortaya getirilir. Bazı yerlerde önce geline kına yakıldıktan sonra misafirlere de kına dağıtılır; bazı yerlerde de o sırada orada bulunanlara kına dağıtıldıktan, herkes gittikten sonra geline kına yakılır. İsteğe bağlı olarak gelinin ellerine, ayaklarına ve saçına da kına yakıldığı olur.

Genellikle kınanın yoğrulması, dağıtımı ve geline kına yakılması işlerinde “başı bütün” olarak adlandırılan, mutlu evlilik sürdüren bir kadının görevlendirilmesine dikkat edilir. Gelinin kınası genellikle yengeler tarafından yakılır. Kına yakılmadan önce gelinin avuç içine bozuk para ya da altın konur.

Kına gecesinin ertesi günü hem gelin alma günü hem de esas düğün günüdür. Her iki tarafta da konuklara yemek ikram edilir, genellikle davul-zurna eşliğinde eğlenceler yapılır. Gelin alma günü erken saatlerde oğlan evinde damat tıraşı, güvey giydirme gibi adlar alan törenler yapılır. Kız evinde de gelinin hazırlanması söz konusudur.

Bunun için köylerde her zaman bütün düğünlerde görev alan, genellikle düğün yemeğini de hazırlayan aşçı kadınlar görevlendirilir. O gün oğlan tarafından konuklar toplanarak kız evine gelin almaya gelirler. Gelin evden çıkarken erkek kardeşi ya da amcası tarafından beline gayret kemeri de denen kırmızı kuşak bağlanır.

Gelin ailesiyle vedalaştıktan sonra hayır dualarla, bazen ilahilerle bazen de davul-zurna eşliğinde eğlencelerle evden çıkarılır. Gelin baba evinden çıkarken olsun oğlan evinin kapısından girerken olsun evliliğin yolunda gitmesi, çiftin mutlu olmasını sağlamak için birtakım dinsel-büyüsel işlemler yapılmaktadır. Örneğin, gelin evden çıkarken arkasından ayna tutularak aydınlık bir hayatının olması isteği ifade edilir. Aynı şekilde oğlan evinin kapısından girerken kapının eşiğine ve tavanına yağ, bal gibi şeyler sürdürülerek gelinin yeni evindeki kişilerle iyi geçinmesi sağlanmaya çalışılır. Gelinin başından şeker, bozuk para, kuruyemiş gibi şeyler atılarak bolluk-bereket getirmesi dileği ifade edilir.

Düğün olduğu akşam, erkek tarafında kalmış az sayıda misafire yemek verilir ve gelinle damadın imam nikâhı kıyılır. Önceleri resmi nikâh düğünden sonra herhangi bir tarihte yapılabilirken, son zamanlarda düğün öncesinde resmi nikâhın mutlaka yapılmış olmasına özen gösterilmektedir. Genellikle düğün alışverişi için taraflar bir araya geldiklerinde resmi nikâh da yapılmaktadır. İmam nikahı kıyılıp dualar okunduktan sonra gelinle damat kendi odalarında bir araya gelirler.

Bu sırada gelinle damadın uyumlu bir biçimde birlikte olabilmelerini sağlamak amacıyla da birtakım dinsel-büyüsel işlemlere başvurulur. Örneğin, odanın kapısına bir bıçak saplamak, kapı önünde bir kilidi açmak vb. Bunun dışında orada bulunan kişilerin ellerini ve kollarını bağlamamaları istenir.

Daha önceden kız tarafından o gece yenmek üzere özel olarak hazırlanmış ve gelinin sandığına konmuş olan yiyecekler ve başka şeylerin de bulunduğu yemek tepsisi odaya bırakılır. Bazı yerlerde tepsiye tek kaşık, tek çatal, tek bardak konarak gelinle damadın bunları ortaklaşa kullanmaları sağlanır. Böylece birbirlerine daha çabuk ısınacaklarına inanılır.

Düğünün ertesi günü duvak günü, yüz açımı, baş bağlama gibi adlar altında birtakım eğlenceler düzenlenir. Bu eğlence daha sade bir biçimde yalnız kadınlar arasında yapılır. Önceleri duvak günü eğlenceleri sırasında gelin çeşmeye götürülerek su getirmesi sağlanırmış. Gelin hamur yoğurup börekler yaparmış. Böylece eve bolluk bereket gelir inancı varmış. Ancak bunlar artık unutulmuş geleneklerdir. Duvak günü eğlenceleri de pek çok yerde yapılmamaktadır.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Ölüm


Yürü bire yalan dünya

Sana konan göçer bir gün

İnsan bir ekine misal

Seni eken biçer bir gün

(Karac’oğlan)


Toplumsal hayat, birçok alanda olduğu gibi ölüm olgusu karşısında da inanma, adet, töre, tören, ayin, kalıp davranış vb. gibi geleneksel uygulamalara sahiptir. Ölüm, gelenek görenek ve inançların katı ve etkili olduğu, özellikle küçük yerleşim birimlerinde toplumsal yardımlaşma ve dayanışmanın yoğunlaştığı alanlardan biridir. Ölüm korkusunun yarattığı bilinçaltı baskı ve geleceği bilme arzusunun etkisiyle bazı doğa olayları ve hayvan sesleri bile ölümün işareti olarak değerlendirilmiştir. Geleneksel kültürde bununla ilgili bazı örnekler şunlardır:

Meteorolojik olaylarla ilgili olanlar: Yıldız kayması, gök gürlemesi, poyraz vb.

Hayvanlarla ilgili olanlar: Köpek uluması, baykuş ötmesi, horozun vakitsiz ötmesi vb.

Rüyada görülenlerle ilgili olanlar: Rüyada, tabut, gelinlik, düğün-dernek, deve, ev yıkılması, diş düşmesi, soğan, biber vb. görmek

Ev, araç-gereçlerle ilgili olanlar: Ayakkabının ters dönmesi, makasın ağzının açık kalması, evin tavanının gıcırdaması vb.

Cenazeyle ilgili kimi durumlar: Cenazenin vücudunun yumuşak olması, tabutun ağır olması vb.

Hastayla ilgili psikolojik ve fizyolojik değişiklikler: Hastanın renginin sararması, yiyip içmesinin kesilmesi ya da artması, bakışlarını bir noktada sabitlenmesi vb.

Ölüme yol açacağı düşünülen olaylar karşısında da kaçınma yoluna gidilirmiş. Bu kaçınmalar kapsamında; vakitsiz öten horoz kesilirmiş. Kötüye yorulan rüya görüldüğünde, hayır olsun diye evde hazırlanan ya da hazır alınan yiyeceklerden fakirlere verilir, rüya akan suya anlatılırmış. Cenaze götürülürken, hamile kadınlar ve küçük çocuklar uyuyorlarsa kaldırılırmış. Cenaze olan evdeki ve komşulardaki su kapları boşaltılır, cenazenin kalktığı yere taş konulur, yıkama suyunun kaynatıldığı kazan ters çevrilirmiş vb.

Ölüm sırasında kişinin rahat can vermesi sağlanmaya çalışılırmış. Bunun için öleceği anlaşılan kişinin ağzına su verilir, yanında yüksek sesle ağlanmaz, uzaktaki yakınları çağrılır; gelememişlerse üzerine, onlara ait eşyalardan ya da fotoğraflardan konur; din görevlisi çağrılırmış.

Ölümün gerçekleşmesiyle birlikte cenaze genellikle öldüğü yerden, rahat döşeği olarak adlandırılan ve yere hazırlanan yatağa alınırmış. Çenesi, ayakları bağlanır. Cenazenin bekletme süresi genellikle 15–16 saati (akşam ölmüşse ertesi gün öğleye kadar, sabah ölmüşse akşama kadar) geçmez. Cenaze bekletilirken üzerine şişmemesi için bir demir parçası (bıçak, makas vb.) konurmuş. Bugün hala ölüm haberi iletişim araçlarından yararlanarak ve camiden okunan sala vasıtasıyla çevreye duyurulmaktadır..

Ölenin öte dünyaya gönderilişine ilişkin ilk hazırlıklar cenazenin belli kurallar dâhilinde yıkanması ve kefenlenmesiyle başlar. Yıkayıcılar bu işin kurallarını bilen ve tecrübeli olan kişilerdir. Yıkama, köylerde evlerin içinde ya da bahçesinde, ilçe ve büyük kentlerde cenaze arabasında ya da mezarlık gasil hanelerinde yapılır. Evde yapılan yıkamalarda, cenazeyle aynı cinsten olan yakınlarının 1–3 tas su dökerek ya da ayağını yıkayarak cenazeyle helalleşmesi yaygın uygulamalardandır. Bazı yerlerde cenaze, gece bekletilirken rahat suyu olarak adlandırılan bir ön yıkamaya da tabi tutulur.

İslam geleneğine göre kadın kefeni 5 (lifafe, izar, dir, hırka, himar), erkek kefeni 3 (lifafe, izar, gömlek) parçadan oluşurken, halk arasında buna eklemeler (kadınlarda sıtır bezi, elbise, pijama, önlük vb.; erkeklerde takke/kep, atlet, don vb.) yapıldığı olur. Kefen olarak genelde beyaz kumaş kullanılır. Kefenin içine kına çörekotu, gülsuyu, zemzem vb. dökülmekle birlikte cenaze bekletilirken ya da kefelenirken tütsü de yapılabilmektedir.

Kefenlenen cenaze en dışından kilim ya da battaniyeye sarılır ve tabut ya da sal içine konarak cenaze namazının kılınacağı yere götürülür. Tabutun üstüne, halı, kilim ya da yeşil renkli, üzerinde kutsal kişilerin isimleri, kelime-i tevhit, kelime-i şahadet vb. Arapça yazıların yer aldığı örtüler örtülür. Ayrıca tabutun üstüne, ölenin cinsiyetini belli etmek için kadınlarda tülbent, namazlık; erkeklerde, şapka, sarık, ceket, havlu vb. atılır. Genç kız ya da gelinlerin tabutuna, gelinlik, al, duvak, çeyiz eşyasından bir parça; mesleği ifade etmek için din adamlarında sarık, askerlerde şapka, madalya, şehitlerde bayrak vb. koyma gibi uygulamalara da rastlanabilmektedir.

Cenaze namazı, cami avlusunda ya da mezarlıkta kılınır. Tabut, cenaze namazı sırasında musalla taşı üzerine konur. Cenaze alayı ve namazına daha çok, erkekler katılmakla birlikte, son dönemlerde özellikle kentlerde kadınların da katıldıklarına tanık olunur.
Cenaze namazının ardından defin işlemine geçilir. Mezar, küçük yerlerde elle (kazma-kürek) kazılırken, özellikle belediyelik yerlerde kepçeyle kazılmaya başlanmıştır. Elle kazılan yerlerde mezar derinliği kadınlarda göğüs, erkeklerde göbek hizasında olur. Bir çok uygarlığa mekânlık eden Anadolu’da geçmişi itibariyle değişik gömme şekillerine (sanduka, lahit, küp, höyük veya tümülüs içinde, mumyalanarak vb.) rastlanmakla birlikte günümüzde; mezar düz şekilde kazılmakta ya da daha yaygın olarak mezarın içine ayrı bir oygu (leht, sapıtma vb.) açılarak cenaze oraya yatırılmaktadır. Oygu, ağaç parçalarıyla, kerpiçle, tuğlayla ya da briketle örülür, sonrasında üzerine toprak atılır. Böylece atılan toprak, cenazeye değmez. Çoğu yörede cenaze mezara tabutsuz ve yataksız konur ancak tam tersi uygulamalara da rastlamak mümkündür. Cenazenin mezara yatırılış şekli; ayakları doğu, başı batı ve yönü kıble olmak üzere sağ tarafı üzerinedir. Mezarın üzeri toprakla yığılarak kapatıldıktan sonra mezarı belli etmek amacıyla, baş ve ayakucuna geçici olarak ağaç, taş vs. başlıklar yerleştirilir. Gömülme işleminin tamamlanmasıyla birlikte din görevlisi ya da bilen bir kişi tarafından cenazeye öbür dünyada yardımı olacağı inancıyla telkin verilir.
Mezarın üstü, toprak çöktükten sonra yapılır ki bu süre genelde 1 yıl sonradır. Buna karşın cenazenin 40’ı geçince mezarın yaptırıldığı da olur. Mezarlar ahşap, taş, beton ya da günümüzde ise yaygın olarak mermerden yapılabilmektedir. Mezarlar genellikle –köylerde olsun daha büyük yerleşim birimlerinde olsun- ortak kullanılan mezarlıklarda bulunmakla beraber aile arazisi içine yapılmış olanları da vardır. Bazı kentlerin geniş mezarlıklarında aile mezarları oluşturulmuştur. Mezarların baş ve ayakucunda ya da sadece başucunda mezar taşı bulunur. Mezar üzerine, genellikle su bölmesi ya da kabı konur, çiçek dikilir. Başına da çam, söğüt, dut, selvi, kavak vb. ağaçlardan dikilir. Mezar taşına süslemeler (bitki, hayvan motifleri, meslek, cinsiyet, ilgi, dini kimlik vs. sembolleri vb.) yapılır, ölen kişinin adı-soyadı, doğum-ölüm tarihi bazen de edebi niteliği olan sözler yazılır. Kimi bölgelerde, yetişkinlere ait mezar taşları cinsiyete göre farklı şekillerde olabilmektedir. Son zamanlarda mezar taşına, ölenin fotoğrafını koyanlara da sıkça rastlanmaktadır. Mezar taşları yapıldığı çağı yansıtmasıyla da birer tarihi belge özelliğindedir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Bayramlar-Törenler-Kutlamalar
•Mevsimlik Bayramlar

•Milli Bayramlar


Mevsimlik Bayramlar


Mevsimlik Bayramlar
Mevsimlik bayramların kutlama zamanları doğa, iklim ve ekoloji koşullarına bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir. Örneğin koç katımı kışın kısa sürdüğü baharın erken geldiği bölgelerde güz başlarında, baharın geç geldiği yerlerde güz sonlarında yapılır. Buna karşılık nevruz, hıdrellez gibi bayramlar her yerde aynı tarihlerde kutlanır. Kimi bayramların zamanını yerli üretim şartları, bazılarını ise genel bir "takvim geleneği" belirler. Böylece mevsimlik bayramları şöyle gruplamak mümkündür:



Genel Mevsimlik Bayramlar

•Bahar Bayramları: Nevruz, Çiğdem, Betnem (gavur küfrü ya da kızıl yumurta), Hıdrellez.
•Yaz, Gündönümü Bayramları
•Kış Yarısı, Yılbaşı

Özel Mevsimlik Bayramlar

•Çoban Bayramları Zinciri: Koç Katımı, Davar Yüzü veya Döl Bayramları
•Ekinci, Meyveci, Bağcı Bayramları
•Göç Bayramları

•Hıdrellez Bayramı

•Nevruz Bayramı


Hıdrellez Bayramı


Hıdrellez, bütün mevsimlik bayramlarımızdan biridir. Ruz-ı Hızır (Hızır günü) olarak adlandırılan hıdrellez günü, Hızır ve İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olması nedeniyle kutlanmaktadır. Hızır ve İlyas sözcükleri birleşerek halk ağzında hıdrellez şeklini almıştır. Hıdrellez günü, Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs eskiden kullanılan Rumi takvim olarak da bilinen Julyen takvimine göre 23 Nisan günü olmaktadır.

Halk arasında kullanılan takvime göre eskiden yıl ikiye ayrılmaktadır: 6 Mayıs’tan 8 Kasım’a kadar olan süre Hızır Günleri adıyla yaz mevsimini, 8 Kasım’dan 6 Mayıs’a kadar olan süre ise Kasım Günleri adıyla kış mevsimini oluşturmaktadır. Bu yüzden 6 Mayıs Günü kış mevsiminin bitip sıcak yaz günlerinin başladığı anlamına gelir ki, bu da kutlanıp bayram yapılacak bir olaydır. Hızır ve Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır.

Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Oysaki Hıdrellez Bayramı’nı ve Hızır inancını tek bir kültüre mal etmek olanaksızdır. İlk çağlardan itibaren Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz ülkelerinde bahar ya da yazın gelişiyle ilgili bazı tanrılar adına çeşitli tören ve ayinlerin düzenlendiği bilinmektedir..
Hızır, yaygın bir inanca göre, hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölmezliğe ulaşmış; zaman zaman özellikle baharda insanlar arasında dolaşarak zor durumda olanlara yardım eden, bolluk-bereket ve sağlık dağıtan, Allah katında ermiş bir ulu kişidir. Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Hızır, baharın, baharla vücut bulan taze hayatın sembolüdür. Hızır inancının yaygın olduğu ülkemizde Hızır’a atfedilen özellikler şunlardır:

Hızır, zor durumda kalanların yardımına koşarak insanların dileklerini yerine getirir.



  • Kalbi temiz, iyiliksever insanlara daima yardım eder.
  • Uğradığı yerlere bolluk, bereket, zenginlik sunar.
  • Dertlilere derman, hastalara şifa verir.
  • Bitkilerin yeşermesini, hayvanların üremesini, insanların kuvvetlenmesini sağlar.
  • İnsanların şanslarının açılmasına yardım eder.
  • Uğur ve kısmet sembolüdür.
  • Mucize ve keramet sahibidir.
Nevruz Bayramı

Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür ve güneşin Koç burcuna girdiği ilkbaharın başlangıcı sayılan bir gündür. Güneş 21 Marta kadar güney yarımküreye daha çok ışık ve ısı verirken,21 Mart tarihinden itibaren kuzey yarımküreye daha çok ısı vermeye başlar. Bu nedenle kuzey yarımkürede yaşayan bazı halklar için 21 Mart günü uyanış ve yaradılışın sembolü olarak kutlanmaya değer bir gün anlamı taşımaktadır. Anadolu’da Nevruz-i Sultan, Sultan Nevruz, Navrız, Mart dokuzu gibi adlar verilen Nevruz, farklı yörelerde değişik biçimlerde kutlanır. Tarımsal uğraşın yoğun olduğu yörelerde bir tür bolluk ve bereket töreni olma özelliği de taşımaktadır. Alevi-Bektaşi topluluklarda ise inanca dayalı bir anlam da ifade etmektedir. Alevi-Bektaşi topluluklarda Nevruz, Hz. Ali’nin doğum günüdür, Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlendikleri gündür, Hz. Muhammed’in veda haccı dönüşü Hz. Ali’yi kendine halife tayin ettiği gün olması özelliğini de taşımaktadır. Bu günün sabahı mürşidin okuduğu duadan sonra süt içilir, Nevruziye adı verilen şiirler, nefesler ve Hz. Ali’nin Mevlidi okunur. Nevruzda önceden hazırlanmış olan çöreklerle mezarlık ziyaretine gidilir, ölüler ziyaret edildikten sonra orada çörekler yenilir. Osmanlı Devleti zamanında Nevruz gününe özel bir önem verilmiştir. Padişahlara Nevruz günleri “nevruziye” adı verilen kasideler sunulurdu. Bu kasidelerde ağaçların yeşermesi, çiçeklerin açması, havanın ısınması gibi konulara yer verilirdi. Nevruz günü Adem’in yaratıldığı, Nuh’un gemisinin karayı bulduğu, Hz. Ali’nin doğduğu, halife olduğu anlatılırdı. Nevruz gecesi bütün yaratıkların Tanrı’ya secde ettiği, dileklerin yerine getirildiği belirtilirdi. Nevruz günlerinde müneccimbaşı, yeni takvimi padişaha sunar, bahşişini de alırdı. Buna da “nevruziye bahşişi” adı verilirdi. Saray hekim başları tarafından hazırlanan ve Nevruziye denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunlar, padişah ailelerine ve büyüklere sunulurdu. Bugün için yapılmış macunlar, porselen kapaklı kaseler içinde sunulur ve günün hangi saatinde yenmesi gerektiğini yazan bir kağıt da kaselere iliştirilirdi. İran mitolojisine göre Tanrı dünyayı, insanı ve güneşi bu günde yaratmıştır. İran’ın efsanevi padişahı Kiyumers tahta oturarak bugünü bayram ilan etmiştir. İran’da ihtişamın sembolü olan Cemşid de aynı gün tahta oturmuştur. Ayrıca Hz. Adem’in 7. torunu olan Cem 21 Mart günü Azerbaycan’a gelmiş ve bugünü bayram ilan etmiştir.

Nevruziye adı verilen macunun kökeni, kimi araştırmacılar tarafından Persler dönemine kadar götürülebilmektedir. Persler zamanında Nevruz günlerinde hekimler ve eczacılar toplanarak bu özel macunu hazırlamışlardır. Bu macundan yiyenin bütün yıl boyunca hastalıklardan korunacağına inanılmıştır. Zamanla bu gelenek değişime uğramış ve Nevruziye Nevruz günlerinde yenen özel bir tatlının adı olmuştur. Son zamanlarda bu geleneğin bir uzantısı olarak 21 Mart günü Manisa’da mesir macunu halka dağıtılmaktadır. Doğu Anadolu halkı için sadece Nevruz günü değil, Nevruz gecesi de kutsallık taşımaktadır. Bu gece canlı cansız bütün varlıkların Tanrı’ya secde ettiğine inanılır. O gün herkesin bir yıllık kısmeti ve geleceği belirlenir. Herkes güzel ve yeni elbiseler giyerek yeni yıla hazırlanır. Evlerde yemekler yapılır, karşılıklı ziyaretlerde bulunulur. Mart ayı içerisinde Anadolu’nun bazı yörelerinde görülen bir diğer gelenek de “kara Çarşamba” geleneğidir. Mart ayının ilk çarşambası olan bu günde çeşitli törenler yapılır, çeşitli yiyecekler hazırlanarak birlikte yenir. Gençler bir dilek tutarak komşuların kapısını dinlerler. Nevruzla ilgili geleneklerden biri de “mart ipliği” adı verilen uygulamadır.21 Marttan itibaren ısınmaya başlayan havalar nedeniyle ağaçların güneşten etkilenmemesi için bez bağlanır. Giresun’da uygulanmakta olan “Mart bozumu” adı verilen gelenek de Nevruzla ilgili önemli geleneklerden biridir. Mart bozumunda akarsulardan alınıp getirilen su evlere serpilir. Ayağı uğurlu bir misafirin gelmesi ve “martınızı bozuyorum” demesi beklenir. Nevruz İç Anadolu Bölgesi’nde “Mart dokuzu” olarak bilinmektedir. 21 Mart günü sabah erken kalkılır, mezarlık ziyareti yapılır, niyet tutulur. Niyetlenecek kişi mezarlardan birer taş alarak kırka tamamlar.
Bir torbaya doldurup evinin duvarına asar ve bu arada bir niyet tutar. Bir yıl sonra torbaya baktığında taşlar kırk bir olmuşsa niyetinin gerçekleşeceğine inanır. Bir daha ki Mart Dokuzunda taşlar iade edilir.


Nevruz günü ziyaretler esnasında çeşitli yemeklerden oluşan sofralar hazırlanır, oyunlar oynanır, eğlenceler düzenlenir, boyalı yumurtalar yenir ve büyük ateşler yakılır. Her toplumun kendine özgü nedenlerle kutladığı Nevruz, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan, Uygur Bölgesi, Anadolu ve Balkanlarda geleneksel kutlamalarla canlılığını günümüzde de sürdürmektedir. Türkiye’deki Nevruz kutlamaları İran, Pakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’ın da katılımıyla hazırlanmış olan çoklu dosyayla UNESCO’nun SOKÜM Listesi’nde yer almak üzere sunulmuş ve 30 Eylül 2009 tarihi itibariyle kabul edilmiştir.
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Halk Müziği

Geleneksel Halk Müziğimizin en önemli konularından çalgılardır. Geleneksel Halk Müziği, çalım, yapım, ezgi çeşitlemesi dışında gösterdikleri tarihi gelişim ve zengin repertuvayla da incelemeye ve araştırmaya değer bir konudur.
Karadeniz Bölgesinde kullanılmakta olan kemençenin başka bölgelere taşınmamış olması, tarın Kars Yöresinde, meyin Doğu Anadolu’da, sipsinin Teke Yöresinde çalınmasına karşın, bir davul veya bağlamanın her bölgede kullanılması birer araştırma konusu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların yanı sıra çalgıların akort ve çalım tekniklerinin bölgelere göre değişim göstermesi dikkate değer bir konudur.


•Halk Çalgıları

•Uzun Hava Biçimi Halk Müziği

•Kırık Hava Biçimi Halk Müziği

•Bölgelere Göre Türküler

•Diğer Müzik Türleri


Halk Oyunları

•Türk Halk Oyunları-Türk Halk Oyunlarında Temel Figürler


Temel Figürler iki guruba ayrılmaktadır:

1-Her oyunda veya ülkenin her yerinde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler.

2-Bölge özelliklerine göre, bölgelerde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler.


Anadolunun hemen her yerinde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler

A) Çift sol çift sağ figürü

B) Üçayak figürü

C) Çökme figürü

D) Dönme figürü

E) Çapraz yürüme figürü

F) Çaprazsız sekerek yürüme figürü

G) El vurma figürü

H) Topuk vurma figürü

İ) Diz vurma figürü

•Halk Oyunlarının Oynanma Geleneği, İnanış, Efsanesi, Öyküsü

Oyun( dans) uygarlıklardan önce, insanın var olması ile oluşmuştur. Dansın Anadolu’da ilk toplu ve yerleşik hayata geçildiği zamanlarda var olduğunu, yapılan arkeolojik kazılar doğrulmaktadır. En eski ilkel devirlerde dahi insan topluluğunun yaptığı bütün dini ibadetlerin raks ( dans) esasına dayandığı görülmektedir.

- Bölge özelliklerine göre, bölgelerde oynanan oyunlarda görülen ortak figürler.

- Üçleme

- Halay sallanışı

- Omuz sallama titretme

- Atik

- Kollu ve Kolsuz Yürüyüş

- Ellerle yapılan figürler


Oyunların şekillerine göre dağılım

Halk oyunları genel olarak beş gurupta toplanmaktadır.

- Tek kişi tarafından oynanalar

- İki kişi tarafından oynanalar

- Üç kişi tarafından oynanalar

- Dört kişi tarafından oynanalar

- Guruplar tarafından yürüten oyunlar (Toplu olarak oynanalar)

- Tutunma, halka biçiminde ya da dağınık bir düzende oynanan oyunlar

- Kadınlar tarafından oynananlar

- Erkekler tarafından oynananlar


İnsanların kendi varlıklarına verdikleri değer yanında, tabiattaki tüm varlıklara karşı büyük bir yakınlık gösterdikleri içindir ki; tabiat, duygularının anlatılmasına yardım eden canlı motif olarak kullanılmaktan büyük zevk duymuşlardır. Bu itibarla insanların çeşitli varlıları taklit etmesiyle ortay çıkmaya başlayan oyunların başında hayvan taklitleri gelmektedir.

Hayvan öğesi birçok yöremizde halkımız tarafından oyunlarımıza konu edilmiştir.

Ülkemizde halk oyunlarında kullanılan hayvan taklitlerinden bazıları

Turna, at, kartal, deve, keklik, kedi, kurt, koç, ördek, teke, çekirge, serçe, ayı, bülbül, eşek, horoz, karga, koyun ve tavuk, güvercin, arı, kaz, kuzu ve manda, domuz, geyik, kirpi, tilki, ceylan, kaplumbağa vb.



Çalgısız Oynama Geleneği

Geleneksel halk oyunlarımıza sayılamayacak kadar zengin araç malzeme olmuştur. Burada hemen hepsinden söz etmekten ziyade ağırlık kazanmış ve ülke genelinde yaygınlık gösteren araç-gereç ve oyunlara değinilecektir.

Kaşık:

Kaşıkla oynanan oyunlar genellikle Ankara’dan itibaren Batı Bölgelerimize, İç Anadolu, Ege, Marmara ve Akdeniz Bölgelerinde geniş bir coğrafya içerinde yaygın bir şekilde görülmektedir. Kaşık ayrıca oynayanların şevkini, ritim duygusunu arttırmakta ve oyuna konsantre olmasını sağlamaktadır. Kaşığı hem erkekler hem de kadınlar kullanmaktadır.

Sopa:

Sopa, değnek, çubuk gibi, ağaçtan elde edilen bir takım araçlarla oyunlar oynanmıştır.

Sopa ile oynan oyunlar genelde iki kişi tarafından oynanmaktadır. Kavga ve savaşı temsil etmektedir.


Kılıç-Kalkan:

Bu tür oyunlar güce, fiziğe ve dayanaklılığa bağlı olduğu kadar maharete ustalığa ve estetik güzelliğe bağlıdır. Oyuncu oynadığı oyunu bir toplum önünde oynamaktadır. Kılıç-kalkan oyunları zorluklarından dolayı bazı yörelerimizde yerini sopaya bırakmıştır.


Bıçak:

Bu tür oyunlar genellikle iki erkek tarafından oynanmaktadır. Kesici ve vurucu araçla oynanan oyunlar genelde erkekler tarafından tek, iki, dört ve bazen de gurup oyunlarında görülür.

•Halk Oyunlarında Giyim, Kuşam, Süsleme

Kadın Giyim Kuşamı

Halk oyunlarını oynayan insanlar, erkekler ve kadınlar giysileri ile bütünlük arz ederler. Giysilerde yöre insanının zevkini yaşayışını anlamak mümkündür. Anadolu’da aynı amaçla kullanılan, ancak farklı isimlerle bilinen giysiler bulunmaktadır.

Kadın giysileri: ( Anadolu’da giyilen yörelere göre çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır)

Ayakkabı: Postal-Edik-Çarık, Çapula, Çetik, Yemeni, Çuala,Reşik

Yelekler: Kırkdöğme, Libade, Kutoşke, Şatla, Delme Yelek, Bibade, Mehmer

Gömlek: Bürümcük, Celahi, Çendil, Döşçelik, Güdük, Zıbın, Marama, Şatko, Yağlık

Başlık: Çevre, Kıvrak, Festanoz, leçek, Canfes, Efe, Kofi, Kasnak

Şalvar: Lapçin, Derpi, Şepik, Bağış

Elbiseler: Sitare, Üç Etek, Zıbın, Saya, Bindallı, Kutik, Gane, Kras

Erkek Giyim Kuşamı

Erkek Giysileri; ( Anadolu’da giyilen yörelere göre çeşitli şekillerde adlandırılmaktadır)

Ayakkabı: Uskar, Cimcime, Bodin, Körüklü Çizme, Sapuk, Çarık, Yemeni,

Şalvar: Çakşır, Zıvga, Şal, Karadon, Dizlik, Külot Pantolon, Tepme Şalvar, Şal, Zıpka,

Kuşak: Tozluk, Tosya Kuşağı, İşlik, İpek Kuşak, Alaca Kuşak, Çevre, Şal

Başlıklar: Tepelik, Kofi, Papak, Külah, Takke, Kalpak, Dalıburuz, Poşu, Püsküllü Fes, Bere, Boncuklu Fes,

Yelek-Gömlek: Camadan, Sako, İbade, Delme Yelek, Altınparmak, Zıbın, İçlik, Göynük, Çepken, Şepik, Cezayir Yeleği
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Çocuk Oyunları ve Oyuncakları


•Çocuk Oyunları

Halk kültürünün konu başlıkları içerisinde değerlendirilen geleneksel çocuk oyunları, yer ve zamanı oynayanlara göre değişse de belli kuralları olan, ebe, eş, takım seçimi, sayışma, ödül ve ceza gibi kendisini bütünleyen öğelere yer veren, zaman zaman müzik ve araç gereçten yararlanılan, genellikle grupla gerçekleştirilen eylemlerdir.


Ebe ve Eş Seçimi Uygulamaları

Ebe, eş veya takım belirlenirken çeşitli uygulamalar yapılır. Sayışma daha çok ebe belirlemede kullanılırken, eş veya takım belirlemede adımlama, taş tutma, yaş-kuru, yazı-tura, çöp çekme, ellerin açık kapalı durumlarına göre yapılan ay-may-kumay gibi uygulamalar yapılır. Adımlama genellikle takım belirlemede ya da hangi takımın oyuna önce başlayacağını belirlemede kullanılan bir yöntemdir.
Bunların dışında oynanacak oyunun türüne göre de ebe veya takım belirlenir. Örneğin “değnek oyunlarında” değneğini en uzağa fırlatan oyuncu ebelikten kurtulurken, değneği en kısa mesafeye düşen oyuncu ebe olur. Yine “aşık oyunlarında”, aşığı diğer oyunculardan farklı gelen oyuncu oyunda ebe olur.

•Ödül ve Cezalar

Oyunların daha heyecanlı gerçekleşmesi için bazı oyunlarda ödül ve cezalar verilir. Yeneni sevindirmek, yenileni kızdırmak için yapılan bu uygulamalar oyunu bütünleyen diğer unsurlardandır. Bu uygulamalardan bazıları şöyledir:

Birçok yörede oynanan ve genel adıyla “gömmeli çelik” olarak bilinen ve her oyuncuya ait kuyuyu kazmaya dayalı oyunda, kuyusu en derin olan oyuncunun ayakları bu kuyuya gömülürken, “çelik-çomak” oyununda yenilen takım, yenen takımın oyuncularını sırtında taşır. Bunlardan başka yenilenlere hayvan taklidi yaptırmak, yenilenlerden çeşitli yiyecekler istemek de cezalar arasındadır.

Oyunlardaki ödüllere baktığımızda bunların daha çok ütmeli oyunlarda olduğunu görürüz. aşık-bilye oyunlarında, yenen kişinin ya da takımın karşı tarafın aşıklarını veya bilyelerini aldığı, bunun ödül olarak değerlendirildiği görülür.

•Oyuna Çağırma ve Oyunu Bitirme Uygulamaları

Oyun oynamak kadar oyuna çağırmak, oyunu başlatmak ve bitirmek de oyun gibi eğlenceli uygulamalardır. Arkadaşların toplanmasını sağlamak amacıyla söylenen şarkılı sözler vardır. Ülke genelinde en çok bilinen “………(bir isim söylenir) pabucu yarım çık dışarıya oynayalım” şarkısı bunlardan biridir.

Oyunu bitirme uygulamaları arasında, bir oyuncunun hızlı davranıp birine elini değerek “akşam ebesi” yapması, ya da “evli evine, köylü köyüne evi olmayan sıçan deliğine” denmesi bunlar arasında sayılabilir. Çeşitli yörelerde bunların farklı varyantlarına rastlanmaktadır. Örneğin Burdur yöresinde buna “düğülcük” yapmak denir. Oyuncular ellerini yumruk şeklinde üst üste koyarlar, içlerinden biri “Bu ne?” diye sorar, diğer çocuklar hep bir ağızdan “düğülcük” diye karşılık verir, soruyu soran çocuk “herkes evine dağılcık” dedikten sonra çocuklar ellerini açıp dağılır.

•Oyun Türleri

Çocukların oynadığı çok sayıda oyun türü bulunmaktadır. Bu oyunlar şu şekilde sınıflanabilir:


- Aşık Bilye Oyunları

- Atlama- Sıçrama-Sekme Oyunları

- Değnek Oyunları

- Dilsiz-Şaşırtma-Şaka Oyunları

- Dramatik Nitelikli Oyunlar

- Ezgili Oyunlar

- Koşma-Kovalamaca-Kapma Oyunları

- Saklama-Saklanma Oyunları

- Taş Oyunları

- Top Oyunları


•Sayışmalar- Tekerlemeler

Oyuna davet ederken, ebe, eş veya takım seçerken, oyunu başlatırken veya sonlandırırken sayışma yapılmaktadır. Sayışmayı söyleyen oyuncu her hecede parmakla bir oyuncuyu gösterir. Sayışmanın son hecesinde parmak hangi oyuncuyu gösteriyorsa o oyuncu çıkarılır.

•Folklorik Oyuncaklar

Folklorik oyuncaklar, genellikle tahta, bez, toprak, çeşitli bitkiler, meyve ve sebzeler ile teneke gibi doğal ve atık malzemeler kullanılarak, çoğunlukla belli bir üreticisi olmamasına karşın farklı yörelerde benzer tekniklerle üretilen objelerdir. Topaç, söğüt dalından düdük, tel arabalar bu oyuncaklar arasında sayılabilir.


Folklorik oyuncaklar yapıldıkları malzemeye göre şöyle sınıflandırılabilirler:

- Ahşap Oyuncaklar

- Metal Oyuncaklar (teneke ve tel arabalar…)

- Toprak Oyuncaklar

- Taş Oyuncaklar

- Bez ve Keçe Oyuncaklar

- Bitkilerden Yapılan Oyuncaklar (söğüt dalından düdük…)

- Hayvansal Malzemeden Yapılan Oyuncaklar (aşık, deriden oyuncaklar…)

- Kâğıt Oyuncaklar

- Cam Oyuncaklar (bilyeler..)

- Plastik Oyuncaklar
 

Çağlayağmur

👪
Süper Moderatör
Geleneksel Türk Tiyatrosu

Tiyatro sözcüğü, Yunanca “seyirlik yeri” anlamında kullanılan theatron sözcüğünden türetilmiş ve dilimize yerleşmiştir. Geleneksel tiyatro denildiğinde kukla, Karagöz, ortaoyunu, meddahlık, hokkabazlık ve köy seyirlik oyunları akla gelmektedir. Karagöz, kukla, ortaoyunu, meddahlık ve hokkabazlık gibi türlerin tamamına Halk Tiyatrosu da denilmektedir.
Halk Tiyatrosu, metinsiz sahnesiz bir tiyatro olup, daha çok kentlerde gelişen bir gelenektir. Geleneksel Türk Tiyatrosunun önemli bir bölümünü bu gelenek oluşturmaktadır.

•Karagöz

Karagöz, şeffaflaştırılmış (cam deri tabir edilen) deriden yapılan tasvir olarak adlandırılan insan, hayvan veya eşya şekillerinin çubuklar yardımı ile oynatılarak, arkadan verilen ışıkla beyaz perde üzerine yansıtılması temeline dayanan gölge oyununun adıdır. Oyun adını Karagöz’den almaktadır. . Karagöz adı ile yaygın olarak bilinen bu oyuna, halk arasında zaman zaman “Hacivat” adı da verilmektedir.
Gölge oyununun kaynağı Güneydoğu Asya ülkeleri olarak kabul edilir. Türkiye’ye gelişi hakkında ise değişik görüşler vardır. Georg, Jacob tarafından savunulan görüşe göre, gölge oyununun Çin’den Moğollara geçtiği, buradan da Türklerin Anadolu’ ya göçleri sırasında beraberlerinde getirdiği şeklindedir.
Gölge oyununun Mısır’dan geldiğini savunan görüşe göre, 1517 yılında Mısır’ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim, bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultanı Tumanbay’ın asılışını canlandırdığı gölge oyununu izlemiş ve bu sanatçıları İstanbul’a getirtmiştir. Türklerin de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenerek icra ettiği savunulmaktadır.
Karagöz’ün Türkiye’ye geliş tarihi ile Çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz’de rastlanan bazı Çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununun Endonezya’nın Cava Adası’ndan ve Hindistan’dan Türkiye’ye, Çingene oynatıcıları eliyle getirilmiş olduğu diğer bir görüştür.
Başka bir görüş ise, gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz’den getirilmiş olabileceğidir.
Karagöz ve Hacivat’ın gerçekten yaşamış kişiler olduğuna inanılarak ortaya atılan değişik görüşler ve anlatılar da vardır. Bu konu ile ilgili anlatıların en yaygını şöyledir; “Karagöz ve Hacivat, Sultan Orhan zamanında Bursa’daki Ulu Cami’nin yapılışında usta olarak çalışmaktadırlar. Sık sık işi bırakıp espriler yaptıkları için, işçiler bunları izlemekte, inşaatın ilerlemesi engellenmektedir. Durumu gören Sultan Orhan Karagöz ve Hacivat’ı astırır fakat sonradan pişman olur, Şeyh Küşteri adlı biri Karagöz ve Hacivat’ın resimlerini yapıp arkadan ışık vererek bir perdede oynatır”. Şeyh Küşteri Karagöz’ü yaratan kişi olarak anılmaktadır. Karagözcüler, Şeyh Küşteri’yi pîr’leri olarak kabul ettikleri için, Karagöz perdesine “Küşteri Meydanı” adını vermişlerdir.
Kendi mizah anlayışımıza, estetik değerlerimize göre biçimlendirilen ve geliştirilen gölge oyunu Karagöz, XVI. yüzyılda Hayal-i Zıl veya Zıll-i Hayal olarak adlandırılmaktayken, XVII. yüzyılda kesin biçimini almış ve Karagöz adıyla anılmaya başlamıştır. Karagöz XVIII. yüzyıldan itibaren halkın en sevilen eğlence türlerinden biri olmuştur.
Karagöz tek sanatçının yeteneğine bağlı olarak oynatılır. Perdedeki tasvirlerin hareket ettirilmesi, değişik tiplerin seslendirilmesi, şive taklitleri bir tek sanatçı tarafından yapılmaktadır. Sanatçının yanında kendisine yardım eden bir veya daha fazla yardımcısı bulunmakta, bunlara, “hayali” veya “hayalbaz”, bu çırakların yardımcılarına “sandıkkâr”, oyun takımı ile görevli kişiye de “sandıkkâr” denilmektedir. Oyunlarda şarkıları, türküleri okuyanlara “yardak”, tef çalan yardımcıya da “dayrezen” adı verilmektedir. Günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir. Karagöz sanatçıları usta çırak ilişkisiyle yetişmektedirler.
Karagöz’de konular, komik öğeler öne çıkarılarak işlenmekte; çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğesi olarak yer almaktadır. Karagöz oyunları, metinli oyunlar grubunda yer almakla beraber, oynatan sanatçının yeteneğine, icra ortamına göre, doğaçlama olarak değişikliklere uğrar.
Karagöz oyunlarında, geleneğe bağlı olarak, değişiklik yapılmadan oynatılan oyunlara “kar-i kadim” oyunlar, değişikliklere uğrayan oyunlar ile yeni oluşturulanlara ise “nev- icat” oyunlar denilmektedir.
Karagöz oyunu dört bölümden oluşmaktadır.

1. Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagöz’le Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne “mukaddime” (başlangıç) denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde, oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi, tasavvufi anlamı vurgulanır.

2.Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bu bölümde, oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış, somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Buna “muhavere” (söyleşi, diyalog) denilir. Muhavere, tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve karşıtlıkları vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir.

3.Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bu bölüme “fasıl” (oyun) adı verilir. Oyun, buradaki konuya göre isim alır. Fasıl’ın sonunda oyuncular perdeden ayrılır Hacivat ve Karagöz kalır.

4.Oyunun sonunun haber verildiği, Karagöz ile Hacivat’ın oyundaki espriler ve yanlış anlamalardan dolayı seyirciden özür dilediği, bir sonraki oyunun duyurusunun yapıldığı bölüme “bitiş” (Final-Epilog)adı verilir.

Karagöz’ün Tekniği: Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. Perdeler önceleri 2x2,5 m iken sonraları 110x80 cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altına kurulmuş “Peş Tahtası”(destgah) vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır.
Bunlar peş tahtasının üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler genellikle 32 – 40 cm büyüklüğünde olur. Tasvirler 50 cm. boyunda, 1 cm. çapında gürgen ağacından yapılmış çubuklarla oynatılır.


Karagöz oyunlarında yer alan tiplerin tamamı tasvirler yoluyla canlandırılır. Tasvirler, cam deri tekniği ile tabaklanan, şeffaflaştırılmış deve, düve, manda, at, eşek ve keçi derisinden yapılmakta, doğal boya ile renklendirilmektedir.
Oyunun başkahramanları Karagöz ve Hacivat’tır.
Karagöz: Oyunun başrol oyuncusudur. Okumamış, cesur, tepkilerini çabuk açığa vuran, çabuk öfkelenip kavga eden, yalancılığa ve ikiyüzlülüğe tepki gösteren, gerçekçi bir halk adamıdır. Halk diliyle konuşur. Oyundaki eğitimli tiplerin konuşmalarını anlamaz ya da anlamaz görünüp sözcüklere ters anlamlar verir. Bu karşıtlıklardan gülünçlükler doğar. Kurnaz değildir.
Hacivat: Oyunun önemli iki kişisinden biridir. Karagözün tam tersi bir tiptir. İnce yüzlü sivri sakallıdır. İyi eğitim görmüş, bilgili, arabulucu ölçülü, ağırbaşlı kişisel çıkarlarını önde tutan, kurnaz, içten pazarlıklı nabza göre şerbet veren tüm mahallelinin akıl danıştığı, her kalıba girebilen esnek bir kişiliktir. Müzikten edebiyattan anlayan her konuda biraz bilgisi olan bir işadamıdır. Karagözü çalıştırarak onun sırtından geçinmeye çalışır.
Karagöz ve Hacivat dışında yer alan diğer tipler: Tuzsuz, Çelebi, Matiz, Tiryaki, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Rum, Acem, Arap, Kürt, Laz, Kastamonulu, Kayserili, Rumelili, Anadolulu, Efe, Zeybek, Zenneler ile oyunun konusuna göre eklenen farklı tiplerdir.
Karagöz oyununun saraylarda ve konaklardaki eğlencelerde, kahvehanelerde, bahçelerde ve özel ortamlarda oynatıldığı bilinmektedir.Karagöz gösterileri, toplumun her kesiminde takdir toplamış beğeniyle izlenmiştir. Bu durum 19. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıfladığı gerileme döneminde Karagöz sanatçılarının yöneticilerle ilgili eleştirilerinin artması, yöneticileri rahatsız etmiş, siyasal taşlamalara yasak getirilmiştir. Hem siyasal yasaklamalar hem de Batı tiyatrosunun 19. yüzyılda Türkiye’ye girmesi, sosyal ve ekonomik değişiklikler Karagöz gösterilerine ilgiyi azaltmıştır. 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı savaşlarla geçen bir dönem olduğundan Karagöz sanatçıları gösteri yapma olanağı bulamamış, birçoğu sanatı bırakmıştır. Cumhuriyet döneminde, 1932 yılında Halk Evlerinin açılmasıyla Karagöz sanatçıları sanatlarını yeniden icra etme olanağını bulmuşlardır. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir. Daha sonraki Karagöz, çalışmaları, meraklıları tarafından bireysel çabalarla sürdürülmüştür. 1970 yılından sonra kurulan Kültür Bakanlığı’nın destekleme çalışmaları, bu sanatın canlandırılması ve yaşatılmasında etkili olmuştur.

•Meddah

Meddah övgücü, metheden kişi demektir. “Meddahlık, hareketten çok, ses taklidi, jest ve mimiklere dayanan bir sanattır. Meddah; kitaptan ve ezberden hikâye anlatan kişiler veya olayları taklitli ve temsilli biçiminde gösteren, yani anlattığı hikâyeyi oynayan kişi demektir. Meddahlık şehre ait bir sanattır. Meddahlar gösterilerini kahvehanelerde, saray ve konaklarda yapmış, hikâyelerini buralarda anlatmışlardır.
Meddah hikâyelerinin konularını; gelenekten gelen konular, ( Köroğlu, Dede korkut vb.) İslam geleneğinden gelen dinsel konular, Seyit Battal Gazi, Kerbela vb. olaylar ve efsaneler, destanlar, şehnameler oluşturmaktadır.
Değişik kaynaklara dayanan hikâyelerde, çeşitli mizaçlar yansıtılmakta, övgüler yapılmakta, kıssadan hisse çıkarılacak olaylar konu edilmektedir. Meddah, hikâyesi bittikten sonra onun sorumluluğunu, hikâyenin kaynağına bırakıp özür diler. Meddahlık, yalnızca Türkiye’de değil Doğu ve İslam ülkelerinde de yayılmış olan sevilen bir sanattır. Meddaha Arap’lar “Kassas”, İranlılar “Kıssahan” demektedir.
Meddah bir anlatı türü olmasından dolayı Karagöz ve Ortaoyunundan ayrılır. Ancak anlatı bölümlerinin aralarındaki söyleşmeli, taklitli, kişileştirmeli bölümler nedeniyle dramatik türden sayılır. Meddah, yöntemleri bakımından Karagöz ve ortaoyununa çok yakın olmakla beraber, bunlar gibi yalnızca güldürüyü amaçlayan tiyatro değildir.

•Kukla

Türkçe bebek anlamına gelen ve bugün Anadolu'da yaşayan korçak, kudurcuk, kaburcuk, koğurcak, kaurcak, lubet, vb. gibi isimlerle yaşayan kukla seyirlik oyunların en eskilerindendir. "Korkolçak"(el kuklası), "Çadır hayal" (ipli kukla) adı ile yaşayan kukla Orta Asyada da aynı isimle yaşatılmakta ve Orta Asya'dan getirildiği sanılmaktadır. Birçok Türk boyunda kendine özgü basit teknik içinde görülen ve 17. yy'dan beri Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun Anadolu'da köylüler arasında "bebek, çömce gelin, karaçör" gibi isimlerle yaygındır. Konusunu günlük yaşamdan ve edebi hikâyelerden alan kukla bir hareket ve hacim oyunudur. 14. yy’dan bu yana oynatıldığı bilinmektedir. Türk kuklasında kişilerin özellikleri, karagöz ve orta oyunundaki gibi kesin çizgilerle belirtilmemiştir. Kuklada iki tane başkahraman bulunmaktadır. Bunlar İbiş ve İhtiyardır. İbiş kurnaz ve hazır cevaptır. Kaba bir dil kullanır. Biçimsiz bir şapkası vardır püskülü sağa sola sallanır. İhtiyarın uşağıdır, efendisine bağlıdır. İhtiyar ise varlıklı bir kişidir.
Kukla oyunları konularını Karagöz ve ortaoyunu oyunlarından ya da halk hikâyeleri ve efsanelerden almaktadır.
Ülkemizde ipli kukla, el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası gibi türlerle bilinen kukla sanatı 19. yy sonlarında önemini kaybetmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanatçı yaşatmaya çalışmıştır. Günümüzde çok sayıda kukla sanatçısı yeni oyunlarla daha çok çocuk tiyatrosu tarzında bu sanatı sürdürmektedir.

•Orta Oyunu

Geleneksel Türk Tiyatrosunda karagöz, kukla gibi bir araçla oynatılan, meddah gibi tek anlatıcılı sözlü seyirlik oyunlarının yanında canlı oyuncularla oynanan “Ortaoyunu” da bulunmaktadır. Oyunun başkişileri Kavuklu ve Pişekâr’dır. Ortaoyunu, karagözün perdeden yere inmiş hali olarak da tanımlanır. Ortaoyunu seyircinin çevrelediği bir meydanda belli bir konu etrafında herhangi bir yazılı metne bağlı kalmadan, canlı oyuncularla oynanan doğmaca bir oyun türüdür. Yüzyıllar boyunca dramatik özellikte, kişileştirmeye dayanan sözlü oyunların (Karagöz, kukla, dans, curcuna, meddah ve hokkabazlık) karışımından doğma bir gelişimle ortaoyunu en son biçimini almıştır. Oyun daha çok söze dayanmakla birlikte, hareket ve tavırlara da yer verilir. Pişekâr oyunun başında ve sonunda oyunculara doğrudan seslenir. Oyunu tanıtır, kusurları için özür diler, gelecek oyun hakkında bilgi verir, duyurusunu yapar.

•Hokkabazlık

Hokkabazlık, söz ve el çabukluğu ile seyircinin duygularını aldatıp, olağanüstü sonuçlara varan kökeni çok eskilere dayanan bir seyirlik oyundur. Bu gösteride bir yandan el çabukluğu ve gözbağcılığı gibi yetenekler sergilenirken, diğer yandan usta ile yardımcısı arasında uzun güldürücü özellikte söyleşmeler yapılır.

Hokkabaz sözcüğünün genel ve özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamıyla hokkabazlık açıklanması güç aklın alamayacağı oyunlar göstermek demektir. Bu kelime karşılığında aynı anlamda kullanılan sözcükler gözbağcı, ayyar, efsunkâr, sihirbaz, şu’bedebazdır. Özel anlamıyla, hokkalarla oynayan anlamındadır. Hokka oyununda, üç kap ve üç küçük yuvarlak kullanılır. Altı boş gösterilen hokkanın içinden topun çıkması, ya da içine top konulduğu sanılan hokkaların açılınca boş gösterilmesidir. Bu oyun hokkaların, topların sayısını arttırarak, boylarını büyüterek, ya da başka nesneler ile uzatılıp, geliştirilebilir. Hokkabazların yanlarında soytarı kılıklı bir yardımcıları bulunur. Bunlar göz bağıcılığından korkan, oyunun hilesini çözmeye çalışan kişi olarak seyirciyi güldürmek amaçlı hareket eden kişilerdir. Hokkabazların ustasına da ortaoyunundaki gibi Pişekâr denilmektedir ve elinde “Şakşak” bulunmaktadır. Hokka ustasına pehlivanda denildiği bilinmektedir.


•Köy Seyirlik Oyunları

Köy seyirlik oyunları, doğaya bağlı olarak yaşayan, toplulukların yaz- kış, yeni yıl-eski yıl, bolluk- kıtlık gibi değişim zamanlarında doğanın uğradığı değişiklikleri kontrol etmek amacıyla yaptıkları çeşitli törenlere kaynaklık etmiştir. İlk çağlarda topluluklar, yaşamlarını daha iyi koşullarda sürdürebilmek amacıyla, doğa güçlerini tanrılaştırıp (güneş çıkartmak, yağmur yağdırmak, hayvanları ve toprak ürünlerini çoğaltmak, üstündeki tabuyu kaldırarak kullanılabilir hale getirmek amacıyla) onlara törenler düzenlemişlerdir. Bu sanat dalı da diğer sanat dalları gibi dinden bağımsızlaşarak devam etmiş, biçim değiştirerek günümüze kadar gelmiştir. Anadolu toprakları üzerinde yaşayan birçok uygarlığın inanç ve kültürel izlerini taşıyan bu oyunlar, kültürel çeşitliliği yansıtan örneklerdendir.
Seyirlik oyunlardaki temel öğe taklit ve canlandırma olduğundan dramatik özellik göstermekte bu nedenle de “Dramatik Köy Seyirlik Oyunları” olarak da adlandırılmaktadır. Bu tiyatronun oyuncu ve seyirci kadrosu köyün içinde birlikte bulunmakta, makyaj, kostüm ve oyunun kurgusu doğaçlama olarak oyun çıkarılırken gerçekleşmektedir. Bu nedenle ait olduğu toplumun geleneksel beğeni ve zevkinin yanı sıra güldürü anlayışını ve toplumsal özeleştirisini, kısaca yaşama biçimini yansıtmaktadır.
Ülkemizde genel olarak toprağa bağlı yaşayan yerleşimlerde seyirlik oyunların yaşatıldığını görmekteyiz. Bu oyunlar genellikle yılın veya mevsimin değişimine bağlı olarak oynanan oyunlar, Köse oyunu, Arap oyunu, kız kaçırma ve çiğdem gezdirmedir. Hayvancılığın yaygın olduğu yörelerde ise “Koç Katımı”, “Saya Gezme” ve benzeri oyunlar görülmektedir. Tarımın yaygın olduğu yörelerde ise “Hasat Sonu Şenliği” olarak da adlandırabileceğimiz ürünün üzerindeki tabunun kaldırılması amacıyla oynanan “Cemal Oyunu”, “Çift Sürme” ve “Ekin Salavatlama” törenleri görülmektedir. Bunun yanı sıra günlük yaşamı konu eden oyunlara “Ağa oyunu”, “Kız Kaçırma”, “Kuma ”, “Sınır taşı ” vb ile meslek taklidi oyunlara “Berber Oyunu”, “Kalaycı” ve “Değirmenci” örnek gösterilebilir. Ayrıca erkeklerin oda içinde oynadıkları taklide ve söze dayalı güldürme amaçlı oynanan “Bina Yapma”, “Halı Dokuma”, “Natır” “Tabur Ateş” gibi oyunlar da vardır.
 
Top