Türk Çadırları

wien06

V.I.P
V.I.P
Türklerin bundan bin beş yüz yıl önce Orta Asya'da, iklim ve coğrafi şartların icabı olarak, umumiyetle göçebe bir hayat yaşadıkları malûmdur. Öyle göçebe bir hayat ki, bu hayatı yaşıyanlar yazı yazmasını biliyorlar ve kervan ticareti yapıyorlardı. Göçebe hayatı yaşıyan Türkler, iyi ahlâklı olmayı, yoksullara yardım etmeyi seviyorlar ve bunu en büyük faziletler arasında sayıyorlardı.

Ortaçağdaki göçebe Türk cemiyetlerinde, çok zengin bir asilzadeler sınıfı, her hususta hür olan halk tabakası ve nihayet kara halk denilen, esirlerden oluşan aşağı tabaka vardı, işaret edildiği üzere, Türk göçebe cemiyetinde medeni hayatın birliktelik manzarası ve birçok müesseseleri görülmektedir.

Abrwb.jpg


Çadırda doğar Çadırda Ölürlerdi

İşte, birçok Avrupalı âlimlerin de belirtikleri üzere, doğuştan asker, teşkilâtçı ve idareci olan Türkler, hep çadırlarda doğmuşlar ve buralarda yaşayıp ölmüşlerdir. Eski Türkler çadıra otak (otağ) adını veriyorlardı ki, bugünkü oda sözü buradan gelmektedir. Otağ ismi, çadır mânasında olarak, Selçuklularda ve beyliklerde olduğu gibi, Osmanlılar'da da kullanılmıştır. Çadır kelimesine gelince, bu da türkçe olup çatmak fiili ile ilgilidir.

sPK1m.jpg


Orta çağda, Orta Asya'nın engin bozkırlarında yaşıyan Türklerin çadırları, keçeden yapılmıştı. Şekli yuvarlak olup, sağlam kazıklarla yere bağlanmıştı. Normal halk çadırları sekiz on kişi alacak büyüklükte idi. Asilzadeler olan beylerin ve hanların muhtelif şekil ve büyüklükte otağ yâni çadırları vardı.

Yağmalı Şölen

Bunlardan kırmızı atlas veya ipekten yapılmış büyük otağlar elli, yüz kişi alırdı ki, burada resmî toplantılar yapılır, ziyafetler verilirdi. Renk renk kıymetli kumaşlar ve ipeklilerle süslenmiş olan bu otağlar, bâzı zamanlarda ziyafetten sonra içindeki kıymetli eşya ile birlikte ziyafeti veren han veya beyin müsaadesiyle yağmalanırdı.

Yağma esnasında han veya bey, varsa oğulları ve hatunu ile beraber otağdan uzaklaşırdı. Otağ-ı yağma edenler, yağmadan sonra han veya beyin huzuruna vararak onu selâmlarlar ve yağmaladıkları eşya ile birlikte kendi yerlerine giderlerdi. İşte eski Türklerdeki yağmalı şölenin aslı budur.

Çadır, Türkler tarafından o kadar sevilmiş ve ona o kadar alışılmıştı ki, yabancı ülkelerde bulunan ve evlerde oturan Türkler çadırda yaşamanın hasretini çekmişlerdir. Şüphesiz ki, onlar çadıra, hür ve serbest yaşamanın bir timsali nazariyle bakıyorlardı.

Yedinci asrın başlarında Çin'de bir müddet yaşıyan bir Gök Türk şehzadesi, kendisine tahsis edilen muhteşem bir binada kalmak istemiyerek, bu binanın bahçesine kurduğu bir çadırda oturmuştur.

Eski Türklerin çadırları, elbiseleri gibi, umumiyetle ak idi. Ancak köle ve cariyeleri, kara çadırlarda yaşarlardı. Büyüklerin çadırlarından bâzıları al, kırmızı ve turuncu idi.

Arap yazarlarına göre, Peygamberimiz, hayatının son zamanlarında Türk çadırında oturmuş ve bu çadırı çok sevmiştir.

Otağ-ı Hümayun

Osmanlı Türklerinin çadırları da Orta Asyalı atalarınınkinden farksızdı. Osmanlı hükümdarlarının büyük ve muhteşem çadırları vardı ki, buna Otağ-ı hümayun denilirdi. Otağ-ı hümayun seferlerde, av ve gezintilerde kullanılırdı. Çok güzel, işlemeli ve süslü olan Otağ-ı hümayunlar birçok kısımlara ayrılmıştı.

Otağ-ı hümayunların rengi kırmızı idi ve Osmanlı ordusunda padişah, şehzadeler, vezir ve beylerbeyilerden başkası bu renkte çadır kullanamazlardı.

Padişah otağlarından Kanuni Sultan Süleyman'ın 1566 da yaptığı Zigetvar seferindeki Otağ-ı pek mükemmel olup, yedi direkli idi. Bu hükümdarın nişancısı ve tarihçisi Celâlzade, bu Otağ-ı pek edibane bir surette tasvir etmiştir. Onun bu tasvirinden anlaşılıyor ki, Kanuni'nin Otağ-ı, renkli şerit ve sırma saçaklarla süslenmişti.

Padişah otağlarının nezaretine hayme mehterleri adı verilen bir cemaat bakardı. Bu cemaat oda tâbir edilen dört kısma ayrılmıştı. Padişahlar sefere veya her hangi uzakça bir mahalle gidecekleri vakit Davutpaşa, Çırpıcı çayırı ve Üsküdar'daki Doğancılar meydanına hayme mehterleri daha önce hareket ederek otağlar kurarlardı.

Seferlerde iki otağ bulundurulması âdet idi. Bunlardan birisinde bizzat hükümdar oturur, diğeri de tuğlarla beraber daha ilerdeki menzilde kurulurdu. Tuğlarla Otağ-ı hümayunu nakle memur edilenlerin başlarına, konakçıbaşı denilirdi ki, bunlardan bâzıları beylerbeyi rütbesini haizdi.

Asker çadırlarına gelince, bunlar koni şekilde olup, pamuktan yapılmıştı. Renkleri beyazdı.

Prof.Dr.Faruk Sümer
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Türklerin Kullandığı Çadırlar

ALTAY ÇADIRLARI

Şalaş Çadırlar: Göçebe Güney Altaylılar tarafından kullanılan bu çadır tipinin gayet basit bir yapısı vardır. Çubuklardan yapılan bu çadırın iki tipi vardır. Birincisi halka şeklinde ki keregele(duvar) bükülerek yerleştirilen uzun ağaç çubukların(uık -uh) üzerinin ağaç kabuklarıyla veya keçe ile örtülmesi sonucu elde edilen barınak türüdür. Bu tip çadıra Altay Türkleri'nin "Sooltı" veya "Alançik" olarak ifade ettikleri de olur.
7QhZZ.jpg

Altay Türkleri'nde Kırgız Türkleri'nin çadırlarına benzer çadırlarda bulunmaktadır. Keçeli çadır türüne örnek olan bu çadırlara "upke" veya "pükme" denir. Görünüş olarak güzel olmasının yanında ağaç kabukları ile korunan tiplere nazaran doğa şartlarına çok daha dayanıklıdır.

Güney Altay Türkleri geniş alanlarda yaşamayı sevdikleri için kalabalık yerlerde bulunmazlardı. Bundan dolayı da "aıllar-köyler" üç ile beş çadırdan fazla olmaz. Akrabalardan oluşur bu aıllar. Bu şekilde yaşayan Altay Türkleri'nin çadırları da ağaç kabuklarından yapılmış olup, sadece kapıları hayvan derisinden olur.

Çadırın tam ortasında bulunan ocaklar hem ısınmayı hem de yemek pişirmeyi sağlar. Bu ocağın hemen üst kısmında çadırın üzerinde bir açıklık bulunur. Ocağın hemen arkasında, kapının tam karşısında büyük ve parlak gözleri olan totem bulunur. Bununla beraber dokuz parça bez "somo" bağlanan ip bulunur. Bu ipin ortasındaki bezde bir hayvan resmi vardır. Bu resimler çadırdan çadıra farklılık gösterebilirler.

Altaylarda yaşayan bir diğer Türk boyu ise Teleütler'dir. Teleütler'in çadırları yazlıktır. Koni şeklinde ve çalı çırpıdan oluşan bu çadırın üzeri ağaç kabuklarıyla kapalıdır. Çadırın çapı 3 sajen (1 Sajen=2,13m)'dir. Kapıları da doğuya bakmaktadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
TUVA ÇADIRLARI​

Sibirya bölgesinde olan Tuva Türkleri'nin kullandığı çadırlar Altay Türkleri'nin çadırlarından farklıdır. Daha çok Moğol çadırlarına benzeyen Tuva çadırları Sibirya bölgesinin en görkemli çadırlarıdır. Tuva Türkleri zorlu doğa koşullarına rağmen hem göçebe Türk Kültürü'nden gelen alışkanlık hem de doğaya olan bağlılık ile çadırlarda yaşamışlardır. Ayrıca çadırların kolay kurulumu, gereçlerinin kolay bulunabilmesi gibi nedenler de çadırları göçebe hayatın temsilcisi haline getirmiştir.

07rvt.jpg


Tuva Türkleri'nin yerleşim yerleri olan "aıllar", kış aylarında iki ile beş çadırdan, yaz aylarında onbeş civarında çadırdan oluşmaktadır. Batı Tuva'nın geleneksel barınağı keçeli çadırlardır. Bu çadır Moğol çadırı tipindedir. Doğu Tuva bölgesinde ise "Çum" adı verilen, iskeleti "uık" adı verilen ağaç çubuklardan oluşan çadır kullanımı yaygındır. Bu tip çadırlar yaz aylardan ağaç kabukları ile örtülüdür. Kış aylarında ise boğa derisiyle üzeri örtülüdür. Moğol tipi çadırlarda olsun, Çum'da olsun, bütün Türk çadırlarında olduğu gibi kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı yerler vardır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
TÜRKMEN ÇADIRI
50Yep.jpg
"Bir yere ak otağ, bir yere kızıl otağ, bir yere kara otağ kurdurmuştu..Kimin ki oğlu kızı yok, kara otağa kondurun, kara keçe altına döşeyin, kara koyun yahnisinden önüne getirin, yerse yesin yemezse kalksın gitsin...Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa, kondurun."... Dede korkut hikayeleri, Boğaç Han hikayesinden

"Dede Korkut kitabında geçen hikayelerde, Türklerde ak, kara ve kızıl olmak üzere üç çeşit ev (çadır) olduğu anlaşılmaktadır. Türkmenlerin "Ak Ev" dedikleri çadır zenginlerin çadırıdır. Eski Türklerdeki inanca göre oğlu ya da kızı olmayana Allah Teala beddua etmiştir. Onun için oğlu ya da kızı olmayanlar kara otağa, oğlu olanlar ak otağa, kızı olanlar kızıl otağa konuk ediliyordu. Bugünkü toplumumuzda da oğul sahibi olmak bir ayrıcalık olarak algılanmaktadır. Oğuz Türklerinde bu ayrıcalık çadırların rengine kadar yansımıştır. Türkmenlerde bugün iki çeşit çadır var, birisi; ak ev, diğeri ise; kara evdir. Yukarıda da yazıldığı gibi, ak ev, hali vakti yerinde olanların evidir. Kara ev ise biraz daha fakir olanların evidir. Bu çadırlara ak ve kara denmesi çadırın üstünü örten keçenin renginden dolayıdır. Ak keçe ile örtülenler, ak ev; kara keçe ile örtülenler, kara ev adını almaktadır. Göçebe hayatın simgesi olan çadır, artık bir Türkmen için de nostalji olmuştur. Çünkü Türkmenler 1881'deki Göktepe Savaşı'ndan sonra süratle yerleşik hayata geçmeye başlamış ve daha önce ahşap evlerle iç içe, yanyana kurulagelen çadırların sayısı azalmaya başlamıştır. Türkmen medeniyetinin temel çizgilerinin şekillenmesinde bu tek odalı çadırların rolü büyük olmuştur. Orta ebatta , bir deve yükü olan, bir çadırı Türkmenler bir çay içiminde kurmaktadırlar. Kendi kendinize içinizden , bir çay içiminde çadır mı kurulur diye mırıldanabilirsiniz. Evet bir çay içiminde çadır kurulabilir. Çünkü bir Türkmen çayını modern insanlar gibi hemen, ayaküstü 5-10 dakikada içmez. Bir Türkmen çayını sindire sindire, damarlarındaki kanı gevşeyinceye kadar içmeye devam eder. Bu da en az üç dört saat gibi uzun bir zaman alır. Bu çay içiminde de çadır kurulmuş olur. Bir Türkmen sizi çay içmeye çağırdığında hazırlıklı gidin, en azından daha önceden birşeyler yemeyin, çünkü bu çay daveti en azından bir ziyafettir ve 4-5 saat devam eder. Bu süre içinde herşeyden yemek ve içmek zorundasınız. Yeyip, içmediğiniz zaman , ev sahibinin gaharı gelir ve sizi bir daha çay içmeye çağırmaz. Altı kanattan oluşan orta büyüklükteki bir çadıra 20-25 kişi bir anda oturabilir. Misafirler her zaman Tör'de ağırlanır. Tör kapıdan girdiğiniz zaman tam karşınızda yer alır. "Mihman atadan uludur" sözü Türkmenlerin misafirperverliğini göstermeye yeter de artar bile. Bir çadırın kapısı her zaman kıbleye karşı olmalıdır. Aksi takdirde çadırda yanan ateşin dumanı içeriye dolar. Ayrıca çadırda ateş yanarken mutlaka kapı kapalı olmalıdır. Kapı açık olduğu zaman duman tüynükten çıkmayacak ve yine içeriye çökecektir. Tüynük çadırın dünyaya açılan penceresidir. İçerisi sıcak olduğu zaman tüynüğün örtüsü istediğiniz ısıya göre aralanabilir. Çadırın tepesinde bulunan tüynüğün üzerine örtülen keçeye " Üzük " denilmektedir. Bir çadırda, tüynükle kanatları birbirine bağlayan 99 tane "Uk" vardır. Bu oklar kanatlara " Ukbağ" ile bağlanmaktadır. Kanatları oluşturan ve sırım (deve derisi) ile birbirine bağlanan ağaçlara "Dürlük" adı verilmektedir. Kanatlar katlandığı zaman çok az yer kaplamaktadır. Açılıp kapanma özelliğine sahip olan bu kanatlar adeta bir akordiyonu andırmaktadır. Türkmen çadırının hiç bir yerinde çivi cinsinden herhangi bir metalik nesne kullanılmaz, herşey fıtri seyrindedir. Tüynükten yere kadar olan kısmı örten keçeye de " Serpik " denilmektedir. Kışın, kanatlara ikinci bir keçe örtü daha atılarak, soğuğun etkisi biraz daha azaltılmış olur. Yazın ise, aşırı sıcakta, tör kısmında bulunan kanadın üstündeki örtü açılır ve kapı da açık bırakılır, böylece meydana gelen hava akımından dolayı, çadırın içinde serin bir atmosfer oluşur. Bu tabii klima çadırın iklimini bir nebze de olsa serinletir. Peki, ağacın az olduğu çöl ikliminde bu çadırlar kışın nasıl ısıtılacaktır? Elbette ki ocar ve sazak ağacıyla.. Çölün kavurucu sıcağına rağmen yazın dahi yeşil kalabilen ocar ve sazak, çölde bolca yetişen bir ağaçtır. Suya da çok ihtiyacı olmayan bu ağaçlar ocakta uzun süra yanma özelliğine sahiptir. Ayrıca ocarı diğer odunlar gibi baltayla kırmaya gerek yoktur.Bu odunun her iki tarafını, ya da bir tarafını yükseğe kaldırıp, ortasına herhangi ağır ve sert bir cisimle vurduğunuzda odun hemen ikiye bölünecektir. Astım'a da iyi geldiği söylenen ocar ağacının dumanı, çadırın güvelere karşı antikorudur. Çadırın keçelerine düşen güveler, çadırda ateş yanmazsa , bir iki yıl içinde çadırı yer bitirir.. .Belki de masal devrini çadırda yanan bu ateşin közlerine borçluyuz. Çünkü uzun süre geçmeyen bu köz, insanı kendisine çekecek ve sabahlara kadar insanları konuşturacaktır. Etrafa da sıçramayan bu ateş, ayrıca çadırda yangın tüpü bulundurmayı da gerektirmeyecektir. Bir çadır kapısının boyu 1,5 metre kadardır. Çadıra girenler mutlaka baş eğmelidir. Aksi takdirde kafası kapıya değer ve gökteki yıldızları saymaya başlar. Türkmenlerde büyüklenme olmadığı için kapıların boyu kısa tutulmuştur. Kapıdan eğilerek giren kim olursa olsun ev halkını da selamlamış olur. Arkasından da hemen sözlü olarak selamını vermelidir. Ev halkı böyle bir misafiri ağırlamada kusur etmez. Türkmen gelini Gurbannazar Ezizov'un tabiriyle ay gibidir. Ezizov'un Türkmen çadırını ve gelinini anlatan güzel bir dörtlüğü:

Tüynüğünüzden gelin bolup ay baksın
Törünüzden ay bolup gelin baksın
Yaman niyet bilen işikten giren
Yagşı niyet bilen işikten çıksın

Kara evlerde yetişen ak gelinlerin, ayla farkları yok gibidir. Mehtaplı bir gecede, bir Türkmen çadırına misafir oluyorsunuz, tüynükten ayın şavkı çadıra vuruyor, gelin de ay gibi törden dışarıya bakıyor, siz de bu manzara karşısında kendinizi kaybediyor ve bir aya bir geline bakıyorsunuz, kalbiniz bozulmuş olarak , eşikten çadıra giriveriyorsunuz. Sizi töre alıyorlar ve bir sultan gibi ağırlıyorlar. Bu kadar izzet ü ikramdan sonra yüreğiniz kendine geliyor ve iyi bir niyetle çadırdan ayrılıyorsunuz.
tHhDV.jpg
 
Aranıza yeni katıldım kaybolmuş bu kültürümüzü hatırlattığınız için sizlere teşekür ederim,ben nacizane kendimi bu işlere adadım şimdi modern bir türkmen çadırında yaşıyorum Dünyaca ünlü modern yurtta yaşamak çogüzel ancak bu kültürü milletce unutmak çok acı.
 
Top