Türk Dil Bayramı - 26 Eylül

kelebek

-ütopik-
V.I.P
İstanbul’da Dolmabahçe Sarayında toplanan Birinci Türk Dil Kurultayının açılış günü olan 26 Eylül, Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli kültür kurumlarından biri olan Türk Dil Kurumu 69 yıl önce, 12 Temmuz 1932’de kurulmuştu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde dil ve tarih, Atatürk’ün en çok önem verdiği olgulardı. Önce 1931’de Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Uluslaşmanın en önemli temellerinden bir diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan ulu önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Ertesi gün Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına başvururlar. Sonradan adı Türk Dil Kurumuna çevrilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur.

Cemiyetin kuruluşuyla birlikte başlayan çalışmalar sürerken, Türk Dil Kurultayının hazırlıkları da başlamıştır. Bu coşku ve heyecan içerisinde Türk Dil Kurultayı toplanır. Kurultaya çok sayıda bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı katılır. Atatürk, Kurultayı baştan sona kadar izlemiştir. Türkçenin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi yolunda Türk Dil Kurultaylarının çok önemli yeri vardır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
ATATÜRK’ÜN TÜRK DİL BAYRAMI İLE İLGİLİ SÖZLERİ, ÖZDEYİŞLERİ, VECİZELERİ

Atatürk Diyor ki!

-Türk demek, dil demektir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

-Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun ulusal dili ve bengi, bütün yaşamında egemen ve temel olacaktır.

-Türk dilinin, kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün dikkatli, ilgili olmasını isteriz.

-Dilin zengin ve ulusal almaşı, ulusal duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil bilinçli olarak işlensin.

-Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. — 2 Eylül 1932

-Türk demek, dil demektir. Ulusun çok açık niteliklerinden birisi de dildir. Her şeyden Önce ve kesinlikle Türkçe konuşulmalıdır. — 1932

-Türkçe konuşmayan bir insan; Türk harsına, Türk topluluğuna bağlılığım iddia öderse, buna inanmak doğru olmaz.

-Türk affının kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için, bütün devlet örgütümüzün, dikkatli, ilgili olmasını isteriz. — Kasım 1937

-Ülkesini, yüksek bağımsızlığım korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. — 1 Kasım 1932
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
TÜRK DİL BAYRAMI İLE İLGİLİ ÖZDEYİŞLER, VECİZELER

Bundan böyle divanda,dergahta,bârgahta, çarşıda ve meydanda Türkçe’den başka dil konuşulmayacaktır. (KARAMANOĞLU MEHMET BEY)

-Türkçem, benim ses bayrağım. (Fazıl Hüsnü DAĞLARCA)

-Dil, bir medeniyet olayıdır. Bir medeniyetin kurduğu dil, başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez. Yetmez onu söylemeye. Bir ulus, medeniyetini değiştirdi mi, dilini de değiştirmek zorundadır. (NURULLAH ATAÇ)
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
TÜRKÇE’NİN HEDEFLERİ, TÜRK DİLİNİN HEDEFLERİ, AMAÇLARI

1 - Dilimizi, Osmanlıcanın gelişmeye engel olan pürüzlerinden ayıklamak; yazı dilinden, Türkçeye yabancı kalmış olan unsurları atmak.

2 - Aydınların dili ile halkın dili, konuşma dili ile yazı dili arasındaki Osmanlıca dolayısıyla ortaya çıkmış olan açıklığı kapatarak. Dile millet varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici bir nitelik kazandırmak.

3 - Türk diline yapı ve özelliklerine uygun millî bir gelişme yolu çizebilmek.

4 - Türkiye Cumhuriyetinde öğretim birliğine paralel olarak eğitimi millîleştirmek ve öğretimi millî terbiyenin gerekli kıldığı bir millî eğitim diline kavuşturabilmek.

5 - Türkçenin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek için onu dünya dilleri arasındaki değerine yaraşır bir seviyeye ulaştırabilmek için dilimizi bir bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen derinlemesine araştırma ve incelemeler yapmak gibi hususlar, işte hep dil devriminin bu temel düşüncesini gerçekleştirme amacına yönelmiş olan maddelerdir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
TÜRKÇE’NİN KONUŞULDUĞU ÜLKELER, YAYILMA ALANLARI

Türkler dünya üzeride çok geniş bir yer kaplar. Doğuda Moğolistan ve Çin içlerinde batıda Yugoslavya içlerine; kuzeyde Sibirya’dan ve Moskova yakınlarındaki Kazan şehrinden, güneyde Bağdat, Lübnan sınırı ve Kıbrıs içlerine kadar uzanan büyük ve geniş coğrafyaya yayılmışlardır.

20–90 doğu boylamları ile 33–65 kuzey enlemleri arasında yer alan bu coğrafya, kuş uçuşu, doğudan batıya yedi bin, kuzeyden güneye üç bin kilometrelik bir alanı içine alır. Bu alandaki şu devletler içerisinde Türkler yaşamakta ve Türkçe konuşulur yazılmaktadır:

Çin, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Polonya, Ukrayna, Moldova.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER, YAZILAR

Bilindiği gibi, Türklerin MÖ’ki yüzyıllarda da çeşitli yazılarla karşılaştığı, bunlardan yararlandığı, hatta özgün bir Türk yazısı geliştirdiği kuşkusuzdur. Ne var ki MÖ’ki çağlara ait bilgilerin yeni buluntularla pekiştirilmesi gerekmektedir.

Türklerin MS’ki yüzyıllarda kullandığı kesin olarak bilinen belli başlı yazılar/alfabeler şunlardır:

1- Göktürk yazısı,

2- Uygur yazısı,

3- Mani yazısı,

4- Soğu yazısı,

5- Çin yazısı,

6- Tibet yazısı,

7- Süryani-Nesturi yazısı,

8- Brahma yazısı,

9- Pass-pa yazısı,

10- Peçenek yazısı,

11- Kuman yazısı,

12- İbrani yazısı,

13- Yunan yazısı,

14- Ermeni yazısı,

15- İslav yazısı,

16- Latin-İslav yazısı,

17- Arap yazısı,

18- Yeni Türk yazısı.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
DİL - DÜŞÜNCE - DUYGU ARASINDAKİ İLİŞKİ, DİL DÜŞÜNCE BAĞLANTISI

İnsanoğlunu öteki yaratıklardan ayıran en büyük özelliği, zekasının ve düşünme yeteneğinin varlığıdır. Zeka, duygu ve düşünce sistemi, insanın iç benliğin; kuran öğelerdir. Hayal eden, düşünen ve duygulanan kimse, bunların sonuçlarım davranışlar veya söz olarak kendi benliğinin dışına aktarır. Bu aktarmada onun en büyük yardımcısı dildir. Şu halde dil, bir yönü ile insan zekasının, insandaki duygu ve düşünce gücünün en iyi dışa verme, en iyi anlatım aracıdır. Bu durumu dolayısıyla, o aynı zamanda kişinin iç dünyası ile çevresi ve dış dünyası arasında bağlantı kuran bir araçtır da.

Yeni doğmuş bir çocuğun taklitle başlayan kelimeleri öğrenme döneminden, kafasında kavramlar yer ettikçe yavaş yavaş nasıl bilinçli bir dil öğrenme dönemine geçtiği göz önünde bulundurulursa, kişinin iç dünyası ile dış dünyasını birbirine bağlayan dilin ortaya çıkışı daha iyi kavranır.

Her dil, ilk belirtilerim, daha minik bir insan yavrusunun ana karnından ana kucağına geçişi ile vermeye başlar. Açlığım, susuzluğunu ilk ihtiyaçlarım ve ağrıyan bir yerini önceleri yalnız ağlama dili ile belli eden çocuk, sonraları aile çevresinden duyduğu sözleri taklit yoluna yönelir. Daha sonra da o sözlerin boş birer ses kalıbından ibaret olmadıklarım, her birinin birer anlamı bulunduğunu sezinleyerek bunları kavramaya çalışır. Çocuk, aile ve çevre şartları içinde yavaş yavaş serpilip boy attıkça, buna paralel olarak kendi iç dünyasını ve fikir yapışım da geliştirmeye başlar, işte insanın iç ve dış dünyasındaki bu gelişmelerin başlıca anahtarı dildir. İlk aylarda ağlamalar, el-kol hareketleri, atılmalar ve taklit ile gerçekleştirilen anlaşma, daha sonra asıl ifadesini dilde bulur.

Nasıl bir çiçek tohumu elverişli iklim şartları içinde büyüyüp gelişirse, bir insan yavrusu da büyümesine ve bedence serpilmesine paralel düşünce ve ruh dünyasını çevre ve toplum şartlarına bağlı olarak dil ile geliştirir. Onun zihninde belirli tasavvur ve düşüncelerle şekil alan kavramlar, dış dünyaya aktarılırken, ses kalıpları olan sözcükler içinde ve bunları birbirine bağlayan ekler yardımı ile birtakım anlamlara dönüşür. Sözcükler ancak anlamları ile dolgunluk ve değer kazanırlar. Kendi düşünce sistemi içindeki kavramları, birbirleri ile bağlantılı anlamlı sözcükler ve sözcüklerden kurulmuş cümleler halinde dışarıya vuran çocuk da yavaş yavaş konuşmaya başlar ve dili öğrenir.

Görülüyor ki. insan varlığının dış dünyası ile iç dünyası arasındaki sürekli ve dengeli bağlantı, yavaş yavaş ve öğrenme yolu ile elde edilen dil ile kurulabilmektedir. Bu bakımdan dil, insan benliğinin ayrılmaz bir parçası ve zengin bir ürünüdür. Düşünce ve duyguların dışarıya aktarılması ile varlık kazanmıştır. Gerçi, dil düşünce ilişkisi açısından bütün dilbilimciler aynı görüşü benimsemiş değillerdir. R. W. Langacker gibi bazı dilbilimciler, müzik besteleme, heykel yapma gibi faaliyetlerin dille ilişkisi bulunmadığım dikkate alarak, dil olmadan da düşünülebileceği görüşünü benimsemişlerdir.

Onlara göre düşünme, dilden ayrı, bağımsız ve bilinçli bir zihin işlemidir. Yalnız, bunları düşündüren ve görüşlerini dayanıksız kılan nokta, adalet, erdem, merhamet, güç, kudret, vicdan, olgunluk, bıkkınlık gibi soyut kavramların dil olmadan anlatılamayacağı hususudur. Buna karşılık diğer bazı dilbilimciler, Platon'dan beri süregelen görüşü benimseyerek konuşma ve düşünmeyi birbirinden ayırmazlar. Düşüncenin ancak dille gerçekleşebildiği görüşünü benimserler.

Bu iki farklı görüş karşısında, biz, dil ile düşüncenin nitelikleri bakımından iki ayrı işlem olduklarım benimsemiş olsak bile, müzik, resim, heykel vb. istisnalar dışında düşünce ve duygu ürünlerinin insan benliğinin dışına yalnız dille aktarılabileceğini kabul etmek zorundayız.

Bu gerçek karşısında, dil ile düşünce arasında yakın bir ilişki bulunduğuna şüphe yoktur. İnsan zekasının, insandaki sınırı çizilemeyen duygu ve düşüncelerin ürünleri kendi benliğinin dışına dille aktarıldığına göre, dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır. Karşılıklı ilişkiler açısından bunları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Konuşmalarımız ve sözlerimiz, daha doğrusu dilimiz, bir bakıma düşünce ve duygularımızın dışa uzanmış görüntüleridir; zihindeki kavramların ses kalıplarına dönüşmüş sembolleridir.

Duygu ve düşüncelerimizdeki genişlik, derinlik ve anlamlılık ifadesini ancak dille gerçekleştirebilir. Eğer bir dil, anlatım gücü bakımından yeterince genişlik, dolgunluk, derinlik ve olgunluk kazanamamışsa, insanın iç dünyasındaki birçok değerler dışa verilme imkanından yoksun kalır. Bu bakımdan dil zenginliğinin ve mükemmelliğinin, dil düşünce bağlantısı açısından çok büyük bir değeri vardır. Ancak, unutmamak gerekir ki, bir dilin anlatım gücündeki dolgunluk ve zenginlik milyonlarca insanın yüzyıllar süren ortaklaşa katkıları, yüzlerce fikir ve sanat erbabının, o dili yavaş yavaş bir oya gibi işleyip geliştirmesi ile gerçekleştirilebilmektedir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
DİL DEVRİMİ, AMACI, HEDEFİ, ÖZELLİKLERİ

Dilin anlatım gücünün aşağı bir seviyede kalmış olması, daha yüksek bir gaye ile kullanılması için gerekli şartların eksikliğinden kaynaklanır. Bütün fikirler, ancak dildeki geniş anlatım imkanları ile açığa vurulabilir. İlim ve sanat da dile bağlıdır. Bu bakımdan dildeki gelişmişlik kültür gelişmişliğinin ifadesidir. Başka bir anlatımla, dil mükemmelliği ve dil üstünlüğü kültür üstünlüğü, dil zayıflığı da kültür zayıflığı sonucunu doğurur.

Bu gerçeği ve Arap Fars dillerinin yüzyıllarca, Türkçenin yapı ve işleyişini körelten ağır baskısını göz önünde tutan Atatürk 1932'de başlattığı dil devrimi ile Türkçemizi kültürümüzün eksiksiz bir ifade vasıtası yapabilme amacını gütmüş; uzun vadede, dilimizi, çağdaş uygarlık düzeyinin gerekli kıldığı bütün kelime ve kavramları karşılayabilecek işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirme hedefine yönelmiştir. Hedefler arasında yer alan:

1 - Dilimizi, Osmanlıcanın gelişmeye engel olan pürüzlerinden ayıklamak; yazı dilinden, Türkçeye yabancı kalmış olan unsurları atmak.

2 - Aydınların dili ile halkın dili, konuşma dili ile yazı dili arasındaki Osmanlıca dolayısıyla ortaya çıkmış olan açıklığı kapatarak. Dile millet varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici bir nitelik kazandırmak.

3 - Türk diline yapı ve özelliklerine uygun millî bir gelişme yolu çizebilmek.

4 - Türkiye Cumhuriyetinde öğretim birliğine paralel olarak eğitimi millîleştirmek ve öğretimi millî terbiyenin gerekli kıldığı bir millî eğitim diline kavuşturabilmek.

5 - Türkçenin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek için onu dünya dilleri arasındaki değerine yaraşır bir seviyeye ulaştırabilmek için dilimizi bir bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen derinlemesine araştırma ve incelemeler yapmak gibi hususlar, işte hep dil devriminin bu temel düşüncesini gerçekleştirme amacına yönelmiş olan maddelerdir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
DİL İLE KÜLTÜR ARASINDAKİ İLİŞKİ, DİL - KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Dilin sosyal bir varlık olduğundan söz ederken, tabiatta insanların teker teker var olduklarına; ancak, teker teker değil topluluklar halinde yasayarak birbirinden ayrı toplumları oluşturduklarına işaret edilir. Öteki canlılardan farklı olarak duygu, düşünce, konuşma, gelişme ve yaratıcılık gibi özelliklere de sahip olan insanoğlu, bir yandan maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılayabilmek, bir yandan da doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerini düzene koyabilmek için çeşitli sosyal organizasyonlara gitme gereğini duymuştur. Bir arada yaşama ihtiyacının ortaya koyduğu sosyal organizasyonların doğal nitelikteki en küçük örneği aile, en büyük ve en geniş örneği de millettir.

Ailede, maddî ve manevî yakınlıklara dayanan bir sosyal bütünleşme vardır. Bu bütünleşme, aile fertleri arasındaki "akrabalık bağları" ve "aile bilinci" ile gerçekleştirilmiştir. Millet dediğimiz toplulukta ise, sosyal bütünleşme, o topluluğu oluşturan bireyler arasındaki ortak kabullerden doğan ortak özellikler ile sağlanmıştır. Bu ortak özellikler, onların yaşayış biçimlerinden, hayat ve olaylar karşısındaki tutum ve davranış tarzlarından kaynaklanan yakınlıklar, benzerlikler ve tıpkılıklardır. Üstelik tarih boyunca da süregelmiştir. Böylece, ailedeki soya dayanan akrabalık bağının yerini, millet varlığında yaşayış düzenindeki ortak tutum ve davranışlardan kaynaklanan "bir sosyal akrabalık" bağı almıştır.

Bu bağ ve aynı toplumdan olma duygusu, fertleri birbirine perçinleyen ortak bir toplum bilinci oluşturmuştur. Böylece, millet dediğimiz toplum türü, aralarında hiçbir yakınlık bulunmayan gelişigüzel fertlerin meydana getirdiği bir topluluk olmaktan çıkarak, birbirine sosyal akrabalık bağları ile bağlanmış ve toplum bilinci ile kenetlenmiş kişilerin oluşturduğu sağlıklı ve sistemli bir organizasyona dönüşmüştür.

Millet varlığında sosyal akrabalık bağım kuran ve toplum bilincin; oluşturan çeşitli öğeler ve "ortak değerler" vardır. Bunların hepsine birden kültür adını veriyoruz. Dil kültürün temel taşıdır.

Dil - kültür ilişkisini gereğince kavrayabilmek için, bu ilişkiye geçmeden önce, kültürün ne olduğu, özellikleri ve öğeleri üzerinde biraz durmamız gerekiyor.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
DİL NEDİR, DİLİN ÖZELLİKLERİ, TANIMI

Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; binyıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir soysal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.

Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz. İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur. Fakat dil doğuştan bilinmez. İlk ayalarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamayla başlar.

Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasılar. İnsan zekasının, insanda siniri çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesin sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur.

Dil her şeyden önce sosyal ve milli bir varlıktır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, milli şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli milli şuurdur. Milli şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir.

Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir. Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar. Bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir.

Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdırlar. Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur. Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz. Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz. Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı. Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır.

Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırt edecek yaratılıştadır. Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz. Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü,b,t gibi. Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: bu, ka/pı, pen/ce/re gibi.

Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz: kuş, görmek, umutsuz gibi. Bir dilin tünün kelimeleri birden o dilin kelime dağarcığını meydana getirir. Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: Orhan okula gitmelidir. Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız. Buna da söz deriz. Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur.

İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, ya da uzun zaman saklamak ihtiyacı ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı icat etmişlerdir. Eski insanlar hakkında bilgilerimizi bıraktıkları yazılı belgelerden alıyoruz. Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pek az şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz.

İnsanlar her kelime için, her hece için veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır. Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir sese karşılığıdır. Bunar harf deriz. Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur. Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz. Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz. Sessiz okumak da olur.
 
Top