• Merhaba Ziyaretçi.
    "Minimalist Fotoğraflar" konulu fotoğraf oylaması başladı. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Oylamaya katılmanızı bekliyoruz...

Yunus Emre (1238-1320)

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
Türk, şair. Anadolu'da tasavvuf akımının ve Türkçe şiirin öncüsüdür. İnsan sevgisine dayanan bir görüşü geliştirmiştir.

Yunus Emre'nin şiirinde, edebiyat tarihi bakımından, dil, düşünce, duygu ve yaratıcılık gibi dört önemli sorun sergilenir. Bu sorunlar bir görüş ve inanış bütünlüğü içinde ele alınır, insan konusunda odaklaştırılır. Şiirde işlenen konular ise insan, Tanrı, Varlık Birliği, sevgi, yaşama sevinci, barış, evren, ölüm, yetkinlik, olgunluk, alçakgönüllülük, erdem, eliaçıklık gibi genellikle gerçek yaşamı ilgilendiren kavramlardır. O, bu kavramları, şiirinin bütünlüğü içinde temel öğe olarak sergilemiştir.

İnsan bir "sevgi varlığı"dır, tin ile gövde gibi iki ayrı tözden kurulmuştur. Tin tanrısaldır, ölümsüzdür, gövdede kaldığı sürece geldiği özün ve yüce kaynağa, tanrısal evrene dönme özlemi içindedir. Gövde dağılır, kendini kuran öğelere ayrılır. İçinde insanın da bulunduğu tüm varlık evreni toprak, su, ateş ve yel gibi dört ilkeden kurulmuştur. Bu dört ilke yaratılmıştır, yaratıcı da Tanrı'dır. Tanrı, bu dört ilkeyi yarattıktan sonra, ayrı ayrı oranlarda birleştirerek varlık türlerinin oluşmasını sağlamıştır. İnsan sevgi yoluyla Tanrı'ya ulaşır, çünkü insanla Tanrı arasında özdeşlik vardır. Ancak, insanın bu madde evreninde bulunması, tinin tanrısal kaynaktan uzak kalması bir ayrılıktır. Bu ayrılık insanı, yaşamı boyunca Tanrı'yı düşünme, ona özlem duyma olaylarıyla karşı karşıya getirmiştir. Gerçekte insan-Tanrı-evren üçlüsü birlik içindedir, var olan yalnız Tanrı'dır, türlülük bir "görünüş"tür. Çünkü Tanrı, kendi özü gereği, bütün varlık türlerini kapsar, her varlıkta yansır. Evreni kuran öğelerle insanın gövdesini oluşturan ilkeler özdeştir. Bu özdeşlik tanrısal tözün bütün varlık türlerinde, biçimlendirici bir öğe olarak bulunmasından dolayıdır. Tanrısal tözün nesnel varlıklarda bulunması bir "yansıma" niteliğindedir, çünkü Tanrı yarattığı nesnede yansıyınca "oluş" gerçekleşir.

Sevgi insanda birleştirici, bütünleştirici bir eğilim niteliğindedir. Y. Emre, sevgiyi Tanrı ve onun yarattığı tüm varlıklara karşı duyulan bir yakınlık, bir eğilim diye anlar. Sevginin ereği yüce Tanrı'ya ölümsüz olana kavuşmak, onun varlığında bütünlüğe ulaşmaktır. Tanrı insanla özdeş olduğundan kendini seven Tanrı'yı, Tanrı'yı seven kendini sever. Çünkü sevgi kendini başkasında, başkasını kendinde bulmaktır. Sevginin olmadığı yerde, öfke, kırgınlık, çözülme ve birbirinden kopukluk gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Sevginin değerini yalnız seven bilir, sevmek de bir bilgelik, bir olgunluk işidir. Yeterince aydınlanmamış, Tanrı ışığından yoksun kalmış bir gönülde sevginin yeri yoktur. Bütün varlık türlerini birbirine bağlayan, onları tanrısal evrene yönelten sevgidir. Sevgi bir çıkar aracı olmadığından seven karşılık beklemez. Dost kişi gerçek seven kimsedir (âşık). Dost başka bir anlamda da Tanrı'dır, kişinin gönlünde ışıyan tözdür.

Y. Emre'de yaşamak tanrısal tözün bir yansıması olan evrende sevinç duymaktır. Çünkü, bütün varlık türlerinde Tanrı görünmektedir, bu nedenle severek, düşünerek yaşamayı bilen kimse her yerde Tanrı ile karşı karşıyadır. Yaşamak belli nesnelere bağlanmak, yalnız gelip geçici varlıkları edinmek için çırpınmak değildir. Böyle bir yaşama biçimi kişiyi tanrısal tözden uzaklaştırdığı gibi yetkinlikten, bilgelikten de yoksun kılar. Y. Emre'nin dilinde bilge kişinin adı "eren"dir. Eren barış içinde yaşamayı, bütün insanları kardeş görmeyi, kendini sevmeyeni bile sevmeyi bilen kişidir. Onun gönlü yalnız sevgiyle, dostluk duygularıyla doludur. Evreni bir tanrısal görünüş alanı olarak bildiğinden, erenin evrene karşı da sevgisi, saygısı vardır. Erenin gözünde insan bir küçük evrendir, büyük evren ise tanrısal tözün kuşattığı sonsuz varlık alanıdır. Eren olma aşamasına ulaşmış kişide erdem, alçakgönüllülük, eli açıklık, yetkinlik, olgunluk bir bütünlük içinde bulunur.

Ölüm tinin gövdeden ayrılıp tanrısal kaynağa dönmesiyle gerçekleşir. Bu nedenle ölüm tinle gövde arasında bir ayrılıktır. Gerçekte ölüm yoktur, tinin ölümsüzlüğe ulaşması, yüce kaynağa dönüşü vardır. Çünkü, bütün varlık türleri tanrısal tözün yansıması olduğundan, salt ölüm de söz konusu değildir. Ölümün bir başka anlamı da bilgiden, erdemden, yetkinlikten, sevgiden yoksun kalmaktır.

Yunus'un şiirinde Yeni-Platonculuk'tan kaynaklanan Tasavvuf öğretisinin bütün sorunları bulunur. Bunlara yeni bir çözüm getirmez, Yeni-Platonculuk'un yöntemine dayanarak yorumlar ileri sürer. Bu nedenle onun şiiri Yeni-Platonculuk'un Türkçe açıklanışıdır.

Yunus Emre'nin edebiyat tarihi bakımından, önemli bir yanı da Anadolu'da, Türkçe şiir dilinin öncüsü olması ve tasavvuf sorunlarını yalın, kolay anlaşılır bir dille söyleyişi nedeniyledir. Şiirlerinin ölçüsü, Türkçe'nin ses yapısına uymayan "aruz" olmakla birlikte söyleyişi akıcı, sürükleyici bir nitelik taşır. Tasavvufun en güç anlaşılır kavramlarını, Türkçe'nin ses yapısına uygun biçimde dile getirir, şiirinde duygu ve düşünce birliğinden oluşan bir derinlik görülür. Yer yer yalın halk söyleyişine yaklaşan dilinde anlam-uyum bağlantısı bütüncül bir içerik taşır. Ona göre önemli olan bir sözü etkili biçimde söylemektir. Bu nedenle sözün boş bir kavram olmaması, bir varlık sorununu, bir düşünceyi dile getirmesi gerekir. İnsan ancak söz söyleme yetisiyle insandır, konuşan Tanrı durumundadır. Y. Emre'de Türkçe, şiir dili olma yanında, düşünceyi içeren, açıklayan bir odak özelliği kazanmıştır.

Y. Emre'nin biri şiiri, öteki düşünceleriyle olmak üzere, iki yönlü bir etkisi vardır. Gerek dili, gerek görüşleri bakımından halk şiirinin de öncüsü sayılmaktadır. Özellikle tasavvuf inançlarını benimseyen Alevi-Bektaşi geleneğini sürdüren halk ozanları üzerindeki etkisi büyük olmuştur.


Yaşamı konusunda yeterli bilgi olmadığı gibi onunla ilgili kaynaklarda anlatılanlar da birbirini tutmaz. Nerede, hangi yılda doğduğu kesinlikle bilinmiyor. Kimi kaynaklarda Anadolu'ya Doğu'dan gelen Türk oymaklarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu söylenirse de kesin değildir. 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü söylenir. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Y. Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır. Yapılan araştırmalara göre şiirlerinin toplandığı Divan ölümünden yetmiş yıl sonra düzenlenmiştir. Anadolu'da "Y. Emre" adını taşıyan ve Y. Emre'den çok sonraları yaşamış başka şairlerin yapıtlarıyla karışan şiirlerinin bir bölümü dil incelemeleri sonunda ayıklanmış, böylece 357 şiirin onun olduğu konusunda görüş birliğine varılmıştır. Gene Y. Emre adını taşıyan ve başka şairlerin elinden çıktığı ileri sürülen 310 şiir daha derlenmiştir. Onun dil, şiir ve düşünce bakımından özgünlüğü ve etkisi, ilk düzenlenen Divan'daki şiirleri nedeniyledir.
 
Y. Emre’nin bir zamanlar Anadolu’nun bir çok yerinde yattığı söylendi. Bir zamanlar Yunus’un Bolu köylüklerinden olduğu,daha sonra Sandıklı da yattığı ileri sürüldü. Erzurum Bursa Aksaray Karaman için sahifeler dolusu yazılar yazıldı. Ama Hocası Tabduk Emre hakkında ve onun yattığı yer olan Kula’nın Emre köyü hakkında görüşler dile getirilmedi. Bu durum acaba neden göz ardı edildi. Y. Emre’nin Tabduk Emre’ye öğrencilik ettiği su götürmez bir gerçek ve

Koyun yatayım Şeyh eşiğinde
Dönmedim Şeyhimden ne döneyim

Dizeleri ile şeyhinden ayrılmak istemeyen Yunus’u Kula’dan başka yerlerde aramaya yer var mı acaba? Tabii ki yok. Yunus'un mezarı tıpkı Tabduk Emre’nin mezarının Kula’da olduğu gibi o da Emre köyündedir.

Bunu açıklayan bir çok belge son yıllarda ortaya çıkmış Macit ARAY’ın Y. Emre kitabında sunduğu belgeler Y. Emre’nin Kula’da olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir. kaldı ki Tabduk Emre Saruhanlı Beyliğinin ADALA Kazasında kendi adıyla anılan EMRE Köyünde yerleşerek tarikatını sürdürdüğü Y. Emre’nin muhtemelen doğumundan 20-22 yıl sonra öğrenci olarak EMRE’YE geldiği bir gerçektir.
Tabduk ’un Yunus’a sen artık yetiştin istediğin yere gidebilirsin icazetini veriyorum. deyip icazetnamesini eline tutuşturduğunda Yunus kağıdı ağzında geveleyip yutmuş ve veciz sözü söylemiştir.

“Bu kağıt parçası için mi beni gül yüzünden mahrum etmek istiyorsun ” dediği ve şeyhinden ayrılmak istemediği divanındaki şiirlerinden anlaşılmaktadır. Böyle söyleyen Y. Emre’nin şeyhinden başka bir yere gömülmesi düşünülebilir mi ?

Emre Köyü Kula’nın Gökçeören Bucağına bağlı Kula’ya 20 km uzaklıkta Ankara-İzmir karayolunun 10 km içerisindedir. Emre köyünün eski bir yer1eşim alanı olduğu çeşme ve caminin kitabesinden anlaşı1maktadır. Köyde bulunan iki hamam enkazı ile bir de medrese temelinin varlığı buranın eski devirlerde önemli kültür merkezlerinden biri olduğunu gösterir.

TAPDUK EMRE​

Y. Emre’nin Hocası olan Tabduk Emre’nin Türbesi, Kula’nın Emre köyündedir. Gözleri âmâ olan Tabduk, şiddetli Moğol baskıları sonunda Horasan’dan, Anadolu’ya göç etmek zorunda kalan Türkmenlerdendir. Y. Emre de, Divanında ((Yüz bin olur Belh şehrinin viranesi)) (1) Belh şehrinden söz etmesi, Tabduk ’un Horasan’dan geldiğini doğrulamaktadır. Zaten o tarihlerde Anadolu Horasan’dan gelen göçmenlerle doludur. Refah Sultan vakfiyesinin altındaki imzalardan sekizinin Horasanlı olduğu görülür.

TAPDUK İSMİNİ ALIŞI​

Tabduk Emre’nin Muşidi, Hacı Bektaşi Veli imiş, Hacı Bektaşi Veli, Anadolu’
daki bütün erenleri yanına çağırınca; Tabduk Emre de, onun yanına isteksiz olarak gelmiş, fakat Hacı Bektaşi Veli’nin elayasındaki yeşil beni görünce üç kere “Tabduk Sultanım” demiş. Bundan dolayı, Emre Sultan, Tabduk adıyla anılmaya başlanmıştır.

TAPDUK’UN EVLENİŞİ​

Bir rivayete göre: Tabduk Emre, Saruhan Beyinin kızı Fatma Sultanı istetmek için, annesini, Emre Köyünden, Saruhan beyinin konağına yolluyor. Tabduk ’un annesi, Bey’den kızı Fatma Sultanı Tabduk ’a istiyor. Saruhan beyi, Tabduk ’un annesine; ((Oğlu kırk yük altın getirirse” ancak o zaman kızını vereceğini söylüyor. Annesi boynu bükük olarak Emre köyüne dönüp, durumu Tabduk Emre’ye anlatıyor. Tabduk , annesini tekrar Saruhan beyine göndererek, Beyin şartlarını kabul ettiğini bildiriyor. Tabduk Emre Saruhan Beyinin Emre köyüne gönderdiği kırk deveye, çuvallar içinde kum ve çakıl doldurarak Saruhan Beyine geri gönde-riyor. Çuvallar Sultanın hazinesine boşaltılırken içindeki kum ve çakıllar altın oluyor. Bunun üzerine hayretler içinde kalan Saruhan beyi de sözünde durarak kızı Fatma Sultanı Tabduk Emre’ye veriyor.

Y. Emre Karamanlıdır. Bir zamanlar havaların kurak gitmesi sonucu Karaman’da büyük bir kıtlık olur. Ailesi kalabalık olan (4 tane çocuk Y. Emre, ailesini geçindirecek buğdayı bulmak üzere Hacı Veli’ye gitmeye karar verir. Yolda giderken, yabani ahlat toplayarak bunları şalvarının paçalarını bağ1ayıp içerisine doldurur. Ve Hacı Bektaşi Veli Dergâhına gider. Hacı Bektaşi Veli’den yabani ahlat karşılığında buğday ister. Hacı Bektaşi Veli, Y. Emre’ye ((Buğday mı istersin, himmet, himmet mi)) diye sorar. Y. Emre buğday ister. Hacı Bektaşi Veli aynı soruyu üç defa tekrar etmesine rağmen, Y. Emre buğday istemekten vazgeçmez. Ve Hacı Bektaşi Veli’den aldığı buğdayları şalvarının içine doldurup evine geri döner.

Y. Emre, evine ge1diğinde karısına durumu anlatır. Karısı Yunus’a “Buğday tükenir, himmet tükenmez. Niçin himmet almadın,git al)) der. Bunun üzerine Y. Emre tekrar Hacı Bektaşi Veli’ye giderek, kendisine himmet etmesini rica eder. Hacı Bektaşi Veli ((Bizden geçti, Emrem diyarına gideceksin, Tabduk Emre’yi bulacaksın, o sana himmet edecek, der. Bunun üzerine Y. Emre, Hacı Bektaşi Veli’nin yanından ayrılarak, bugün Kula’nın Emre köyünde bulunan Tabduk Emre’nin yanına gider.

Y. Emre durumu Tabduk Emre’ye anlatır. Tabduk Emre de Yunus’a dergãhta odunculuk görevi verir. Y. Emre kırk yedi yıl Emre’ye hizmet eder.

Y. Emre Tabduk ’un dergãh için verdiği odunculuk görevini büyük bir dikkat ve titizlikle yapar. Hiçbir zaman dergâha eğri odun getirmez. Tabduk bunu sorduğunda “Dergàhtan içeri eğri girmez” diye Yunus cevap verir.
(Emre köyünün Çıngırak deresi mevkiinde yetişen söğüt meşesi denilen bir cins ağaç vardır. Bu ağacın dalları hep düzgündür..)

BİR ÖYKÜ:​

Bir gün Y. Emre oduna gider. Fakat o gün odunu çok kestiğinden yanında getirdiği kıl örme, odunu sarmaya yetersiz gelir. Orada bulunan bir yılanı, kıl örme parçası sanarak, getirdiği kıl örmeye ekler odunları sardıktan sonra dergâha getirir. Odunu dergâha bıraktıktan sonra, Tabduk Emre’nin karısı Fatma Sultan, bunun örme deği1,bir yılan olduğunu söyler. Emre köyünde, Tabduk Emre’nin Y. Emre’yi denemek için bu durumu. yarattığı söylenir.

EMRE KÖYÜNDE Y. EMRE İÇİN​

Bir gün Tabduk Emre, talebelerine kırlardan çiçek toplamalarını söyler.Her talebe bir sürü çiçekle geri döner. Fakat Y. Emre, hangi çiçeği koparmak üzere giderse, o çiçeği zikir ve tespih halinde gördüğünden koparamaz. Yalnız çiçeklerden birisi zikirden geri ka1dığından kendisini koparmasını, Yunus’a söyler. Y. Emre de çiçeği koparıp Tabduk Emre’ye getirir. Başına gelen olayı da şeyhine anlatır. Şeyh, bu çiçek tecrübesiyle Y. Emre’ye erdiğini anlatmak istemiş ise de Yunus yine bundan bir şey anlayamamış.

Y. Emre, bir gün Avrupa’ya seyahate çıkar. Bu seyahat sırasında bir papazla imtihana girer. İmtihan şöy1e olur: Ortaya içinde kaynayan su bulunan büyük bir kazan konur. Önce bu kaynayan kazanın içine Y. Emre girer, kazanın kapağı kapatılır. Belirtilen sure sonunda Y. Emre kazanın kapağını vurarak sağ olarak çıkar. Yunus’tan sonra Papaz kaynayan kazana girer ve aynı şeki1de kazanın kapağı kapatılır. Saatlerce bekledikleri halde kazanın kapağı vurulmaz. Ve nihayet kapağı açmaya mecbur kalırlar. Papaz ölü olarak kazandan çıkartılır.

Y. Emre 40 yıl Hocası Tabduk Emre’ye hizmet ediyor. Himmet edi1mediğini görüp kızarak hocasının yanından ayrılıyor. Yolda giderken iki dervişe rastlıyor. Onlarla beraber yola devam ediyor. Yolda karınları acıktığı bir sırada, derviş1erin yaptığı bir dua üzerine, önlerine birer kap yemek geliyor. İkinci defa karınları acıktığında, derviş1er, Y. Emre’ye yemekleri tedarik etmesini söylüyorlar. Y. Emre yemek tedarik edemeyeceğinden, erenlerin yanında mahcup o1acağından çekiniyor. Ve Allah’a ((Beni bunların yanında mahcup etme, bunlar kimin yüzü hürmetine dua ettiler ye niyet ettilerse, benimkini de onlarınkinin yüzü hürmetine ver” diye yalvarıyor. Yunus’un bu duası üzerine hepsinin önüne ikişer kap yemek geliyor.

Derviş1er, Y. Emre’ye kimin yüzü hürmetine dua ettiğini soruyorlar. Y. Emre ((önce siz., kimin için niyet ettiğinizi söyleyiniz ondan sonra ben söyleyeyim)) diyor. Derviş1er, ((biz şu meşhur Y. Emre için dua ettik ve onun yüzü hürmetine niyet1endik” diyorlar. Yunus da ((ben de siz kimin için niyet ettinizse o niyete dua etmiştim,)) diyor. Ve bu olay sonucunda hata ettiğini, himmete kavuştuğunu anlayarak Emre köyündeki şeyhi Tabduk Emre’nin yanına geri dönüyor.

Tabduk ’un karısı Fatma Sultan’a giderek, kendisinin affettirilme sini rica ediyor. O da ((Sen sabahleyin kapının eşiğinde yat, biz şeyh ile gelirken, asası sana deyince, o bana sorar, bu kim der, ben de Yunus derim. Eğer o hangi Yunus derse hemen buradan uzak1aş. Yok eğer bizim Yunus mu derse, hem seni affettiğini hem de mertebeye ulaştığını anla)) diyor. Y. Emre Fatma Sultanın dediklerini yapıyor, Tabduk Emre, bizim Yunus mu deyince, Y. Emre Şeyhin ayaklarına kapanarak affını diliyor.

Tabduk Emre, bir gün Yunus’a aşk şarabı sunarak, ((Yunus, bunu insan ayağı değmeyecek bir yere koy” der. Bunun üzerine Y. Emre ne yapacağını düşünür. Günlerce dağ1arı taş1arı her yeri do1aşır, fakat insan ayağı değmeyecek bir yer bulamaz. Sonunda bu yerin kendi midesi olacağını düşünerek dizi üzerine çöker, aşk şarabını içer ve içer içmez de mest olur. Sonunda ilhama kapılarak şiir1er söylemeye baş1ar. Bu olay sonunda şu şiiri söy1ediği Emre köyünde dilden dile rivayet edilir.



Adım adım ileri
Üç beş adım içeri
On sekiz bin alemi
Gördüm bir dağ içinde

Y. EMRE MEZARININ TÜRBE DIŞINDA OLMASI ÜZERİNE YÖREDEKİ RİVAYETLER:
Tabduk Emre, ölmeden önce müritlerine, Yunus’un mezarının türbe kapısı önüne yapılmasını vasiyet ediyor.Emre köyü halkı, ((bununla kendisini ziyarete gelenler, ilk defa Yunus’u ziyaret etsinler, o benden ziyade buna lãyıktır,” demek istediğini anlatmak istemiştir, diyorlar. Ve bunun için Yunus’un mezarının türbe dışına yapıldığı söyleniyor.
Bu konuda çevrede söylenen bir başka rivayet de şöyledir:

Y. Emre, şeyhine yıllarca hizmet etmiş, ona bağ1ı, sadık bir mürit olarak kalmıştır. Hayatta en çok sevdiği şeyhine karşı gösterdiği hürmeti, fani a1emde de göstermek, bu saygıyı ebediyete kadar devam ettirmek için, Y. Emre türbenin içerisine girmemiş ve mezarının şeyhinin türbesinin önünde yapılmasını vasiyet etmiş.. ((Şeyhimi her ziyarete gelen, benim bağrıma basarak türbeye girsin. Şeyhimin yanında ben bir hiçtim. Fani alemde de yine onun yanında bir hiç, bir kul olarak kalmak isterim” demiş. Bu sebeplerden dolayı Tabduk Emre için büyük ve güzel bir türbe yapıldığı halde Y. Emre için ayrı bir türbe yapılmamış, Y. Emre’nin mezarı kapı eşiğine yapılmıştır

Koyun yatayım şeyh eşiğinde
Dönmezdim şeyhimden, ne döneyim

Hak bir mürşit verdi bana
Kapısında öl dediler

Hakkı kaçan bulasın
Hakka kul olmayınca

Erenler eşiğine
Yaslanıp yatmayınca

Y. Emre’nin mezarı, Türbenin kapısı önündedir. Mezarın üzeri açıktır. Y. Emre’ nin mezar taşında, küçük bir balta resmi bulunmaktadır ki, bu Y. Emre’nin dergâha yıllarca odun taşıdığını sembolize eder. Türbenin ortasında Y. Emre’nin hocası olan Tabduk Emre’nin mezarı bulunur. Bunun yanında Tabduk Emre’nin eşi Fatma Sultan, kızı Fulya Hanım, torunu ve diğer aile efradına ait 10 mezar daha vardır. Mezar taş1arında yazılı bir kitabeye rastlanılmamasına rağmen, çevre halkı tarafından uzun yıllardır anlatılan rivayetler ve bir takım belgelerden, Y. Emre ve hocası Tabduk Emre’nin burada yattıkları sanılmaktadır.

Yunus gibiler ölümlerinden sonra takdirleri artan ve sevildikleri için bir çok yer tarafından sahiplenilen şahsiyetlerdir. Onun içindir ki adlarına bir çok yerde sevenler tarafından mezar ve türbeler yapılmıştır. Diğer taraftan Yunus’u ve söyleyişlerini anlamayanlar tarafından bu değerli insan yerilmiş ve eserinin bir kısmı yırtılmış sulara atılmıştır. Yunus geleceğin kendisi ve görüşleri hakkında ne gibi tefsirlere yol açacağını bilmiş ve :

Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken
Bir molla Kasım gelir

Diye yazmış nitekim Molla Kasım gelmiş Yunus’umuzun eserini eline geçirmiş bir nehir kenarında oturmuş ve düşünüş ve görüşlerini aykırı bulduğu bir kısım parçaları yırtıp nehre atmıştır. Molla yukarıda yazdığımız beyiti kapsayan parçayı görünce şaşırmış kalanları yırtmamış işte bugün elimizde Yunus’tan kalan şiirler bunlardır. Yunus’un 3000 adet şiiri olduğu bunlardan l000 adedinin yırtılıp havaya atılanlar olduğu ve bunların meleklerin hakkı olduğu,l000 adedinin suya atıldığı bunların balıkların hakkı olduğu diğer l000 tanesinin ise insanların hakkı olduğu ve bugün elimizde bulunan şiirler olduğu ifade edilmektedir.

Eski bir köy olan Emre’de hamam ve medrese enkazlarıyla, eski çeşmeler bulu-nur. Roma ve Bizans devirlerinde yer1eşim yeri o1duğu sanılan Emre Köyüne, Türk-men Yörükleri 1071 Malazgirt savaşından sonra gelip yerleşmişlerdir.

-alıntı-
 
Türk halk şairlerinin tartışmasız öncüsü olan ve Türk'ün İslam'a bakışını Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliğiyle ortaya koyan Y. Emre, sevgiyi felsefe haline getirmiş örnek bir insandır.

Yaklaşık 700 yıldır Türk milleti tarafından dilden dile aktarılmış, türkü ve ilahilere söz olmuş, yer yer atasözü misali dilden dile dolaşmış mısralarıyla Y. Emre, Türk kültür ve medeniyetinin oluşumuna büyük katkılar sağlamış bir gönül adamıdır. Bazı kaynaklarda Anadolu'ya gelen Türk boylarından birine bağlı olup, 1238 dolaylarında doğduğu rivayet edilirse de bu kesin değildir; tıpkı 1320 dolaylarında Eskişehir'de öldüğü yolundaki rivayetlerde olduğu gibi. Batı Anadolu'nun birkaç yöresinde "Yunus Emre" adını taşıyan ve onunla ilgili görüldüğünden "makam" adı verilen yer vardır. Bir garip öldü diyeler Üç gün sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin diyen Yunus, belki de doğduğu ve yaşadığı topraklardan çok uzaklarda bu dünyadan göçüp gittiğini anlatmak istemektedir.

Türkiye'nin pek çok yerinde Y. Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlardan başlıcaları şöyle sıralanabilir: Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Y. Emre Camii avlusu; Bursa; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Keçiborlu ilçesi civarı; Aksaray; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Ordu'nun Ünye ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Görüldüğü gibi sayı ve iddia hayli kabarıktır. Bazı belgeler, Y. Emre'nin asıl mezarının Karaman veya Sarıköy'de olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, 1970'li yılların başında Sarıköy'deki mezarın Yunus'a ait olduğuna kesin gözüyle bakılarak bu köye Y. Emre adı verildi ve oradaki bir bahçe içine anıt dikildi.

1980'li yıllarda ise, 1350'de yapılmış olan Karaman'daki Y. Emre Camii'nin yanındaki mezarın onun gerçek mezarı olduğu iddia edildi. Aslında bu durum, Y. Emre'nin Türkler tarafından ne kadar sevildiği ve benimsendiğinin çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten de halktan biri olan Y. Emre, halkın değer, duygu ve düşüncelerini dile getirişi itibariyle tarihimizin en halkla barışık aydınlarından biri olma özelliğine sahiptir. Türk tasavvufunun dilde ve şiirde kurucusu olan Y. Emre'nin şiirlerinde ahlak, hikmet, din, aşk gibi konuların hemen hepsi tasavvuftan çıkar ve tasavvuf görüşü çerçevesinde bir yere oturtulur. Mısralarında didaktik ahlak telkinlerinde bulunan Y. Emre, "gönül kırmamak" konusuna ayrı bir önem verir ve "üstün bir değer" olarak şiirlerinde bu konuyu özenle işler. Bu arada Y. Emre'yi öne çıkaran bir başka önemli özelliği de, şiirlerinde işlediği konuları ve telkinleri bizzat kendi hayatında uygulamasıdır. "Din tamam olunca doğar muhabbet" diyen Yunus, İslam'ın sabır, kanaat, hoşgörürlük, cömertlik, iyilik, fazilet değerlerini benimsemeyi telkin eder. Yunus'un sanat anlayışı, dini ve milli değerleri bağdaştırdığı mısralarında kendini gösterir; millileşen tasavvufa, Türkçe'nin en güzel ve en güçlü özelliklerini kullanarak tercüman olur. Gerçekten de 11,12 ve 13. asırlarda Türkistan ve Anadolu Türkleri arasında çok yayılan tasavvufun Türk şairleri arasında iki büyük sözcüsü vardır: Türkistan'da Ahmet Yesevi, Anadolu'da Y. Emre...

Y. Emre'nin tasavvuf anlayışında dervişlik olgunluktur, aşktır; Allah katında kabul görmektir; nefsini yenmek, iradeyi eritmektir; kavgaya, nifaka, gösterişe, hamlığa, riyaya, düşmanlığa, şekilciliğe karşı çıkmaktır. Y. Emre aynı zamanda bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana'nın bir benzeridir. O'nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçe'nin Batı'da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O'nu ihmal etmesindendir. Yunus'taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş "sevgi felsefesi"nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus'un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi "Yaradılanı hoş gör / Yaradan'dan ötürü"dür. Y. Emre'ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Madem ki insanoğlu ruh yönüyle Allah'tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus'un bir başka önemli tarafı ortaya çıkar: Y. Emre, hükümetsizlik içinde çalkalanan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan sapık batınî cereyanların hiçbirine kapılmadığı gibi, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu bakımdan bakıldığında Y. Emre, hem Türk şiirinin kurucusu, hem de milli birliğin önemli tutkallarından biridir. Y. Emre, kelimenin tam anlamıyla "milli bir sanatçı"dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi... Y. Emre'nin şiirlerinde en fazla işlenmiş temalar; İlahi aşk, Din, Ahlak, Gurbet, Tabiat, Ölüm ve faniliktir.
 
Geri
Top