Aşk ve suçluluk-II

zemheri

Usta
Aşk ve suçluluk-I

Uykuya dalmadan, zihninde kalan son düşünce kırıntısı o oluyor. Uyanınca zihnine ilk düşen de. Hatırlayamadığı rüyalarına en sık o giriyor, gündüz düşlerine de.

"Şimdi nerede ve ne yapıyor? O da benim gibi ders mi çalışıyor, yoksa arkadaşıyla sohbet mi ediyor? Tam şu anda ne düşünüyor? Amfide bir an bakışını üzerimde hissettim, acaba o da bana ilgi duyuyor mu? Girmediği dersin notlarını başka birinden de alabilecekken gelip benden istemesini nasıl yorumlamalıyım?"

İnsan aşka düşer, sorular da zihnine.

Hayatını çeşit çeşit renklerle dolu bir kaba batırılıp çıkarılmış gibi hissediyor iki aydır. Sabahları sevinçle kalkıyor, onu görmek için eskiden zoraki gittiği fakültesine şimdi uçarak gidiyor. Sadece o değil, her şey kalbine doluşmuş. Aşk adeta kâinatı yüreğine taşımış. Kalbi sarmaşıklar gibi her varlığa dolanmış, her varlığa dokunmuş.

Hayat çok daha güzel, yaşamaya değer ve anlamlı eskiye göre. Dertlerin, sıkıntılarının çözümü o kadar basit ki artık gözünde. Hatta bazı dertler, dermanı olmuş. Eskiden dert ettiği şeyleri neden sorun ettiğine anlam veremiyor şimdi.

İnsan aşka düşer, yüreği ise kaygı dolu bir çukura. Amfiye girer girmez gözleri onu arıyor. O yoksa içi kaygıyla doluyor. Hayatın renkleri buhar olup uçuyor. "Acaba bir şey mi oldu, başına bir şey mi geldi? Yoksa hastalandı mı? Ah işte geldi! Neden selam vermedi bugün? Ders arasında beni fark edecek mi?" Son zamanlarda dalgın ve unutkan. Derslere odaklanamıyor bu yüzden. Bazen inanılmaz bir enerjiyle dolup çalışıyor. Sonra aklına o düşüyor. Aniden. Bir imge. Gülen bir yüz. Bir tebessüm. Bir bakış. Anlık. Kalbine bir şeyler oluyor. Önce kalbi, sonra zihni dağılıyor. Dersler o an anlamsızlaşıyor. O yakınında değilse, hayat da uzaklaşıyor. Sonra kendine kızıyor. "O kalbimde zaten" diye teselli ediyor kendini.

Gidip geliyor yüreği. Akıyor, duruyor. Aydınlanıyor, kararıyor. Seviniyor, tedirgin oluyor. Özlüyor, acı çekiyor. Düşünüyor, dalıyor. Ve kopuyor. Hayattan. İmgelem dünyasının içinde kayboluyor. Arkadaşları sık sık "Neredesin yine!" diye takılıyorlar. Annesinin de dikkatini çekiyor dalmaları. Kardeşi, imalı bakışlarla 'Kimi düşündüğünü biliyorum!' demeye getiriyor. Hayaller almış başını gidiyor. Evlenmişler, evleri bahçeli. Panjurları pembe. Bahçede güneşte pişmiş domatesler... İki çocukları olmuş. Birinin adı... Duraksıyor. İsimleri söylemekten vazgeçiyor Sarmaşık. "Bari bu bende kalsın." diyor. Biraz bozuluyorum. Israr etsem mi? Vazgeçiyorum.

Aşka düşme halinin tüm belirtilerini gösteriyor. Hayalsiz aşk olmaz. Çünkü hayalle beslenir aşk. Hayallerinde daha öteye gidiyor. O hastalanıyor, genç yaşta ölüyor. Ayrılık olmadan aşk olur mu? Bazen de onun başkasını sevdiğini düşlerken, ağladı ağlayacak halde buluyor kendini.

İyi de bana niye geldi? Ne güzel işte, aşka düşmüş. Karşılıksız olsa da. Düştüğü aşktan çıkmak istiyor. Niye ki? Nedenini henüz söylemedi. Ben duramıyorum. Bildiğim genel geçer nedenleri sıraya diziyorum zihnimde. Şu ana dek anlattıklarıyla bunları birine uyduramıyorum. Terapistlik kibri işte; o daha anlatmadan sorunun ne olduğunu bilme tutkusu. Beni şaşırtıyor Sarmaşık. Daha önce kimseden duymadığım bir gerekçeyle suçluluk hissediyor. Hayır, yanlış birine âşık olmamış. İmkânsız bir aşka da düşmemiş.

On beş gündür ağlamasını durduramıyor. Kendine kızıyor, kalbine kızıyor. Onu kalbinden söküp atmak istiyor. Ona dair zerre kadar sevgi olmamalı içinde. Onu düşünmek istemiyor, hayallerinden söküp atmalı, kurtulmalı bu yanlış sevgiden. Olmuyor. Aşk ferman dinlemiyor. Sarmaşık, kalbiyle tutuştuğu savaşı kaybediyor. Onu aklından çıkarmaya çalışırken kalbi daha çok sarılıyor hayallerine.

"Ona hissettiğim bu yoğun duyguların aynısını Yaratıcı'ya karşı hissedemiyorum. Demek ki Yaratıcı'yı onun kadar sevmiyorum. Bu beni kahrediyor. İçimi acıtıyor."

Kalakalıyorum. On beş gündür ağlamasının, uykusuz gecelerinin nedeni buymuş. Düştüğü aşktan bu nedenle çıkmak istiyormuş.

"Lütfen bana yardım edin!"

Edemem ki. Çünkü nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum.

"İlk kez böyle bir sorunla karşılaşıyorum Sarmaşık. Sana ne diyeceğimi, nasıl yardım edeceğimi inan, bilmiyorum. Diğer görüşmemize kadar üzerinde düşüneceğim ama."

"Peki" diyor Sarmaşık.

Mustafa ulusoy
 

zemheri

Usta
Aşk ve suçluluk-II
Önceki seansın özetini yaparak başlıyorum seansa. "Önce aşka düştün. Kalbin ona ait yoğun hislerle doldu taştı. Sonra da suçlulukla; 'Neden aynı duyguları Yaratıcı'ya karşı hissedemiyorum, demek ki O'nu sevmiyorum' diye acı çekiyorsun." Başıyla onaylıyor. Onu anlamışım. Anlaman yetmiyor, eee nasıl çözeceksin bakalım sorunumu dercesine bakıyor.

Sarmaşık yanılıyor. O, Yaratıcı'sını seviyor. Bir kere bunu dert etmesi sevgisinin güçlü bir kanıtı. Yaratıcı'sını sevmeyen neden böyle bir suçluluğa düşsün ki?

Yok. Bu onu tatmin etmiyor. Yüzünde etkilendiğine dair en ufak bir emare yok. Lafı eveleyip geveliyorum. Geçen haftayı nasıl geçirdiğini soruyorum. Anlatıyor. Vaktimi boşa harcama, der gibi bakarak. Ne yapsam ki?

Sıkıştığım zamanlardaki tekniğime başvuruyorum. "Bana tipik bir gününü ayrıntılı olarak anlatır mısın?" Bir önceki günü anlatıyor. Gece geç yatmış. Yine ağlamış. Yine içi daralmış. Yine suçluluk hissetmiş. Sabah erken kalkmış. Güneş doğmadan. "Gözlerimden uyku akıyordu" diyor. "Hiç kalkmak istemedim. Ama sabah namazına kalkmazsam o gün kalbim kasvetle doluyor. Bu yüzden babama sıkı sıkı tembih ettim kaldır diye. O kadar zordu ki uyanmak. Ama kalktım çok şükür. Namazımı kıldım..."

Kalbim heyecandan çarpıyor. Gökte aradığımı yerde buluyorum. Aradığım şey ayağıma geliyor.

"Nasıl namaz kıldığını ayrıntılı olarak anlatır mısın Sarmaşık?"

İsteğimin ona saçma geldiğini anlıyorum bakışlarından.

"Namazın nasıl kılındığını öğrenmek istiyorsanız namaz kitaplarını okusanız daha iyi etmez misiniz?

Sinirlenmesine aldırmıyorum.

"İsteğimin saçma geldiğini biliyorum ama varmak istediğim bir nokta var; rica etsem devam eder misin?"

İsteksizce devam ediyor. Namaza niyetlenişini, okuduğu sureleri, önce rükûa, sonra da secdeye varışını anlatıyor. Muzırca gülümsüyorum. "Ne var gülümseyecek?" diyor biraz asabice. Var işte.

Bir kâğıt uzatıp "Secdeye gittim." yazmasını istiyorum. Yazıyor.

"Âşık olduğun erkeğin önünde de secde eder misin?"

"Tabii ki hayır!"

"Yoğun hisler taşıdığın bir insanın önünde secde etmem diyorsun, ama aynı yoğunlukta hisler taşımadığın Yaratıcı'na secde ediyorsun. İlginç değil mi?"

Duralıyor. Şaşırıyor. Düşünüyor. İşte istediğim buydu. Düşünmesini sağlamak.

"Niye O'na secde ediyorsun peki?"

"Çünkü O istiyor bunu."

"O'nun istediği bir şeyi neden yapıyorsun?"

"Çünkü O'nu seviyorum."

O kadar önemli bir şey söyledi ki. Tekrarlamasını istiyorum. Söylediğini duymasını istiyorum çünkü. Fark etmesini istiyorum. Tekrarlıyor. Sonra akışı yazmasını istiyorum. Yazıyor; "Secdeye vardım. Çünkü O bunu istiyor. O'nun isteklerini yerine getirmeye çalışıyorum. Çünkü O'nu seviyorum."

Yaratıcı'yı sevmenin nasıl olacağı konusunda geçen hafta yaptığım araştırmalarda karşıma çıkan cümleyi ona söyletmiş oldum.

"Peki O'nu seviyorsam neden O'na karşı o kadar yoğun hisler taşıyamıyorum?"

"O'nu sevmeyi sadece kalpte hissedilen bir duygu olarak tanımlayıp hislere indirgemişsin. Hafta içinde karşıma çıkan cümle ise böyle tanımlamıyor; 'Allah'ı sevmek, O'nun marziyatını yapmaktır' diyor. Kalpte hissedilen duyguların yoğunluğu ile O'nu sevmek arasında doğrusal bir ilişki yok. Kaşlarını çatma, ilişki yok demiyorum, her zaman doğrusal bir ilişki yok diyorum. Baksana sevdiğin kişiye karşı yoğun hislerin, O'na ettiğin tek bir secdeye bile denk gelmiyor. O'nun isteklerini yapmakla O'nu sevmek arasında ise doğrusal bir ilişki var. Bu insan-insan arasındaki ilişkilerde de böyle. Bir insana âşık olup ona yoğun hisler taşımak, aradaki bağlılığın çok derin ve sağlam olduğu anlamına gelmez illa. Birçok insan burada aldanır. İlgi, özen, merhamet ve şefkatle davranmak, onu tanımak, onun varoluşuna, acılarına, dertlerine ilgi duymak gibi birçok başka faktör bağlılığın derinliğini ve sağlamlığını belirler. Anne-babaları düşün. Çocuklarına aşktaki kadar yoğun hisler taşımazlar belki ama hayatlarını çocukları için feda edecek kadar bağlıdırlar onlara.

Ayrıca sevdiğin gence karşı yoğun hisler taşıdığın için suçluluk hissetmen şu bakımdan da gereksiz; bu duygular O'nun yaratması. Ona duyduğun sevgiyi O'nun kalbindeki bir nakışı diye düşün. Bir sanatı. Bir tecellisi.

Bir de...

"Başka bir şey daha var." diyorum.

"Ne?"

"Sen onu sevmiyorsun aslında."

"Hadi canım, dalga mı geçiyorsunuz?"

"Aslında" diyorum "aslında"yı vurgulayarak; "sen onda tecelli eden O'nun Cemal, Kemal ve İhsan'ını seviyorsun. Yani onu severken aslında O'nu seviyorsun."

"İlginç, hiç böyle düşünmemiştim." deyip susuyor.

"Birisi sana seni sevdiğini söylerse inanma ayrıca" diye takılıyorum bu sefer de.

"Şüpheci mi olayım, hemen inanmayıp sorgulayayım mı yani?"

"Hayır! Bu küçük bir latife. Dikkatini çekmek için. Şunu kastediyorum: Birisi seni seviyorum dediğinde, aslında o da O'nun sende tecelli eden Cemal, Kemal ve İhsan'ını seviyordur. Seni severken O'nu seviyordur aslında."

"Bunların üzerinde biraz düşünmeliyim."

İşte en sevdiğim cümlelerden biri.
"Allah'ı sevmek, O'nun marziyatını yapmaktır."cümlesi nerede mi karşıma çıktı? Bunu ne Sarmaşık sordu, ne de ben söyledim. Sorsaydı 11. Lem'a diyecektim.

Mustafa Ulusoy
 

Top