Çirkin Kral
Forum Tutkunu
Hak etmediğiniz hiçbir şey sizin değildir. Cumhuriyeti de hak edemezseniz, sizin olamaz. Onun için de gecikmiş bir soru olarak sormak gerekiyor: ''Bu toplum cumhuriyeti hak ediyor mu?'' Bu sorunun yanıtı için de ''cumhuriyetin nasıl hak edildiği''ni tartışmak gerekiyor. Cumhuriyet, aklın üstünlüğüne dayalı bir yasama sistemidir. Aklın üstünlüğü de ''özgürce düşünmek ve bunları her yolla açıklamak hakkı'' ile hayata geçirilir. ''Özgürce düşünmek'' için de toplumda ''kendi kararlarını özgürce ve sorumlulukla verebilen yetkin bireylerin'' var olması, çoğalması, toplum çoğunluğunu oluşturması gerekir. Çünkü, ancak böyle bireyler yaşamlarını tekil ya da çoğul olarak bilinçle sürdürebilir. Bu bireyler hem kendi yaptıklarını hem de toplumda yapılanları ölçebilir, değerlendirebilir, bunlarla ilgili kararlarını akıl süzgecinden geçirebilir, sonra da kendi davranışını düzenleyebilir.
Şimdi sormak gerekiyor: ''Toplumumuzun çoğunluğu böyle bireylerden mi oluşuyor?'' Hemen yanıtlanabilir ki ''hayır''. Peki, toplumumuzun çoğunluğu nasıl bireylerden oluşuyor? Genel olarak çoğunluğumuz, iki tip birey örneğinden oluşuyor; birincisi, kendi aklı yerine başkasının aklını kullanan, yazgısını başkalarına emanet eden, kendine öğretilen kurallara uyarak rahat yaşamaya çalışan, bilinç yerine inancın rehberliğiyle yasayan kişiler; ikincisi de hiçbir inancı olmayan, bildiği tek şey kendi çıkarı olan, bilinçsiz bir yaşama uğraşıyla kendini var etmeye çalışan kişiler. Bu çoğunluk ''cumhuriyet rejimiyle yaşamayı'' hak ediyor mu? Hayır, etmiyor. Gene ayni nedenlerle bu çoğunluk demokrasiyi de hak etmiyor. Çünkü demokrasi, kendi kendini yönetme sistemidir. Kendi aklını kullanmaktan vazgeçerek aklını başkalarına emanet eden kişiler de, aklını salt kendi çıkarı için kullanan kişiler de ne cumhuriyeti hak ederler, ne de demokrasiyi. Onun için de cumhuriyet de, demokrasi de gerçek işlerliğine kavuşamamıştır.
Cumhuriyet de demokrasi de kurallar ve kurumlardır. Bu kurallarla kurumların temelinde de bunları özümseyen, hayata geçiren, sahip çıkan, denetleyen ''yetkin bireyler'' vardır. Toplumumuzda bu anlamda ''yetkin birey'' olmadığı için de kurallarla kurumlar sadece göstermelik olarak vardır; duruma, kişiye, koşullara bağlı olarak savrulur dururlar. Toplumumuzda ''çoğunluk olması amaçlanmış iken'' azınlık olarak kalmış ''aklın üstünlüğünü, uygarlık değerlerini, yetkin birey kimliğini, örgütlü toplumu'' savunan, bir yasam biçimi olarak kabul eden, bu değerlerle yasamaya çalışan ''cumhuriyeti ve demokrasiyi hak edenler'' giderek umutsuzluğa kapılmaktadır. Bu insanlar ruhbilimsel terimle ''öğrenilmiş çaresizlik'' içinde kendi varlıklarını, kendi değerlerini korumaya çalışmaktadırlar. Bu gelişmenin ulus-devlet kavramının zayıflatılması, giderek yok edilmek istenmesiyle doğrudan bağlantısı vardır. Ulusal toplumlar olabildiğince küçük gruplara ayrılmalı, dinsel ve etnik köken eksenli parçalara bölünmelidir ki ''ulusal ölçekte düşünce ve duygu birliği'' olamasın. Bu birlik ortadan kalktığı zaman, gündelik kaygılar, küçük ölçekli yaşama hedefleri insanlara egemen olacak, bu ortamda da tüketim toplumunun değerleri insanları yönetebilecektir. Böylece ''cumhuriyet'', aklın üstünlüğünden koparılmış bir cemaatçilik olarak yeniden tanımlanacak, demokrasi de "Çoğunluk ne derse o olur'' diyen bir ilkesizlikle piyasaya sürülecektir. Yeni Dünya Düzeni'nin gerçekte ne cumhuriyet diye bir tasası vardır ne de demokrasi diye bir kaygısı. Bu toptan sömürü sisteminin tek kaygısı, çokuluslu şirketlere pazarların açılması, bireylerin de sadık ve bilinçsiz tüketim köleleri olmasıdır. Burada kendini koruması gereken ''insanın kendisi''dir. İnsanın kendini korumasının yolu da ''cumhuriyeti ve demokrasiyi hak etmesi''dir. Günümüzün en büyük sorusu da, sorunu da budur.
Şimdi sormak gerekiyor: ''Toplumumuzun çoğunluğu böyle bireylerden mi oluşuyor?'' Hemen yanıtlanabilir ki ''hayır''. Peki, toplumumuzun çoğunluğu nasıl bireylerden oluşuyor? Genel olarak çoğunluğumuz, iki tip birey örneğinden oluşuyor; birincisi, kendi aklı yerine başkasının aklını kullanan, yazgısını başkalarına emanet eden, kendine öğretilen kurallara uyarak rahat yaşamaya çalışan, bilinç yerine inancın rehberliğiyle yasayan kişiler; ikincisi de hiçbir inancı olmayan, bildiği tek şey kendi çıkarı olan, bilinçsiz bir yaşama uğraşıyla kendini var etmeye çalışan kişiler. Bu çoğunluk ''cumhuriyet rejimiyle yaşamayı'' hak ediyor mu? Hayır, etmiyor. Gene ayni nedenlerle bu çoğunluk demokrasiyi de hak etmiyor. Çünkü demokrasi, kendi kendini yönetme sistemidir. Kendi aklını kullanmaktan vazgeçerek aklını başkalarına emanet eden kişiler de, aklını salt kendi çıkarı için kullanan kişiler de ne cumhuriyeti hak ederler, ne de demokrasiyi. Onun için de cumhuriyet de, demokrasi de gerçek işlerliğine kavuşamamıştır.
Cumhuriyet de demokrasi de kurallar ve kurumlardır. Bu kurallarla kurumların temelinde de bunları özümseyen, hayata geçiren, sahip çıkan, denetleyen ''yetkin bireyler'' vardır. Toplumumuzda bu anlamda ''yetkin birey'' olmadığı için de kurallarla kurumlar sadece göstermelik olarak vardır; duruma, kişiye, koşullara bağlı olarak savrulur dururlar. Toplumumuzda ''çoğunluk olması amaçlanmış iken'' azınlık olarak kalmış ''aklın üstünlüğünü, uygarlık değerlerini, yetkin birey kimliğini, örgütlü toplumu'' savunan, bir yasam biçimi olarak kabul eden, bu değerlerle yasamaya çalışan ''cumhuriyeti ve demokrasiyi hak edenler'' giderek umutsuzluğa kapılmaktadır. Bu insanlar ruhbilimsel terimle ''öğrenilmiş çaresizlik'' içinde kendi varlıklarını, kendi değerlerini korumaya çalışmaktadırlar. Bu gelişmenin ulus-devlet kavramının zayıflatılması, giderek yok edilmek istenmesiyle doğrudan bağlantısı vardır. Ulusal toplumlar olabildiğince küçük gruplara ayrılmalı, dinsel ve etnik köken eksenli parçalara bölünmelidir ki ''ulusal ölçekte düşünce ve duygu birliği'' olamasın. Bu birlik ortadan kalktığı zaman, gündelik kaygılar, küçük ölçekli yaşama hedefleri insanlara egemen olacak, bu ortamda da tüketim toplumunun değerleri insanları yönetebilecektir. Böylece ''cumhuriyet'', aklın üstünlüğünden koparılmış bir cemaatçilik olarak yeniden tanımlanacak, demokrasi de "Çoğunluk ne derse o olur'' diyen bir ilkesizlikle piyasaya sürülecektir. Yeni Dünya Düzeni'nin gerçekte ne cumhuriyet diye bir tasası vardır ne de demokrasi diye bir kaygısı. Bu toptan sömürü sisteminin tek kaygısı, çokuluslu şirketlere pazarların açılması, bireylerin de sadık ve bilinçsiz tüketim köleleri olmasıdır. Burada kendini koruması gereken ''insanın kendisi''dir. İnsanın kendini korumasının yolu da ''cumhuriyeti ve demokrasiyi hak etmesi''dir. Günümüzün en büyük sorusu da, sorunu da budur.