Tüm Peygamberlerin davet usülü birdir (nübüvvet)

Suskun

V.I.P
V.I.P
Tüm Peygamberlerin davet usülü birdir (nübüvvet)

Bütün peygamberlerin müşterek bir hedefi vardı: Allah'a, ahirete ve hesap gününe inanmak, sahih bir dînî eğitim ve terbiyeden geçirmek ve insan toplulukları arasında ahlakî prensipleri güçlendirmek yoluyla insanlığı saadete ve mutlu bir yaşama kavuşturmak! Bu nedenledir ki gönderilen bütün peygamberler bizim nazarımızda saygın ve muhteremdirler, hepsinin bütün insanlığın boynunda hakkı vardır ki bu hakikati bizzat Kur'an'dan öğrenmekteyiz: .Allah'ın peygamberleri arasında hiçbirini diğerinden ayırdetmeyiz. [1]
Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki zamanla insanoğlu ilerlemiş ve daha ileri eğitimlere hazır hale gelmiş olduğundan ilahi dinler de buna paralel şekilde giderek mükemmelleşmiş ve getirdikleri usul, prensip ve kurallar gittikçe daha ileri ve daha derin bir hal almış ve nihayet sıra en mükemmel, en son ve en ileri din olan İslam'a gelmiştir: .Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size (mükemmel ve kalıcı) din olarak İslam'ı) seçip beğendim. [2]


GEÇMİŞ PEYGAMBERLERİN GETİRDİKLERİ HABERLER
Geçmiş peygamberlerin çoğu, kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermişlerdir, bu cümleden olmak üzere Hz. Musa ve Hz. İsa Mesih de (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) İslam peygamberi Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) geleceğini bildirmişlerdir ki bu haberlerin bir kısmı halâ bu dinlerin kitaplarında mevcuttur: Ki onlar, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları (okuma yazması olmayan) ümmü (ama bilgili ve bilinçli) haber getirici (nebi) olan peygamber (Resul)e uyanlardır. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. [3]
Nitekim tarih bu hakikati şöyle kaydetmiştir: İslam peygamberinin (s.a.a) zuhurundan bir süre önce çok sayıda yahudi Medine'ye gelip yerleşmiş ve sabırsızlıkla o hazretin zuhurunu beklemeye başlamışlardı. Çünkü kendi kitaplarından, onun bu diyarda (Medine'de) zuhur edeceğini anlamışlardı. Derken o hazret zuhur etti ve bekledikleri güneş olanca parlaklılığıyla doğuverdi, ama onu bekleyenlerin sadece bir kısmı ona iman edip, şahsi çıkarlarını tehlikede gören bir diğer kısmıysa bile bile hakkı ayaklar altına alıp o hazrete karşı çıktı!


PEYGAMBERLER VE YAŞAMIN BÜTÜN BOYUTLARINDA OLUMLU DEĞİŞİM
Allah'ın peygamberlerine nazil olan semavi dinler (bilhassa İslam dini) sadece bireyin şahsî hayatını ıslah edip düzeltmekle veya sırf ahlakî ve manevî meselelerle sınırlı kalmamış; bilakis, bireyin ve toplum hayatının istisnasız bütün boyutlarının ıslahını hedeflemiş ve böyle bir yeterlilik ve kapsamla gönderilmişlerdir. Hatta insanlar, güncel yaşamlarında ihtiyaç duydukları birçok bilgi ve bilimi de onlardan öğrenmiştir ki bunların bir kısmına Kur'an'da değinilmiştir.
Gönderilen peygamberlerin en önemli hedeflerinden biri, insanlığı adalete yöneltmekti: Andolsun biz, peygamberlerimizi apaçık olan belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye onlarla birlikte kitabı ve mizanı (hakkı batıldan ayırma kabiliyeti ve âdilâne kanunlar) indirdik. [4]


IRKÇILIK, KAVİM VE KABİLE AYRICALIĞININ REDDİ
Başta İslam peygamberi gelmek üzere, gönderilen peygamberlerden hiçbiri ırkçılık ve kavmiyetçiliği onaylamamış, bilakis bütün ırk, dil, kavim ve milletlere bir gözle bakmışlardır. Zira Kur'an-ı Kerim'de de buyrulduğu üzere: Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler haline getirdik (ama bunlar asla üstünlük sebebi değildir). Hiç şüphesiz Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır. [5]
Meşhur bir hadiste, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bir hac merasimi sırasında Mina'da bir devenin üzerinde halka hitaben şöyle buyurduğu geçer:
Ey insanlar! Biliniz ki hepinizin Allah'ı birdir, babası bir! Ne arabın aceme (arab olmayana) bir üstünlüğü vardır, ne de acemin araba! Ne siyah derilinin buğday tenliye bir üstünlüğü sözkonusudur, ne buğday tenlinin siyah deriliye! Tek üstünlük takvadadır! Ey insanlar, bana emredileni size hakkıyla iblağ etmiş oldum mu?! (herkes evet! diye bağırınca) Bu söylediklerimi duyanlar duymayanlara duyursun! buyurdular. [6]
[1]- Bakara / 285.
[2]- Maide / 3.
[3]- A'raf / 157.
[4]- Hadid / 25.
[5]- Hucurat / 13.
[6]- Kurtubi Tefsiri, c: 9, s: 6162.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Peygamber'in Çağrısı Evrenseldir (nübüvvet)
"Bu Kur'ân bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım."
Peygamber efendimizden (s.a.a) müşriklere söylemesi istenen sözlerin bir bölümüdür bu. Ve "...Allah şahittir." sözüne atfedilmiştir. Peygamberlik misyonunun insanlara yönelttiği çağrının korku boyutu esas alınarak Kur'ân'ın iniş hedefinin uyarı olduğu belirtiliyor. Bu boyutun ön plâna çıkarılması, genel olarak insanların zihinleri üzerinde daha etkili olur. Çünkü umutlandırma ve ödül vaat etme yöntemi, davetin iki boyutundan biri olsa da ve Kur'ân'da genel olarak bu yönteme başvurulsa da, hayra yönelik umutlandırma, insanı zorunlu olarak onu bulmaya yöneltici bir etki bırakmaz; sadece insanın içinde bir arzu, bir iştiyak duygusu uyandırır. Buna karşın korkutma, daha etkili ve harekete geçirici olur. Bunun nedeni de, muhtemel zararı önlemenin aklen zorunlu oluşudur.

İkinci nedeni de, İslâm çağrısının fıtrat dinine yönelik oluşudur. Çünkü bu din, insanların fıtratında gizlidir. Genellikle insanlar, bu dini şirk ve günah gibi arızî olgularla örterler, belirginleşmesine engel olurlar. Bu da onların mutsuz bir hayat sürdürmelerine ve ilâhî gazaba uğramalarına neden olur. Dolayısıyla, bu duruma düşmüş insanların fıtrat dinine davet edilmeleri aşamasında öncelikle uyarı boyutunun esas alınması hikmetin bir gereğidir. Belki de, meselenin bu boyutundan dolayı, Peygamberin (s.a.a) misyonu kimi ayetlerde uyarıcılıkla sınırlandırılmıştır: "Sen, sadece bir uyarıcısın." (Fâtır, 23) "Ben, ancak apaçık bir uyarıcıyım." (Ankebût, 50)

Bu, insanların büyük bir kısmı için geçerli olan bir yaklaşımdır. Allah'ın kulları arasında sayıları az olan özel bir gruba gelince; onlar, Allah'ı sevdikleri için O'na ibadet ederler, ateş korkusuyla veya cennet umuduyla değil. Onlar, korku ve umut arası davetten başka bir şey algılarlar. Onların anlayışında ateş, uzaklığın ve gazaba uğramışlığın yurdudur. Bu yüzden ateşe girmekten korkarlar. Cennet ise, yakınlığın ve hoşnutluğun yurdudur. Bu yüzden cenneti iştiyakla arzu ederler.

"Onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım." ifadesi, bunun Mekke müşriklerine veya Kureyşlilere ya da genel olarak Araplara yönelik bir hitap olduğunu göstermektedir. Fakat, ifadenin akışı içinde, hitap zamirinden "ulaştığı kimseler"e doğru bir geçiş yapılmış olması, -ki ulaştığı kimselerden maksat, Peygamberimizle (s.a.a) yüz yüze konuşmayan, onun yaşadığı dönemdeki insanlarla, vefatından sonraki kimselerdir- gösteriyor ki, "onunla sizi... uyarayım" sözünde muhatap alınanlardan maksat, Peygamberimizin (s.a.a) doğrudan konuşarak davet ettiği kimselerdir. Bu bakımdan ayetin inişinden önce davet ettiği, ya da ayetin inişi esnasında davet ettiği, yahut ayetin inişinden sonra davet ettiği kimseler arasında herhangi bir fark yoktur.

Buna göre, "Bu Kur'ân bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım." ifadesi, Peygamberimizin (s.a.a) davetinin, Kur'ân aracılığıyla, onu kendisinden dinleyen veya kendisinden sonra kıyamet gününe kadar başkalarından dinleyen herkese yönelik, evrensel bir davet olduğunu gösterir. Dilersen şöyle de diyebilirsin: Ayet; Kur'ân'ın, inişinden kıyamet gününe kadar tüm insanlara Allah tarafından sunulan bir kanıt ve hakkı söyleyen bir kitap olduğunu göstermektedir.

"Onunla sizi... uyarayım." denilmiş, buna karşın, "Onu okumakla sizi uyarayım." denilmemiştir. Çünkü Kur'ân, lafzını duyan, anlamını bilen, amaçlarını kavrayan veya lafzı kendisi için açıklanan, içeriğini duyan kimseler için bir kanıttır. Çünkü bir kavme yazılan bir mektubun mutlaka onların dilinde yazılmış olması zorunlu değildir. Bilâkis önemli olan, söz konusu kavme kanıtın tamamlanmış olması ve ulaştırılmak istenen mesajın onları kapsıyor olmasıdır. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.a) Mısırlılara, Habeşistanlılara, Bizanslılara ve İranlılara davet mektupları göndermiştir. Oysa bu kavimlerin hiçbirinin dili Kur'ân dili değildi. Bu milletlerin iman etmesinden önce bazı mensupları, Peygamberin hayatında ona iman etmişlerdi. Selman-ı Farisî, Bilal-i Habeşî, Süheyb-i Rumî gibi. Bu arada İbranîce konuşan bazı Yahudiler de Müslüman olmuşlardı. Bütün bunlar kuşku duyulmayan tarihsel gerçeklerdir.

 
Top