Türkiye'den Renkler

wien06

V.I.P
V.I.P
Van Kedisi

1.jpg

Evcil hayvanların herbirisinin ayrı bir özelliği vardır. Çağlar boyunca, insanların dikkatini üzerine toplamış kedilerden bugün, ipeksi beyaz kürkü, değişik gözleri, mükemmel avcılığı ve suda oynamayı sevmesiyle en fazla ilgi görenlerden biride van kedisi’dir.

Bugünkü modern evcil kedilerin, ilkel formlarının fosillerini 12 milyon yıl önce görebilmekteyiz. Kediler evcilleştirme işlemini ise M.Ö. 3000 yılların da Mısırlılar tarafından yapılmış olabileceği belirtilmektedir. Evcilleştirilen kediler Mısırlılar tarafından kutsal sayılmış ve kediye bir tanrıça gibi tapınılmıştır. Evcilleştirme işleminin çeşitli zaman ve yerlerde olabileceğine ait tartışmalar varsa da kesin olarak bilinen, Asya halkının da evcilleştirme işlemine el atmış olmasıdır. Öte yandan bazı kaynaklar kedilerin M.Ö. 1900 yıllarında yarı evcilleştiğini ileri sürmektedir.

Kedi etcil bir hayvandır. Genelleştirme yapılırsa hayvansal proteinlerle beslenir. Keskin duyu organlarının varlığı, karanlıkta bile çok iyi görülebilen gözleri, sivri pençeleri, keskin dişleri, kıvrak vücudu, ayak parmaklarının üzerinde sessizce yürümesi onu iyi bir avcı yapmıştır. Göz ve burun etrafında hassas kılların bulunuşu da avcı özelliğini kuvvetlendirmektedir.

Kürk kılları ilkbahar ve sonbaharda dökülen kedilerin, yüz kasları herhangi bir olay karşısında hayvanın yüz ifadesini belirtecek bir şekil alır. Kas ve iskelet sistemini mükemmel bir şekilde koordineli kontrol edebileceklerinden, hangi pozisyonda yukardan aşağıya bırakılsın daima ayakları üzerine yere düşer.

Büyük beyin (Cerebrum)in alanının genişliği, kedilerin zekasının bir göstergesidir. Ayrıca beyinciğin (Cerebellum) gelişmiş olması da kedilerin aktivitesindeki koordinasyon mükemmelliğini sağlar.

Evcil kediler asırlardan beri ya kutsal bir hayvan olarak ya da fare, sıçan ve böcek gibi inasna zarar veren canlılara karşı evlerde beslendiler. Fakat son asırlarda insanlar kedileri yakın bir dost gibi görerek onlarla yaşamaya başladılar.

Son yıllarda gerek dünya da gerekse Türkiye de büyük ilgi gören evcil kedilerden biri de Van kedisidir. Ancak sevimli, cana yakın olan Van kedisine bugüne kadar yeterli ilgi gösterilmediğinden nesli tükenmekle karşı karşıyadır. Eskiden Van yöresinde sıkça rastlanan ve hemen her evde bulunan Van kedisinin sayısı giderek azalmakta ve hızla melezleşmektedir.

Van yöresinde, Van halkı tarafından kediye “Pişik” denir. Van kedisi, yöre halkı tarafından yalnız bir süs kedisi veya fare ve böcekleri avlaması yanında, bir dost ve ailenin bir bireyi olarak kabul edilir.

Van kedisinin eskiden yaz aylarını dağlarda, kış aylarını ise evde geçirdikleri söylenir. Bugün ise yaz aylarını Erek Dağı’nın sırtlarında avcılıkla geçiren ve kış aylarında evine dönen Van kedisine çok az rastlanır.

Yöre halkı tarafından yere sürünecek kadar uzun-beyaz ipeksi kürklü uzun vücut yapılı kaplan yürüyüşlü, tilki kuyruğuna benzeyen uzun ve kabarık kuyruklu, değişik göz renkli (Diskromatopsi), zeki, çevik bir kedi olarak tarif edilen Van kedisinin temizliği, cana yakınlığı, oyunu çok sevmesi sahibine bağlı oluşu, onu nadide hale getiren başlıca özellikleridir. Ancak 1950’li yıllardan sonra Avrupalılar tarafından dünyaya tanıtılmaya çalışılmış ve bu eşsiz güzellikteki özellikleri tam olarak tanıtılmamıştır.

Van kedisini çekici kılan özelliklerden biride, onun gözlerinin rengidir. Göz renklerine göre Van kedileri üç gruba ayrılabilir.

a-Her iki gözü mavi,

b-Her iki gözü kehribar (Sarı renk ve tonları)

c-Tek-göz (Diskromatopsi bir gözü mavi diğer gözü kehribar renkte olanlar) diye gruplandırılır.


Van kedisindeki mavi göz rengi, daima turkuaz mavisi özelliği göstermesine rağmen, kehribar gözdeki renk tonu oldukça farklılık gösterir. Bu tonları, kehribar, açık kehribar, sarı ve çağla yeşilidir. Çok ender olarak da kehribar göz rengi yerine kahverengi olabilmektedir. Mavi gözlü kedilerde, mavi gözlü kısa, kadife kürklü ve mavi gözlü-uzun ipek kürklü kediler diye ayrılır. Van kedilerinde, yeni doğan yavruların gözleri grimsi renktedir. Yavru kedinin doğumundan 25 gün sonra göz renkleri farklılaşmaya başlar ve 40 gün sonra da göz renkleri netleşir.

Genelde Van kedisi yavrularının iki kulağı arasında bir veya iki adet siyah nokta vardır. İki siyah nokta taşıyan yavruların çoğu tek-göz olur. Ve bu siyah noktalar adeta Tek-göz kedilerin mührü olarak tanımlanır. Ancak baştaki bu siyah noktalar doğumdan sonra bir iki ay içinde kaybolur. Ve bazen sayıları 8-30 arasında değişen miktarda siyah kıllar olarak kalır.

Van kedisi gibi değişik göz rengine sahip köpeklerin evcil güvercinlerin ve insanlarında bulunduğu ve bu özelliğin genetik bir defekt sendrom olduğu bilinmektedir.

Van kedilerinin erkeklerinin vücut ağılığı yaklaşık 3600 gram dişilerinin ise 2900 gram kadardır.

Van kedisi her yıl Şubat-Mart-Haziran aylarından birinde kızgınlık (Östrus) periyoduna girer. Bu periyod 10 gün kadar sürer. Kızgınlık döneminde gebe kalırsa genellikle o yıl içinde bir daha kızgınlık göstermez. Gebelik süresi 62 gün kadardır. Gebeliğin birinci ayından sonra karnı şişmeye başlar ve bu dönemden itibaren karnını kimseye dokundurtmaz. Van kediside diğer kedilerde olduğu gibi gözlerden uzakta doğurmayı sevdiğinden, birinci ayın sonundan itibaren ıssız ve karanlık yerler aramaya başlar. Doğumdan hemen sonra göbek bağı (Plasenta) anne kedi tarafından ısırılarak koparılır. Anne kedi, yavrularını 50-60 gün süreyle emzirir. Fakat bu süre kısalabileceği gibi uzayabilirde.

Van kedisi bir batında dört adet yavru doğurur. Yavruların gözleri doğumdan sonra 10.günde açılır. Anne kedi yeni doğan yavrularını yalayarak temizler ve hemen emzirmeye başlar. Doğum yaptığı yeri emniyetli bulmaz ise en kısa zamanda daha emniyetli ber yer bulup , yavrularını buraya taşır. Anne yavrularını çok az yalnız bırakır ve sadece ihtiyaçlarını karşılamak için yavrularından uzaklaşır.

Henüz gözleri açılmayan yavrular annelerinin kokusundan başka bir kokuya tepki göstererek korunmaya çalışırlar.

Yavrularının hareketlerini, başlangıçta yürümekle sürünmek arasında bir durum gösterir.

Yavru kardeşler arasında çoğu kez süt kavgası olur. Kardeşler arasında oyun oynama yaygındır. Oyun, yavruların gelişiminde önemli bir etkendir. Oyun anne tarafından kontrol altında tutulur ve anne, yavrularına yaşamaları için nasıl davranmaları gerektiğini öğretir. Eğer yavru tek kalırsa annesi ile annesi de yoksa başka tür hayvanlarla bile oynamak ister.

Kediler yerleşme alanlarına kuvvetli bir hakim olma duygusuna sahiptir. Yabancı bir kedinin kendi yaşadığı alana gelmesini istemezler. Yaşadıkları ev ve buna bağlı olarak yaşama alanları değiştirildiğinde, yeni yerini beğenmezse eski evine dönme çabası gösterirler. Van kedileri yeni yaşama alanlarına 20-30 gün içinde adapte olabilirler. Bu süre içinde çevreyi incelemekle beraber sahiplerine karşı ilgisizdirler.

Kediler temizlik duygusuna diğer hayvanlara göre daha fazla sahiptirler. Gerek yaşama alanlarını temiz tutmada gerekse kendilerini temizlemede büyük bir titizlik gösterirler. Tuvaletten sonra, tuvalet artıklarını gömme içgüdüsüne sahiptirler. Tuvalet ve yemekten sonra ellerinin yardımıyla ağız ve yüzlerini temizlerler.

Van kedisinin avcılık özellikleri üstündür. Ev içinde ve dışında fare, kertenkele, kuş, sinek ve küçük böcekleri avlayıp yerler. Ev dışında iç içe yaşadıkları kümes hayvanlarına saldırmazlar.

Van kedisi insanlarla birlikte aile ortamı içinde yaşamayı sever. Eğer insanlarla ilişkisi yok ise ya da çok az ise vahşileşmeye başlar.


Van kedisi sevilmekten çok hoşlanır ve kendisine gösterilen sevgiye bağlılık ve sevgiyle karşılık verir. Sevgi istekleri özellikle gebelik döneminde daha fazladır. Sahiplerine çok yakın davranır ve severler. Yabancıları gördükleri zaman tepki göstererek, kaçarlar. Kendisini sevenlerin kucağına çıkıp, okşayan elleri önce hafifçe ısırır sonra yalıyarak sevgi gösterisinde bulunur ve mırıldanır. Sahibinin, diğer kedi ve küçük çocukları sevmesini kıskanır.

Van kedilerinde sağırlığın yaygın olduğu kanaati varise de tekgöz (Diskromatopsi) ve mavi gözlü kedilerde ancak %2-3 civarında sağırlık vardır.

Van kedisi kendi isteğiyle suda yüzmeyi ve suyla oynamayı seven tek kedi türü olarak bilinmektedir.

Van kedisi, yemeğin, sütün sıcak olup olmadığını ön ayağı ile kontrol eder ve yemek uygun sıcaklıkta ise yemeğini yer. Van kedisinin, kavun, karpuz ve bazı meyveleri de yediği gözlemlenmiştir.

Van kedisinin kürkü kalın olmasına rağmen soğuktan etkilenir ve titrer.

Van kedileri kendi aralarında ve insanlarla haberleşmek için bir takım sesler çıkarırlar. Çıkarılan bu sesler onların hissi durumları ile ilgilidir. Kedilerin miyavlamaları isteklerine göre çeşitlilik gösterir. Bu miyavlamanın bir kısmı insanlarla olan ilişkileri, bir kısmı yavrularıyla veya erişkinlerde seksüyel aktivite ilgili haberleşme şeklidir. İhtiyaçlarına göre çıkardıkları seslerin yüksekliği ve frekansları değişir. Van kedisi sabahleyin sahibiyle karşılaşmasında yüksek sesle miyavlayarak sevincini gösterir. Acıktığında mutfak kapısına doğru giderek, acıktığını belirtecek şekilde miyavlar.

Yiyeceği verildiğinde yemeden önce sahibine sürünerek minnetini belirtir. Tuvalet ihtiyacını duyduğunda da, kapının önüne giderek miyavlayarak sahibinden kapısını açmasını ister, eğer kapının açılması gerekiyorsa kapı koluna uzanıp çekerek kapıyı açtığı da görülmüştür.

Yapılan incelemeler sırasında Van kedisinin eğitime çok iyi cevap verdiği gözlendi. Kendisine öğretilenleri çok çabuk kavrar. Tuvalet ihtiyacı için bir yere konulan toprağın yerini hemen kavrayıp bunun dışında başka bir yeri kullanmadıkları tesbit edilmiştir.

Van kedisi yavruları 2-3 aylık iken isimlerini öğrenmektedir. Fakat bu öğrenmenin ismi öğrenmeden çok tanıdığı bir ses tonuna bağlı algılama olduğu düşünülmektedir.

Sevimli, cana yakın, zeki, çevik, sadık, güzel ve ilgi çekici görünümlü Van kedisinin neslinin azalmaması ve melezleşmesinin önlenmesi için tüm çabaların gösterilmesi gerekmektedir.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Denizli Horozu

3.jpg

Gecelerin Karanlığa Karşı Doğacak Güneşin Müjdesini Haykıran Horoz

Her Horoz Kendi Kümesinde Öter
Denizli Horozu İse Her Yerde Öter



4.jpg

“Tanrıya şükür, burada her şeyim var. Hayatımda yalnız bir şey eksik: Horoz sesi!...” diyordu New York’ta yaşayan Denizlili zengin bir işadamı. Bahsettiği horoz Denizli horozuydu. Horoz özlemini kelimelere dökerken modern dünyanın bir gerçeğini de dile getiriyordu.

"“Ben bir şafak vakti Denizli’de horoz sesleri arasında doğmuşum... Sonra da yıllarca aynı güzel sesle uyandım... Her sabah muntazam kurulmuş bir saat gibi öten horozumun sesiyle yataktan fırlıyordum. Şimdi sana bir şey söyleyeyim mi?... 21 yıldır burada horoz sesi işitmiyorum... Modern şehirciliğin ilk alıp götürdüğü şey, altın sesinden çok daha tatlı olan horoz sesi... Uygar hayat kentte, evvela horozun sesini kesiyor...”

Denizli’nin sembolü olan “Denizli Horozu”, renk ve vücut yapısı itibariyle ahenkli uzun ve güzel ötüşleriyle, ilimize en uzak yörelere kadar isim yapmış yerli bir ırkımızdır. Bazılarına göre Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arnavutluk’tan İstanbul’a getirilen uzun ötüşlü Berat horozlarının Denizli’ye getirilmesi ve Denizli’deki yerli tavuklarla melezlenmesinden oluştuğu söylenmekte ise de bu doğru değildir. Zira renk ve vücut yapısı bakımından aralarında hiçbir benzerlik yoktur. Denizli horozu bu bölgedeki insanların eskiden beri uzun ötüşlü horozlara gösterdikleri özen sonucu kendiliğinden oluşmuş bir ırktır.

Denizli Horozu’nun gözleri siyah ve sürmelidir. Bacakları koyu gri veya mor, ibik balta ibik şeklinde, kulakçık kırmızı veya kırmızı üzerinde beyaz benekli genel renk, siyah kirli beyaz ortaklaşa karışım halindedir. Bazen kanat tüyleri üzerinde kahverengi renkler bulunur. Al horozlarda ise siyah-kırmızı ortaklaşa karışım halindedir. Canlı ağırlık ortalama 3-3.5 kg civarındadır. Denizli Horozları renklerine, vücut yapılarına ve ibik şekillerine göre 3’e ayrılır. Renklerine göre DEMİRKIR, PAMUKKIR, KINALI, AL, SİYAH ve KÜRKLÜ olmak üzere 6 tipe ayrılırlar. Vücut yapılarına göre YÜKSEK BOYUN, SÜLÜN ve KÜPELİ olmak üzere 3 tipi vardır. İbik şekillerine göre GENİŞ İBİK ve DAR İBİK olmak üzere 2 tipi vardır.


Denizli Horozu’nun sesi, tonuna ve netliğine göre de sınıflandırılır. Ses tonuna göre İNCE, DAVUDİ, KALIN SES olmak üzere 3’e ayrılır. Davudî ses, ince sesle kalın ses arasında ve kalın sese yaklaşan tek bir sesdir. Niteliğine göre net ses, hüzünlü ses, cırlak ses, dalgalı ses (alaycı ses) olmak üzere dörde ayrılır.

Denizli Horozlarının ötüşleri bütün kabiliyetin ortaya konulmasıyla yapılır. Ötüşleri, ötüş anındaki vücut pozisyonuna göre ASLAN ÖTÜŞ, KURT ÖTÜŞ, YİĞİT ÖTÜŞÜ, PUS ÖTÜŞ olmak üzere dörde ayrılır.

İyi bir Denizli Horozu’nda görünüş canlı; bacaklar, boyun uzun ve kuvvetli; göğüs geniş ve derin; kuyruk dik başa doğru meyilli olmalıdır. Tavukta da aynı özellikler aranır. Denizli Horozlarının birinci yılda ötüş uzunlukları 20-25 sn olmaktadır.

Tarım İl Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Denizli ırkı üretim birimince yetiştirilen Denizli Horozları genel olarak 100 başlık bir sürü halinde elde tutulmaktadır. Damızlık horozlar seçildikten sonra kalanlar; Mart, Nisan ayından itibaren yurdun çeşitli yerlerinden gelen taleplere göre satılmakta, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran aylarında civciv satışı yapılmaktadır.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Sivas Kangal Çoban Köpeği

5.jpg

Tarihçesi

Kangal çoban köpeği, Anadolu insanının yüzyıllar boyu çobanın yanında onun sürüsünün kötü niyetli kimselerden ve vahşi hayvanlardan korumuş bir köpek ırkıdır. Babiller zamanından beri varlığı bilinmektedir. Bu köpekler savaş köpeği olarak kullanıldığı gibi at ve aslan avında da kendisinden yararlanılmıştır.

Kökeninin Sivas İli Kangal İlçesinden geldiği tahmin edilmektedir. Buna rağmen Yozgat, Kayseri, Çorum, Tokat, Erzurum ve Erzincan'da da saf kanlılarına rastlamak mümkündür. Keza ülkemiz köpek ırklarından Karakaya ve Kızılkaya gibi isimlerle anılan ve ancak kanlarında Türk çoban köpeği gibi bir başka yabancı isim taşımayan ırklarımızla melezlerine ülkemizin her yöresinde rastlamak mümkündür. Ancak birinci derecede saf Kangal Çoban Köpeğini Sivas veya özellikle Kangal İlçesinde bulmamız mümkündür.

17.Yüzyılda Evliya Çelebi Seyahatnamesinde aslan kadar kuvvetli olarak tarif ettiği bu köpeklerden bahsetmektedir. Osmanlı İmparatorluğu kurucularının bu köpeği beraberlerinde Anadolu'ya getirdikleri ve Osmanlının Avrupa'ya yayılmasıyla çoğu Avrupa Çoban Köpeğinin de bu ırktan türediği sanılmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu dönemi arşivlerinde, Kangal köpeklerinden bahsedilmekte pedigrili yetiştiriciliği yapıldığı bahsedilmektedir.

Kangal Çoban Köpeklerinin bu kadar eskilere dayanan tarihi geçmişten günümüze kadar ırk özelliğini bozmadan gelebilmesini, geçimini koyunculuktan sağlayan çiftçilerin en güvenilir dostu olmasına ve Dünya köpek ırkları arasında kurtlara karşı koyabilen tek köpek ırkı olmasına bağlanmaktadır. Kangal köpekleri en zor iklim ve çalışma şartlarında verilen görevi cani pahasına yerine getirirler. Bakım ve beslenme şartları diğer köpek ırklarına göre daha basit ve ekonomik olması neslinin devamını sağlamıştır.

Genel Özellikler

Dünyada emsali görülmemiş bir köpek türü olan Kangal Çoban köpekleri, Türkiye'de ve yabancı devletlerde haklı bir üne sahiptir. Özellikle İngiltere ve Amerika'da bu köpekleri sevenler tarafından dernekler kurulmuş, yarışmalar yapılmıştır. Ne acıdır ki yabancı devletlerin göstermiş oldukları ilgiyi, bizler maalesef son on-on beş yıldır göstermekteyiz.

Kangal Çoban Köpekleri çok cesur, gayet hızlı ve çeviktirler. Kadın ve çocuklara karşı gayet muhlis, kötü niyetli kişilere karşı son derece caydırıcı bir silah olan Kangal köpekleri çok zeki, ön sezileri kuvvetli ve sahibine aşırı bağlıdırlar. Sahibi tarafından azarlandığı zaman suçlu bir çocuk gibi başını öne eğer,sahibinin gözlerine mahsun mahsun bakarak af edilmesini bekler. Hislerini yalnız hal, hareket, mimik ve jestlerle değil çıkardıkları çeşitli tonlardaki havlamalarla belli ederler.

Kangal Çoban Köpekleri görevlerine çok sadıktırlar. Şöyle ki; dağda sürüden ayrılan veya geride kalan koyunun başından günlerce aç ve susuz bekledikleri Kangal çiftçileri tarafından anlatılmaktadır.

Kangal Çoban Köpeğine sahip çiftçilerin en büyük gurur kaynağı köpeklerinin kurt boğmalarıdır. Kurt boğan köpeğe sahip olmak onlar için bir ayrıcalık ve övünç kaynağıdır.

Yüzyılların ihmaline rağmen ne ırk vasıflarından ne de yüksek ruh yapısından en ufak bir taviz vermemiştir. Kan asaletine çok bağlıdır. Doğuda serbestken bile başka bir karnivorla çiftleşmesi mümkün değildir. 1975 yılında askeri amaçla eğitime alınmış ve asırlardır bu yönde eğitim gören köpek türlerinden çok daha yetenekli olduğunu kanıtlamıştır.

İyi bir köpekte bu özellikler olmalıdır:


  1. Zeka : Orta-yüksek düzeyde
  2. Güvenirlilik : Sürü hayvanına ve sahiplerine zarar vermemelidir.
  3. Dikkatlilik : Görevine karşı ilgi ve dikkati bulunmalıdır.
  4. Koruyuculuk :Yabancıya karşı reaksiyoner (havlama-saldırı) olmalıdır.
  5. Güç : Olası düşmanı durduracak (kurt-hırsız) güçte olmalıdır.
  6. Hız : Olası düşmanı kovalayıp yakalayacak hızda olmalıdır.
  7. Cesaret :En önemli özellik olarak cesareti söyle- yebiliriz. Çünkü:Cesareti olmayan bir köpek diğer 6 özelliğe sahip olsa da etkili olamaz.


Tüm bu özelliklerin hepsini en yüksek düzeyde Kangal köpeklerinde bulmamız mümkündür. İşte bu özelliklerinden dolayı Kangal köpekleri dünya köpekleri arasında hak ettiği değeri ve birinciliğini her zaman koruyacaktır.


Irk Özellikleri

Burun Ağız Yapısı: Ağız burun yapısı kısa küt çene kuvvetlidir.Dişler sivri ve sağlam, dudakları sarkıktır. Göz, kulak, ağız etrafı ve burun üstüne kadar siyahtır.

Gözler : Kafatasına göre oldukça küçük yuvarlakça olup altın ve kahverengi arasında bir renktedir. Göz etrafı siyahtır. Bakışlar canlı ve asildir.

Kulaklar : Orta boyda üçgen şeklinde, uçları yuvarlak, kafasına yapışık ve sarkıktır.

Kafanın ve Göğüsün Görünümü : Önden bakıldığında aslanı andırır. Kafa iri, güçlü bir boyun ile desteklidir.

Boyun : Hafifçe eğik, güçlü ve adaleli, orta boyda, oldukça ayrık, düz, kalın kemikli, ayak bilekleri kuvvetli ve uzundur. Ön göğüs arkasına göre daha geniş ve omuzlar adalelidir.

Gövde : Gövde baştan sonra bir kare şeklindedir. Vücut güçlü, adaleli, hiçbir zaman şişman değildir. Dirsek hizasına kadar göğüs derin, karin hafifçe içine çekiktir.

Bacaklar : Bacaklar güçlüdür. Ön bacaklar arka bacaklara göre daha güçlüdür. Ayaklar iri yapılı, kuvvetli, parmak bombeli ve siyahtır.

Kuyruk : Oldukça yüksek olup, rahat durumda iken düşük ve kıvrık, uyarıldığı zaman sırt üzerinde yüksek ve kıvrıktır.

Vücut Rengi

Post : Sık bir alt post üzerinde kısa ve yoğun bir tüy yapısına sahiptir.

Renk : Bozdan çelik rengine kadar olabilir. Göğüste beyaz bir madalyon bulunabilir.

Ağırlık : Erkeklerde 50-60kg Dişilerde 41-59 kg

6.jpg

Döl Verim Özellikleri

Kızgınlık gösterme zamanı : Kızgınlıklar bütün bir yıla yayılmakla beraber, belli mevsimlerde yoğunlaşmak tadır. Kangal köpeklerinde kızgınlık daha çok ilkbahar, yaz ve kış mevsiminde görülür. Bu farklılığın muhtemelen bölgesel iklim ve bakım beslenmeden kaynaklandığı söylenebilir.

Östrus siklusu süresi : Kangal köpeklerinde östrus siklusu gebeliğin olduğu dönemlerde 180 gün civarındadır.

İlk kızgınlığa ulaşma yaşı : Bu köpek ırkında ilk kızgınlık yaşı 13.8 ay dolayındadır.

Çiftleşme süresi : Ortalama 20 dakikadır.

Kızgınlık gösterme oranı : Bu oran bakım beslenme şartları ile çok etkilendiğinden %64 ile % 94 arasında değişir.

Gebelik oranı : Gebelik oranı da bakım ve beslenme farklılıklarından dolayı % 64 ile % 94 arasında değişir.

Ortalama yavru sayısı : Kangal köpeklerinde bir doğumda ortalama yavru sayısı 7-8 civarındadır.

Ölü doğum oranı : Ölü doğum oranı %2 ile %l4 arasında değişmekle beraber, çoklu doğum tipinin artışı ile birlikte ölü doğum oranı da artmaktadır.

Yaşama gücü oranı : 15. Gün ile bir yaş yaşama gücü oranı sırası ile % 85 ile % 75 civarındadır.

Büyüme : Ortalama doğum ağırlığı 550 gr civarındadır. Doğum sayısının artması ile birlikte doğum ağırlığı azalmaktadır. Cinsiyet, ana yaşı, doğum yılı ve mevsimi doğum büyüklüğü üzerine etkisi önemlidir. Bir yaş civarında ortalama ağırlık ise 35-40 kg arasındadır. Kangal köpeği yavrularında canlı ağırlık artışının en yüksek olduğu dönem 6. ay ile 8. ay-1 yaş arasında 10.5 kg olarak gerçekleşmiştir. Yavruların 6. Ay sonu ağırlığı 1 yaş canlı ağırlıklarının yarısından fazladır. 8. Ay sonu canlı ağırlıkları ise 1 yaş canlı ağırlığından yaklaşık 6 kg daha fazladır.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Deniz Kaplumbağaları


ka.jpg

Denizkaplumbağaları yaklaşık 95 milyon yıldan beri dünyamızda yaşamaktadırlar.
Ataları, yıllar önce, dinazorların yaşadığı devirde deniz ortamına geçmiş dev kara kaplumbağalarıdır. İlk deniz kaplumbağaları bugünkülere pek benzemiyorlardı. Değişimleri milyonlarca yıl sürmüş ve ayakları yüzgeç şekline dönüşmüş, ağır ve kocaman gövdeleri yassılarak daha hafif ve su yaşamına elverişli bir biçim almıştır. Dinazorlar ve dev kara kaplumbağaları tamamen yok olmuşlardır; bugün ancak müzelerde fosillerini görebilmekteyiz. Fakat denizkaplumbağaları nasıl olduysa yaşamlarını sürdürebilmişlerdir. Bunların yedi değişik türü, dünyamızı çevreleyen sıcak ve ılıman okyanuslarda hâlâ yüzmektedirler. Dişilerin karaya çıkarak yuva yapıp yumurtladıkları kısa devreler dışında, bütün hayatlarını suda geçirirler. Denizkaplumbağaları denizi balıklarla, balinalarla, diğer deniz yaratıklarıyla ve bizlerle paylaşırlar. Ülkemiz sularında bu türlerden sadece iki tanesi yaşar: Sini Kaplumbağası (Caretta caretta) ve Yeşil Kaplumbağa (Chelonia mydas).

Yeşil Kaplumbağa (Chelonia mydas)

Kristof Kolomb Yeni Dünya’yı keşfettiği zaman Karaib Denizi’nde milyonlarca denizkaplumbağası bulunuyordu. Kolomb ve onu onu takip eden diğer kâşifler, tüccarlar, sömürgeciler ve korsanlar özellikle bir tür denizkaplumbağasının etinin lezzetli olduğunun farkına vardılar. Bu kaplumbağa tamamen kahverengi olup, boyu 1 metreye, ağırlığı ise 136 kilograma kadar ulaşabiliyor ve kıyıya yakın sığ sularda yetişen deniz otlarıyla besleniyordu. Denizciler bu uysal hayvanı kolayca avlayabiliyorlardı. Onu, kabuğunun üzerine sırt üstü devirip savunmasız hale getirdikten sonra yüzgeçlerini bağlayıp taze ete ihtiyaçları olduğu zaman öldürmek üzere gemilerine götürüyorlardı. Bu kaplumbağa, vücudundaki yağın rengi yediği ottan dolayı yeşil olduğundan “yeşil kaplumbağa” diye isimlendirilmiştir. Otla beslenen tek denizkaplumbağası türüdür. Yüzyıllar sonra günümüzde de yeşil kaplumbağalar hâlâ avlanıp, öldürülmekte ve sayıları gün geçtikçe azalmaktadır.

Sini Kaplumbağası (Caretta caretta)

Sini kaplumbağası yeşilden biraz daha ufaktır. Ağırlığı 135-180 kilogram arasında değişer. Yengeç ve başka deniz hayvanlarıyla beslenir. Bu kaplumbağa mercan yuvaları ve kayaların yakınında avlanır. Büyük ve kalın kafası, geniş ve kısa boynuyla kolayca tanınabilir. Diğer denizkaplumbağaları gibi, bu da kara kaplumbağalarının tersine başını kabuğunun içine çekemez. Kabuğu bir zırh gibi olmakla beraber, başı ve yüzgeçleri korumasızdır. Bazı köpekbalıkları ve katil balinalar açıkta kalan bu kısımlara saldırabilirler. Fakat sini kaplumbağası iri ve hızlı olduğundan doğal düşmanı çok azdır.


kab.jpg

Yeşil Kaplumbağa Yumurtuyor

Dişi yeşil kaplumbağa, her zaman yuvasını yaptığı kumsala tek başına çıktı. Bir süre önce yakın sularda bir erkek yeşil kaplumbağa ile çiftleşmişti. Artık yumurtlama zamanı gelmişti. Bir yumurtlama mevsiminde üç veya dört kere yumurtlayabilir. Suda ne kadar hızlı ve ortama uyumluysa, karada da tam tersine o kadar yavaş, hantal ve savunmasızdır. Dişi kendisini denizden dışarı zorlukla çekti ve kumsalda gelgit sularının erişemeyeceği kadar ilerledi. Yüzgeçleriyle vücuduna göre bir yuva kazdı. Yuvaya yerleşip arka yüzgeçlerini kürek gibi kullanarak şişe şeklinde bir delik kazdı. Sonra bu deliğe pingpong topuna benzer, beyaz ve kaplı görünümü veren yaklaşık yüz adet yumurta bıraktı. Kaplumbağa, yumurtlaması bittikten sonra yuvayı kumla örtecek ve arkasında traktör izine benzeyen bir iz bırakarak ağır ağır denize dönecektir. Ne yazık ki anne kaplumbağa yumurtalarını ne kadar çok tehlikenin beklediğinden habersiz. Çoğu kez insanlar, yumurtaları meraktan veya yemek için topluyor. Ayrıca köpek, tilki veya kum yengeci yumurtaları yemeye çok meraklı. Bu yüzden kaplumbağaların ürediği kumsallar mutlak koruma altına alınmalıdır.

Yumurtadan Çıkan Yavrular

Kumsala varan güneş ışınları kuma gömülü kaplumbağa yumurtalarını ısıtır. Yumurtalar yuvanın içinde gelişir ve iki ay sonra çatlamaya hazır hale gelirler. Yavrular burunlarının ucundaki sivri kısım ile yumurta kabuklarını delmeye başlarlar. Bu özel sivri kısım yumurtadan çıkınca kaybolur. Yavrular kabukları çatlatarak kırarlar. Hepsinin yumurtadan hemen hemen aynı zamanda çıkmaları gereklidir. Çünkü yuvadan kaçış işlemini elbirliğiyle yapmak zorundadırlar. Yavru kaplumbağalar başlarının üzerindeki kumu kazmaya başlarlar. Kum, boş kabuklarının üstüne düşerek çukurun içinde yükselmelerine olanak sağlayan basamaklar oluşturur. Birkaç gün içinde yuvanın tavanına varırlar. Derken bir gece veya bir sabah erken saatlerde kumsalda koyu renkli küçük kafalar ve yüzgeçler belirir. Beş santimetrelik yavrular sürünerek denize doğru yol alırlar.

Denize Doğru Yarış

Kaplumbağa yavruları deniz yönünü denizin pırıltısından hissederler. Suyun üzerindeki parlaklık onları çeker. Yuvadan çıkıp sel gibi akarak denize doğru yarışlarına başlarlar. Hayat dolu ama savunmasız yavrular, kumsal boyunca beceriksizce çabalayıp dururlar. Bunların da anneleri gibi denize varabilmeleri için etrafın tamamen karanlık olması gereklidir. Işık yanan bir ev, araba, sokak lambası varsa yavrular ışığa doğru ilerler ve sonunda hepsi ölürler. Yavruların gece çıkmalarının asıl sebebi ise kızgın güneşten korunmak içindir. Gündüz çıkacak olsalar güneşin kavurucu sıcaklığı onları derhal kurutup öldürecektir.

Yumurtadan çıkan yavruların kabukları yumaşaktır ve kendilerini koruma nitelikleri çok az olduğundan pek çok doğal düşmana yem olur: Yengeç orduları onları yakalar veya deniz kuşları toplanıp, küçük kaplumbağaları keskin gagalarıyla yakalayıp kendilerine ziyafet çekerler. Yavrulardan çok azı denize varabilir ve bunların çoğu balıklara yem olur. Yavrulardan ancak bir, iki tanesi hayatta kalır. Yaşamlarının ilk yılını nerede geçirdikleri doğanın çok sayıdaki sırlarından biridir. Örneğin yeşil kaplumbağalar bir yaşına gelip kıyılardaki sığ sularda beslenmeye başlayana kadar hiç ortalıkta görünmezler. Bir yaşındaki yavrular bir yemek tabağı büyüklüğündedirler.

Denizkaplumbağaları Nerelerde Yumurtlar?

Denizkaplumbağaları dünya çevresindeki geniş, ılıman kuşak içinde yaşarlar. Akdeniz’de olduğu gibi Pasifik ve Atlantik okyanuslarında yaşayan kaplumbağa topluluklarının sayıları da her geçen gün azalmaktadır. Denizkaplumbağalarının başka bir özelliği büyüdükleri zaman yumurta bırakmak için doğdukları kumsallara geri dönmeleridir. Bu kaplumbağaların yumartlamak için binlerce kilometre yüzdükten sonra doğdukları yeri nasıl buldukları bilim adamlarınca halen tam anlaşılamamıştır. Akdeniz’deki denizkaplumbağalarının bir kısmının da sadece Akdeniz’de yaşadığı ve kışladığı sanılmaktadır. Kaplumbağaların bu göç hareketleri “markalama”, yani üzerlerine konan özel işaretler ile ancak izlenebilmektedir.

su.jpg

Kaplumbağalar mı? Kaplumbağa Ürünleri mi?

Denizkaplumbağaları dünyamızdan hızla yok olmakta. Oysa yok olan bir hayvan türü bir daha hiçbir zaman geri gelmeyecektir. Yok olma sebeplerinden biri de insanların kaplumbağaları çeşitli amaçlarla avlamasından ileri gelmekte. Bazı kaplumbağaların kabuğundan “bağ” denen taraklar, gözlük çerçeveleri, düğme vb. yapılmakta. Çok pahalı olan bu maddeleri artık insanların satması da alması da doğru değildir. Bazı kaplumbağaların derisinden çanta ve pabuç yapılmakta. Bazılarından ise çorba... Kimi yörelerde kaplumbağa kanının bazı hastalıklara iyi geldiği inancı yaygınsa da bunun doğru olmadığı artık anlaşılmıştır. Unutmayın, siz veya çevrenizdekiler yukarıda saydıklarımızı kullanıyorsanız, bu ender hayvanın yok olmasına sebep oluyorsunuz demektir.

Kaplumbağa Avı

Çok eskiden beri kıyılarda yaşayanlar, ailelerinin beslenmesine katkıda bulunmak için denizkaplumbağalarını avlamışlardr. Bazen tek bir balıkçı bir kaplumbağayı besin olarak kullanmak amacıyla zıpkınlamış; bazen de grup halindeki balıkçılar, soluk almak için su yüzüne çıkan kaplumbağları ağlarla yakalayıp yemek üzere köylerine götürmüştür. Yıllar boyunca denizkaplumbağalarının bol olduğu zamanlarda bu tip avlanmaların kaplumbağa sayısını çok az etkilediği zannediliyordu. Fakat denizkaplumbağasına istek giderek arttı. Ya kaplumbağa avlayıp satarak ya da kaplumbağadan yapılmış ürünler satılarak para kazanılıyordu. Denizkaplumbağası avlamak kazançlı bir iş haline gelmişti. Böylece avcılar kaplumbağaları kimi zaman denizde, kimi zaman da yumurtlamaya çıktıklarında daha yumurtalarını bırakamadan yüzlercesine yakalamaya başladılar. Kaplumbağalar giderek azaldılar ve hemen hemen yok oldular. Ülkemizde yasalar bütün denizkaplumbağalarını koruma altına almış ve kaplumbağa ürünlerinin ticaretini yasaklamıştır. Yine de bu yasaklara uymayan kişiler halen aramızda bulunmaktadır.

Trolcüler ve Kaplumbağalar

Dünyanın her yerinde ticari balıkçı tekneleri denizlerden yiyecek sağlar. Bu teknelerin bazıları kıyı sularında dolaşıp deniz dibini “Trol” denen büyük ağlarla tarayarak avlanırlar. Deniz dibini tarayarak yapılan bu tarz balıkçılık, balık, karides, mercan yuvalarına çok zarar verdiği gibi, ne yazık ki çoğu zaman Caretta Caretta cinsi kaplumbağalar da tesadüfen bu ağlara yakalanmaktadır. Örneğin, birçok kaplumbağa, karides trolcülerin büyük huni şeklinde ağlarına yakalanıp, karideslerle beraber ağın içinde sürükleniyorlar ve su yüzeyine çıkıp nefes alamadıkları için de boğulup ölüyor. Böylece az sayıda kalan denizkaplumbağaları daha da azalıyor. Bu soruna bir çözüm yolu bulunması gerekmekte. Amerika Birleşik Devletleri’nin güneydoğu kıyılarındaki karides balıkçıları bu konuda yardımcı olmakta ve sadece karidesi içine alıp, kaplumbağanın giremeyeceği şekilde yapılmış yeni ağlar yapmaktadırlar.

Yumurtlayacak Yeri Yok

Bir denizkaplumbağası Türkiye’nin güney sahillerinin cennet köşelerinden biri olan Side kıyılarında bir kumsala sürünerek çıkar, şaşırır. Bir de ne görür? Kumsalın büyük bir kısmını apartman ve oteller işgal etmiş. Geri kalan dar kumsal şeridinde ise insan kalabalığı vardır. Kaplumbağa tekrar denize açılıp gece geri döner. Bu sefer pencerelerdeki yüzlerce ışık ortalığı aydınlattığından kumsal pırıl pırıldır. Kumsalın bazı yerleri ise beton rıhtımlarla çevrelenmiş ve yükselmiş. Kaplumbağaya artık yumurtlayacak yer kalmamıştır. Kıyının başka bir yerinde başka bir kaplumbağa boş kalmış ufak ber kumsal şeridine çıkıp yumurtlar. Yavrular yumurtalardan çıkma günü gelince ışıklara doğru sürünürler. Fakat vardıkları yer deniz değil, yakındaki bir yolun sokak lambalarının ışığıdır. Ertesi gün yakıcı güneşin altında hepsi ölecektir. Bir zamanlar denizkaplumbağalarının güvence içinde yumurtlamalarına uygun yüzlerce kilometre uzunluğunda kıyılar vardı. Bugün artık her şey değişti.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kelaynak Kuşları


e.jpg

Eski el yazma belgelerden, Kelaynakların Avrupa'da 1504 yılından itibaren yaşadıkları tesbit edilmiştir. Orta Avrupa'da Alpler yöresinde yaşamakta olan bu kuş, ilk defa 1555 yılında yayınlanan Historia Animalium adlı eserde Corvus Sylvaticus adı altında C. Gessner tarafından tarif edilmiş ve yaşam biçimleri hakkında bazı bilgiler verilmiştir. Daha sonraları, Avrupa'dan kaybolan bu kuşların Ortadoğu ülkelerine ve Afrika'ya göç ederek halen buralarda yaşadıkları tesbit edilmiştir.

Şubat ayı ortalarında, Birecik'e gelen kelaynak kuşlarının kayalıklara yerleşmeleri Mart ayı ortalarını bulmaktadır. Üremelerinin ardından yavrularını burada büyüttükten sonra Temmuz ayı ortalarında Birecik'ten tekrar yavruları ile birlikte ayrılmaktadırlar. Bu hayvanların Birecik'e üreme için gelmelerinin nedeni, buradaki kayalarda bulunan kalsit maddesinin kelaynak kuşlarındaki üreme gücünü arttırdığı şeklinde yorumlanmaktadır. Tek eşli olan kelaynak kuşları, her sene aynı eşle yuva yapar ve çiftleşirler. Yuva yapma gücünü gösterenler ergin olanlardır. Erginlik çağını doldurmaları için 5 yaşına ulaşmaları gerekmektedir. Ortalama ömürleri 25-30 yıldır.


1950'lerin başında Birecik'te 1000'den fazla olan kelaynak kuşlarının sayısında 1954 yılından itibaren önemli ölçüde azalma görülmüştür. Azalma nedenleri olarak, zirai ilaçların fazla kullanılması ile böcekçil olan bu kuşların doğal beslenme dengesinin bozulması, uzun süren göç esnasında gerek avcılar tarafından vurulmaları gerekse soğuk hava şartlarından etkilenmeleri gösterilmektedir. Göç eden kelaynak kuşları Lübnan-İsrail yolu ile Nil Vadisi veya Kızıldeniz Sahili'ne gitmekte olup sözü geçen yerlerde izlenememektedirler.

Gidenlerin dönmemesinden kaynaklanan bu azalmayı ve nesillerinin tükenmesini önlemek için Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığı bünyesindeki Orman Genel Müdürlüğü tarafından 1972 yılında Birecik'te Kelaynak Üretme İstasyonu kurulmuştur. Bu istasyonda önce iki ergin ve dokuz adet yavru kelaynak kuşu ağ ile tutularak kafese konulmuş ve 1977 yılında üretime başlanmıştır. Korunmaya alınan kuşlar siyah yağsız et, rendelenmiş havuç, haşlanmış yumurta ve yem karması ile beslenmektedirler.

r.jpg

Şubat 1996 tarihinde üretme istasyonunda bulunan 52 adet kelaynak kuşu üreme için serbest bırakılmıştır. Üreme mevsimi sonunda 23 yavru ile toplam sayı 75'e ulaşmıştır. Bunlardan 4'ü İstanbul Bayramoğlu Hayvanat Bahçesi'ne, 5'i Atatürk Orman Çiftliği'ne verilmiş, 13'ü göç etmiş, 45'i ise halen istasyonda bulunmaktadır.

Yöresel olarak "Keçelaynaklar" olarak adlandırılan Kelaynak kuşları Bireciklilerce kutsal sayılmaktadır. Kelaynak kuşlarının Şubat ortalarında Birecik'e gelişleri Birecik halkı tarafından İlkbaharın geldiğinin bir işareti olarak yorumlanmaktadır. Kelaynak kuşları için son yıllarda Birecik'te "Kelaynak Festivali" düzenlenmektedir.


Türkiyedeki Kuş Türleri

KÜÇÜK KARABATAK (phalacrocorax pygmeus)
Çevresi sulak alanları tercih ederler. Ilıman iklimlerde yaşar. Tatlı ve tuzlu ve acı sularda da yaşar. Kışı genellikle kıyısal Lagünler, deltalar ve Ormanlardaki nehirlerde geçirirler. Çiftleşme kışlama bölgelerinde olur. Çoğunlukla diğer türlerle karışık olarak koloniler halinde kuluçkaya yatarlar. Mart sonu ile temmuz başında ürerler. Yuvalar, yoğun ağaçlık ve çalılıklarda ve su yüzeyinden 1-15 m. Yükseklikte olur. Bazen ormanlıklarda 2-2,5 m. Yükseklikte olur. Eski yuvaları yeniden onarılarak kullanırlar .

Türkiye' deki kuluçka popilasyonu 1500 cift olarak tahmin edilmektedir. (DHKD) Türkiye' deki kuluçka alanları Uluabat Gölü (max 300 cilt) Ereğli sazlıkları (max 600 cilt) Sultan sazlığı (Kayseri) (max 200 cilt) Kuş Gölü (150 cilt), ayrıca Akşehir ve Eber Gölleri, Hotamış sazlığı (Konya) ve çaldıran sazlığı (Van) diğer üreme alanlarıdır. Kışlama alanları, Meriç Deltası (Edirne) (max 1450), Uluabat Gölü (max 1078), Gediz Deltası (max 1000), B, Menderes Deltası (max 350), diğer kışlama alanları, Marmara Gölü, Işıklı Gölü, Eğridir Gölü, Göksu Deltası

TEPELİ PELİKAN ( Pelicanus crispus)
Geniş iç sularda, göllerda,büyük bataklıklarda ve lagünlerde bulunur. Tatlısularda yaşamasına rağmen, azda olsa tuzlu ve acı sularda da görülür. Genellikle yoğun balık popülasyonuna sahip sulak alanları tercih ederler. Üreme kolonileri göllerde, deltalarda ve nehir ağızlarında yer almaktadır.Üremeye gelenler Şubat ayında üreme yerlerinde görülürler. Yumurtlama 10 gün sonra olur. 4 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka müddeti 31-32 gündür. Yavrular 11-12 haftada tüylenirler. Üreme alanlarının sonbaharda terkederler. Temel kışlama yerleri Akdeniz'in kıyı alanları deltaları ve Hazar Denizidir. Kışlama bölgesi oldukça dardır.

Türkiye'deki Durumları :
Üreme alanları, Menderes Deltası ( max 42 Çift ), Kuş gölü ( max 35 Çift ), gediz Deltası ( max 35 Çift ), Aktaş Gölü ( Ardahan ) ( Max 50 çift ), Kızılırmak deltası ( Max 6 Çift), Kışlama alanları Menderes Deltası ( Max 434 ), Gediz Deltası ( Max 341), Meriç Deltası ( Max 290), Uluabat Gölü ( Max 136 ), Kuş Gölü ( Max 117 ), Göksu Deltası ( Max 56)

KÜÇÜK SAKARCA KAZI ( Anser erythropus)
İskandinavya ve Rusya'nın kuzeyindeki tunduralarda kuluçkaya yatar. Otoburdur Göl ve nehir kenarlarındaki sazlıklarda beslenirler- daha çok tuzlu bataklıkları tercih ederler. Kışın genel olarak, yarıkurak bölgelerde bulunurlar. Step alanları bulamadığı zaman diğer habitatları kullanırlar. Türkiye' deki durumu : Kışı ağır geçen yıllarda batı Anadolu' da Trakya' da ve doğu Anadolu' da seyrek olarak görülürler.

SİBİRYA KAZI ( Branta ruficollis )
Göç sırasında Step alanları kullanmasına rağmen, Batı Karadeniz kıyılarındaki beslenme habitatları, çayırlar ve tarımsal arazilerdir. Bu tür su ihtiyacını ve gidermek ve gece konaklamak için güvenli sulak alanlara uçabilirler. Üreme alanları çoğunlukla tunduralardır. 5-6 çiftten oluşan koloniler halinde yuvalanırlar. Yumurta adedi 3-10 arasında değişir. Kuluçka süresi 25 gündür.

Türkiye' deki Durumu :
Türkiye bu türü göç zamanı görülebildiği5 ülkeden biridir. Kışın , çok az sayıda Kayseri' deki sulak alanlarda görülür. Doğu Anadolu' da Erçek gölü (Van ) da 1982 yılında bu tür iki çift üredi daha sonraki yıllarda ürediğine dair bir bilgiye rastlanmadı.

YAZ ÖRDEĞİ (Marmorentta angustrious )
Genellikle yoğun bitki örtüsüne sahip tatlı sığ gölleri tercih ederler. Fakat azda olsa tuzlu/acı sulu bölgelerde bulunduğuna dair bilgiler mevcuttur üreme için sürekli sulak alanları tercih eder ve yuvasını su üzerindeki saz ve bitki adacıklarında yapar. Nisan' dan hazirana kadar 4-14 yumurta yumurtlarlar kuluçka süresi 25-27 gündür. Yüzücü ördekler olmasına rağmen, iyi dalarlar bu şekilde beslenirler.Daha çok omurgasız ve bitki karışımı ile beslenirler.

Türkiye'deki Durumu :
Türkiye Yaz Ördeğinin dağılım gösterdiği en önemli ülkelerden biridir. Türkiye' deki üreme popülasyonu 150-250 arasında Göksu Deltası 50 çift, Seyhan, Ceyhan Deltası 35 Çift, Hatamış Sazlığı ( Konya ) 20 çift' dir. Diğer kuluçka alanları Sutan sazlığı, Kulu Gölü, Ereğli sazlıkları, Bendima Deltası ve Çelebibağ ( Van ) Sazlığıdır.

DİKKUYRUK ÖRDEK ( Oxyura Leucocephala )
Kapalı havza hidrolosisine sahip yarı geçici veya devamlı tuzlu, acı ve tatlı gölleri tercih ederler. Kışlama alanları olarak genellikle geniş, derin ve az bitki örtüsüne sahip küçük alanları veya daha büyük sulak alan sistemleri çevrilmiş alanları tercih ederler. Yuvalarını küçük yüzen adacıklarda sık kamışlıklar ve su bitkileri arasın da yaparlar Çok eşlidir üreme zamanı Nisan Temmuzun ilk yarısına kadar değişmektedir. Oldukça iri yumurta sayısı 4-9 arasıdır. Kuluçka süresi 22-24 oranındadır. Larvalar omurgasızlar ve su bitkileri ile beslenirler.

Dikkuyruğun Türkiye' deki durumu : Türkiye Dikkuyruklar için en önemli Ülkelerden biridir. Dağılım gösterdiği Ülkeler içinde en fazla kışlama populasyonuna sahiptir. Dikkuyrukların dünyada' ki en önemli kışlama alanı Burdur Gölüdür. Bazı yıllar toplam nüfusu % 50 den fazlası Burdur Gölünde kışlar. Göldeki en büyük sayı 10927 (DHKD) şimdilerde bu rakam iyice düşmüştür. Burdur Gölünün dışında Kuş Gölünde (Max 34) Marmara Gölü (Max 20) Karataş Gölü (Max 128) Yarışlı Gölünde (Max 82) İrfanlı Barajı (Max 122) kışladığı görülmüştür. Üreme dönemi öncesinde Ereğli sığlıkları (Max 508) Hotamış sazlığı (Max 354) Kulu Gölü (Max 319) üreme dönemi sonunda Arin (Sodalı Göl) (Max 750) gözlenmiştir. Göç esnasında Kızılırmak Deltasında (Max 1246) görülmüştür. Kuluçka Alanları : Ereğli sazlıkları (Max 50 çift), hotamış sazlığı (Max 50 çift), Kulu gölü (Max 30 Çift), Arin (Sodalı Göl) (Max 30 çift), Sultan sazlığı (Max 20 Çift), Uyuz gölü (Max 10 ift), Kazanlı Göl (Max 10 Çift), Kars Çalı kuyucak Gölleri (Max 12 Çift), Van Sarısu ve Nurşun Gölleri (Max 6 Çift).

KARA AKBABA(Aegypius Monachus)
Dağlarda yüksek yerlerdeki step kenarlarında yaşarlar. Üremek için hafif eğimli ormanlık ve açık vadilere ayrıca çam türlerinin bulunduğu sup-alpin ( 2000 metre' ye kadar ) ihtiyaç gösterir. Step bölgelerinde beslenirler. Seyrek koloniler veya tek başına ürer. Ağaçların üzerine yumurtalarını bırakabildiği geniş yuvalar yaparlar. İlk üreme yaşı 5-6' dır. Yumurtlama genellikle Şubat ayının başında başlayıp Nisan sonunda biter. Yumurtaya 50-54 gün kuluçkaya yatar. Yavrular genellikle 100-105 gün yuvada kalır.

Türkiye' deki Durumu :
Eskişehir- Kütahya arasındaki Türkmen Baba dağı (10 çift), Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı (6 çift), Bolu Kavalı Dağı (5 çift), Eskişehir Hamam Dağında (5 çift), Denizli Akdağda (3 çift), Murat Dağında (2 çift), Doğu Karadeniz Dağlarında ( 10 çift ) .

ŞAH KARTAL (Aquila heliaca)
Şah Kartal temelde alçak arazilerde yaşamasına rağmen fakat daha yükseklere itilmektedir. Orta ve Doğu Avrupa' da üreme habitatları ormanlık dağlardan, tepelerden ve nehir boylarından yüksekliği 1000 metreye varan arazilerden ayrıca steplerden, açık arazilerden ve tarımsal alanlardan oluşur. Kışlamak için sulak alanları tercih eder, görülsede, göç sırasında pek çok çeşit habitat kullanır- şah kartal yuvalarını genellikle yaşlı ve yüksek ağaçların tepelerine kurarlar. Kuluçka müddeti Mart veya Nisan başında tamamlanır, 2-3 yumurta yumurtlar. Kuluçka müddeti 6 haftadır. Temel besinler tavşan, sicap, gelengi ve fare gibi küçük memeliler oluşturur, ayrıca su yılanları, susemenderleri, kurbağalar ve kertenkelelerle beslenir.

Türkiye'deki Durumları :
Ankara Beynam Ormanlarında 2 çift, Meriç Deltalarında (Edirne) 1 çift, Ilgaz Dağlarında, Yozgat çamlığında, Eskişehir Türkmen Babadağında ürediği sanılmaktadır. Azalmaların nedenleri arasında besinini oluştarn memelilerin yaşam ortamlarının tahribi, ormancılık faaliyetleri, habitat tahribi, özellikle büyük ve yaşlı ağaçların kesilmesi, avcılık ve yasa dışı ticaret sayılabilir.

KÜÇÜK KERKENEZ ( Falco naumanni )
Tüm yıl boyunca sürü halinde yaşayan küçük Kerkenezler, eski evlerin çatı ve duvarlarında ağaç kovuklarında ve kayalıklarda bulunur. Genellikle açık ve kısa bitki örtüsüne sahip ılık ve sıcak bölgeleri tercih ederler. Yuvalarını genellikle insan yerleşim yerlerinde yolanlarında yaparlar. Büyük koloniler halinde yuvalanmalarına rağmen, türün azalmasıyla birlikte 10 çiftte daha az koloniler görülmeye başlamıştır. Saf koloniler halinde kuluçkaya yatmasına rağmen, küçük kargalar ve diğer kerkenez türüyle birlikte üreme kolonileri oluşturmaktadır.

Başlıca yiyecekleri çekirge, çalı çekirgesi, arazi çekirgesi gibi omurgasızlar oluşturur. Türkiye' deki popülasyonu 3-5 bin olduğu sanılıyor. Tuz Gölü, Balıkdamı ( Eskişehir ) Ereğli sazlıkları civarındaki köylerde ürediği bilinir.

BILDIRCIN KILAVUZU (Crex Crex)
Nemli gübrelenmemiş toprakların seyrek otlu ve düzenli olarak kesilen çayırlar ile ekili alanları tercih eder. Ayrıca sulak alanlar ve sazlıkların kenar bölgeleri, kuru yeşil alanlar tür için önemlidir. Genellikle açık veya yarı açık arazilerde ürerler. Kendilerini temel olarak uzun çimenlerle kaplı çayırlarla saklarlar. Üreme sırasındaki dağılımı ve yoğunluğu bahar aylarındaki uygun bitki örtüsünün bulunduğu ölü kök ve yapraklardan yaparlar . Üreme sezonundaki beslenmelerinin büyük bir kısmını bitkilerin üzerindeki ve topraktaki omurgasızlar oluşturur sonbahar ve kışın genel olarak tohumla beslenirler. Ülkemiz' de yaz göçmeni ve geçit kuşu olarak gözükür. 7-9 bazen 12 yumurta yumurtlar. Kuluçka süresi 3 haftadır. Marmara' nın Güneyi İç Ege ve orta Anadolu' da yaz göçmeni, diğer bölgelerde geçit zamanı görülür. Türkiye' deki üreme bölgelerinde kapsamlı bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Türkiye' de 10 çift görülmüştür. ( Bird in Europe sayfa 228 )

TOY (otis tarda)
Avrupa'nın orta ve Güney kesimlerinden orta Asya ve Mançurya' ya kadar geniş bir alanda yayılış gösterir. Geniş açık ve genellikle düz olan kuru tarım alanlarını, çayırları ve bozkırlarla tercih eder. Yuvalarını ekin tarlaları içine veya yüksek otlar arasına yaparlar. Yuva alanları dişi tarafından seçilir.

Toy Genellikle 2 yumurta yumurtlar kuluçka süresi 28-30 gündür. Üreme döneminde çok hassastır. Tedirgin edildiğinde yuvayı terk eder. Yavrular ilk ayda böceklerle beslenir, yetişkinler böcek ve bitkileri yerler, populasyonun çoğu yerlidir. Ağır kış şartlarında uzun mesafeli yer değiştirirler.

Türkiye' deki durumu :
Önemli meme elamanlar, Kütahya' da Altınbaş ovası 1996 da 51, Eskişehir Aliken platosunda 20 çift Van Gölünün Kuzeybatısında 200 Muş Bulamak ovasında incelenmektedir.

İnce Gagalı Kervan Çulluğu (Numenius tenuirostris)
Batı Sibirya'daki Güney Talge bölgesi ile Orman steplerinde yapılan incelemelerde küçük ağaçlık alanlar, sığ sular, küçük çayırlar ve küçük bitkisiz alanlar yaşama alanlarıdır. Göç ve kışlama esnasında ve kışlama bölgelerinde ise tuzlu bataklıklar, stepler, acı lagünler ve balık havuzları gibi oldukça geniş yayılım gösteren habitatlar kullanırlar.

Göç esnasında Türkiye üzerinden geçerek kışı Kuzey Afrika ve Batı Akdeniz Ülkelerinde geçirir. Ülkemizde 1946-1990 yılları arasında 29 kayıt tespit edilmiş 29 kayıt mevcuttur. Türkiye' deki potansiyel alanlar; Tuz Gçlü Göksu Deltası, Seyfe Gölü, Burdur Gölü ve Çamaltı Tuzlası son olarak Kızılırmak Deltası olarak tahmin edilmektedir.

ADA MARTISI (Larus ovdoinii)
Koloniler halnide kayalık uçurumlarda ve kıyıdan uzak adalarda görülürler. Yüksekliği deniz düzeyinde yakın yerlerden 1000 m' ye kadar; kayalık alanlarda %85 çalılıklarla kaplı alanlara; tamamen düz alanlardan 90 derece dik yamaçlara kadar değişik habitatları kullanırlar. Birkaç çiftten binlerce çifte kadar değişen kolonilerle ürerler, üreme alanlarında orta düzeydeki bitki örtüsünü tercih ederler. Bu yavruları sıcaktan ve yırtıcılardan korur.

Yumurtlama dönemi Nisan'ın ikinci yarısından Mayıs başına kadar sürer. Temmuzun ilk iki haftasında yavrular yumurtadan çıkar. Genellikle 2-3 yumurta yumurtlar. Kuluçka süresi 4 haftadır.

Balıklar, küçük memeliler, eklembacaklılar, kuşlar ve bitkilerle beslenir. Tüm Akdeniz' de 15 bin çift olduğu sanılıyor. Türkiye' nin Akdeniz kıyılarında 30-50 çift olduğu tahmin ediliyor. Mersin-Silifke arasında 30 çift kaydedilmiştir.

SARI KAMIŞÇIN (Acrocephalus paludicola)
Üreme sezonu boyunca su seviyesi 1cm-10cm arasında olan alçak arazilerdeki geniş sazlıklarda bulunur. Üremek için nehir vadilerindeki bataklık çayırları tercih ettikleri bilinmektedir. Göç boyunca Sarı Kamışçın, bataklıklardaki kısa otlara ve açık sulardaki sazlıklara ihtiyaç gösterir.

Üreme sistemlerinden çok eşli ve karışık üreme sistemlerinin birleştirmişlerdir. Yavrulama periyodu 15-16 gündür. Üreme başarısı oldukça yüksektir. %83. üreme kayıplarına küçük memeliler sebep olur. Türkiye' de nadiren Marmara Bölgesi, Batı Akdeniz ve Kuzeydoğu Anadolu' da yaz göçmenidir.

Ülkemizde Nesli tehlikede olan Kuş türleri

Kelaynak (Geronticus eremita)

Türkiye' de sadece Urfa' nın Birecik ilçesinde koloni halinde yaşamaktadır. Fas' ta yaşamaktadır. Ülkemizde nesli tükenmekte olan yaban hayvanlarının başında Kelaynak kuşları gelmektedir. Bu nedenle ülkemiz faunası için özel bir yeri olan ve kamuoyunca yakından takip edilen Kelaynakların Koruması ve üretilmesi çabaları önem kazanmıştır.

1958-60 yıllarında Kelaynak populasyonuna en büyük darbe vurulmuştur. Suriye ve Irak' tan yaklaşan çöl çekirgelerine karşı tüm Güneydoğu Anadolu' da uçakla ilaçlamada (DDT) kullanılmıştır. Bir zamanlar büyük topluluk oluşturulmuş, hep birlikte uçup gök yüzüne havalandıklarında "Güneşi örtecek kadar kalabalık" olduklarını hatırlatan insanların bu gün bile mevcut olduğunu söylüyorlar. Bazı yabancı kuş gözlemciler 20.YY başlarında bu civarda binden fazla kelaynak yuvası olduğunu kaydetmişlerdir. Bu durumda Kelaynakların o zamanki nüfusunun beşbini aştığı söyleniyor.

Kullanılan (DDT) ile ilaçlama neticesinde 700 çiftten fazla Kelaynak ölmüştür. Yıldan yıla sayıları gittikçe azalmıştır. Bunun üzerine 1967 den itibaren 3167 sayılı Karaavcılığı Kanunun verdiği yetkiye dayanarak Merkez Av Komisyonu kararı ile Kelaynaklar bütün yıl koruma türler arasına alınmıştır. Ancak koruma altına alınanlarıda azalmalarını önleyememiştir. Şehir içindeki Koloninin yuvalandıkları kayalıkların ön tarafında 3-4 katlı yapıların çoğalması sonucu kolonideki bireyler bu olaydan etkilenmişlerdir.

1978 yılında Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Gn. Müdürlüğünce şehrin 1 km. kuzeyinde seçilen bir yerde kelaynakların voli yerde üretilerek doğadaki populasyonun takviye edilmesi amacıyla, Kelaynak üretme istasyonu kurulmuştur.

Üretme istasyonunda üretilen kelaynaklar markalanarak doğaya salınmış salınan kelaynaklardan bir kısmı göçten dönenlerle eşleşip yavru çıkarmışsa' da en önemli sorun bir kısmının göç etmeyerek Birecik' te kalmaları olmuştur. Bu durum göç etme gibi kuşların olağan davranışlarını göstermemesine hemde kış şartlarında Birecik' te kalan bireylerin zayiatlarına yolaçmıştır.

Birecik Halkı kelaynakların baharın müjdecisi kutsal hayvanlar olarak değerlenmekte ve kelaynakların gelişi nedeniyle festivaller düzenlenmekteydi, ancak bütün çabalar kelaynakların azalmasının ve her yıl göç edenlerden daha az sayıda kuşun Birecik' te dönmesinin önüne geçememiş ve ne yazıkki 1991 yılında Yurdumuza bir kelaynak gelmemiştir.

Bu kuşlar koloniler halinde kaya teraslarına yuvalanan bu kuşlar genellikle 2-4 yumurta yumurtlarlar kuluçka süresi 27-28 gündür.

Kelaynaklar çekirge, kın kavatlı böcekler yılan, kertenkele, danaburunları vb. ile beslenirler.

SAZ HORUZU (Parphyro porphyro)
Bazı yerlerde Sultan Tavuğu ve Gök Saz Horozu adlarıyla da anılan saz horozu ülkemizde sadece Göksu Deltası (Silifke) de bulunurken, Kızılırmak Deltasında da görülmeye başlandı.

Bu kuş ülkemizde yerlidir. Göç etmez, her ne kadar Kızılırmak Deltasına Hazar Denizinin güneyinden geldiği söylense de ,kanaatimize göre Kızılırmak Deltasında üredi ve mevcudu çoğalınca görülmeye başlandı.

Bu kuş ülkemizde nesli tehlikededir. Göksu Deltasında 300 çift, Kızılırmak Deltasında 20 çift görüldüğü tespit edildi..

Saz Horozu sık sazlı kamışlı göllerde , bataklıklarda, sazlarla kaplı geniş kanallarda ve göletlerde yaşar ve buralarda yuvalanır. Yuvayı erkekle beraber yaparlar. Dişi 3-5 yumurta yumurtlar, kuluçkaya nöbetleşerek yatarlar. Kuluçka müddeti 28 gündür. Yumurtadan çıkan yavruları ebeveyn büyütür. Yavrular 35-45 gün sonra uçarlar.

Çeşitli su bitkilerinin körpe kısımları tohumlar, su böcekleri, larvalar, kurbağalar vb. beslenirler.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
İznik Çinileri
6.jpg

14. yüzyılın ortasından 17. yüzyılın sonuna dek İznik’te üretilmiş olan çinilere “İznik Çinisi” denmektedir. 1963-64 yıllarında İznik’te Oktay Aslanpa başkanlığında yapılan kazılardan çıkarılan buluntular İznik çinileri konusunda pek çok noktaya ışık tutmuştur.

İznik’te çini üretimi başlamadan önce Bursa, Edirne, İstanbul gibi kentlerde dinsel yapılarda kullanılan çiniler bu yapıların yakınlarına kurulmuş imalathanelerde üretiliyordu. Bunları üretenler ise yabancı gezgin ustalardı. Bunların yarattığı ürünler için gelişmiş birteknik uygulanıyordu. Bu seramikler beyaz, sert hamurluydu ve son derece zengin motifler içeriyordu. Oysa bu dönemde İznik’te geniş halk kitlelerinin günlük kullanımı için hala yumuşak, kırmızı hamurlu, sırlı kaplar üretiliyordu.

Bunlar ilkin pişirilip slip tekniğiyle bezeniyor, sonra da renkli sıra batırılıp yeniden fırınlanıyordu. Bu çini eşyalara egemen olan renkler mavi, yeşil ve kahverengiydi.

14. yüzyılda Ortadoğu’da çokça görülen Çin porselenlerine özgü desenler İznik’te 1400 dolaylarında kullanılmaya başlandı. Kırmızı hamurlu çiniler İznik çinisinin ikinci döneminde (14. yüzyılın ikinci yarısı ve 15. yüzyılın başları) üretildi.

7.jpg

Sıraltı Tekniğiyle yapılan bu çinilerin astarı beyazdı ve süsleri renkliydi; saydam kurşun sırla kaplıydı. Bunlara egemen renk kobalt mavisiydi. Ayrıca açık mavi, firuze, mor ve yeşil renklere de yer verilmişti.

Sert hamurlu porseleni andıran mavi-beyaz İznik çinilerinin geçmişi 15. yüzyılın ortalarına dek uzanmaktadır. İznik çinilerinin üçüncü dönemi ise 16. yüzyılın ortalarına kadar sürmüştür. Bu çinilerin beyaz zemini çok temiz ve sert, sırları renksiz ve saydamdır. Bezemeye önceleri koyu mavi renk egemenkeni zamanla bu renk açılmışi daha tatlı bir tona dönüşmüştür.

İznik çinilerinde görülen bu üslup gelişmesi, değişik yörelerden gelen ustaların şehre yerleşmelerine bağlanabilir. Bu gelişmede ustalarla II. Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda açtığı nakkaşhane arasında kurulan ilişkilerin de payı olsa gerektir.

Geç tarihli seramik parçalarında maviden başka soluk turkuvaza da rastlanmıştır. Çini desenlerinde rumiler, hatayiler ve stilize bulut öğeleri yer almaktadır. Göze çarpan bir başka öğe ise hayvan figürleridir.

Aynı döneme tarihlenen bir başka çini grubuna ise “Haliç işi” denmiştir. Bu gruptaki çinileri en belirgin özelliği, küçük yaprak ve çiçeklerden oluşa sarmal dallardır. Bunların üretim yeri tam olarak bilinmemektedir. Bu tür çinilere İznik kazılarında da rastlanmıştır.

16. yüzyılın ortalarında İznik çinilerinin dördüncü dönem ürünlerine, “Şam işi” denem örneklerine rastlanmaktadır. Bunlar geçiş dönemi ürünleridir.

16. yüzyılın ikinci yarısındai yapılarda düz levha çinilerin çok kullanılmış olmasından dolayı, gerek İznik’te gerekse Kütahya’daki imalathanelerde levha çini üretimine ağırlık verilmiş, kase tabak, ibrik, vazo v.b. eşya yapımı giderek azalmıştır. Levha çinilerde mimari bezemeyledaha çok uyuşan canlı ve parlak renklere yer verilmiştir. Bu da İznik çiniciliğinde yeni bir üslubun gelişmesine ve yeni dönemin başlamasına yol açmıştır. Bu dönemin gözde renkleri kobalt mavisi, turkuvaz ve domates kırmızısıdır. Siyah renkse, figürlerin dış çizgilerinde boyaların akmasını önlemek için kullanılmıştır. Bezemede kullanılan örgeler, gül, lale, karanfil, zambak, papatya, sümbül, bahar çiçeği, asma ve servidir. Bunların dışında hançer biçimli yapraklara, Çin bulutlarına, çintemanilere ve madalyonlara da yer verilmiştir.

17. yüzyılın sonlarında çiniciliğin Kütahya’da gelişmesiyle İznik’te çini üretimi durmuş ve giderek yok olmuştur.

İznik Çinilerinin Türleri ve Biçimleri Münakkaş ve "Sade" Çini Kaplar

Günümüze kalan İznik çini kaplarının büyük bölümü sıraltı tekniği ile bezenmiştir.

Yazılı belgelerde bezeli kaplardan "münakkaş" ya da "alaca" diye söz edilmektedir.

Belgelerde kavanoz, tabak, sahan, üsküre ve kaselerin yeşil, beyaz, mavi ve sarı olarak da adlandırıldığı görülmektedir.

Müzehheb Çini Kaplar

Belgelerde kimi kaplardan "müzehheb" ve "altunlu" diye söz edilmektedir. 1600 tarihli yazılı belgelerde yaldızlı kaseler "hoşaf kaseleri, müzehheb"; yaldızsız olanlar "altunsuz";

kahve fincanları ise "altunlu" ya da "sade" diye nitelenmektedir. Yine bu dönemden kalma birçok tabakta bitkisel desenler üzerindeki sıraltı bezemenin genel çizgilerine pek uyulmamıştır. Oysa 16. yüzyılın başlarından kalma örneklerde daha özenli bir işçilik söz konusudur.

Değerli Taşlarla Bezeli Çini Kaplar

Yazılı belgeler, altınla ya da değerli taşlarla bezenmiş İznik çini kaplarından hiç söz etmemektedir. Osmanlılar bu bezeme tekniğini çin porselenlerini, yeşimleri ve necef taşlarını zenginleştirmek için kullanmışlardır.

Kapaklı ve Metal Parçalı Çini Kaplar

Minyatürlere bakıldığında hemen hemen tüm kapların kapaklı olduğu görülmektedir.

Gövde ile kapak her zaman aynı malzcmeden yapılmıyordu. Seramik kapaklı metal kapların yanı sıra metal kapaklı seramik kaplar da vardı. Bu durum, kase, kavanoz ve sürahiler için de geçerliydi.

İznik atölyelerinde üretilip de günümüze kalan kavanoz ve karafakilere ait seramik kapaklarının sayısı çok değildir. Yazılı belgelerde kapaklı kapların hangi malzemeden yapıldığına ilişkin hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bunların "kapaklı sürahi" ya da "kapaklı kase" diye adlandırıldığı görülmektedir. Kapakları yitik kaplara da "bi-kapak" denmektedir.

Boyutları ve Nitelikleri Farklı Çini Kaplar

Yazılı belgelerde en çok boyuta ilişkin nitelemelere yer verilmiştir. Büyük boy kaplar için "büyük", "battal", "kebir" ve "büzürk": orta boy kaplar için "miyane", "vasat" ve "orta":

küçük boy kaplar için ise, "sagır", "küçük/küçek", "kiçi" ve "hurda" denmiştir.

Kimi kapların ise "paşa" ya da "sultani" diye sınıflandırıldığı görülmektedir. Paşa üsküresi'nden "paşa fincanı" ya da "sultani üsküre" diye söz edilmektedir.

Dinsel Amaçlı Çini Kaplar

Belgelerde adına rastlanmayan, ancak ömekleri günümüze gelen seramik eserlerinin en önemlileri kandiller ve askı topl~ırdır. İznikli ustaların yarattığı bir başka önemli ürün de ayaklı leğendir. Ayaklı leğenlerin işlevlerine ilişkin bilgi yoktur, ancak bunların yüksek rütbeli kişilerce abdest almada kullanıldığı sanılmaktadır.

Yemek ve Servis Kapları

Tabak: İznik atölyelerinde çokça üretilmiş bir türdür. Bunların biçimleri ve boyutları hakkında hem minyatürler hem de yazılı belgelerden bilgi edinilmektedir.

Sahanlar: Bunlar da İznik atölyelerinin bir başka ürünüdür. Bunların düz dipli, kenarlı ya da kenarsız olmak üzere değişik türleri bulunmaktadır. Minyatürlerden anlaşıldığına göre, seramik sahanların çoğunda metal kaplar bulunuyordu. Belgelerde kapaklı sahanlardan "sahan ma'a serpuş" diye söz edilmektedir. Sahan sözcüğüne ilk kez 16. yüzyıla ait belgelerde rastlanmıştır. Bu sözcük 18. yüzyılın başlarına dek kesintisiz kullanılmıştır.

İznik atölyelerinde üretilmiş diğer seramik kaplar arasında ise tepsiler, kaseler, üsküreler ve tazza'lar yer almaktadır.

Sıvı Madde Kapları

Bunların, büyük ölçüde bardakları, maşrapaları, safaları, fincanları, ibrikleri ve sürahileri içermektedir.

Günümüze Gelen Diğer Seramik Eşyalar

Bunlar, kavanozları, matrabaları, hokkaları, kalemdanları, divitleri (devatlar) ve şamdanları içermektedir.

300 Yıl Sonra İznik Çinilerinin Yeniden Canlanması

İznik, Bursa yakınlarında aynı isme sahip gölün kıyısında, Anadolu'nun kuzeybatısında yer alan bir yerleşim yeridir. Eski zaman medeniyetlerinde de Bithynian bölgesi sırında yer almaktadır. Bir efsaneye göre Hindistan'dan Tanrı Dionysus'un dönmesiyle bu yerleşim yerinin kurulduğu söylenmektedir. Bir diğer efsaneye göre de Büyük Alexander'ın himayesindeki askerler tarafından sömürge haline getirilmiştir.(Milattan önce 356-323)

Antigonas Monophthalmus Milattan önce 316 yılında şehri keşfettiğinde Şehirde Bottiaei halkı yaşamaktaydı ve şehrin adı Elikore idi. Antigonas'dan sonra şehre Antigoneia adı verildi. Ipsus savaşından sonra (Milattan önce 301) Alexander'ın generallerinden biri olan Lysimachos(Milattan önce 360-281) şehri ele geçirdi Makedon lider Antipatros'un kızı karısı Nikai'nin adını verdi. Yüzyıllar içinde Nikaia adı fonetik olarak bir takım değişikliklere uğradı. Önce Nicea ve Türklerin zamanında da İznik adına dönüştü.

Milattan önce 316 yıllarına dayanan tarihinden bugüne kadar İznik birçok kültürel ve mimari olarak değişikliğe uğramıştır. Gerçek anlamda İznik arkeolojik ve tarih anlamında Romalıların, Bizanslılıran, Selçukluların ve Osmanlı Türklerinin tam bir sanat laboratuarı olmuştur.

İznik tuğla ve kireç ocaklarında yapılan kazılarda Prof.Aslanapa ve Prof. Altun bulunan Osmanlı seramiklerinde Selçukluların etkisi olduğunu görmüşlerdir.Yapılan son araştırmalarla ortaya çıkan beyaz sert seramikte kullanılan materyalin Osmanlı döneminde kullanılan yumuşak porselene benzeyen materyalle aynı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Önceleri çaydanlıklarda ve duvar çinilerinde mavi ve beyaz kullanılan ilk renkler olmuştur. 16. Yüzyılda turkuaz kullanılmaya başlanmıştır. Kakma kırmızı Süleymaniye Cami mihrabındaki duvar çinilerinde Osmanlı dönemini yansıtacak tarzda kullanılmıştır. Osmanlı döneminde İznik çinileri ve çömlekleri Türk boyunduruğu altındaki Rodos Adasına ihraç ediliyordu.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi 300 atölyenin 17. Yüzyılda İznik'de oluşmasını sağlamıştır. Bu rakam yapılan kazılarda da doğrulanmış ve çinilerin bu şehir için önemini anlatmıştır. İznik'de bulunan bu çiniler için birçok hikaye söylenmektedir. En çok söyleneni ve bilineni Osmanlı İmparatorluğunun etkisiyle Istanbul'daki birçok cami ve türbede çinilerin kullanıldığıdır. 20. Yüzyıl başlarında İznik nüfusu içlerinde çiftçilik ve ipek üretimiyle uğraşan Yunan ve Ermeniler olmasına rağmen giderek daha da Türk olmaya başlamıştır.

Türk Kurtuluş Savaşı sırasında İznik çalkantılı bir dönem geçirmiştir. Şehir Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, yanmış ve halk kaçmak zorunda kalmıştır.

Türklerin bağımsızlığını ilan ettikten sonra Yunanistan ve Trakya'dan gelen göçmenlerin yerleşim alanı haline gelmiştir.

İznik çinileri aşağıdaki sebeplerden dolayı tüm dünyanın önemini kazanmıştır:

İznik çinilerinde temel renk olarak açık beyaz ve arka planda kullanılarak yapılmış ve kendine has bir teknik ile oluşturulmuştur.

  • İznik çinilerinin yüzde 70-80 i kuvars ve kuvarsitten yapılmıştır. Bir araya getirilmesi güç olan üç farklı kuvarsın ve sırrın bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Bu karışım 900 derecelik bir ısıda bir araya getirilmektedir.
  • Yapılan uzun araştırmalardan sonra çinilerdeki ısıyla oluşabilecek sorunlar kuvars ve kaya kristalleriyle çözülmüştür. Sonuçta elde edilen çini birçok taşın bir araya gelmesiyle oluşan kuvarsdır.
  • Genel seramik kurallarına karşı olarak oluşturulan yöntemle yapılmaktadır. Bu da sıcak, soğuk ve dondurulmuş ortamda diletasyonla gerçekleştirilmektedir.
  • İznik çinileri birçok tayın birleşimiyle oluştuğu için birçok rengin de armonisini taşmaktadır. Bunlar koyu mavi Iapis Iazuli, turkuaz mavisi, koralın kırmızılığı ve yeşimin yeşili gibi.
  • Çinilerde yer alan bazı renkleri örneğin koral kırmızısı gibi elde etmek çok zordur.Elde edilen bütün renklerin yanısıra kornea beyazı ve opak rengi de kullanılmaktadır. Opak renginin kullanılması ışığın emilinip farkı ışık kırılmalarına yol açarak görüntülerin ve renklerin daha iyi ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca sözkonusu bu rengin kullanılması çinilerin korunmasına da yardım etmektedir.
  • Çinilerin üzerindeki yazılımlar İslam filozofisini net olarak yansıtmaktadır.
  • Vakıf araştırmacıları İznik çinilerinin gizemini çözmek için klasik İznik çini dizaynından faydalanmaktadırlar. Ürünlerin incelemesinden de anlaşılacağı üzere geleneksel teknolojik metotlar hala günümüzde kullanılmaktadır. İznik çinilerinin özelliklerini bozmamaları için İznik Vakfı 16. Yüzyılda kullanılan tüm teknik detayları kullanmaya devam ettirerek çinilerin özelliklerini yitirmemesi için gerekeni yapmaktadırlar.
  • İznik çinileri için kullanılan seramik teknolojisi doğal bir sentez sonucu ortaya çıkarılmış ve korunması için de gerekli özen gösterilmektedir.

İznik Çinileri 1989 yılında yeniden önem kazanmıştır. İznik'te konuya ilişkin sempozyumlar, uluslararası sergiler düzenlenip, konuya ilişkin iki kitap basımı yapılarak konunun yeniden gündeme gelmesi sağlanmıştır.

Bugün İznik Çinileri

İznik Çinileri 16. Yüzyılda önem kazanarak kullanılan teknik ve görünüm itibariyle dünya müzelerinde yer almaya başlamıştır.

İznik tuğla veya kireç ocaklarında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji Bölümünün 20 ylll aşkın süredir yaptığı kazılarla İznik Çinilerinin yapımındaki sanat ve kullanılan teknikle ilgili ipuçları bulunabilmiştir. 1996 yılında kurulan Çini Atölyeleri, 1993 yılında kurulan İznik Vakfı ve 1995 yılındaki Çini ve Seramik Araştırma Merkezi 16.yüzyılın çinilerini yansıtmaya faydalı olmuştur.

Ayrıca eski mezarlarda da yapılan kazılarda bazı çini örneklerine de rastlanmıştır.

Çinilerin değerliliği taşıdığı yüzyıl ve kullanılan materyallerle giderek önem kazanmıştır.

Yapılan kazılarda görülmüştür ki çinilerin oluşturulması için kullanılan materyaller seramikte kuvarsın kullanılmasıdır.

Sonuç olarak birçok araştırma merkezleri ve bilim adamları İznik Çinileri üzerine araştırma yapmak üzere yönlendirilmişlerdir.

İznik Vakfı bilim vakıflarını ve Türkiye'deki TÜBİTAK (Marmara Araştırma Merkezi) gibi sivil örgütlerini, İ.T.Ü (İstanbul Teknik Üniversitesi) ve İ.Ü (İstanbul Üniversitesi) konuya ilişkin araştırma yapmak üzere desteklemektedir. Ayrıca Amerika'da Massachusetts Araştırma Enstitüsünü ve Princeton'da yer alan araştırma enstitülerine desteklemektedir.

Bugün, İznik çinileri birçok eski ve yeni binaların dekorasyonunda kullanılmaktadır.

İznik Vakfı dünyaya çini sanatını tanıtmak, gelecek nesillere bu mirası taşımak ve eğitim programlarına dahil etmelerini sağlamak üzere kurulmuştur. İznik Vakfı üç birimden oluşmaktadır: Meslek Okulu Merkezi, Çini-Seramik Araştırma Merkezi ve Seramik Atölyeleri. Ayrıca Kuruçeşme İstanbul'da da bir iritibat bürosu bulunmaktadır.

Vakfın temel amacı 16. yüzyılda yapılan Çinileri birebir olarak üretmek değil onun orijinaline yakın üretimlerini sağlamaktır.

İznik Çinilerinin üretiminde bugün 16.yüzyılda kullanılan teknolojiye sadık kalınmış ve dünyada aldığı ününün kaybolmaması için özen gösterilmektedir. Ayrıca İznik Vakfı kazıları, arkeolojik alanda yapılan araştırmaları ve İznik'in tarihinin korunması için de gerekli desteği vermektedir. Başka bir aktivitesi de Türkiye ve Yurtdışında müzelerde yer alan çinilerin korunmasını sağlamaktır.

İkinci İznik Çinileri Sergisi 1999 yılında, birinciden on yıl sonra, yapılması planlanmıştır. Bu sergi Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunun 700. Yılı etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirilecektir.

Bu zamana kadar İznik Çinileri üzerine yapılan kurslardan 70 genç yetiştirilip mezun edilmiştir. Sözkonusu bu kurslar ücretsiz olarak gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye ve Yurtdışında yaz okulları da açılmıştır. Arıca Vakıf İznik'te arkeoloji, sanat tarihi ve seramik üzerine bir üniversite açmayı planlamaktadır.

Orhan Gazi(1326-1362) Osmanlı İmparatorluğunda ilk medrese'yi (teknik okul) bulan kişi olarak bilinmektedir.

İznik, Bursa, Akaçaova, Sapanca ve İzmit'te ilk din alimlerini (müderris) yetiştiren medreseleri kurmuştur. Bunlar Osmanlı İmparatorluğunda yeni eğitim merkezlerinin açılmasına da ön ayak olmuştur.

1331 de İznik'te ilk medrese ve cami kurulmuştur. Davudu Kayseri 1333 yılında ilk müderris ünvanını almıştır. Daha sonra bu medreseyi, 1357 den önce inşa edilen ve hala özelliğin koruyan Süleyman Paşa Medresesi ve Bursa'da Yeşil Caminin kuzeyinde bulunan Hayrettin Paşa Medresesi takip etmiştir.

İznik Vakfının üniversiteyi kurmak istemesindeki en önemli sebeplerinden biri bu tarihi mekanları korumaktır.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Cirit Oyunu
8.jpg

Cirit, bir diğer deyimle Çavgan, Türklerin yüzyıllardan beri oynadıkları bir ata oyunudur. Türkler, Orta Asya'dan Anadolu'ya bu atlı oyunu da dolu dizgin beraberlerinde getirmişlerdir. Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir unsurdur. At sırtında doğar, at sırtında büyür, at sırtında savaşır, at sırtında ölürlerdi. At sütü kımız Türklerin yegâne içkisi idi.

Cirit Oyunu, Türklerin en büyük tören ve sportif oyunu idi. Daha sonra 16. yüzyılda Osmanlı Türkleri tarafından bir Savaş Oyunu olarak kabul edildi. 19. yüzyılda bütün Osmanlı ülkesi ve saraylarının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit, aynı zaman tehlikeli bir oyun olduğundan 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasak edildi. Fakat daha sonra yine Osmanlı Ülkesi'nin başta gelen meydan ve savaş oyunu olarak her tarafa yayıldı.

Cirit Oyunu, daha 40-50 yıl öncesine değin Anadolu'da yaygın bir oyun olduğu halde son yıllarda sadece Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum ve Bayburt yörelerinde yaşamaya devam etti. 20-25 yıldan beri Konya ve Balıkesir'de tarihe karıştı.

Buna rağmen halen Anadolu'nun hemen her köşesinde düğünlerde ve bayramlarda köy delikanlıları ve kasaba halkı Cirit Oyunu'nu oynamaktadır. Büyük şehirlerimize karşı köy ve kasabalarımızda yaşamaktadır. Sinop köylerinden Gaziantep'e, Bursa'dan Antalya'ya kadar Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Anadolu'da köylerimizin güreşle beraber başlıca yiğitlik ve savaş oyununu teşkil etmektedir. Halkın ilgisini çekmek için cirit meydanında davullar ve zurnalar çalınır. Ayrıca Yurtdışı İran, Afganistan ve Türkistan Türkleri ile Türklerle meskûn diğer Asya yörelerinde de hâlâ canlılığını ve geleneğini sürdürmektedir.


Her yıl Ertuğrul Gazi Törenleri dolayısıyla eylül aylarının ikinci Pazar günleri Söğüt'te, çeşitli şenlikler vesilesiyle de Erzurum, Kars ve Bayburt dolaylarında oynanmaktadır.

1972 yılı eylül ayında Konya Turizm Derneği'nin teşebbüsüyle Konya'da bir Cirit Oyunları Şenliği düzenlenmiş, bu şenliğe Erzurum ve Bayburt Cirit Takımları katılmış ve büyük başarı sağlanmıştır. Cirit Oyunu Konya'da yeniden geleneksel olarak canlandırılmaya çalışılmaktadır.

Cirit Oyunu'nda iki takım bulunur. Bu takımlar 70 ilâ 120 metre genişliğindeki bir alanda karşılıklı olarak alanın en gerisinde 6'şar, 8'er veya 12'şer kişi olarak dizilirler. Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine atacakları ilk ciriti, diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda cirit alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından birisinin adını seslenerek meydana davet eder. Sağ elindeki ciriti ona doğru savurur, sonra geri döner, atını kendi dizisine doğru mahmuzlar. Karşı tarafın davet edilen oyuncusu hızla onu takip eder, elindeki ciriti geri dönüp kaçan karşı taraf elemanına fırlatır. Bu kez ilk oyuncunun çıktığı sıradan diğer bir ciritçi onu karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar ve ciritini atar.

Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çavganı rakibine değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder.

Ciritçi karşı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli hareketler yapar, atın sağına soluna, karnının altına, boynuna ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizisine ulaşana kadar üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar. Bu arada başına, gözüne, kulağına cirit isabet eden bazı oyuncuların yaralandığı olur. Bu türlü isabetler neticesinde ölenlerin olduğu bile vakidir. Bu durumda ölen, er meydanında ölmüş sayılır, yakınları şikâyetçi ve dâvacı olmaz. Babaları ölen çocuklarıyla öğünürler.

Öte yandan cirit oyununda ölüm olmaması için, daha evvelleri hurma ve meşe ağacından 70-100 santim uzunluğunda, 2-3 cm. kutrunda yapılan ciritler, daha sonraları kavak ağacından yapılmaya başlanmıştır. Sopaların uçları silindir şeklinde kesilerek yuvarlatılır. Kabukları yontulur. Bu isabet halinde bir yara açılmasını ve ölüm tehlikesini yok etmek için alınan bir tedbirdir.

Seyredenler ciritçileri ve atları teşvik için çeşitli şekilde bağırır, onları heyecana getirirler.


Ciritçiler arasında birbirine hasım olanlar varsa, bunların karşı tarafta yer almamasına dikkat edilir, aynı dizi içine dahil edilirler. Gençler büyüklerinin bu görüşüne boyun eğer. Büyükler de bu töreye uyarlar. Eski ciritçilerden bir kurul, oyunun sonucunu ilân eder.

Cirit sona erince, cirit oyununu düzenleyenler başarılı olanlara ödüller, ziyafetler verir.

Cirit Oyunu Alpaslan'la beraber Anadolu'ya girmiş daha sonra Avrupa'ya ve Arabistan ülkelerine sıçramıştır. 17. yüzyılda Fransa'da, Almanya'da ve diğer ülkelerde de Cirit Oyunu yayılmıştır.

Konya Turizm Derneği'nin 1972 eylülünde düzenlediği Cirit Oyunları Şenliği dikkatleri tekrar bu ulusal sportif savaş oyunumuzun üstüne çekmiş bulunmaktadır. Bütün Yurt'da ilgi görmesi ve canlanması bu tür oyunlarımız için bir kazanç olacaktır.

9.jpg

CİRİT OYUNUNDA KULLANILAN TERİMLER

Değnek; Diğnek, Deynek:
Çeşitli yörelerde cirit oyununa verilen ad.

Cirit Havası: Cirit oynanırken davul ve zurna ile özel ritmlerde çalınan ezgilerin tümü ya da bir tanesi.

At Oyunu: Ciritin Tunceli ve Muş yöresindeki adı.

At Oynatma Havası: Tunceli ve Muş yörelerinde ciritten önce at oynatma için özel ritmlerde çalınan ezgi ve ritmlere verilen ad.

Rahvan: Atın iki ayakla koşar gibi aynı yanda bulunan ayaklarını aynı anda atarak yaptığı, biniciyi sarsmayan bir yürüyüş şeklidir.

Rahvan At: Biniciyi sarsmadan yürüyen at.

Tırısa Kalkmak: Atın çaprazlama ayak atarak hızlı ve sarsıntılı yürüyüşüne denir.

Dörtnal: Atın en hızlı koşuşu.

Hücum Dörtnal: Atın en hızlı koşuşunun daha ilerisinde bir süratle hedefe at sürme.

Adeta: Atın düz yürüyüşü.

Aheste: Atın ağır ağır, arka kalçalara yüklenerek yürüyüşü.

At Başı: İki atın bir hizada oluşu.

At Cambazı: Ciritte at üzerinde beceri ve hüner gösteren binici.

At Oynatmak: Ciritte hüner göstermek.

Sipahi, Sipah, İspahi: Eskiden Yeniçeriler zamanında bir sınıf atlı askere denirdi. Fakat iyi at binen kişilere de at oyunlarında becerisi olan oyunculara da çeşitli yörelerde bu adlar kullanılmaktadır.

Seymen Olmak: Ulusal giysilerin yöreye ait olanlarının düğün nedeni ile Ankara dolaylarında giyilmesine denir.

Osmanlı: Atlı, suvari, anlamında kullanılmaktadır.

Menzil: Ciritte at üzerinde sıra biçiminde duranlara verilen ad.

Alan: Cirit meydanına verilen ad. Cirit oynanan yer.

Şehit: Ciritte isabet alıp ölenlere verilen ad.

Acemi: Savurduğu ciriti ata değen oyuncuya denir.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Kırkpınar Güreşleri
1.jpg

Kırkpınar’ın Tarihçesi

641.’sinin içinde bulunduğumuz Tarihi Kırkpınar Güreşleri’nin doğuşuna ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan en yaygın olanı kısaca şöyledir:

1346 yılında Orhan Gazi’nin Rumeli’yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, kardeşi Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılar’a ait Domuzhisar’ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Öteki hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan’ın topraklarında kalan Samona’da mola verirler. 40 cengaver burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet edilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür.

Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahıköy çayırında aynı çift yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler.

Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, “KIRKPINAR” adını verirler.

Yunanistan’ın Samona köyünün merası içindeki alan asıl KIRKPINAR çayırlıdır. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Kırkpınar Güreşleri Edirne ile Mustafapaşa yolu arasındaki “Virantekke” denilen yerde düzenlenmiştir.

Cumhuriyet’ten sonra 1924 yılında ise güreşler Edirne’nin Sarayiçi mevkiinde yapılmaya başlanmıştır.

Kırkpınar Güreşleri 1928 yılına kadar ağaları tarafından düzenlenmiştir. Güreşlerdeki ödülleri ve misafirlerin ağırlanmasını hep ağalar karşılamıştır. Ancak 1928 yılında ülkede meydana gelen ekonomik sıkıntılar nedeniyle ağalığa talip çıkmayınca, güreşlerin organize ve gelenleri ağırlama işi Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından üstlenilmiştir.

1946 yılında ise Tarihi Kırkpınar Güreşleri Edirne Belediyesi’nce düzenlenmeye başlanmıştır. Bu yıl da zamanın Belediye Başkanı Tahsin ŞIPKA Kırkpınar Güreşleri’ni Belediye hizmetleri arasına almıştır.

2.jpg

Pehlivan

Pehlivan sözlüğü farsçadır. Burhan-katia göre asıl anlamı yürekli cesur (Şeci) yiğit (dili) ise de, Zabit, vali, iri vücutlu ve doğru sözlü kimseye de Pehlivan denilir. Bu nedenle yerine göre çeşitli zamanlar için kullanılmıştır.

Selçuklular zamanında kahramanlık gösteren savaşçılara, üstün başarı kazanan atıcı, güreşçi, gürzcü’lere Pehlivan denildiği gibi bu sıfatın 16. yüzyıl başlarında yalnız sporcular için kullanılmış olmasıdır. Pehlivan deneyiminin bu anlamda kullanılışı Sultan II. Mahmut çağının sonuna kadar süre gelmiştir.

Türk Milleti erkeği, kadın ve çocuğuyla güreş sever güreşçiye saygı duyar ve Pehlivanlara ayrıcalık tanır şüpesiz ki bu sevgi ve saygı, Türk’ün ruhundaki savaşçılık kahramanlık duygulardan ve sporu bu yönüyle sürmesinden kaynaklanmaktadır. Güreşçiye karşı duyduğu sevgi ve saygı da pehlivanların herkesten daha güçlü kuvvetli, vücut yapısının, adalelerinin daha gelişmiş, görünüşünün daha sağlıklı görünmesinden, davranışının yiğitçe, karakterinin doğru ve mertçe oluşu, diline eline ve beline güvenilir olmasından ileri gelmektedir.

Osmanlılar zamanında saray dışında yapılan güreş yarışmaları panayırlarda, düğünlerde kulüplerde bir hayır kurumu yararına veya meslek edinmiş organizatörlerin özel yer ve salonlarında yapılırdı ayrıca Düğün Güreşleri, Ramazan Güreşleri, Hayır Kurumlarına yapılan Güreşler vardı.
 

wien06

V.I.P
V.I.P
Deve Güreşleri

3.jpg

Ülkemizde geleneksel olarak sürdürülen deve güreşlerinin ilk defa bundan iki yüzyıl kadar önce Aydın ilimizin İncirliova ilçesine bağlı Hıdırbeyli köyünde yapıldığı söylenmektedir. Ancak A.Münis Armağan’ın Batı Anadolu Tarihinde İlginç Olaylar adlı kitabında “Develerin Sonu” bölümünde II. Mahmut döneminde Tire ve civarında deve güreşlerinin yapılmakta olduğu belirtilmektedir.

Deve güreşlerinin başlangıç tarihi bilinmemekle birlikte, kervancılığın ve göçerliğin yaygın olduğu dönemlerden beri yapılageldiği sanılmaktadır. Deve sahiplerinden ve güreşseverlerden edindiğimiz bilgilere göre; eskiden göçerler de obalararası ve kervancılar arasındaki rekabet nedeniyle develeri güreştirirlermiş.

Günümüzde daha ziyade Aydın ilinde ağırlıklı olarak görülen deve güreşleri, Ege Bölgesi’nin (İzmir, Manisa, Muğla, Denizli) birçok il, ilçe, kasaba ve köylerinde yapıldığı gibi, Marmara Bölgesinde (Balıkesir ve Çanakkale), Akdeniz Bölgesinde (Burdur, Isparta ve Antalya) ve diğer bazı illerimizde de yapılmaktadır.

Deve güreşlerinin kendine özgü geleneksel kuralları varsa da yörelere göre bazı değişiklikler göstermektedir. Ancak deve güreşleri, benzeri sporlar gibi kendine özgü bir sahaya, seyirci düzenine sahip değildir. Deve güreşleri için yapılan organizasyonlar özellikle gelir elde etmek üzere eğitim, kültür, sağlık, spor ve sosyal amaçlı konularda faaliyet gösteren dernekler tarafından yapılmaktadır. Bazı yörelerde belediyeler, güreşleri disipline etmek ve belli bir düzene sokmak amacıyla organizasyonlara katılmaktadır.

Güreş organizasyonunda elde edilen gelirler, masraflar çıktıktan sonra belirlenen amaçlar doğrultusunda kullanılır. Deve güreşlerinde müşterek bahis ve iddia sözkonusu değildir.

Deve güreşleri tek hörgüçlü dişi ‘yoz’ develer ile ‘buhur’ adı verilen çift hörgüçlü erkek develerin çiftleşmesinden meydana gelen ve ‘Tülü’ adı verilen erkek develer arasında yapılır. Bu develer güreş devesidir. Güreş develeri soydan gelir; yani güreş yapan develerin ataları da güreşçi develerdendir.

Güreş develeri özel bir biçimde itinayla yetiştirilir ve güreşe hazırlanır.

Güreşler tülülerin kızmaya başladığı kış aylarında yani Aralık, Ocak, Şubat ve Mart aylarında yapılır.

Güreşen her devenin mutlaka bir adı vardır. Bu adlar sahipleri tarafından verildiği gibi, güreş anında yaptığı hareketlerden ve oyunlarından dolayı seyirciler tarafından da verilir. TV’nin sevilen dizilerinin kahramanları da develere isim olarak verildiği görülür. Birkaç deve ismini vermemiz konuya açıklık getirecektir; Kolombo, Dozer, Şahintepesi, Gezer, Sarızeybek, Yörükali, Almanyalı, Ceylan, Felek, Ali Tülü, Talancı, Karka Kartalı, Suat, Zümrüt, Menderes, Fırat, Takmakol, Şoför, Civan, Karamurat, Yarımdünya ve benzer.

Güreş develerinin ismi Havut denilen semerin arkasına konulan süslü bir beze yazılır. Bu beze Peş denir. Bu yazıların altına mutlaka Maşallah yazısı yazılır.

Güreşlerden bir gün önce güreşlere katılmak için develer geleneksel biçimiyle süslenir. Davul zurna eşliğinde şehir içinde defile yürüyüşü yaptırılır. Ayrıca cadde ve sokaklarda gezilir. Bu görülmeye değer bir olaydır. Şehre geldiğinizde bir yandan davul zurnanın çaldığı zeybek havalarını, diğer yandan develerin yürüyüş esnasında üzerlerine takılan zil ve çanların çıkardığı sesleri duyarsınız. Develerin süslü hali ayrı bir güzelliktir. Onları seyretmeye doyamazsınız. Şehir bayram yerine dönmüştür. Kahvehanelerin önlerinde ise mahşeri bir kalabalık vardır. Deve güreşlerinin meraklıları ordadır, güreşecek develer hakkında hararetli konuşmalar vardır. Başlarında köşeli kasket, boyunlarında poşu, bir ceket, külot pantolon ve körüklü çizmeli deve sahiplerini veya buna özenerek, bu gün için giyinen güreş severler hemen dikkatinizi çekerler. Bu arada televizyonlarda daha önceki güreşlerin video filmlerini seyredenleri görürsünüz.

Akşam ise deve sahipleri ile misafirlerin katıldığı, dostlukların pekiştirildiği bir “Halı Gecesi” düzenlenir. Bu bir nevi tanışma gecesidir. Bu gecede yenilir, içilir, yöre türküleri söylenir, zeybek oynanır, misafirler ağırlanır ve açık artırma ile halı satılır. Bu gece güreşlerden bir gün önce mutlaka yapılır.

Halk da geceden yiyeceklerini hazırlamıştır. Herkesi bir heyecan sarmıştır.

4.jpg

Güreş Günü

Sabahın erken saatlerinde halk akın akın güreş alanına gelmeye başlar. Bir kısmı güreşlerin yapıldığı sahada yer kapmaya, bir kısmı da güreş alanı dışında aileleriyle birlikte oturacağı yeri ayarlamaya başlarlar. Mangallar yakılıp yiyecekler açılır, etler pişirilmeye başlanır. Saat 9.00-10.00 civarında güreşlerin yapıldığı yerde saha içi ve saha dışı tamamen güreş meraklılarıyla dolmuştur. Ayrıca saha dışında seyyar satıcılar da yerlerini almışlardır. Envayi çeşit yiyecekler, içecekler, hediyelik eşyalar tezgahlara düzenli bir şekilde konmuştur. Bu arada yörenin davul ve zurnacıları çalmaktadırlar. Müziğin namelerine kapılıp aşka gelenlerde zeybek oynamaktadırlar.

Bu curcuna devam ederken hoperlörden güreşlerin başladığı, güreşecek develerin adları anonsu duyulur. Saha dışındaki hareketlilik ve canlılık bu sefer saha içine girmiştir. Deve sahipleri sarvanlarıyla birlikte develeri saha içine getirirler, develer saha içinde bir tur atarlar daha sonra güreşler başlar. Deve güreşleri genellikle saat 9.00-10.00 da başlar.

Mikrofonda develerin isimlerini anons eden Cazgır’ın sesi duyulur. Cazgır, develer için methiyeler söyler, kendisine has usulü ve kafiyeli şiirleriyle güreşlere renk katar. Cazgır, yağlı pehlivan güreşleri gibi deve güreşlerinin de en önemli ve renkli kişisidir. Güreşleri, spor spikeri gibi anlatmaya çalışır.

Deve güreşleri, düzenleme komiteleri, güreşlerle ilgili olarak hakem kurulu (Baş hakem, orta hakem ve masa hakemi) yeteri kadar urgancı (ipci), güreş develerinin ağızlarını bağlamak üzere ağız bağlayıcılar ile ağız bağı kontrolcusu görevlendirilir.

Deve Güreşleri Ayak, Orta, Başaltı ve Baş olmak üzere dört katagoride yapılır. Galibiyetler: 1-Kaçırtarak 2-Bağırtarak 3-Yıkarak elde edilir.

Birincisinde, deve heybetiyle diğer deveyi kaçırtır. İkincisinde, zor bir oyunla rakibini bağlar, zora gelen rakip deve öbür devenin gücüne dayanamadığı zaman bağırır. Üçüncüsünde ise deve rakibini yaptığı oyunla yıkar ve üzerine çöker. Bir de pes etme biçiminde galibiyet vardır o da, deve sahibi devesinin fazla yıpranmaması için devesini güreşten çeker, bunun için deve sahibi urganı ortaya atar bu pes etme anlamına gelir, öbür deve galip ilan edilir. Yenişemeyen develer berabere kalırlar.

Develerin güreşlerde yaptıkları oyun adlarından bazıları şunlardır: Bağ, Çengel, Çatal, Makas, Kol Atması, Muşat Çengel, Tam Bağ, Yarım Bağ, Düz Çengel, Tekçi, Kol Kaldırma

Güreşlerin heyacanını artırmak için, değişik oyunları yapan develerin birbiriyle eşleştirilmesine özen gösterilir. Her deve kendi sınıfındaki tülüyle güreşir. Sağdan güreşen develere sağcı, soldan güreşen develere solcu, ayak oyunları yaparak rakiplerinin ayağına çelme atarak oturan develere çengelci, rakiplerinin başını göğüsünün altına alıp oturan deveye bağcı, rakibini yıkmak ve kaçırmak için yanyana gelip ittiren ve başıyla ayaklarını yoklayan develere tekçi denmektedir.

Galip gelen deve gururla dört ayağını bir araya getirmek suretiyle böbürlenerek seyirciyi selamlar. Ödül olarak halısını alır ve sahayı terk eder. Yenilen devede mahcubiyet ve suskunluk görülür.

Bir deve bir günde bir kez güreşir. Bir güreşin süresi 10 ile 15 dakikadır. Bu kurallar, güreş develerinin nesillerinin azalmaması, develerin fazla yıpranmamaları ve korunmaları için konulmuştur.

Bütün bunlar bir disiplin içinde, geleneksel biçimde yapılır. Güreşler sona erdiğinde develer galip gelen deveciler ile deve bakıcıları (Sarvanlar) sevinçli, deve güreşi meraklıları da güzel bir gün geçirmenin, iyi bir güreş seyretmenin mutluluğuyla evlerine dönerler.

Genellikle Ege Bölgesi’nde kışın yapılan deve güreşleri, Ege’nin kış şöleni haline gelmiştir.


NOT: Konular KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIGININ acmis oldugu siteden ALINTI yapilarak hazirlanmistir.
 
Top