Yaşasın! Bu da Hastalıkmış! (İlişki/Aşk Bağımlılığı)

starx

Aktif
Evet, cümleten gözümüz aydın! Sevgiliniz ya da eşinizden ayrıldıktan sonra yaşadığınız tüm o buhranların, üzüntülerin, karın ağrılarının, iştahsızlıkların/ oburlukların, gözyaşlarınızı tutamamaların, onu aklından çıkaramamaların, dönmesi, araması vb. yönündeki beklentilerinizin, özleyişlerinizin sırrı çözüldü!

Meğer siz “ilişki bağımlısı”ymışsınız. Bana inanmıyorsanız şu her yerlerde dolaşan testleri yapıverin kendinize; eğer aşağıdaki 10 sorudan 8’ine “evet” yanıtını verdiyseniz, tamam işte. Siiiz ilişki bağımlısısınııız!

E peki diyelim ki öylesiniz; ne yapacaksınız? Tedavi olacaksınız. Nasıl? Madem ki hastasınız, ilaç alacaksınız! Ama tabii yanında mebzul miktarda psikoterapi de lazım. Hastasınız ya, o terapi seanslarında sürekli ilişkinizden, daha doğrusu “Ondan” bahsedeceksiniz. Terapistiniz sizi sorunun onunla değil sizinle ilişkili olduğu noktasına getirmeye çalışacak, lakin siz direnecek hatta sıkılıp terapiyi bırakacaksınız belki de. Terapistinizi, sizin “hastalığınızı!” anlamamak ve önemsememekle suçlayacaksınız. Sonra başka birini, hatta başka yöntemleri deneyeceksiniz. Bunlara falcı da dâhil!

Her neyse, şimdi biraz ciddi olalım ve bakalım bu ne menem bir durummuş. Ayrılıklar hiç kuşkusuz ki acı vericidir. İçinde özlemden pişmanlığa, sevgiden nefrete dek pek çok duygu barındırır. İnsan yorucu med-cezirler yaşar; aklı başka yere yüreği başka yere savrulur durur. İçi kavrulur. Bazen de ayrılık dahi gerçekleşemez. Berbat bir ilişki yaşanmaktadır. Bir gün iyiyse öbür gün mutlaka bir nedenle hır çıkıyor, sorun yaşanıyordur. Ama bitmez, bitemez, bitirilemez! Böyle zamanlarda kişiler birbirlerini hırpalarken, bir yandan kendileriyle de ilişkileri bozulur. Öz-güvenleri sarsılır, kendilerine saygıları zedelenir. İlişkileri ve karşılarındaki kişi dünyanın odağı haline gelir. Dolayısıyla sosyal ilişkileri zayıflar, mesleki performansları düşer. Karar mekanizmalarını kullanamazlar; duygu, düşünce ve davranışları bağlamında sürekli çatışmalı bir haldedirler.

Yukarıda anlattıklarımı hepimiz zaman zaman yaşayabiliriz elbette. Ancak bunun sürekliliği, hayatımızı ne ölçüde ve nasıl etkilediği önemli. Ben “ilişki bağımlılığı/ aşk bağımlılığı” diye ayrı bir bağımlılık tanımını çok da gerekli ve yararlı bulmuyorum. Çünkü bu da tüm belirtileri itibariyle nevrozun bir ürünüdür. Hatta en kolay ortaya çıkma alanıdır. Açıklamaya çalışalım:

Temelde öz-kıyım anl¤¤¤¤¤ gelen nevrozu daha önceki yazılarımda anlatmaya çalışmıştım. Kendi değerinin, yapabilirlik ve yeteneklerinin, giderek de varlığının yeterince farkında olmayan, bunları yadsıyan insan için, “kendine ihanet ediyor” demek hiç de yanlış olmayacaktır sanırım. Böyle biri kendini sevmemektedir. Kendini sevmeyen, sevemeyen birinin, başka birini –gerçek anlamda- sevmesi de olanaklı değildir. Peki öyleyse nedendir bunca kavga kıyamet!? İşte işin püf noktası buradadır. Böyle insanların yaşadıkları “sevgi” bildiğimiz sevgi değil, sırtına tonlarca yük bindirilmiş bir hamaldır. O yük başka birinin varlığını hissedebilmesi, onun var edilmesi, dolayısıyla kendini iyi hissetmesi yüküdür. Nevrotik insan, sürekli “sevildiğinin” onayını almak, duymak, kanıtlar görmek ister. İster istemesine de bir türlü de buna ikna olmaz; zira kendini sevmeyen birinin sevildiğine ikna olması, tahmin edebileceğiniz üzere anlam sınırlarını zorlamak olacaktır.

Şimdi bir de sevildiğine dahi ikna olmayan kişinin terk edilme olasılığına bakalım. Korkunç değil mi! Yalnızlık! Kabul edilemez, yaşanması imkânsız bir durum! Neden? Hayatta hepimizin yalnız ve/ veya tek başına kaldığımız dönemlerin olması bu kadar da şaşırtıcı olmamalı değil mi?! Lakin nevrotik insan için bu hiç de bu kadar rasyonel bir durum değildir. O bu durumu, hak etmediği bir kahroluş ve de mahvoluş olarak yaşar. Hak etmemiştir; çünkü alt tarafı birazcık(!) sevilmektir istediği ve üstelik o ölesiye(!) seviyordur (hatta öldüresiye!..). İşte bu noktadan itibaren zavallılığın boyutlarını tespit edebilmek hiç kolay değildir inanın. Üstelik yapılan davranışlar, “aşkta gurur olmaz”, “ilişkim için emek veriyorum” filan gibi meşru kılıflara da tıkıştırılır. Mailler, mesajlar, telefon tacizleri, yaratılan tesadüfler, gözyaşları, hakaretler, özürler yeniden hakaretler… Karşı taraftan gelen tüm davranış ve sözleri tamamen kendi işine geldiği şekilde yorumlamak da cabası. Bitmek tükenmek bilmeyen ve zaman geçtikçe azalacağına, daha da artan beklentiler…

Devam edersek bu paragraf bitmez, malum! Ama sanırım okuyucularım anlamışlardır vaziyetin ne denli içler acısı olduğunu. Burada vurgulamak istediğim en önemli nota şu: kişi sevdiğinden ayrıldığı için bu hale düşmez; nevrotik sorunları olduğu için ilişkilerini ve ayrılıklarını böyle yaşar. Dolayısıyla böyle bir sorunu “ilişki bağımlılığı” filan gibi –bana biraz da ergence, hatta modaya uygun gelen- bir tanıma indirgemek, çok da çözümleyici gelmiyor bana doğrusu.

Son olarak şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Bu tür sorun ve tanımlamaların, en temelde bu denli ego-santrik (ben- merkezli) yaşamaktan, felsefesiz, ideolojisiz ve aşırı derecede tüketici olmaktan türediği kanısındayım. Çünkü insan yaratığı pek çok bileşenden oluşur ve eğer siz bu parçaların çoğunu kullanmıyorsanız, geri kalanlara yapışırsınız işlevinizi gerçekleştirmek için. Yakın, özel, duygusal ilişkiler de bizim en geniş doyum alanımızı oluşturur. Yani bir bakıma varlığımızı duyumsamanın en basit ve en yoğun yoludur. Oysa belki de en eksiği ve en zorlayıcısı öte yandan da. İnsanlar çift yaratılmazlar; öyle elmanın iki yarısı filan diye de bir gerçeklik yoktur. Sevmek, sevilmekten çok daha doyurucu ve geliştirici bir duygudur. Sevgi göstergelerinin abartılı olması, sevginin değil sevgisizliğin belirtisidir. İlişki bağımlılığı diye bir sorunun varlığını kabul edeceksek bile, işe öncelikle ve kesinlikle kendimizle ilişkimizdeki sorunları anlamakla başlamamız gerekir. Çünkü adı daha çekici (çaresizlik bağlamında!) ve daha “şık” gibi dursa da bunun alış-veriş bağımlılığından zerre kadar farkı yoktur temelde.

Dr. Yeşim Akbulut
 
Top