• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Tiyatro Metinleri

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ANINDA GÖRÜNTÜ AD KOYMA


(Bebek, taze anne ve baba, anneanne; babaanne ve dede)

(Bebekli aile Hatay’daki evlerinde, dede ve babaanne ise İzmir’deki evlerinde)

ANNEANNE: Allah’ıma binlerce kere şükür, bu günleri görmeyi nasip etti. Yavrumun yavrusunu kucağıma alabildim. Artık ölsem de gam yemem.

ANNE: (Hınzır hınzır gülerek) E Mevhibe Sultan, sen de yaşlandın artık. Anneanne olduğuna göre… Değil mi ya?

ANNEANNE: Torun sahibi olabilirim ama yaşlı değilim küçük hanım. Günümüz şartlarında ben orta yaş dönemine henüz girmiş olgun bir kadınım. (Burnunu havaya dikerek başını ters yöne çevirir. )

BABA: (Seyirciye doğru fısıldar gibi yaparak) Tabii tabii… Biz de yedik.

ANNEANNE: Bir şey mi dedin damat?

BABA: Kim, ben mi? Yoo… Şey diyordum, ne lezzetli bir akşam yemeği yedik. Ellerinize sağlık efendim.

ANNEANNE: (İkna olmaz ama) Hııı…

ANNE: Selim, bu çocuğun ad koyma işi ne olacak?

BABA: Yavrucuğum, biliyorsun ki babamlar işlerinden dolayı uzun bir süre gelemeyecekler. E ismi de dedesinin koyması gerekiyor. Bir süre bekleyeceğiz yani…

ANNE: Ne kadar bekleyeceğiz Selim? Baban ne zaman müsait olur da gelir belli değil. İstersen çocuğumuzun bir kahramanlık yaparak adını hak etmesini bekleyelim.

BABA: Olur vallahi, yakışır oğluma! Hey be, Boğaç Han gibi olur aslan parçası!. . .

ANNE: Saçmalama Selim. Hangi çağda yaşıyoruz? Ad koyma ritüeli bekletmeye gelmez.

BABA: Bekleyeceğiz hayatım. Hem ne acelesi var? Resmi olarak adını koyduk, nüfusunu çıkarttım. Bak, Türkiye Cumhuriyeti kayıtlarına Kağan olarak yazıldı işte.

ANNE: Seliiim… Bak, loğusa hâlimle kaldırtma beni ayağa!

ANNEANNE: Damat, illa kendi babanın ad koyması şart mı? Ekrem baban yarın gelecek nasıl olsa, o koysun çocuğun adını.

ANNE: Evet Selim, babam koyar torununun adını.

BABA: Olmaz, bu iş benim babama yakışır. Bu konuda tartışma istemiyorum.

ANNEANNE: Damat, o hâlde ara babanı, koysun çocuğun adını.

BABA: Telefonla olur mu bu iş valide hanım?

ANNEANNE: Neden olmasın evladım? Artık her işi telefonla yapıyorsunuz ya… G3 müdür nedir, o şeyle ara işte.

BABA: G3 mü?. . . Piyade tüfeğiyle mi aramaya çıkacağım? Ben jandarma mıyım valide hanım? (Alaycı bir şekilde güler)

ANNEANNE: Ne tüfeği be evladım!. . . Kamerayla arıyorsunuz ya birbirinizi, hani görerek konuşma…

BABA: Ha siz 3G’yi diyorsunuz. Tabii ya!. . . Ben bunu nasıl da düşünemedim!

ANNEANNE: (Kendi kendine söylenerek) Düşünebilsen şaşardım zaten…

BABA: Efendim?. . . Bir şey mi dediniz valide hanım?

ANNEANNE: Şarkı dedim, şarkı… Telefondan şarkı da dinleniyormuş.

BABA: Neyse, neyse…

ANNE: Ara babanı Selim, hem görüntülü hem sesli, canlı canlı koysun torununun adını.

BABA: Arıyorum.

(Telefonla babasını arar. )

DEDE: Alooo… Selim, oğlum.

BABA: Baba iyi akşamlar. Nasılsınız?

DEDE: İyiyiz oğlum, siz nasılsınız?

BABAANNE: İyiyiz, iyiyiz. Torunum nasıl, gelin kızım nasıl?

ANNE: İyiyiz anne, merak etmeyin. Bak torununa…

DEDE VE BABAANNE: Maşallah, kırk bir buçuk kere maşallah. Tü tü tü tü, nazar değmez inşallah.

(Herkes bir ağızdan “amin” der. )

BABAANNE: Siz nasılsınız Mevhibe Hanım?

ANNEANNE: İyiyiz efendim, sağolun. Torunun gazıydı, beziydi… Uğraşıp duruyoruz işte.

BABAANNE: Aman ne güzel, ne güzel… Keşke biz de gelebilseydik, o tatlı telaşı yaşayıp torunumuzla haşır neşir olabilseydik.

BABA: Baba, ben de tam bu yüzden aradım. Sizin ne zaman geleceğiniz belli değil, e bu çocuğun ad koyma işi gecikecek.

DEDE: Haklısın, biz ne zaman gelebiliriz Allah bilir.

BABA: Hah, ben diyorum ki, şimdi sen bu görüntülü arama sayesinde torununun kulağına ezan okuyup adını koysan olur mu? Ne dersin?

DEDE: Olur oğlum, neden olmasın? Bize sunulmuş bu nimetleri hayırlı işler için kullanmayacağız da ne yapacağız?

BABA: Hazır mısınız o hâlde?

DEDE: Hazırım, hazırım. Yatsıyı az önce kıldım, abdestim var.

BABA: E başlayalım öyleyse.

(Baba ortada ve bebek annenin kucağında olduğu hâlde otururlar, Selim telefonu çocuğun sağ tarafına doğru yaklaştırır. )

DEDE: Çocuğun adında karar kıldınız mı?

(Anneanne bir anda araya girerek…)

ANNEANNE: Dünür, bunlar kendi kafalarına göre isim koyuyorlar çocuğa. Büyüklere sormak, danışmak yok. İnsan usulen de olsa “adınızı koymak” istiyoruz diye teklif eder, değil mi ya? Ama o incelik, o saygı nerede!. . .

(Babaanne söze girerek…)

BABAANNE: Hangi devirde yaşıyoruz Mevhibe Hanım? Biz çocukların kararlarına karışmıyoruz. Neticede bu onların çocuğu, hangi adı istiyorlarsa koysunlar. Haksız mıyım İbrahim Bey?

(İbrahim Bey başını sallayarak eşini onaylar. )

ANNEANNE: Aaa, görülmüş şey değil doğrusu!. . . Şaştım kaldım vallahi! Ekrem de pek yakışırdı torunuma ya neyse!…

BABA: Neyse, neyse… Baba, sen de uygun görürsen çocuğa Kağan adını koymak istiyoruz.

DEDE: Olur oğlum, Kağan güzel isim. Zaten meselenin esası budur, çocuğa güzel isim koymak lazım.

(Taze baba telefonu çocuğa yaklaştırır. Dede ayağa kalkar, boğazını temizler ve sol elindeki telefonun ekranına bakarak sağ elini kulağına götürür. )

Bismillahirrahmanirrahim. Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber, Allahüekber. Eşhedü en lâ ilahe illallah, eşhedü en lâ ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden resûlullâh, eşhedü enne Muhammeden resûlullâh. Hayya’les-salâh, hayya’les-salâh. Hayya’lel-felâh, hayya’lel-felâh. Allahü ekber, Allahü ekber, lâilâhe illallah.

Senin adın Kağan olsun, senin adın Kağan olsun, senin adın Kağan olsun. Allah sağlıklı, uzun ömür versin. İsminle bin yaşayasın, adın gibi kutlu olasın.

Amin. (Herkes ellerini açıp göğe kaldırır) Ya Rabbim, sen bu yavrumuzu anasına, babasına, vatanına ve milletine bağışla. Onun acısını gösterme Tanrım. Bu oğlancığa sağlıklı, uzun ömür nasip et. Kazalardan belalardan onu sakın Allah’ım. Sen bizim içimizi de niyetimizi de bilirsin. Dualarımızı kabul et Yüce Mevlam. Yavrumuzun sağlık ve selâmeti içün, mürüvvetini görmeyi de nasip etmesi içün, ailemizin huzur ve mutluluğu içün, ülkemizin birlik ve dirliği içün, bilhassa Allah rızası içün… Lillahi’l teal’el-Fatiha!. . .

(10 saniye kadar ney müziği girer ve dua bitince hep birlikte “Amin” diyerek ellerini yüzlerine sürerler. Bu esnada ney melodisi susar, Kayahan’dan “Ninni Bebek” şarkısı fondan girer. )


-SON-
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
NNELER GÜNÜ

(2 perdelik oyun)
(İlköğretim okullarında Anneler Günü'nde oynanabilir.)


Kişiler
Ayhan - Ayhan'ın annesi - Erol
Ayhan'ın sınıf arkadaşı: 1. Çocuk, 2. Çocuk, ...
Ayhan'ın sınıf arkadaşı: 1. Arı çocuk
2. Arı çocuk, 3. An çocuk
1. Serçe çocuk, 2. Serçe çocuk,
3. Serçe çocuk


1. Perde


1. Sahne


(Sahne basit döşeli bir ev odasını göstermektedir. Ortada, üstünde açık

kitap ve defterler bulunan bir masa, sağda bir koltuk, solda bir sedir veya

birkaç iskemle. Anne elinde bir örgü örmektedir. Ara sıra gözlüğünün

altından karşıya bakar ve birini dinliyormuş gibi hareketler yapar.)

Anne— HAlA gelmedi... Nerede kaldı bu çocuk? (Kalkar, dışarıyı dinler.)

Şimdi sesleri geliyordu ama yine uzaklaştılar galiba. Hem de o kadar kapının

önünden ayrılmayın demiştim. (Masadaki kitaplara bakar.) Dersini de yapmadı.

Oyun deyince çocuğun aklı gidiyor. Derse sıra mı gelir? (pencereye giderek)

Üstelik çok merak ediyorum.


2. Sahne

(Ayhan arkasında altı, yedi arkadaşıyla beraber büyük bir gürültüyle kapıdan

girer.)

Ayhan (annesini görmeyerek)— Gelin, gelin çocuklar! Yürüsenize canım, ne

korkuyorsunuz? Annem bir şey söylemez.

Erol— Hah, işte burada güzel saklambaç oynanır. Kanepelerin arkasına

saklanırız.

Ayhan—Aal... Anne, sen burada mısın?

Anne— Ya sen neredesin, benim haylaz çocuğum?

Ayhan—Neredeysem neredeyim, canım aaa...

Anne— O nasıl lakırdı?

Ayhan— Basbayağı lakırdı işte... Bir de bilmiyormuş gibi soruyorsun. Sokakta

oynuyordum.

Anne— Şimdi de oyuna devam edeceksiniz galiba?

Ayhan— Tabi ya...

Anne— Derslerin ne olacak?

Ayhan (aldırmayarak)— Hadi çocuklar saklanın, ben ebeyim.

1. Çocuk (yavaş)— Annen kızıyor ama.

Ayhan— Aldırma... O her zaman kızar.

2. Çocuk— öyleyse körebe oynayalım.

3. Çocuk— Evet evet, körebe...

4. Çocuk— Birdirbir varken körebe oynanır mı yahu?

Anne (yavaşça)— Bak, arkadaşlarının yanında seni utandırmamak için ses

çıkarmıyorum. Sonra görüşürüz. (Sahneden çıkar.)

Ayhan— Olur, olur... Hele oyunumuz bitsin de o zaman görüşürüz.


3. Sahne

Çocuklar - Ayhan


Ayhan- Şu anneler de ne tuhaf yahu! Her şeye karışı yorlar.

1. Çocuk— Dersini mi yap, diyor?

Ayhan—Tabi... Başka ne diyecek. Bütün anneler öğretmenlerle birlik olmuşlar,

çocukların canını çıkarıyorlar. Hadi saklanın.

4. Çocuk— Yook, olmaz. Birdirbir bir oynayacağız.

3. Çocuk— Kim yatacak?

Ayhan— Ben atlayacağım, kim yatarsa yatsın.

1. Çocuk— Oh! Ne AlA ev sahipliği bu? önce sen yat.

2. Çocuk— öyleyse yat bakalım.

3. Çocuk (Ensesinden tutar.)— Hadi başını eğ de atlayalım.

1. Çocuk— Hhhh, ha şöyle...

Ayhan— Hadi çabuk olun, yoksa kalkarım şimdi.

3; Çocuk—Varan birrr...

2.- Çocuk—Varan ikiii...

4. Çocuk— Varan üüüç. (Arka arkaya birkaç defa atlarlar. Atlarken 3. çocuk

yuvarlanır. Burnu kanar.)

Ayhan— Kabahat senin ama Halûk. Burnunu o kadar uzatacak ne vardı? Dur,

dur, dur bakalım, mendilin var mı? "'

3. Çocuk— Yok.

Ayhan (Masanın üzerinden tabak örtüsünü çeker.)— Al şu tabak örtüsünü.

2. Çocuk— Galiba çok kanayacak. Annene haber verelim.

Ayhan— Yok canım, istemez. Şimdi geçer değil mi? Hadi aslanım!. (Sırtına

vurur.) Koşun bakalım, koşun, ben ebeyim. (Çocuklar, iskemlelerin arkasından

koşmaca oynamaya başlarlar. Bağrışarak koşuşurken, iskemleleri devirir,

yerlerini değiştirir, ortalığı alt üst ederler. Ayhan, masanın örtüsünü

çekerek, hem etrafında döner, hem üstünde ne varsa yere düşürür. Sonra

bitkin bir hAlde yerde bağdaş kurarlar.)

Ayhan— Off, bittim. Amma yoruldum be...

1. Çocuk—Şimdi ne oynayacağız?

4. Çocuk— Hani körebe oynayacaktık?

3. Çocuk— Biraz da ders çalışalım mı? (Hep birden kahkahalarla gülerler.

Ayhan kalkar, ellerini arkasına koyarak, öğretmenini taklidini yapar. Uzun

uzun arkadaşlarına bakar.)

Ayhan— Artık ben anlıyorum ki sizin uslanmanıza imkAn yoktur. Muhakkak bir

ceza istiyorsunuz. Bakın şu odanın hAline. Hiç insan evini bu kadar

kirletir mi? Derslerinize de çalışmadınız. Gel bakalım Ayhan, sen de gel

Erol, sen de sen de. Sizinle özel görüşmem gerekiyor. (Hepsi gülüşürler.)

1. Çocuk— Vallahi tıpkı bizim öğretmene benzedin.

3. Çocuk— İyi ama yarın öğretmen derse çalışıp çalışmadığımızı soracak, ne

diyeceksiniz?

2. Çocuk— Ne diyeceğiz; ben yaptım derslerimi.

Ayhan— Sen yaptın mı?

2. Çocuk— Tabi...

1. Çocuk— Benimkiler de hazır.

4. Çocuk— Ben zaten derslerimi yapmadan oyuna başlamam. Okuldan eve gelince

bir saat dinlenme, sonra ders, sonra oyun. Gece de rahat rahat uyurum.

Ayhan (canı sıkılmış)— Aptallar!

1. Çocuk— O da ne demek?

Ayhan— Benden niye sakladınız derse çalıştığınızı?

1. Çocuk— Niye saklayalım, sen sormadın ki...

2. Çocuk— Sen dersini yapmadın mı Ayhan?

Ayhan— Tabi yapmadım, hem ben sizin gibi aptal mıyım? Gece yaparım.

1. Çocuk—Aptal sensin.

Ayhan— Sensin.

2. Çocuk— Neden o oluyormuş?

3. Çocuk— Demek insan oyundan önce derse hazırlanırsa aptal olur, sensin

aptal.

Ayhan— Hiç de ben değilim, sizsiniz.

Üçü birden—Sensin, sensin.

1. Çocuk— Aptal olmasan öğretmenden her gün sıfır almazsın. Demek aklın

ermiyor ki bir şey öğrenemiyorsun.

Ayhan— Neden aklım ermeyecekmiş? Sizin gibi ben de çalışsam, elbette iyi not

alırım.

4. Çocuk— Hah gördün mü, kendi ağzıyla tutuldu. Çalışmıyor, bir de bizi

kıskanıyor.

Ayhan— Kızdırma yersin tokadı.

3. Çocuk— Senin evine gelende kabahat zaten. Ayhan— öyleyse ne duruyorsun,

defolup gidin. Üçü birden— Tabi gideriz.

1. Çocuk— Hadi çocuklar.

4. Çocuk— Aptal olmasan bu kötü huylarınla arkadaşlarını darıltmazsın.

Ayhan (Somurtarak oturur.)— Darılırsan darıl. Çok umurumda sanki...

Kendileri çalışmış gelmişler, bir de bana yarın öğretmenden azar

işittirecekler.



4. Sahne

Anne-— Bu odanın hAli ne Ayhan? Ne oldu buraya?

Ayhan— ...

Anne— Cevap versene?

Ayhan— Ne cevap vereceğim canım? İşte oda, yine aynı oda. Sanki eskiden daha

mı düzgündü?

Anne— Bugün beni çok üzdün Ayhan?...

Ayhan— İyi ettim.

Anne—İyi mi ettin?

Ayhan—Tabi ya, iyi ettim... '

Anne— Galiba sen koskoca çocuk dayak yiyeceksin. (Anne ortalığı düzeltmeye

boşlar.) Aaaa! Bu da ne! Tabak örtüsü kan içinde.

Ayhan— Eee, ne olmuş sanki? Adam öldürmedik ya... Erol'un burnu kanadı.

Anne— Sonra da buna şildiniz öyle mi?

Ayhan— Evet öyle, ona sildik, ne yapacaksın?

Anne— Çok yazık! Senin gibi bir çocuk yetiştirdiğim için kendime acıyorum.

öğretmenin emekleri de boşa gitti, benimkiler de... Yarın öğretmenine bir

dilekçe yazacağım.

Ayhan— Zaten başka işiniz yok ki... Hem yazarsan yaz, öğretmenden de

korkacak değilim ya. Ben kimseden korkmam. (Bir süre susar, anne etrafı

düzeltir.)

Ayhan (sert)— Bana para ver.

Anne— ...

Ayhan— Bana para ver diyorum sana.

Anne— Ben kimseden bu şekilde para istendiğini duymadım.

Ayhan— Ben böyle isterim işte.

Anne (Gülerek Ayhan'a yaklaşır.)— Ayhan çocuğum, böyle mahalle çocukları

gibi huysuzluk etme. Bak bu yüz sana hiç yakışmıyor. Ne kadar çirkin

oluyorsun, biliyor musun? Hem beni çok üzüyorsun. Bir anne evladıyla

övünebilmeli. Bense oğlum, var, demeye bile utanıyorum. (Saçlarını okşamak

ister.)

Ayhan (silkinerek)— Bana para ver diyorum sana.

Anne (içini çekerek)— Parayı ne'yapacaksın oğlum?

Ayhan— Defterim bitti, defter alacağım.

Anne— Çıldırdın mı oğlum? Defter almak için yarım saatlik yol gitmen lAzım.

Ben seni bu saatte nasıl yalnız bırakabilirim. Yarın alırsın.

Ayhan— öğretmen dersi yarına istedi.

Anne— Madem öyleydi, neden vaktinde almadın?

Ayhan— Oyun oynadık. Bu kabahat mi? ,

Anne— Bu şekilde olursa elbet kabahat sayılır. Okuldan geliyorsun, iki lokma

bir şey yemeden, biraz dinlenmeden sokağa koşuyorsun. Akşam karanlılıklarına

kadar sokakta oynuyorsun, eksiklerini almak aklına bile gelmiyor. Tam

dükkAnların kapanacağı sırada aklına geliyor. Sonra da geç vakit derse

başlıyorsun, gece yarılarına kadar uykusuz kalıyorsun. Bir de öğretmen fazla

ders verdi diye oturup ağlıyor, beni de sinirlendiriyorsun. öğretmenin sana,

düzenli bir çocuk olman gerektiğini söylemiyor mu? Ayhan (Hırsla ayağa

kalkıp kollarını iki yana açar.)— Eeee, ne kadar çok akıl veren var yahu!

Okula gidersin, öğretmen sabahtan akşama kadar nasihat eder, ders verir. Tam

eve gelirsin, bu sefer de anneler başlar, bıktım canım...

Anne— Senin iyiliğin için evlAdım.

Ayhan— Ben iyilik falan istemiyorum. (Anne bir kanepeye somurtup oturur.)

Anne— Ben sana dargınım. Benim senin gibi huysuz, arsız çocuğum yok, anlıyor

musun?

Ayhan— Canın isterse. (Gider sedirin üstüne uzanıp yatar ve biraz sonra

uyumaya başlar. Anne yavaşça üstünü örter.)

Anne— Uyu benim huysuz çocuğum uyu... Kendisinin iyiliği için uğraşan,

gecesini, gündüzünü sana feda eden annesini, öğretmenini üzen haylaz oğlum

uyu... Ben de

evlAt yetiştiriyorum diye sevineyim. Senin gibi kötü bir çocukla övüneyim.

Yazık, çok yazık!...


2. Perde

(Açıklık bir alan... Yerde taze otlar... Arkada birkaç kaya. Ayhan, bu

kayalardan birine oturmuş, elindeki çakıyla bir ağaç dalı yontmaktadır.

Suratı asıktır. Biraz uzaktan altı, yedi çocuk an kıyafetine girmiş

oldukları hAlde vızıldayarak Ayhan'ın yanından geçerler.)

1. Arı—Aaa... Bir çocuk!...

2. Arı— Galiba yolunu şaşırmış.

3. Arı— Bu vakit kırlarda ne arıyor? Biz bile akşpmın yaklaştığını görerek

evlerimize koşuyoruz.

1. Arı— Hadi bu çocuğa yardım edelim.

2. Arı— Evet, onu önümüze katarak yol göstersek mutlaka memnun olur.

(Vızıldayarak etrafında dönmeye başlarlar. Ayhan, gözlen elindeki dalda,

eliyle arıları kovalar.)

Ayhan—Ayyy... Bunlar da nereden çıktı?

1. Arı— Güzel çocuk.

Ayhan— Ben güzel falan değilim. Hadi çekilin başımdan.

2. Arı— Güzel çocuk, biraz bizi dinler misin?

Ayhan— Dinlemem, ben hiç kimseyi dinlemem. Ben annemi, öğretmenimi bile

dinlemedim de taa buralara kadar onlardan kaçtım, geldim.

Arılar-—AaaaaaaL.

3. Arı— Annenden kaçtın ha? Aman ne fena şey! Gerçekten sen güzel çocuk

değilmişsin. Konuştuğun zaman ne kadar fena bir çocuk olduğun anlaşılıyor.

Ya şimdi zavallı annen üzülmeyecek mi?

Ayhan—Üzülürse üzülsün... Beni kızdırmasaydı.

I. Arı— Ama bak, akşam oluyor. Bu saatte kurtlar, kuşlar bile yuvalarına

dönerler. Sen yalnız başına buralarda korkmaz mısın?

Ayhan— Ben insanım,, sizin gibi hayvan değilim ki korkayım.

Arılar—Aaaaaal...

1. Arı— Evet sen insansın ama faydasız, hatta zdrarlı bir insansın. Oysaki

biz hayvan olduğumuz hAlde herkese faydalıyız. Sen bizim balımızdan hiç

tatmadın mı?

Ayhan— Çooook... Annem bana her sabah yedirirdi.

2. An-r- öyleyse seni bu kadar düşünen bir anneye nasıl karşı geliyor,

inatçılık ediyor ve yanından kaçabiliyorsun?

Ayhan (ağacı yontarak)— Kaçarım işte, size ne?

3. Arı— Bak küçük çocuk, ver elini bize, seni evinin yoluna kadar götürelim,

insanlar arasına bırakalım. Git annenden özür dile, bundan sonra bizim gibi

tatlı sözler söyle, tatlı ballar yap...

Ayhan— Ben arı mıyım? Nasıl bal yaparım?

1. Arı— Nasıl mı? O kadar kolay ki... insanların balları tatlı sözleridir.

2. Arı— Sen terbiyeli çocukların bal gibi tatlı konuştuklarını bilmez misin?

Ayhan— Ben hiçbir şey bilmem.

1. Arı— Hadi kalk, güzel çocuk... Bırak elindeki o çakıyı... Parmağını

kesersin sonra.

Ayhan— Sana ne? Canı acıyacak olan ben değil miyim?

Arılar—Akşam oluyor...

3. Arı— Gidelim mi?

Arılar— Tabi, geç kalıyoruz.

1. Arı—- Evet gitmeliyiz, annelerimiz bizi bekler. Onlar bize yemek

hazırlamak için erkenden eve gitmişlerdir. Hadi küçük, kalk inat etme de

bizimle beraber gel.

Ayhan (Eliyle sürekli kovalama işareti yapar.)— Gidin, ooof, enseme iğneler

batacak...

1. Arı— Al öyleyse... Güzel sözlerle yola gelmeyenlere iğne batırılır.

(Gitmeye hazırlanırlar.)

Ayhan— Off, ensem... Vay hınzır arılar, vay! Canımı acıttınız. Zehirli

iğneleriniz kırılsın.

1. Arı (hepsi vızıldayarak giderken)— Merak etme, haylaz çocuk, bizim sana

batırdığımız iğne senin annene söylediğin acı sözlerden daha az zehirlidir.

(Arılar sahneden çıkarlar.)

(Ayhan, başını ellerinin arasına koyarak düşünmeye başlar, biraz öteden üç

serçe kollarını çırpa çırpa sahneye girerler.)

1. Serçe— Aman çocuklar, biraz daha çabuk zıplayın, evimize geç kaldık.

Annelerimiz bize darılacak.

2. Serçe— Durun, durun, gitmeyin... Burada bir çocuk ağlıyor...

1. Serçe— Hişşşttt, çocuk!

2. Serçe— Hişşt. (Yerden bir taş alarak Ayhan'ın yanına atar.)

3. Serçe— Hişştt. Çocuk, çocuk. (Ayhan başını kaldırınca üçü de kollarını

çırparak daha uzağa kaçışırlar.)

Ayhan— Bu kuşlara da ne oluyor?

1. Serçe— Küçük arkadaş, niye ağlıyorsun?

Ayhan— Ben sizin nereden arkadaşınız oluyormuşum? Ben serçe değilim ki...

2. Serçe— Burada, bu saatte ne işin var öyleyse? İnsanlar bu saatte

şehirlere giderler, kırlarda yalnız kuşlar dolaşır

Ayhan— Siz de annenizle mi kavga ettiniz?

Serçeler— Aaa, o nasıl söz öyle?

1. Serçe— Biz hiç kimseyle kavga etmeyiz. Hele annemizle hiç etmeyiz. Bunu

ancak deliler yapar. (Ayhan ayağa kalkar, serçeler biraz daha korkuyla

gerilerler.)

Ayhan— Peki şimdi siz nereye gidiyorsunuz?

Serçeler— Evlerimize...

Ayhan— Evlerinize mi, niçin?

1. Serçe— Annelerimiz şimdi evde bizi bekler. Geç kaldığımız için bizi merak

etmiştir. Belki de bu yüzden hepimizi azarlar.

Ayhan—Anneniz sizi azarlayınca ne yaparsınız?

1. Serçe— Hiç... Susarız. Sesimizi çıkarmayız. Sadece özür dileriz. Çünkü

anneler çocuklarını kusurları olduğu zaman azarlarlar.

2. Serçe— Sen ne yaparsın?

Ayhan— Ben mi? Sorma, hiçç... Çok şey...

1.Serçe— Sen şimdi evine gitmeyecek misin?

Ayhan— Siz ne karışıyorsunuz? (Yerden bir taş alarak serçelere doğru

kaldırınca, hepsi birden kaçışırlar. Cik cik cik diyerek dışarı çıkarlar.

Ayhan, tekrar taşın üzerine oturur.)

Ayhan— Sahi be. . Akşam oluyor... Kuşlar bile annelerine gidiyorlar. Keşke

annemi darıltmasaydım. Şimdi gitsem bile belki de beni istemez, kızar,

darılır. Gece nerede yatarım ben?

(Uzaktan çıngırak sesleri duyulmaya başlar. Sesler yavaş yavaş yakınlaşır.)

Ayhan— Kuzular dönüyor galiba. Ben artık kurtların, kuzuların arkadaşı

oldum. (Ağlamaya başlar. Kuzular beyazlar giyinmişlerdir. Boyunlarında birer

çıngırak vardır Ayak ve elleri üzerinde yürüyerek sahneye girerler.)

Kuzular— Me, me, me, me, me... (Kuzunun en küçüğü gelir, iki elini Ayhan'ın

dizleri üstüne koyarak, onunla konuşmaya başlar.)

Kuzu— Me, me, me...

Ayhan (Başını kaldırır.)— Me, ya... Ne istiyorsun?

Kuzu—- Me, me niye ağlıyorsun? Küçük okullu? Bak biz karnımızı doyurduk,

güle oynaya evlerimize gidiyoruz.

Ayhan— Akşam oluyor. Buralarda korkmaya başladım. Evime de dönemiyorum.

Kuzu— Niçin? (öteki kuzular da etrafına gelirler ve her cümle sonunda

kuzular hep birden me, me, diye bağrışırlar.)

Ayhan—Annemi darılttım.

Kuzu— Anneni mi darılttın? Biz kuzular bile annelerimizi dinleriz. Geçen gün

bir tanemiz aksilik etti, annesini dinlemedi, sonra akşam bizimle beraber

evine dönmedi.

Ayhan— Neden dönemedi?

Kuzu— Neden olacak. Bizden ayrılınca onu kurt kaptı.

Ayhan— Gece burada kalsam,, bana da bir şey olur

Kuzu— Elbette olur. Akşamla beraber buralara sürü sürü kurtlar iner. Bak

arkadaşlarım meliyor, bana çabuk ol, gideceğiz, geç kaldık, diyorlar.

Ayhan— Ah keşke annemi darıltmasaydım. Yaptığım kötülüklere öyle pişman

oluyorum ki... Eğer annem beni yine eskisi gibi kucağına alsa, ben de küçük

kuzular kadar uslu, terbiyeli olurum.

Kuzu— Korkma, evine git. Annen mutlaka seni kabul eder. Bir kere benim ablam

öyle yapmıştı da kabahatini anlayıp yalvarınca annem hemen affetti. Anneler

küçük, asi evlAtlarına acımasını biliyorlar.. Onların kalpleri bizim

kalplerimizden çok daha özel. Hadi kalk, kalk ver elini. Madem ki bir daha

fenalık yapmayacaksın, o zaman annen seni affeder.

Ayhan (Ağlayarak ayağa kalkar.)— Anneme gideceğim, sarılacağım, beni

affetmesini söyleyeceğim. Fakat yolu da bilmiyorum. Ben gidinceye kadar

ortalık kararacak.

Kuzu— Korkma, bizimle gel. Şehrin kenarına kadar biz seni götürürüz.

Ayhan— Korkuyorum, çok korkuyorum! (Uzaktan ve derinden bir ses duyulur.)

Anne—Ayhan... Ayhan!

Ayhan (Dinler gibi yapar.)— Hah, dur, sus, sus...

Anne (daha yakından)—Ayhan... Ayhan!...

Ayhan— Annem... Vallahi annem, benim annem, ah benim sevgili anneciğim! Beni

aramaya gelmiş. Tövbe, . böyle iyi bir anneye bir daha karşı gelmeye

tövbeler olsun. (Ses yaklaşır. Anne sahnenin bir ucundan görünür. Ortada

kuzular otlamaktadır. Sahnenin önünde, sağ kenarda duran Ayhan, annesini

görünce telAşla kuzuların arasından geçmeye çalışır.)

Anne— Ayhan...

Kuzular (başlarını kaldırarak)— Me, me...

Ayhan— Anne... Kuzular— Me...

(Ayhan kuzuların arasından atlayarak geçer, annesinin boynuna sarılır.)

Anne— Benim yaramaz çocuğum...

Ayhan— Benim sevgili anneciğim, ben artık uslandım.

Kuzular—Me, me, me...

(Ayhan ile annesi önde, kuzular onların arkasında yürürler. Çıngırak sesleri

ve kuzu melemeleri duyulur.) (Perde kapanır)
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ANNENİN ÇOCUĞUNA ETTİĞİ


ÇIRAK: Abi be,

EŞKİYA: Yine ne var aslanım?

ÇIRAK: Abi kızmazsan bir şey daha soracağım sana...

EŞKİYA: Sor yavrum sor. Sen benim yerimi alacaksın gelecekte. Her usta, yerine bir adam
yetiştirip öyle ölür. Sor ki öğrenesin bu mesleğin tüm inceliklerini... Sevgili çırağım
benim.

ÇIRAK: Peki ustacım. Sen bu mesleğe nasıl başladın bir ani atsana.

EŞKİYA: Hırsızlık mesleğine mi? Ohoo! Uzun hikaye...

ÇIRAK: Kısaca anlat.

EŞKİYA: Valla bu mesleğe başlamamın iki sebebi var. Birincisi annem...

ÇIRAK: Anneniz mi? Yani sizin anneniz de mi bir hırsızdı?

EŞKİYA: Yok canım. Annem aslında kimsenin bir şeyinde gözü olmayan bir kadındı.

ÇIRAK:Peki size bu mesleği nasıl öğretti öyleyse.

EŞKİYA: Kızmazdı tabi.

ÇIRAK: Yani hiç kızmaz mıydı?

EŞKİYA: Ben küçükken okulda veya sokakta arkadaşlarımın küçük eşyalarını çalar eve
getirirdim. Annem bu eşyaları, oyuncakları elimde görmesine rağmen sesini
çıkarmazdı hiç.

ÇIRAK: Sonra ne oldu peki?

EŞKİYA: Ne olacak, profesyonel bir hırsız olup çıktım. İnek, koyun, at çalmaya başladım.

ÇIRAK: Hiç at çaldın mı gerçekten...

EŞKİYA: Ohoo o! Hemde bu ülkenin en hızlı atını bile çaldım. Hatta diyebilirim ki bu konuda
üstüme yoktur. Hadi sen tezgaha bak da ben bi helaya gidip geleyim.


ÇIRAK :Ne tezgahı ab i. Dağbaşındayız biz?

EŞKİYA: Oğlum anla işte, gelen geçen olursa soy soğana çevir demek istedim.

ÇIRAK: Haa! Tamam ab i, s en merak etme.

EŞKİYA: Aha biri daha geliyor. Saklan oğlum. Hey dur bakalım.

öĞRETMEN: Ne var, ne oluyor?

EŞKİYA: Sökül bakalım cüzdanı!

öĞRETMEN: Niye?

EŞKİYA:Niye mi? Bu bir soygundur da ondan....

öĞRETMEN:Ha pardon, bir an anlıyamamıştım da.. Buyrun, işte cüzdanım .. Ne olur beni
öldürmeyin.

EŞKİYA: Oo, amma da paran varmış ha! Ne iş yapıyorsun sen..?

öĞRETMEN: Ben, ben öğretmenim.

EŞKİYA: Nerde?

öĞRETMEN: Kasabadaki lisede. Adım Hüseyin Erkılıç...

EŞKİYA: Vay hocam! Siz ha! Beni tanıdın mı, ben Sedat Yarma!

öĞRETMEN:343 Sedat, sen ha.. Ne yapıyorsun burada?

EŞKİYA: Valla hocam gördüğünüz gibi mesleğimizi icra ediyoruz.

öĞRETMEN :Ya...., Demek mesleğini icra ediyorsun ha... Üstelik öğretmenini soyarak... Yazık...

EŞKİYA: Kusura bakma hocam suç benim değil. Gel buraya çırak!

ÇIRAK: Buyur usta!

EŞKİYA: Hani demiştim ya beni bu mesleğe iten iki sebep var diye...

ÇIRAK: Evet, birisi annenizdi.

EŞKİYA: Birisi annem demiştim. İşte birisi de bu. Yani öğretmenim.

öĞRETMEN: Ne, ben mi seni hırsız yaptım?

EŞKİYA: Tabi ya. Söyle bakalım Hoca, benim üzerime titredin mi hiç? Okulda başım önde gezerken omuzuma elini atıp derdimi dinledin mi?Kaç kez evimi arayıp halimisordun?
Derslerimde başarısız olduğumda sebebini araştırmışmıydm? Halimi anlamış miydin? Ben o halimle tehlike sinyali verirken tedbir almış mıydm? Yok hoca yok! Beni hırsız eden sensin sen.... Şimdi ver şu cüzdanı da kaybol.... Ha bu arada, öğrencinle ne kadar gurur duysan azdır... O ilgilenmediğin talebe şimdi bir numaralı eşkiya...
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ANTİ TURİSTLER


(TEK PERDELİK OYUN)


Perde açıldığında sahne boştur. Yan yana iki adet bank vardır. Sahne duvarında “Sultanahmet Parkı” yazısı vardır. 1. turist ve 2. turist(üzerlerinde, turist oldukları izlenimi oluşturacak kıyafetler ve aksesuarlar vardır) sahneye girerek banklardan birine otururlar. Sahne ortamında bolca çöp vardır.

Yaramaz çocuk, elindeki cips paketiyle sahneye girer. Elindekini, döküp saçarak yemektedir. cips paketi bittikten sonra, bankta oturan turistlerin yanına yaklaşarak, içine üfleyerek hava doldurduğu ambalajı patlatır.


1. turist: “O my god” (diye bağırır, yaramaz çocuk, sırıtarak sahneden çıkar. )


Elinde muz olduğu halde sahneye 2. yaramaz çocuk girer.

2. yaramaz çocuk. Aaaaa, turistler! Babam bunların altın yumurtladıklarını söylemişti. Şunlara, Türklerden nasıl futbolcu olurmuş göstereyim. (muz kabuğunu havaya fırlatır. Düşen muz kabuğuna kafa attıktan sonra:…) gool, goooooooll, goooooooooooolll (diye bağırır. Ağzı muz dolu olarak bunu söylediği için, muz boğazında kalmıştır. Bankta oturmakta olan 1. turist:)


1. turist: Çocuk var boğulmak(diye bağırarak yaramaz çocuğun yanına gelir. Omzuna bir yumruk vurur. Sonra onu sürükleyerek yandaki banka oturturlar. Bu esnada sahneye bir Japon turist girer. Sağı solu incelemektedir. 2. yaramaz çocuk, aniden fırlayarak Japon turistin karşısına dikilir.


2. yaramaz çocuk: Abi be, sen Japonsun di mi? Filmlerdeki gibi bi hareket çeksene be abi. Hadi be, nolur abi yaa!


Japon turist: peki peki, ben ta çu to tototo. Ben var seni kırmamak istememek. (Japon turist karate hareketleri yaparken sahnedeki muz kabuğuna basar ve düşer. Sonra ayağa kalkar, 2. yaramaz çocuğu işaret ederek:

Ben var senin yüzünden düşmek. Ta çu t oto to, bunu affetmez. (diyerek 2. yaramaz çocuğu kovalar ve öylece sahneden çıkarlar.


3. yaramaz çocuk, 3. yaramaz çocukla birlikte ellerinde bir kedi ve iplerle bağlanmış konserve kutuları olduğu halde sahneye girerler. İpleri kedinin kuyruğuna bağlamaya çalışırlarken 2. turist sorar:


2. turist: Heyyyy, siz var kedi konservesi yapmak?


2. yaramaz çocuk: Sen karışma Corc, burası bizim ülkemiz.


3. yaramaz çocuk: Tut şunun ucunu bağlayalım abi


2. yaramaz çocuk: olur, hay hayyy.

(bu arada, bekçi düdüğünü öttürerek koşarak hahneye girer)


BEKÇİ: hey, siz yaramazlar, ne yapıyorsunuz?

(çocuklar, kediyi ve konserve kutularını fırlatarak koşmaya başlarlar. Ciklet satan bir satıcı sahneye girer. )


CİKLETÇİ: Cikletlerim var, cikletçiiiiiiii(turistlere yaklaşarak) hele gurban, bak sen eyi bir adama benziirsen. Bu cikletlerden bi tene çiiine, bumba gibi olursun. Azında diş miş galmaz.


1. turist: patlama olmak, boooom?


CİKLETÇİ: Yoh anam yoh, öle değildir. Yani, gasların gelişir, saçındaki kepekler yoh olur, fazla kilolarını eksiltir,


1. turist: hav maç lira?


CİKLETÇİ: bişey diiil canım, 100 dolar(turist, parayı öder. Cikletçi sahneden çıkar. )


(2. yaramaz çocuk, tekrar sahneye girerek turistlerin yanına oturur. Yanında da bir arkadaşı vardır. )


2. yaramaz çocuk: Ula Hasan, şu turistlere etmediğimizi bırakmayız, yine de gelirler ülkemize.


HASAN: evet ya, daha demin gördüm. Adamcağıza bi cikleti 100 dolara sattılar. Ondan önce de bi bayan turistin cüzdanını çalkdılar.


2. yaramaz çocuk:ula hasan, babam bunlar için altın yumurtlayan tavuk, derdi. Biz Türkler, bu altın yumurtlayan tavukları kesiyoruz galiba.


HASAN: valla bilemem. Ne düşündüklerini istersen bi soralım.


2. yaramaz çocuk: Hey, Corc emmi, Türkiye nasıl, eyi mi, eyi mi?


Turist: Oooo, Türkiye very good, ulkenizin doğal guzellikleri harıka. Ama her geçen gun bu guzel ulkenızı mahvediyorsunuz. Bu gidişle Turkıyeye yazık olazak. Bizler de tabi gelmeyeceyiz. Turızm gelirinden havanızı alacaksınız.

Good bye…


(turistler sahneden çıkarlar. Yaramaz çocukla arkadaşı, şaşkın şaşkın bakışırlar.
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARILAR (ROND)


(Hep birden)

Yaz geldi çiçekler açtı,arılar hep çalışır.

Aır vız vız, arı vız vız vız, arı vız vız vız diye çalışır.


(Arılar)

Önce menekşeyi koklar ,sonra gülü emeriz.

Çiçek balını, çiçek balını,çiçek balını çok severiz.


(Arılar)

Balı,mumu yüklenir, kovanımıza döneriz.

Arı evini, arı evini arı evini mumla öreriz.


(Kovan)

Fırtınalı, kışın karlı buzlu günde,

Arı uyuklar,arı uyuklar, arı uyuklar soğuk havada.


(Çiçekler)

Yaz geldi nazlı çiçekler, güzel güzel açalım.


(Arılar)

Haydi arılar, haydi arılar biz de kıra kaçalım.
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARKADAŞLIK

ŞAHISLAR: OSMAN, FEHİMAN, GÜZİN, FİKRET, VİLDAN, TUĞRUL

(TELEFON ÇALAR)

Fehiman: Efendim...Evet benim...Hayır evde yok....Bilmiyorum,bir saate dönebilir...(ZİL SESİ)Güle güle...

(TELEFONU KAPATIR) Geldiim... (KAPI SESİ) Tuğrul hoş geldin.

Tuğrul:Fikret yok mu Fehiman Abla?

Fehiman: Hayır,epey oldu çıkalı.

Tuğrul:Nereye gittiğini söylemedi mi?

Fehiman:Naki ile çıktı. Atari oynayacaklardı galiba.

Tuğrul:Tamam ben bulurum onları. Hoşça kalın.

(KAPI SESİ)

Güzin:Abla ne oluyor? Kapı,telefon...Hep Fikret aranıyor.

Fehiman:Eee aranılan adamın ablası olmak kolay mı?

Güzin:Ablacığım annem olmayalı Fikret iyice dağıttı. Tedbir almalıyız.

Fehiman:Güzin hiç Fikret’le ilgilenecek zamanım olmuyor ki. Hastane,ev,misafir,işler derken zamanın nasıl geçtiğini fark edemiyorum. Hadi mutfağa geçelim. Ben annemin çorbasını hazırlayayım.

Güzin:İyi ben de bulaşıkları yıkarım bu arada. Abla,Fikret’in beraber olduğu arkadaşlarını tanımıyoruz bile.

(SU SESİ)

Fehiman:Ya tanıyorum. Fırsat buldukça ayak üstü de olsa sohbet edip,arkadaşlarının ailelerini soruyorum. Nerede oturuyorlar,nasıl yaşarlar?... Az da olsa anlamaya çalışıyorum.

Güzin: (Gülerek) Ablacığım ben küçükken ne yapardım biliyor musun?

Fehiman:Ne yapardın söyle bakayım.

Güzin:Bir sınıfa yeni girdiğim zaman etrafımı kolaçan edip,arkadaş seçmeye çalışırdım.

Fehiman:Tabi sonra da gözüne kestirdiğinin yanına gidip namaz kılıp kılmadığını anlamaya çalışırdın.

Güzin:Aaa abla sen nereden biliyorsun?

Fehiman:Çünkü ben de aynı şeyi yapardım. Bir fırsatını bulup annesinin babasının namaz kılıp kılmadığını anlamaya çalışırdım.

Güzin:Evet abla,direk soramazdım hiç tanımadığım birine.

Fehiman:İyi ki öyle yapıyorduk Güzin. Çok yaramaz çocuklar vardı.

Güzin:Hı hı belki bu davranışımız bizi iyi insanlara daha çok yaklaştırdı.

Fehiman: Doğru,annesinin namaz kılmadığını öğrenince sessizce o kişiyle diyaloğu keserdik. Demek iyi arkadaşın önemini anlamıştık.

Güzin:Namazın kötülüklerden koruduğunu biliyorduk. Bir de annem çok derdi ya, “Arkadaşını söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim.”

Fehiman:Biz de kendimizce iyi arkadaşın,namaz kılan arkadaş olduğunu sanırdık.

(SÖZÜNÜN SONLARINA DOĞRU ZİL SESİ.)

(KAPI SESİ)

Güzin:Vildan Abla hoş geldin. Akşamdan sabaha nasılsın?

Vildan:Güzin çok geldiğimi mi yüzüme vuruyorsun?

Güzin:Ne münasebet Vildan Abla,çok mu geliyorsun sanki? Günde bir,bazen iki defacık...

Vildan:Valla Güzin napayım,gidecek kimsem kalmadı.

Güzin:Senin de gidecek kimsen yoksa,biz yandık vallahi.

Vildan:Yok yok artık kimse kalmadı. Arkadaşlarla hiç görüşmüyorum.

Güzin:Nasıl olur? O “canım gibi seviyorum” dediğin...

Vildan: (Sözü alır) Onlarsız bir gün duramadığım...Görüşemediğimiz gün telefonlar zar ağlardı elimizden Güzin.

Güzin:Ne konuşurdunuz o kadar Vildan Abla? Annem gelsin de seni duysun. Bana kızıyor arkadaşlarla biraz fazla sıkı fıkı olsam.

Vildan:Haklı haklı. Bana kızmaz mıydı sanki,dinlemezdim. Doğru söylemiş,iyi seçememişim arkadaşlarımı.

Güzin:Ne yapardınız beraberken?

Vildan:Ne yapmazdık ki? Doğum günlerimizi,evlilik yıl dönümlerimizi kutlar,ne hediyeler alırdık birbirimize... Çocuklarımızın doğum günlerini de kutlardık. Değişik yemekler hazırlar,her gün birbirimizde yerdik.

Güzin: (Gülerek) Desene Vildan Abla,kutlanmayan gününüz olmazdı. Her gün,her zaman hediyeler alırdınız.

Vildan:Hem ne hediyeler...Birikir dururdu evde.

Güzin:Niye bozuldu aranız?

Vildan:Nursel’in yüzünden. Her yerde ön plana çıkardı. Şık şık giyinir,güzel pastalara yapar,bizi eşlerimize karşı küçük düşürürdü. Eşlerimiz de bize hep Nursel’i örnek gösterirdi. Kasti yapardı bunları kasti...

Güzin:Size öyle gelmiştir.

Vildan:Yok yok kavga ettik,söyledim kendisine.

Güzin:Ne dedi?

Vildan:Bir hoşuna gitti... Nasıl kahkahalar atıyor. Hiç umuruna çalmadı. Ay az kaldı Nihat’la bozuşuyorduk.

Güzin:Demek bitti ha Vildan Abla çarşı buluşmaları,kafeteryalar,lokantalar...

Vildan:Yaa bitti. Güzin demek yemeyle dost olan aylarla küs olurmuş.Bütün paramız da oralara gidiyormuş. Şimdi hep cebimde kalıyor. Bir size geliyorum bir de bir iki yere daha gidiyorum.

Güzin:Şimdi ablam çay demler sana bedavadan.

Vildan:Ne kadar uzun sürdü mutfakta işi. Acıktık.

Güzin:Anneme bir şeyler hazırlıyor. Bana bırakmıyor o işi çok beceremiyorum diye.

Vildan:Becerirsin becerirsin. Zişan Ablanın kızı becerikli olmaz mı? Fehiman Fehiman neredesin? Acımızdan öldük.

(KAPI SESİ)

Fehiman:Geldim Vildan Abla... Ama hemen çıkmak zorundayım. Annemin yemek saati yaklaştı. Güzin,annemin çamaşırlarını hazırladın mı?

Güzin: Aaa abla,lafa daldım unuttum.

Fehiman:Korkarım döndüğümde evde de yapılması gereken işleri de unutmuş olacaksın.

Güzin:Dur şimdi hazırlarım abla,işleri de bitiririm merak etme.

Vildan:Üstüne gitme kızın,ne pişirdin annene?

(FON)

Fikret:Akşam oldu ya.Nasıl geleyim...Birazdan yemek yiyeceğiz...Babam izin vermez Tuğrul...Yoo sen de izin koparamazsın,annem hastaneden çıkmadı daha. Babam sıkıntılı....Hayır gelemem....İyi akşamlar....

Osman:Fikret okulda,okul çıkışı sürekli beraber oluyorsunuz. Tuğrul’un ailesi yok mu?

Fikret:Var abi,onlar karışmıyormuş,istediği gibi davranırmış.

Osman: Derslerini ne zaman yapıyor?

Fikret: Ders yapan kim? “Aptal mıyım ben” diyor. “Ye,iç keyfine bak oğlum. Bir daha mı geleceğiz dünyaya? İşim yok ders mi çalışacağım?” Diyor.

Osman: Desene yaramazın teki...

Fikret:İyi yaaa çok eğlenceli.

Osman:Senin de ders çalıştığını pek görmüyorum bu aralar.

Fikret:Sıkılıyorum abi. Arkadaşlarımla olmak daha zevkli.

Osman: Devamlı arkadaşlarla olunmaz ki. Her işin yeri ayrı.

Fikret:Ben arkadaşsız olmak istemiyorum.

Osman:Daha iyi arkadaşlar bulamaz mısın kendine? Namazını kılıyor mu Tuğrul?

Fikret:Zannetmem,sormadım.

Osman:Neden sormadın Fikret? Namaz kılmayanla şeytan bile arkadaşlık etmemiş. Hatırladın mı o hikayeyi?

Fikret:Hıı biliyorum o hikayeyi...

Osman:Güzel bir hikaye,düşündürücü. Bizim günahlardan korunabilmemiz için korunmayı bilen, (TELEFON ÇALAR) doğru arkadaşlıklar kurmamız lazım.

Fikret:Efendim...Gelemem dedim Oğuz....Tuğrul’a da söyledim....Ya hayııır....Üff ya amma zevkli. Kaç kişisiniz?....Orası akşamları çocuklara izin vermiyormuş....İyi,siz uğraşın. Gelebilirsem katılırım...Güle güle,iyi akşamlar.

Osman:Yine ne diyorlar Fikret?

Fikret:Oyun salonuna kalabalık gidersek tenis oynamak için izin koparabilirmişiz.

Osman:Bu arkadaşlarının akşam yemeği,akşam namazı gibi dertleri yok mu?

Fikret:Yok annesinin yaptığı çorbaya mı talim yapacak? Dürüm ayran daha güzel?

Osman:Aileleri böyle davranmalarına izin veriyor demek.

Fikret:İzin alan kim? Biraz daha büyürsem ben de izin almam zaten.

Osman:Fikret başka arkadaşların yok mu?

Fikret:Yok abi nereden bulayım? Olanı bu. Hep arkadaşlarım birbirine benziyorlar.

Osman:Senin çok iyi arkadaşların vardı. Onları ne yaptın?

Fikret:Hangileri?

Osman:Hani Fehiman’ın da çok var ya...

Fikret:Hıı kitaplar...

Osman:Artık onları sevmiyor musun?

Fikret:Ya abi istemiyorum onları.

Osman:Ama vefasızlık olur bu. Kitaplar çok iyi arkadaşlardır. Hem o kitapları yazıp hazırlayanlarda senin için,benim için yazıyorlar. Onlara karşı ayıp olmaz mı?

Fikret:Ooo abi oku oku ne yapacam?...

Osman: Alak Süresini unuttun mu? “Okumamaktan sakın, okumayanlar azar.” diyordu.

Fikret:Canım illa da kitap mı okuyacağız? Hayatı okuyoruz biz hayatı...

Osman:Fikret bırak dalgayı. İşte kitapları okuyup öğrenerek hayatı anlayacağız. İlla da dışarılarda anlaşılmaz hayat.

Fikret:Ben pratik yapacağım abi,daha iyi.

Osman:Tavsiye etmem,ben denedim tutmadı...Çok şey kaybettim. Hem böyle bir yol seçeceğin zaman iyi arkadaş seçmelisin.

Fikret:Nereden bulacağım?

Osman:Hz. Musa gibi dua edersin. “Rabbim dilimin düğümünü çöz. Biraderim Harun’u bana destekçi kıl.”

Fikret:Onun biraderi iyi Müslümanmış demek...Benim biraderim gibi para kazanmak,istediği gibi yaşamak için biraderini terk edip gavur ellerine gitmemiş.

Osman:Fikret...

Fikret:Tabi abi onlar Allah’ı, Onun birliğini,dinimizi tebliğ için Firavunun sarayına gitmişler. Peki sen niye gittin abi?

Osman: (Biraz şakacı) Gözleri bir Müslüman görsün dedim.

Fikret:Merak etme abi,Allah dilerse Firavun’un sarayındaki Musa’yı yetiştirip onlara ibretlik sunar.

Osman:Yani ben büyük işlere karışmayayım mı diyorsun?

Fikret:Yok yok,yalnız beni de destekçi al da yanına.Senin sırtını kuvvetlendireyim. Bak burada arkadaşsızlıktan kimlerle sırt sırta vermişim.

Osman:Fikret şakayı bırak. Annem hastaneden çıkınca da böyle devam etme. Arkadaşlıklarını azalt. Unutma,aileni ihmal etmemelisin. Annenin gözü yollarda kalır.

Fikret:Şaka yapıyordum abi. Ayrıca ailemizi hem siz ihmal edip,hem de sizin ihmalinizi telafi etmemi benden bekliyorsunuz.

Osman:Ama Fikret orada da benim arkadaşlarım var. Bak annemin hastalığını duyan telefon açıyor; “Gerekiyorsa gelelim,bir ihtiyacın var mı?” diye arka çıkıyorlar.

Fikret:Elbet burada da bir arka çıkan bulunur. Mesela askere gidersin,asker arkadaşların olur...

(FON)

Güzin:Abla hastanedeki kız ne kadar ümitsiz görünüyor değil mi?

Fehiman:Evet hiç yüzü gülmüyor.

Güzin:Bu ameliyat son ümitleriymiş. O da iyi netice vermemiş. Artık hayatını böyle geçirecek.

Fehiman:Hiç arkadaşım olmayacak benim hayatta diye ağladı. Evde de tek kızmış. Hiç olmazsa bir ablam olsaydı dedi.

Güzin:Evet abla hiç olmazsa o belki biraz dışarılara çıkarırdı.

Fehiman:Biz öyle düşünüyoruz. Hem ben ona nasıl böyle düşünürsün Perihan,senin çok iyi bir annen var dedim.

Güzin:Bana ne dedi abla biliyor musun? Ablan benim gözümü açtı,hem anne,hem arkadaş,hem sırdaş... Bundan daha mükemmeli nerede olabilir dedi.

Fehiman:Bazen böyle gözümüzün önündeki nimetleri göremiyoruz. Ablası olsaydı diyorsun, nerden bilebiliriz ki o da başka arkadaşlarıyla beraber olup,hasta diye bunu iyice bırakacak.

Güzin:Haklısın,Semiha Teyze arkadaşım diye genç kızken bütün ailesini ihmal edip üzermiş. Düğününde kardeşi çok ağlayınca nasıl perişan olmuştu.

Fehiman:Evet meğerse kendi zevklerine dalıp ailemin muhabbetini fark etmemişim. Kardeşimi bile fark etmemişim fehiman. Aman kardeşlerinle iyi arkadaş ol. Sonra pişman olursun. Buna en çok layık olanlar onlar diyordu.

Güzin: (Gülerek) Neyse iyi nasihat tutuyorsun ablacığım. Bence de ev arkadaşlarım yani ailem her zaman daha sevgili. Ama lütfiye’yi de hiç ayrı düşünemiyorum.

Fehiman: Biz Allah’ın lütfu olarak hepimiz Müslümanız. Ailemizdeki fertler Müslüman olmasa biz de onlarla dostlaşamazdık Güzin.

Güzin:Biz Müslüman olmayana başını çatlatırcasına anlatırdık. O da mecbur Müslüman olurdu herhalde. Ailemizdeki bir ferdin arkadaşlığından mahrum kalamazdık her halde.

Fehiman:Allah öyle zor imtihan vermez inşallah Güzin.

Güzin:Keşke güzel arkadaşlıklar hiç bozulmasa.

Fehiman:Bunun olabilmesi için insanların aynı derdi paylaşan,davaları aynı insanlar olmaları gerekiyor.

Güzin:Tıpkı Hz. Muhammed ve Hz. Ebubekir gibi değil mi abla?

Fehiman:Evet güzin. Allah peygambere en güzel yol arkadaşlarını vermiş. Hz. Ömer,Hz. Osman,Hz. Ali,malları,canları,kanlarıyla desteklemişler onu.

Güzin:Evet en zor günlerinde arkasında olmuşlar. Tam arkadaşça....
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARPA VE SAMAN


Karakterler:


Anlatıcı (Kız öğrenci)


Ev sahibi (Erkek, 50 yaşlarında)


1. Hoca (Erkek, 25-30 yaşlarında)


2. Hoca (Erkek, 25-30 yaşlarında)



(Gömlek ve kumaş pantolon giymiş iki genç hocanın başında takke var. Ev sahibinin başı açık. Ev sahibi ortada , hocalar ise ev sahibinin her iki yanına bağdaş kurarak otururlar. Anlatıcı (kız öğrenci olursa daha uygun olur) sahneye girer. Hem konuşup hemde yürüyerek anlatmaya başlar.)


Anlatıcı: Eskiden Anadolu köylerinde “ramazan hocalığı” diye bir gelenek varmış. Dini bilgisine, eğitimine, kültürüne güvenen hocalar, ramazan boyunca görev yapmak için köylere giderlermiş. Hoca olarak bu köy tarafından kabul edilen kişiler Ramazan ayı boyunca o köyde kalır. Bayramdan sonra da bahşişlerini alır giderlermiş. Bu amaçla yola çıkan iki arkadaş hoca, rahat birer köy bulmak için yollarına devam ederken, bir akşam vakti yollarının üzerindeki köyün birine misafir olurlar. Ev sahibi köylü; irfan sahibi, gün görmüş biriydi. (sahneden çıkar)


1.Hoca: Akşam namazı yaklaşıyor izin verirseniz abdest alacağım.


Ev Sahibi: Estağfurullah, ne demek buyurun. (1. hoca çıkar) Arkadaşının eğitimi, terbiyesi hocalık için yeterli midir, Kuran’ı nasıl okur , tefsir ve hadisi iyi biliyor mu?


2. Hoca: Yok canım, ne eğitimi ve terbiyesi, ne ilmi? Eşeğin biridir, bir şeyden anlamaz. Biraz şarlatandır, ona güveniyor.


(Bu arada dışarı çıkan içeri girer) İzninizle ben de abdest alayım.


Ev Sahibi: Buyrun. (2. Hoca çıkar ev sahibi 1. hocaya sorar) Ne zamandır tanıyorsun arkadaşını


2. Hoca: Beş yıldır.


Ev Sahibi: İyi o zaman arkadaşını yakından tanırsın herhalde.


2. Hoca: Tanımaz olur muyum, elbet tanırım.


Ev Sahibi: İyi o zaman… Nasıl arkadaşının dini bilgisi , görgüsü hocalık için yeterli midir?


2. Hoca: Ne gezer. Sığırın, ineğin biridir. Eğitimden ve terbiyeden hiç nasip almamıştır İstanbul'da boşuna kaldırım çiğnemiş.


Ev sahibi: Namaza geçelim, sonrada akşam yemeğini yeriz.


(Sahneden çıkarlar. ışık söner. Işık yandığında bir yer sofrası; sofra da eski tip kapaklı, metal üç tabak ,var. Tabakların kapakları kapalı)


Ev sahibi: Haydi buyurun


(Herkes önündeki tabağı açar. 1.Hocanın tabağında arpa, 2.hocanın tabağında saman, ev sahibinin tabağında ise kebap var.)


1. Hoca: (şaşkın) Benim tabağın içinde arpa var!


2. Hoca: (şaşkın) Benimkinde de saman!


Ev sahibi: Şaşırdınız biliyorum. Ama dinleyin.(1.hocaya) Arkadaşın senin için eşeğin biridir, dedi. Bunun için sana arpa koydurdum. Çünkü bir kimseyi en iyi arkadaşı tanır. (2.hocaya) Senin için de arkadaşın "sığırdır,inektir" dedi. En iyi sığır yiyeceği saman olduğu için senin tabağına da saman koydurdum. Kişiyi arkadaşından sorarlar. Buyurun, afiyet olsun. (Ev sahibi yemeğini yerken iki hoca şaşkın birbirine bakınırlar. Işık söner)
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARTİST ÜSTÜ İKİ KÖFTE

_______İki genç işportacı arkadaş bir sokakta birşeyler satmaktadırlar.Fakat ne zamandır işleri iyi gitmiyordur.Artık iyice sıkılırlar ve para kazanmanın yolunu düşünürler. Sahneye konuşa konuşa girerler.Ellerinde tezgahları ve bir çuval dolusu kitap vardır.Kitapları yavaş yavaş tezgaha yerleştirirken bir yandanda konuşurlar.._______

NURİ --- Ben sana dedim ama o sokakta iş yapamayız diye..Sen ne yaptın her zamanki gibi beni dinlemedin.

ALİ ----- Yahu niye kızıyorsun.Ben de biliyordum orada iş yapamayız.Ama bir sürü güzel kız gördük fena mı oldu.

NURİ – Görmüş, ulan yaklaşık elli uzay yılı oldu.Hala kız görme hevesindesin.Ulan görmenin bir işe yaramayacağını ne zaman anlayacaksın.Bu kadar saf, bu kadar korkak olursan.Fosilinin bile kız arkadaşı olmaz. (güler)

ALİ – Gülmesene abi, gülme diyorum.

NURİ – (Kahkaha atarak güler) Aaaa! pardon fosilmi dedim.Kömür desem daha doğru olacak.(güler)

ALİ – Bak gülme dedim.

NURİ – Tamam tamam bırak şimdi bu davaları ciddi ol sabahtan beri gülüyorsun.

ALİ – Ben mi?

NURİ – Yok dedem.

ALİ – Dedene söyle gülmesin ayıp yahu, o yaşta insanın öyle ağzını açıp gülmesi olmaaz.

NURİ – Oğlum senin yüzünden bakırköye taşınmak zorunda kalacağım. (kızar,bağırır) Deli etme beni ulan.

ALİ – Niye kızıyorsun? Buraya gelmek için sabahtan beri başımın etini yedin. Akşam oldu hala tezgahları kuramadık.

NURİ – (şarkı söyler) Akşam oldu, hüzünlendim ben yine.... Vaay be ne şarkı yazmış üstatlar.(dalar) Şimdi şöyle bir rakı masası olacaktı boğaza karşı.

ALİ – Tezgah diyorum mal diyorum.

NURİ – Aşk diyorum, rakı diyorum, meze diyorum, (gitgide hızlanır) balık diyorum, kızlar diyorum.

ALİ – Ne yaparsan yap, ben kuruyorum tezgahı. (Tezgahı kurmaya başlar, arada nuri’ye bakar.)

NURİ – Şimdi galata köprüsünün altında olmak vardı.Köprüden boğaza karşı köpek öldüreni yudumlamak vardı.Unutmadan bir de çaparini boğazın serin sularına uzatıp istavrit uskumru mezgit ne gelirse, yakaladıktan sonra balıkçı izzet abinin yanına gidip balıklarla şarap üstü rakı içmek vardı.Öff, ulan ahh parasızlık ahhh. Ulan bizimi seçmişler bu dünyanın kahrını çekmek için. (tezgahı görür) Aaaa! ulan ne zaman kurdun tezgahı.?

ALİ – Günaydın.

NURİ – Tamam kes traşı hadi biraz bağıralım bakalım.Belki efkarlı sesimize birileri kulak verir.Hadii taze uskumrular (şaşırır) Ne uskumrusu yahu. (kendine güler) Hadiii kitaba gel.Hadi! çizgi roman teksas zagor son çıkan kitaplar da var.

ALİ – Kitaba gel.

NURİ – Ulan acaba dünyanın başka bir yerinde bu şekilde kitap satılıyormudur.İlginçliğe baksana Allah aşkına (güler) Gel biraz komedi yapalım. Ahana kitap lan işte okuyucular, taze simite gel hadi levrek buğulama..

ALİ – Hadi lahmacuna gel.Adana dürüm bunlar haydi.! çekinme abla alanın elinde almayanın kulağında kalıyor.Gel abla gel.

NURİ – (Gülerek) Hade kestane kebap, bol beşamal soslu ördek rostosu gel.(iyice gülerler) kadın budu köfteler gel, Othelloya son biletler burda gel.

ALİ – Hiç kimsecikler gelmiyor.

NURİ – Bizim kaderimiz bu, nereye gitsek orayı kurutuyoruz galiba.

ALİ – Birşey söyleyeyim sana? Biz bu şekilde nereye gidiyoruz.?

NURİ – Nasıl nereye gidiyoruz.Bir yere gittiğimiz yok bu saattten sonra nereye gideceğiz.

ALİ – Yok öyle değil.Yani hiç paramız kalmadı.Ne yapıcaz.Kitaplarda bitmek üzere yeni malda alamayız.

NURİ – Hakikaten lan cebimizde metelik yok.Allahtan zabıta yedi aydır bizim fakirhaneyi hala yıkmadı.Rekora gidiyoruz farkındamısın?

ALİ – Abi bırak şimdi rekoru .Bir çare bulmalıyız.Bizim köye mi gitsek acaba?

NURİ - Delimisin oğlum bırak şimdi yılandan korkmam yalandan korktuğum kadar tribini.

ALİ – Tamam anladık.

NURİ – Birşeyler yapmalıyız.Ama ne yapmalıyız.

ALİ - Aaa! aklıma bir şey geldi.Balık tutup satalım.Bir kısmınıda kendimiz yeriz.

NURİ – Aferin çok güzel bir fikir. Peki neyle tutmayı düşünüyorsun balığı?

ALİ – Neyle olacak.Oltayla.

NURİ – Aferin lan, senin samanlık iyi çalışıyor bu aralar.Aman susuz bırakma ha. (kızar) Lan manyak herif oltayla ne kadar balık tutacaksın.Sabahtan akşama kadar tuttuğumuz balık senin dişinin kovuğuna yetmez.

ALİ – Kovuk ne birader?

NURİ – Senin gibi ayıların kış uykusuna yattığı yer.Eyy Allahım sen bana sabır ver.

ALİ – Birader kalbimi kırıyorsun?

NURİ – Uff tamam ağlama hemen.

ALİ – Birşey daha geldi aklıma.Bak şimdi benim dayı oğlunun bir tavuk çiftliği var.Ordan üç dört tane tavuk aldıkmı.Onlar bizi kurtarır.Pazarlarda yumurta satarız.Kendimize de ayırırız.Bak bu güzel fikir değilmi?

NURİ – Sana birşey sorabilirmiyim canım kardeşim benim.

ALİ - Haydi sor sor?

NURİ – Çayda kahvaltıda yenir.

ALİ – Acaba ne olaki?

NURİ – Öküz alaysilem deyince akla, tamam şimdi buldum hemen ali öküzü gelir.Lan oğlum filmi sarıp sarıp başa alıyorum.Pilim bitti ulan. (kızar) üç tane tavuk ne kadar yumurtlayacakda biz satıcaz da sonra bir de kendimize kalacak.Oğlum sen bu kadar salak değildin?

ALİ -- Nuri bak kızıyorum haa.

NURİ – Çok korktum.Korkayımda geçsin.Ayyy o ne! o kaş göz ne? Tirim tirim titre vucüt.

ALİ – Tamam tamam anladık.Bu da olmadı galiba.

NURİ - Galiba.

ALİ – Eee ne yapıcaz o zaman, biraz da sen düşün.

NURİ – Düşünecek kafa bırakmadınki.Neyse, ulan ne berbat bir dünya şu kitaplar bile (tezgahtan kitap alır) daha dertsiz tasasız. (Kitabı atar. )

ALİ – (Kitaba doğru bakar ve onu alır) Aklıma acayip birşey geldi.

NURİ – Aman sus gözünü seveyim.Tam kendime gelmişken bir daha kaynar suya dönmek istemiyorum.

ALİ – Birader bak bildiğin gibi değil.Şu kitaba bak. Bak dinle... Film artisti...

NURİ – (alinin ağzını kapatır) Sus dedim ulan. (Alinin az önce dediği aklına gelir, kitaba bakar ve ağzını açar) Ne dedin sen?

ALİ – Film artisti dedim.

NURİ – Eee ne olmuş yani?

ALİ – Bak abi kitaba, artist olmak için..

NURİ - Ne yani biz artistmi olacağız.Oğlum sen harbi sıyırmışsın kafayı.

ALİ – Ne yani istemezmisin artist olmayı? Hem meşhur oluruz hemde cebimiz biraz mangır görür.Sonra nerde güzel kız varsa ayarlarız ha! ne dersin?

NURİ – Ciddenmi lan.Vaay be! (hayal kurar) Ne güzel olurdu.Şimdi sarışın hatunu takmışsın koluna salacak sahilinde geziyorsun.

ALİ – Bırak hayali ne diyorsun onu söyle?

NURİ -- İsterim tabii istemezmiyim ağzımın suyundan belli olmuyormu? Hayatta en çok istediğim, en çok hayalini kurduğum şeylerden biridir.

ALİ – Bana niye hiç söylemedin bunu?

NURİ – Oğlum böyle birşey olacağına ihtimal vermediğim için kuru laf salatası yapmak istemedim.Neyse sen şimdi boşver onu bunu, aklına geleni söyle nasıl olacakmışız artist.

ALİ – (kitabı gösterir) Kitaba bak abi “Artistlerin hayatı” bak bu kitaptan yararlanabiliriz.

NURİ – Ali bak, bıktım senle uğraşmaktan boğuluyorum artık.

ALİ – Yine ne oldu.

NURİ – Bak güzel güzel konuşacağım.(birden kızar köpürür ve üstüne doğru yürür) an ayı bir kitapla nasıl artist olunur.O kitap bizim ömrümüz yaşında nerdeyse ve hala satılmadı.Ömrümü bitirdin ulan!

ALİ - Uff tamam sana da ne yapsak yaranamıyoruz.

NURİ – O kitap işe yarasaydı zaten çoktan satılırdı.

ALİ – Doğru vallaha.

NURİ – Doğru tabii.Oğlum vazgeçelim bu sevdadan biz kim artistlik kim.

ALİ – Niye ki bizim ne eksiğimiz var onlardan.

NURİ – Ne eksiğimiz olacak, (kendini beğenir) bizim gibi jönü mumla arasalar mum erir.

ALİ – Eee, o zaman?

NURİ – Oğlum artist olmak kolaymı? Onunda bir sürü prosedürü var.

ALİ – Eeee! neymiş anlatta bizde anlayalım.

NURİ -- İlk önce film ajansına gideceksin. Orada seni başvuru ayağına bir gagalayacaklar.Sonra bekle bakalım iş gelsin diye.İş deyince öyle rol falan vereceklerini sanma hele başrolü aklına bile getirme.Yani ben diyeyim beş ay sende on ay kofti bir figuranlık için bekleyip duracağız.

ALİ – Vallaha zor işmiş bu yahu.Başka bir formulü yokmu bu işin gözünü seveyim.

NURİ – Var. İki x artı y bölü sekiz beş bilinmeyenli denklemmi lan bu. Yok tabii başka ne yapacaktık. İşi gücü bırakıp dersmi çalışacaktık.(biran duraksar)

ALİ – Ne dersi yahu?

NURİ – Dur lan.Aklıma birşey geldi.Biraz önce dersmi çalışacaktık dedim. Evet ders çalışıcağız.

ALİ – Ne dersi birader, bu yaştan sonra biyoloji kimyamı çalışacağım.Hayatta olmaz.Havada bulut Sen bu işi unut güzel kardeşim.

NURİ – Lan öyle değil salak.

ALİ – Eee, nasıl olacak peki?

NURİ - Lan oğlum şu samanlığı biraz çalıştır manyak herif.Yani diyorum ki oyunculuk çalışalım.Birbirimizi çalıştıralım.Böylece eğer yetenekli olduğumuzu kanıtlıyabilirsek daha çok iş verirler.Daha çok iş gelince de daha çok mangır gelir.Daha çok mangır gelincede daha çok kız gelir.Daha çok kız gelincede....

ALİ – (bağırır) Eeee yeeter!.Tamam anladık.Nasıl olacak bu iş birbirimizi mi çalıştıracağız.Ne sen ne ben bu işten zerre kadar anlamayızki.Birde kalkmış birbirimize hocalık mı yapacağız.

NURİ – Bende biliyorum herhalde bu işten anlamadığımızı, ne yapalım yani gidip yeşilçamdan bir artist mi ayarlayalım, bize hocalık yapsın diye.Bunumu istiyorsun?

ALİ - Sende işi hemen yokuşa sürüyorsun.Öyle yapmayacağız herhalde.Ama bu iş nasıl yapılır bilmiyoruzki.Filmlerde gördüklerimizi canlandıracağız.

NURİ – Ha! işte bu.(öper) gel seni bir öpeyim.Eşek olalı bir hendek atladın.Bende bunu düşünüyordum.Benden çok çile çekeceksin.

ALİ – Niye senden çok çile çekeceğim.

NURİ – (hafif güler) Oğlum anla işte benden çok yaşayacaksının sokakçası.

ALİ – Haa doğru valla.Neyse anlat bakalım film diyordun.

NURİ – İşte seyrettiğimiz filmlerdeki başrollerin repliklerini söyleyip karşılıklı oynayacağız. Birimiz oynarken birimiz seyredecek.Bakalım ne kadar inandırıcı yapıyor diye.Jüri hesabı anladınmı?

ALİ – Anladımda benim ezberimde replik meplikmi neyse, ondan yokki.

NURİ – Önemli değil.Aklına ne gelirse onu söyle.

ALİ – Peki nerede çalışacağız? Üstelik tezgahta var.Ara verirsek hepten yanarız.

NURİ – Bak oğlum, sabahtan beri şurada çene çalıyoruz bir kişi geldimi? Bir kişi diyorum bir.Gelmedi ha öyleyse, ne yapacağımız ortada; tezgah orada dururken, biz burada çalışacağız.

ALİ – Ne yani sokak ortasındamı çalışıcağız.Ayıp diye birşey var.Rezilmi edeceksin bizi.Ben öyle sokak ortasında maskaralık yapamam.

NURİ – İyi o zaman git ne bok yersen ye.Başka işim kalmadı seninlemi uğraşacağım.Bıktım senden Allah allah. Hadi elimden bir kaza çıkmadan git.Yoksa fena olur.

ALİ – Ne yapacaksan hadi gelsene.Erkekmisin sen ulan , bizimde bir gururumuz var.

NURİ – Bak hala konuşuyor. (vurmaya kalkışır, Ali kaçar) Canınamı susadın ulan sen.

ALİ – Dünya tersine dönse sen adam olmazsın.

NURİ - Gel lan buraya kaçma diyorum.Adamı deli edersiniz.Sizin gibi tipleri çok gördük biz.Allahın dağından gelirler bize akıl öğretirler.Kimsin ulan sen.Allahım yarabbim sen bana sabır ver.Gelmiş başımda bana nutuk atıyor sosyetik davar. (kibarlık taklidi yapar) Yok ben öyle sokakta kendimi rezil edemem aaa! vallaha olmaz.Ne zamandan beri öküzler konuşmayı öğrendi anlamıyorum.Zaten hep beni bulur böyle aksi işlerde ha, ne zaman işler yolunda gidiyor desem, ipini koparan bir it bulur beni.Allahım ne zaman bu kuluna acıyacaksın, ne zaman gün yüzü göreceğim.


------- Ali jön kılığına girmiştir, yavaşça ilerler ve kitaplara doğru eğilir. -----


ALİ – (kibar ve jön gibi konuşur) Merhaba beyefendi, ben Türk sineması ile ilgili bir kitap arıyordum.İsmi şu an aklıma gelmiyor.Acaba sizde mevcut bulunabilirmi?

NURİ – (kendi kendine) Var ama o bana lazım.Hani şu oyunculuk hesabı. (adama) şey beyefendi bir tane olacaktı.Ama şeyy.. Satmışız galiba onu.

ALİ – Aa! çok üzüldüm beyefendi peki kitabın ismi neydi?

NURİ – Şey canım neydi.Haa “Artistlerin hayatı” evet öyle birşeydi.

ALİ - Ciddimisiniz beyefendi, o nadide kitap şimdi olsaydı sanırım bütün paramı vermekten kaçınmazdım.

NURİ – (Gözleri açılır) Ne bütün paranımı yani şeeyy... bütün paranızımı demek istedim.O kadar vermenize bir gerek yok.O kitapta her kitap gibi öyle bir kitapdır işte.

ALİ – Ahh beyefendi o kitap için böyle konuşmayınız lütfen o kitap gerçekte bir kitap değildir.

NURİ - (laçkalaşır) Bencede kitap değil.Zaten kitap olsaydı, şey olurdu peki ne bu ulan.Şey yani ne bu sayın beyefendi hazretleri.

ALİ – O bir yaşam biçimi, o kağıtların üzerine yazılmış hayat hikayeleri.O bir çölde tek başına kalmış insanın hasret kaldığı bir çağlayandır.

NURİ - Tabii çok haklısınız beyefendi nerden baksanız 120 yıllık bu kitap.(kendine) olaya bak 120 yıldır bir kitap satılmazmı? (adama) Antikalar antikası bile diyebiliriz.Biraz daha satılmasaydı.. ee şey yani birazda tarihi eser sınıfına giriyor.

ALİ – O kitap tarihi eserden öte bir şeydir.Çok nadide çok hürmete layık bir kitaptır.

Bulumayacağınıza eminmisiniz o kitabı?

NURİ – Vallaha buluruz tabii bulmasına da bu biraz pahalıya patlar.İstanbulun bütün kitapçılarını gezmem lazım.Dediğiniz kitap öyle her yerde bulunan cinsten bir kitap değildir.Onun için biraz masraflı olur.

ALİ – Lütfen istirham ederim masraftan kaçınmayınız beyefendi.Dediğim gibi bütün paramı o kitaba verebilirim.

NURİ – (kendine) Tamam ulan nuri bu fırsatı kaçırma. Bakın bayım, deminden beri sizinle konuşuyoruz, gerçeği söylemem için sizi sınamam gerekiyordu.Çünkü o kitabı ben kendim için saklıyordum.Çok nadide bir eser olduğu için satmayı düşünmüyordum.Madem siz benden daha çok istiyorsunuz.Onu size satabilirim, tabiiki hak ettiği paraya.

ALİ -- Bayım ciddimisiniz.Çok mutlu ettiniz beni.Bu saadetimi size borçluyum.Peki ne kadar vermemi istersiniz.Çekinmeyin söyleyin lütfen ederini, çek defterime istediğiniz fiyatı yazacağım.

NURİ – Çok teşekkürler (kendine) Ulan ne kadar desem 5 milyar desem abartmış olurmuyum.

ALİ – Lütfen beyfendi istirham ediyorum buyrun lütfen söyleyin.

NURİ – (kendine) Beş milyarda çok para adama yazık etmeyelim.Tek isteği de buymuş adamın.Ne yapsak aşağı tükürsen bıyık, yukarı tükürsen sakal. Yok öyle değildi galiba, aşağı tükürsen sakal yukarı şey yapsan aman her neyse.

ALİ – Biliyorum ondan kopmanız zor olacak.Ama ona benim daha çok ihtiyacım var beyefendi.Lütfen söyleyin.

NURİ – Biliyorum bayım.Onun için fiyat vermekte zorlanıyorum .(kendine) Oğlum nuri baksana adam zengine benziyor.Tamam beş milyar diyeceğim.(adama) Bayım, en sonunda karar verdim.Bu kitabı size beş milyar karşılığında verebilirim.

ALİ – Hadi ordan deveoğludeve.

NURİ – Bayım siz ne dediniz. Yoksa ben yanlışmı duydum.

ALİ – Hadi ordan katıroğlukatır.

NURİ – Bayım bir dakika ben sizi bir yerden tanıyorum galiba. (şapkasını ve gözlüklerini çıkarır) Ulan Ali devesi sensin ha! ne yapmaya çalışıyorsun ulan sen.Sen benim başımın kuyruklu belasımısın lan.Öldüreyimmi ben seni şimdi ha. (tezgahın etrafında dört dönerler, bu sırada Ali kahkahalar atarak gülüyordur)

ALİ – Oğlum ne saf bir adammışsın bana kızıyordun birazda kendine bak saftirik!

NURİ – Gel buraya diyorum eşşoğulueşek.Kaçmasana lan.

ALİ – Hatırlıyorumda senin babanıda hiç sevmezdim o da katıksız saf biriydi.

NURİ – Ulan ölmüş babamı karıştırma, şimdi senin tövbe tövbe.

ALİ –Tamam tamam şaka derken kaka yapmayalım.Bak kaçmayacağım ama sende bana birşey yapmayacaksın. Tamammı?

NURİ – Tamam değil ulan.Geberticeğim ulan seni.

ALİ – Nuri bak tamam özür diliyorum.İyice yoruldun.Birde senlemi uğraşacağım.

NURİ – (iyice yorulmuştur ve yere oturur) Nedir bu hayattan çektiğim Allahım ne zaman rahata kavuşacağım. Öff ulan öfff.

ALİ – Aldırma ulan sağlığımız yerinde ona bak sen.Ulan nasıl kandırdım seni ama beklemezdin değilmi, benden böyle birşey.Beni tanı oğlum saf görüntümün altında içinden çıkılması zor uçurumlar gizlidir.

NURİ – Başlatma şimdi uçurumuna.Anladık tamam kandırdın.(hafif güler) Harbi ulan beni bayağı bir şaşırttın.Sen neymişsin öyle.

ALİ – (elini uzatır) Hadi kalk. Yine kızacaksın ama malesef aklıma süper bir fikir daha geldi.Ne yapayım aklıma geleni kapı dışarımı edeyim yani.Kızmayacaksan söylemek istiyorum.

NURİ – Tamam ulan söyle hadi kızmayacağım.

ALİ – Söz ver yoksa inanmam.

NURİ – Tamam sözz öff allahım!

ALİ - Biraz önce seni kandırdım biliyorsun.

NURİ – Tamam anladık.Ağzındaki baklayı özgürlüğüne kavuşturda konuyu anlayalım.

ALİ – Tamam işte anlatıyorum. Biraz önce ben kibar bir jön rolünü oynadım ve seni kandırdım.Neden diye bir sorsana niye yaptım bunu acaba?

NURİ – Sormayacağım ulan?

ALİ – Neden biliyormusun.Şu dediğin oyunculuk çalışması için yaptım.Ama bak işe yaramadığını söyleme bana, kendimizi geliştireceğiz böylece.Şimdi sıra sende diyorumki şimdi sende bir bayan kılığına girsende beraber bir film canlandırsak böylece.....

NURİ – Ne! ben ha.. Kadın kılığına gireceğim?

ALİ – Kadın değil bayan..

NURİ – Ulan senin ağzından çıkanı başka bir yerin duyuyor galiba.Ulan kaçma bu sefer seni kesin öldüreceğim.Gel buraya dedim.

ALİ – (kaçar) Hani söz vermiştin kızmayacaktın yalancısın sen yalancı.

NURİ – (ellerini başına koyar) Öff Allahım. Tamam ulan söyle Ben kadın kılığına girince.

ALİ – Kadın değil bayan..

NURİ – (kendini teselli eder) Sinirlenme nefes al.Tamam ben bayan kılığına girince ne olacak.Onu söylermisin bana ha! ne olur söyle?

ALİ – Bayan olmazsa eksiklik olurda o yüzden.Hangi filmde gördün sadece erkeklerin oynadığını, işte bu yüzden sen bayan kılığına gireceksin.

NURİ – İyi de niye ben bayan oluyorum.Sen niye olmuyorsun, bizim alnımızda dikkat enayi diyemi yazıyor.

ALİ – Bu boyla ben nasıl bayan olayım.Bu boyda bir bayanın basket veya bilumum spor dallarından birini yapıyor olması lazım.Senin boyun daha uygun olduğu için sen olacaksın.

NURİ – Vallaha mı? Hadi git işine elimden bir kaza çıkmadan.Sen bu kadar yıl yeme içme bir karizma yap. Sümüklünün teki gelsin beş dakikada karizmayı ayaklar altına alsın.Daha o kadar kafayı peynir ekmekle yemedik.

ALİ – İyi o zaman bizde hiç bir zaman artist falan olamayız.Artistliği bırak nasıl para kazanacağız onu söyle sen bana. Hani hem paramız hemde kız arkadaşlarımız olacaktı.Bu fikri sen bulmuştun şimdi niye vazgeçiyorsun?

NURİ – Oğlum ben vazgeçmiyorum ki, bayan olmam diyorum o kadar. Kabadayı olayım veya serseri olayım.Ne bileyim işte balıkçı olayım, esnaf olayım.

ALİ – Olmaz illaha bayan olacaksın.Bayansız film çekilmez.

NURİ – Üffff iyice başımı ağrıttın.Ben bakkala sigara almaya gidiyorum.Birşey istiyorsan sana da alayım.

ALİ – (donuk) Yok istemez. (Nuri çıkar) Yürüde ense traşını seyredelim Allahın odunu.Ulan sen kalk aklımıza harika bir fikir getir ondan sonrada böyle çek git.Bu adamı yüz yıl geçse de anlayamayacağım. Yok arkadaş bu herifle iş falan yapılmaz.Ben en iyisi köye döneyim.Hiç değilse orada karnım doyar, eş dost aç açıkta bırakmaz beni.Sonra orada ne iş olsa yaparım.Burada üniversite mezunu bile iş bulamıyor iş bulsa bile maaşı kendisine bile yetmiyor.İkinci bir yapmak zorunda olanlar o kadar çok ki , insanın şaşırmaması mümkün değil. İkinci iş de iş olsa, sadece adı var. Mecburiyetten neler yapmıyorlarki garson, tamirci, temizlikçi hatta boyacı olanlar bile var.Sonra çalışırken bir yakının seni gördüğü zaman, onun gözünde küçük düşüyorsun.

Yani anlayacağın oğlum Ali burada çalışmakda ayıp..en iyisi gel...


-----Nuri Bayan kılığına girmiştir, hafif kırıtarak ve aliyi süzerek tezgaha doğru gelir.Alide ona bakıyordur.

ALİ – Buyrun bayan!

NURİ – Merhaba, ben bir kitap arıyordumda acaba burada bulunurmu diye baktım?

ALİ – (gözleri açılır) Bulunmasa bile hemen bir tane icat ederiz.

NURİ – (güler) Ay! ne kadar da şakacısınız öyle ayy! bayıldım size.

ALİ – Ayy! bende size bayıldım bayan.

NURİ – (kendi sesiyle) Biraz sonra sahiden bayılacaksın.

ALİ – Efendim anlayamadım?

NURİ -- Kitabın ismi diyorum, hıım neydi hay Allah ayy neydi canım.Sizde hiç yardımcı olmuyorsunuz.Mehmet ali bey biraz yardımcı olurmusunuz.Ayyy! o adamı da hiç sevmem.Şey neyse buldum galiba kitabın ismi “Saftirikler kralı”

ALİ – Ne biçim kitap ismi o öyle canım..Neyse hemen bakayım. (Kitapları karıştırır) bakayım burda yok burda olması lazım tüh Allah vallahi kalmamış.Siz bir saniye bekleyin ben hemen o kitabı bulup getireceğim.

NURİ – Tamam ben bekliyorum seni canım. (Ali giderken nuri kolundan tutar) Gel lan buraya su katılmamış salak.

ALİ – Ama... ama.. ulan nuri sensin bu lan.

NURİ – Vallaha mı? (üstünü çıkarmaya başlar) Öcümü almayacağımı mı sandın eşek herif.Eee, nasılmış işletilmek şimdi düşün bakalım nasıl çıkarım bu işin içinde diye hadi bakalım.

ALİ – Vay vay. Bizim köydeki inatçı eşeğe hendek atlattılar deseler inanırdım ama senin bu kılığa girdiğine rüyamda görsem inanmazdım. Nasıl oldu da böyle birşey yaptın?

NURİ – Biraz öç almak birazda düşündüğümüz şeye ne kadar öküzlemesine daldığımızı görmek için yaptım. Bak Ali gelirken düşündüm de biz bu kılıklarla, bu züğürtlükle kırk yıl çalışsak ne olacak.Hayal alemi bile kabul etmez bizi. En iyisi biz bildiğimiz daha doğrusu kaderin bize öğrettiği şeylerle ilgilenelim.Oğlum Ali geçenlerde balıkçı İzzet ustayla karşılaştım.Bir yardımcı arıyormuş.Bana gel çalış dedi. Sana haftada Yüz milyon veririm dedi.Fakat ben bu artistlik macerası yüzünden kabul etmedim.Sanada söylemek istemedim.Yani anlayacağın ben bir karar verdim.O da şudur ki kitap satmakla biryere gelemeyeceğimiz kesin, hiç kimse kitap almıyor görüyorsun işte, biz baştan yanlış yollara girmişiz.Daha doğrusu doğru olan şeylerin bu sistemde yeri yok. Bende hiç değilse balıkçıda çalışır ve bir şeyler öğrenirim dedim.Ne dersin yanlışmı düşünüyorum.

ALİ – Haklısın birader bende az önce sen gittiğinde bir karar vermiştim zaten.Bende köye dönmek istiyorum. Sende biliyorsunki burada büyük balık küçük balığı hiç acımadan yiyor. Al sana Türk filmi işte! Ne dersin? Ne garip değilmi?

NURİ – Hiç de garip değil, aksine çok gerçek. Daha anlamadınmı? Sabahtan beri oynamaya çalıştığımız oyunun sonuna geldik.(Alinin omzuna elini atar) Yürü gidelim.Bir daha ki oyun için bilet kalmamıştır..
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARZUHALCİ HASAN EFENDİ


ŞAHISLAR


HASAN EFENDİ (Arzuhalci) — ZEYNEP (Arzuhalci Hasan Efendinin eşi) — HACI MEHMET EFENDİ — (Kumaşçı) — DURMUŞ (Çoban) — KADI EFENDİ — ZABTİYE, Mübaşir ve halk.


I. PERDE


(Sokak. Sahnenin solunda kumaşçı Hacı Mehmet efendinin dükkAnı. Bu dükkAn, üst katı sokağa doğru sundurulmuş bir evin altında. DükkAnın önünde sıra tahtalarının üstünde de birçok kumaş topları var.)


1. SAHNE


Hasan Efendi — Zeynep


HASAN EFENDİ — Zeynepçiğim, benim zavallı karıcığım. İnceden inceye düşündüm, her çareye, hatta her hileye başvurdum, gene de hiç bir Tanrı kulu bana iş için gelmiyor. Ne yapmalı? Halbuki bu diyarda bilgili, becerikli iki kişi varsa birisi mutlaka benim.

ZEYNEP — önceleri müşterilerin kapımızı aşındırırlardı, sokağa çıktığın zaman, etrafını alırlardı. HAlbuki şimdi işsizlikten sinek avlıyorsun. Nerde ise dileneceğiz. Yiyip içecek, giyinip kuşanacak bir şeyimiz de kalmadı. Biz böyle aç açık dururken senin bilgili, becerikli olman ne işimize yarar, a kocacığım?

HASAN EFENDİ — Ha! Giyinip kuşanmak dedin de aklıma geldi; gerçekten ihtiyacın varsa bir elbiselik alayım.

ZEYNEP — Alayın tam sırası!

HASAN EFENDİ — Senin bildiğin gibi değil canım! Allem edip kallem edip mutlak birisini kafese koyacağım. Söyle? Sana hangi renk daha gider? Yeşil mi, gök mavisi mi?

ZEYNEP — Meteliğe kurşun atarken bana yaraşacak rengi sormaktan ne çıkar? İşte buna leyleğin ömrü laklakla, ördeğin ömrü de vakvakla geçer derler!

HASAN EFENDİ — Üzülme, sen hemen eve git de beni bekle. Biraz sonra ikimiz için de en iyi kumaşı alıp getirmez-sem, bana da arzuhalci Hasan Efendi demesinler!

ZEYNEP — İyi ama parasını kim verecek?

HASAN EFENDİ — Onu hiç düşünme. Elbette bir gün öderiz.

ZEYNEP — Ben gidiyorum, sen bildiğini yap! (Zeynep uzaklaşır.)

HASAN EFENDİ (Kendi kendine) — Ey Hasan efendi. Gayret sana düştü. Kendini göster bakalım! (Biraz yürüdükten sonra) İşte sana bir kumaşçı!


2. SAHNE


Hasan Efendi — Hacı Mehmet Efendi


HASAN EFENDİ — Merhaba Hacı Mehmet efendi! Nasılsınız? İyi misiniz? Hoş musunuz?

HACI MEHMET EFENDİ — Hamdolsun... İyiyim. Siz ne haldesiniz?

HASAN EFENDİ — Teşekkür ederim... İşleriniz nasıl gidiyor?

HACI MEHMET EFENDİ — Şöyle böyle. Dostlar alışverişle görsün!

HASAN EFENDİ — Allah ticaret edenleri sever. Sabırlı olmalı, gün olur ayı besler, ay olur günü besler... Hacı efendi, sizi görünce rahmetli babanızı hatırladım. O ne iyi, ne eli açık adamdı. Vaktiyle karım için ondan bir kumaş almıştım. Gösterdiği Alicenaplığı hiç unutamam. Deminden beri nurlu, sevimli yüzünüze bakıyorum. Emin olun, sizi o mübarek ve muhterem zattan ayırt edemiyorum.

HACI MEHMET EFENDİ (Hasan efendiye bir iskemle göstererek) — Buyurun Hasan efendi, oturun. HASAN EFENDİ (Oturmadan devam eder) —Hakikaten, çehreleriniz bir elmanın yarısı gibi birbirine benziyor. Babanız, çok anlayışlı, derin düşünceli, ileriyi gören, eli öpülecek bir zattı. Söylediği birçok şeyler aynen çıkmıştır. Onu her zaman derin bir saygı ile anarım.

HACI MEHMET EFENDİ (İskemleyi Hasan efendiye yaklaştırarak) — Rica ederim oturun.

HASAN EFENDİ (Oturarak) — Hayır! Hayır! Dünyada sizin kadar babasına benzeyen bir adama rastlamak mümkün değil. Bu ağız onun ağzı, bu burun onun burnu, bu gözler onun gözleri!.. (Bir kuması eliyle okşayarak) Rahmetli ne kadar da hoşsohbetti. Allah şahit, bu diyarda onun bir eşi daha yoktur, A! bu mavi kumaşın yünü ne kadar da yumuşak. İnsanın elini okşuyor.

HACI MEHMET EFENDİ — Koyunlarımın yünlerinden dokuttum.

HASAN EFENDİ (Kumaşı göstererek) — Kim bilir elbisesi ne güzel olur! Demek, bu cici kumaşlar, koyunlarınızın yünlerinden dokundu, öyle mi?

HACI MEHMET EFENDİ — Evet!

HASAN EFENDİ — Sağlamlığına da diyecek yok.

HACI EFENDİ — Eşi bulunmaz bir kumaştır!

HASAN EFENDİ — Gerçekten pek güzel! İnsanın hemen alıp kaçacağı geliyor. Ne yapsam. Hazırda biraz param var ama... Bu gibi ihtiyaçlarımı yıllık gelirimle sağlıyorum... Fakat kumaş o kadar hoşuma gitti ki gelirimi bekleyemeyeceğim.

HACI MEHMET EFENDİ — Beklemenize lüzum yok.

HASAN EFENDİ — Bundan karıma ve kendime birer elbiselik alabilsem!..

HACI MEHMET EFENDİ — Ne kadar lazımsa vereyim. İsterseniz topu ile alın. Artan da bir gün işinize yarar. Parasını düşünmeyin. Hiç vermeseniz de olur.

HASAN EFENDİ — Teşekkür ederim. Sağ olun, var olun. Hacı efendi!

HACI MEHMET EFENDİ — Beğendiğiniz bu mavi kumaş, değil mi?

HASAN EFENDİ — Evet. Yalnız, arşım kaçtan?

HACI MEHMET EFENDİ — Sizden kAr almam.

HASAN EFENDİ — Yani?

HACI MEHMET EFENDİ — Yüz onbeş lira.

HASAN EFENDİ — Pahalı değil mi?

HACI MEHMET EFENDİ — Bana mal olduğu fiyatı söylüyorum. Bu kış koyunların çoğu soğuktan kırıldı. Piyasada yün pek azaldı.

HASAN EFENDİ — Arşınına yuvarlak hesap yüz lira versem olur mu?

HACI MEHMET EFENDİ — Bir kuruş dahi kırsanız ziyan ederim. Eskisine göre fiyatlar bir hayli yükseldi. HASAN EFENDİ — Peki! Size inanıyorum hacı efendi. ölçünüz.

HACI MEHMET EFENDİ — Ne kadar istiyorsunuz?

HASAN EFENDİ — Benim için dört, karım için beş buçuk arşın yetişir sanıyorum.

HACI MEHMET EFENDİ (Kumaşı ölçtükten sonra) — Tam on arşın! Fazla mal göz çıkarmaz! Güle güle giyin!

HASAN EFENDİ — Sağ olun!

HACI MEHMET EFENDİ — Paranızı almak için evime kadar gelmez misiniz?

HACI MEHMET EFENDİ — Şimdi gelmem.

HASAN EFENDİ — Gelmezseniz çok üzülürüm. Çekinecek bir şey yok. Acı bir kahvemizi içerdiniz.

HACI MEHMET EFENDİ — Burada verebilseydiniz daha çok memnun olurdum.

HASAN EFENDİ — DükkAnın dışında alacağınız paranın sizce bir değeri yok mu? Hem evde kaz kızartması hazırlanıyor. Bir kanadını da size ikram ederiz.

HACI MEHMET EFENDİ — Eh mademki ısrar ediyorsunuz, gidelim... Âdeta beni büyülediniz! (Hasan efendi kumaşa uzanır.) Bırakın da ben götüreyim.

HASAN EFENDİ — Müsaade edin, ben koltuğumun altına alayım da göğsümü gere gere eve gireyim.

HACI MEHMET EFENDİ — Size zahmet olmasın.

HASAN EFENDİ — Hayır, hayır, olmaz... Ben sizden önce gideyim. Hem yemeğe bakayım, hem de bir kahve hazırlatayım.

HACI MEHMET EFENDİ — Azizim her şeyden önce parayı hazırlayın.

HASAN EFENDİ (Kumaşlar koltuğunda giderken, kendi kendine) — Para!., evet! Senden çok bana lAzım. Bana kumaş satarak para kazanacağını sanıyorsan aklına şaşarım. (Uzaklaşır.)

HACI MEHMET EFENDİ (Kendi kendine) — Budala! Dediklerime tamamıyla inandı. Hem kumaşı tatlıca sattım, hem de kaz ziyafetine konacağım!


II. PERDE


1. SAHNE


Hasan Efendi — Zeynep


HASAN EFENDİ (Koltuğunun altında kumaşla koşarak gelir.) — Nasıl?.. Gördün mü? Dediğimi yaptım mı?

ZEYNEP — Ne demek istiyorsun?

HASAN EFENDİ (Gülerek ve sıçrayarak) -— İşte sözünü tutmak da buna derler! HAlA, bu dilenci kıyafetiyle gezmekten sıkılmıyor musun?

ZEYNEP — Gene neyin var? Benimle alay mı ediyorsun?

HASAN EFENDİ — Daha anlayamadın mı?

ZEYNEP — Söyle canım! Üzerinde ne var ki yerinde duramıyorsun?

HASAN EFENDİ — Param yok ama, kumaşım var, kumaşım! (Gururla kumaş parçasını açar.) ZEYNEP — Ah! Ulu Tanrım! Bunu kim ödeyecek?

HASAN EFENDİ — ödendi bile, Zeynep! Merak etme. Bunu satan tüccar, pek yaman bir adam. Yani bir budalanın dörtte biri bile değil.

ZEYNEP — O halde nasıl ödedin? Yoksa aklını mı oynattın sen?

HASAN EFENDİ — Bir kuruş dahi vermeden Hacı Mehmet Efendiden kopardım. Ben daima bu biçim alışveriş ederim. Kendisi şimdi buraya gelecek. Belki biraz da gürültü patırdı eder, fakat eline bir şey geçmez. Ona babasının güler yüzlü, anlayışlı, mübarek bir adam olduğundan; kendisinin de rahmetliye çok benzediğinden dem vurdum. Halbuki babası da kendisi kadar ahmaktı... Sonra onu evimize davet ettim. Kahve ikram edeceğimi, pişirmekte olduğum kazın bir kanadını yedireceğimi söyledim. O sevinedursun, kumaşı koltuğuma sıkıştırdığım gibi soluğu burada aldım... Kumaş da pek güzel!

dökerek elde ettin? (Kahkaha ile güler) Hacı Mehmet efendi e bizim gibi gülüyor mu bakalım? Doğrusu böyle bir alışve- rişe hiç aklım ermiyor. Adam neredeyse gelecek. Ayıkla bakalım pirincin taşını!

MASAN EFENDİ — Zeynepçiğim, vakit geçirme de hemen yatağımı hazırla. O geldiği zaman yorganın altında zangır zangır titrer, kendime hasta süsü veririm. Sen de acıklı bir tavır takınırsın. Aylardan beri hasta yattığımı söyler, biraz ağlamaklı bir sesle konuşursun. ZEYNEP — Ya adamın hakkı ne olacak?

HASAN EFENDİ — Sen aldırma. Dediğimi yap. Alt tarafını bana bırak. İşimiz düzelince elbet öderiz. (Acele soyunur, gecelik takkesini giyer, bu sırada kapı çalınır. Hasan efendi telAşla kumaşı yatağın altına saklar.) Çabuk olalım, kapı çalınıyor. Aman yakayı ele vermeyelim! (Yatar ve çekilen perdenin arkasında kaybolur.)


2. SAHNE


Hacı Mehmet Efendi — Zeynep — Hasan Efendi


HACI MEHMET EFENDİ (Dışarıda güm güm kapıyı döver) — Ey! Hasan Efendi! Ben geldim.

ZEYNEP (İhtiyatla kapıyı açar) — Aman yarabbi! Bu nasıl kapı vuruş! Ne istiyorsunuz? Yavaş söyleyin!

HACI MEHMET EFENDİ — Hemşire hanım, ben kumaşçı Hacı Mehmet efendiyim.

ZEYNEP — Anladım, yavaş konuşun.

HACI MEHMET EFENDİ — Siz onun ailesi değil misiniz?

ZEYNEP — Kimin ailesi? Ne demek istiyorsunuz? Buraya niçin geldiniz.

HACI MEHMET EFENDİ — Kocanızı görmeye geldim, hanım.

ZEYNEP — Beni kimin karısı sanıyorsunuz?

HACI MEHMET EFENDİ — Kimin mi? Allah Allah. Siz Hasan efendinin, Arzuhalci Hasan efendinin karısı değil misiniz? O, bu evde oturmuyor mu?

ZEYNEP — Evet! Fakat son dakikalarını yaşıyor!

HACI MEHMET EFENDİ — Nerde?

ZEYNEP — Yatağında! İki aydan beri inim inim inleyen, ateşler içinde yanan bir adamı rahatsız etmek, doğrusu saygısızlıktan başka bir şey değil.

HACI MEHMET EFENDİ — Kimden bahsediyorsunuz?

ZEYNEP — Kimden olacak? Zavallı kocam Hasan efendiden! (Ağlar.)

HACI MEHMET EFENDİ — Nasıl olur, daha biraz önce beraberdik.

HASAN EFENDİ (Perde arkasında) — Of! ölüyorum, ilAcımı getirin.

HACI MEHMET EFENDİ — Hangi ilAçtan bahsediyorsun? Ben paramı almaya geldim.

ZEYNEP —- Rica ederim, yavaş söyleyin.

HACI MEHMET EFENDİ — Yavaş! Yavaş! Ne yapayım? Dilimi mi yutayım? Alacağımdan mı vazgeçeyim?

ZEYNEP (Bağırarak) —- ölüm döşeğinde yatan bir hasta ile alay etmeyin, rica ederim.

HACI MEHMET EFENDİ — Kendi sesiniz dokuz mahalle öteden işitilirken, bana ağız bile açtırmak istemiyorsunuz.

ZEYNEP — Söyledikleriniz şakaysa da ciddiyse de yetişir artık!

HACI MEHMET EFENDİ — O halde paramı verin.

ZEYNEP — Ne parası?

HACI MEHMET EFENDİ — Kumaşımın hanını, kumaşımın!

ZEYNEP — Amma tutturdunuz ha!

HACI MEHMET EFENDİ — Hasan efendinin evinde değil miyim? Alacağımı kim verecek? ZEYNEP — Siz işi çok ileri götürmek istiyorsunuz.

HACI MEHMET EFENDİ — Rica ederim! Ya borcunuzu verin, ya kumaşı!

ZEYNEP — Şimdi kocam ağır hasta. Bir alacağınız varsa, sonra bir çaresine bakarız.

HACI MEHMET EFENDİ — Hemşire hanım. Beni budala yerine koymayın. Daha yarım saat önce kocan dükkAnıma geldi. Bir hayli konuştuk. Sonra beğendiği kumaştan kestirdi, koltuğuna alıp koşa koşa buraya geldi.

ZEYNEP — Son dakikalarını yaşayan bir adamın koşmasına imkAn var mı?

HACI MEHMET EFENDİ — HattA aldığı kumaş on arşındı, rengi de maviydi.

ZEYNEP — Kumaşınızın rengi maviymiş, yeşilmiş, beni ilgilendirmez. Ben yalnız şunu bilir, şunu söylerim: Kocam iki aydır evden dışarı çıkmıyor.

HACI MEHMET EFENDİ — Çıldırmak işten değil.

ZEYNEP — Ah! Ne kadar da yüksek sesle konuşuyorsunuz! Rica ederim, daha yavaş söyleyin. Perişan bir halde yatan hastaya azıcık olsun acıyın, ne olur.

HASAN EFENDİ (Perdenin arkasından) — Yastığımı biraz kaldırın, ıhlamur getirin, gürültü etmeyin. HACI MAHMUT EFENDİ — Hasan efendi. Verdiğiniz söz üzerine kumaş parasını almağa geldim. (Hasan efendi inleyerek bazı hareketler yapar, yatağında sıçrar.)

ZEYNEP — Ah! Zavallı kocacığım. (Hacı efendiye hitaben) görüyorsunuz ya, nasıl sıçrıyor.

HACI MEHMET EFENDİ — Allah Allah! Gerçekten hasta mı?

ZEYNEP — Amma da taş yüreklisiniz. Bu kadar da işkence.

HACI MEHMET EFENDİ — Ah! şimdiye kadar kimseye veresiye vermemiştim!..

HASAN EFENDİ (Daima perdenin arkasından) — İlAcımı verin!

ZEYNEP — Görüyorsunuz ya. Ne olur, biraz merhamet edin de, susun.

HACI MEHMET EFENDİ — Ama biraz önce kendisine on arşın mavi kumaş satmıştım. Uzun uzadıya da pazarlık etmiştik, fakat şimdi iş değişti!.. Peki ocakta kaz kızartması olduğu da yalan mı?

ZEYNEP — İlAhi, Hacı efendi! Biz kim, kaz kızartması kim? Doğrusu bu sözünüze hiç diyecek yok! Canınız kaz eti istiyorsa başka yerde arayın, bizimle de daha fazla alay etmeyin.

HACI MEHMET EFENDİ — Kızmayın hemşire hanım, kızmayın. Söylediğim hakikatin ta kendisidir, ne eksiği var, ne de fazlası. Ama ne fayda! Hasan efendi ecelle pençeleşiyor, siz de olup bitenden habersiz görünüyorsunuz. Zihnim altüst oldu. Kim bilir belki de yamlıyorum. Bir defa daha kumaşlarımı elden geçireyim. (Çıkar.)


3. SAHNE


Hasan Efendi — Zeynep


HASAN EFENDİ (Perdenin arkasından kafasını uzatarak) — Gitti mi?

ZEYNEP— Sus!..

HASAN EFENDİ — Nasıl kandı, gördün ya?

ZEYNEP — Aman sus! Tekrar gelebilir.

HASAN EFENDİ — Fakat bir dakika daha kalsaydı patlayacaktım. (Kalkar ve gecelik elbisesiyle görülür) Müdafaa güç oldu. Mübareği bir türlü inandıramadık! (Her ikisi de kahkaha ile gülerler) Mavi kumaşından ne de yanık yanık bahsediyordu!.. Aman karıcığım. Bu işte sonuna kadar dayanmak lAzım! (Kapının çalınmasıyla kahkahalar kesilir.)


4. SAHNE


Aynı Şahıslar ve Hacı Mehmet Efendi


(Hasan efendi yatağına girmeye vakit bulamadığından eline geçen eşya ile biçimsiz şekilde giyinir. Bir saplı süpürgenin üzerine "ata biner gibi" biner, bir kulplu tencereyi başına geçirir, odanın içinde sağa sola koşmağa başlar. Zeynep kapıyı Hacı Mehmet efendiye açar ve kahkaha ile gülmekten kendini zor alıkor.)

HACI MEHMET EFENDİ — Yüzüme karşı gülüyorsunuz da paramı niçin vermiyorsunuz?

ZEYNEP (Hazin çehresini tekrar takınarak) — Görüyorsunuz ya! İyice delirdi.

HASAN EFENDİ — Bu hafta Aslan beyin kızıyla evleneceğim! Davullu, zurnalı düğün isterim. Otuz tane oğlum olacak! Fenerleri yakın!

HACI MEHMET EFENDİ — Saçmalarınızı dinlemeğe gelmedim. Borcunuzu verin.

ZEYNEP — A! HAlA ısrar mı ediyorsunuz? Zavallının halini görmüyor musunuz? (Hasan efendi bin bir çeşit gayri tabiî tavırlarla konuşmakta devam eder.)

HACI MEHMET EFENDİ — Nöbeti üstünde... Fakat, hiç şüphem yok, kumaşımı alan da bu idi. Ne tuhaf hasta!.. (Hasan Efendi şarkı söyler.)

ZEYNEP — Şimdi de bir şarkı tutturdu!

HACI MEHMET EFENDİ — Bin bir dereden su getirerek en güzel kumaşımı aldı, koltuğunun altında götürdü. Burada kahve içecek, kaz eti yiyecektik. Hepsinden vazgeçtim; fakat kumaşıma yanıyorum.

HASAN EFENDİ — Çık dışarı!.. Bu hödük de ne istiyor? Hangi telden çalıyor?

HACI MEHMET EFENDİ — Doğrusu bu maskaralıklarınıza hiç diyecek yok Hasan efendi.

ZEYNEP — Ne yaptığını bilmiyor, ağzına geleni söylüyor.

HASAN EFENDİ (Anlaşılmaz şekilde şarkı söyler):

İçmeden oldum sarhoş

Gönlüm dolu, elim boş

Ben bülbül bekliyorum

İstemiyorum baykuş

HACI MEHMET EFENDİ — Dilinden bir şey anlıyor musunuz? Boyuna saçmalıyor.

HASAN EFENDİ — Kara hummaya tutuldum. Beni yengeç ısırıyor. Pazara gideceğim. Kızılcık şerbeti içeceğim!..

HACI MEHMET EFENDİ — Durmadan, dinlenmeden saçmalar savuruyor.

ZEYNEP — Çılgınlığı gitgide artıyor, zavallı kocacığım!

HASAN EFENDİ (Şarkı söyler):

RüzgArlar esmez oldu Dişlerim kesmez oldu Benzim sarardı soldu Gözlerim yaşla doldu

HACI MEHMET EFENDİ — Sana hak veriyorum. Gerçekten hasta. Söyledikleri anlaşılmıyor, ne dediğini bilmiyor.

ZEYNEP — Hiç arasız sayıklıyor!..

HACI MEHMET EFENDİ — Paramı almağa gelmiştim. Bir zır deli ile karşılaştım. Kumaşımı cinler periler almış olacak. Affedin, hemşire hanım. Sizi hastanızla baş başa buakıyo-rum. Allah size sabır versin. (Çıkar.)
 
Son düzenleme:

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
ARZUHALCİ HASAN EFENDİ (devamı)
5. SAHNE


Hasan Efendi — Zeynep


HASAN EFENDİ (Hacı Mehmet efendi çıktıktan sonra) — Uğurlar olsun Hacı efendi, inşallah yine görüşürüz. Hamdolsun bu vartayı da atlattık. (Gizlendiği yerin perdesini açar.) Çok yorulduk ama, kumaşı da sağlama bağladık. (Zeynep kumaşa sarılır, bir ucundan da Hasan efendi tutar.)

ZEYNEP — Yünü de ne yumuşak! Kadife gibi!..


III. PERDE


(Birinci perdedeki dekorun aynı. Yalnız Hacı Mehmet Efendinin dükkAnı kapalı. Sahnenin ortası biraz yükseltilerek sandalye veya koltuk konulmuş. Buraya Kadı oturacak ve açık havada hükmünü verecektir.)

1. SAHNE


HACI MEHMET EFENDİ (Kapının önünde yalnız) — Bu ne iş! Hep aynı masal! Aynı martaval! Bu gidişle yerimi yurdumu da elimden alacaklar. Herkes beni soymaya çalışıyor. Dün birisi karşıma çıkar kumaşımı alır, savuşur. Bugün çobanım Durmuş beni aldatır... Artık bu vurgunculuklara bir son vermek gerek... (Çoban Durmuş görünür.)


2. SAHNE


Hacı Mehmet Efendi — Çoban Durmuş


HACI MEHMET EFENDİ — Ettiklerin yetişir hesaplaşmak zamanı geldi. Beni aldatmanın ne demek olduğunu sana göstereceğim ve sana yol vermekle işe başlayacağım, anladın mı, hilekAr herif!..

ÇOBAN DURMUŞ (Köylü şivesiyle heceleri uzatarak) — Kuzum Hacı efendi. Aramızda bir anlaşmazlık olduğunu sanıyorum. Benden şikAyet ettiğini öğrendim. Kadı efendinin huzuruna çıkacakmışım. Başıma hiç böyle bir iş gelmedi; şimdiye dek kimseyi aldatmak da aklımdan bile geçmedi.

HACI MEHMET EFENDİ — Kendini doğru bir adam olarak satmağa kalkışma. Koyunlarımı döve döve öldüren, sonra etlerini kasaba satan sen değil misin? Bu hayinliğini yanına bırakmayacağım. Seni ipe çektirinceye kadar uğraşacağım!

ÇOBAN DURMUŞ — Kuzum Hacı efendi! Beni boğazımdan mı astıracaksın?.. Sana yalvarırım. Şunun bunun lAfına kulak asma. Namuslu, emektar çobanına acı.

HACI MEHMET EFENDİ — Ya! Mallarımı kırıp geçirirsin değil mi? Fakat Kadı'mn huzurunda on arşın kumaşımı, hayır koyunlarımı ödemeğe mahkum olacaksın. Uğursuz herif! Senelerden beri bana açtığın zararları düşündükçe aklımı oynatacak gibi oluyorum.

ÇOBAN DURMUŞ — Şeytana uyup da düşman sözüne inanma Hacı efendi. Hastalıktan ölen koyunların eti nasıl satılabilir?

HACI MEHMET EFENDİ — Defol buradan. Yaptığın iş meydanda seni astırmadan rahat edemeyeceğim. (Soldan evine girer.)


3. SAHNE


Çoban Durmuş — Sonra Arzuhalci Hasan Efendi


ÇOBAN DURMUŞ. (Yalnız) ~ Bu belAdan biran önce kurtulmak için bir arzuhalci bulmalı. (Sağdan Hasan efendiyi görür.) Affedersin efendim. Koyunlarımı kırda bıraktım da geldim. Beni kurtaracak bir adam arıyorum.

HASAN EFENDİ — Ben arzuhalciyim. Derdin ne ise söyle.

ÇOBAN DURMUŞ — Bir iftiraya uğradım. Bundan kurtulmak için her şeyimi vermeğe hazırım.

HASAN EFENDİ (Kendi kendine) — Bize iyi bir kısmet çıktı. Çobanın budalalığına bakılırsa elimiz biraz para görecek, galiba!

ÇOBAN DURMUŞ — Kadı'ya ne diyeceğimi bana öğretir misiniz?

HASAN EFENDİ — İşini anlat bakayım.

ÇOBAN DURMUŞ — Aramızda kalsın ama. Olduğu gibi anlatmak, doğru olur mu?

HASAN EFENDİ — Elbette. Olduğu gibi söyleyeceksin.

ÇOBAN DURMUŞ — Peki anlatayım. Ben kumaşçı Hacı Mehmet efendinin çobanıyım. Beni Kadı'ya şikAyet etmiş, astırıncaya kadar yakamı bırakmayacakmış. HAlbuki benim hiç bir suçum yok. Yalnız, güttüğüm koyunlarından seksenini aksilik ettikleri için öldürmüştüm. Bir gün Hacı Efendi köye geldi. Koyunların neden kırıldığını sordu; ben de "sakağı"dan öldüklerini söyledim. "O halde ölenleri uzakça bir yere göm. Hastalık diğerlerine bulaşmasın" dedi. Ben neden öldüklerini bildiğim için etlerini bir kasaba satıyordum. Böylece birer ikişer sürüyü tükettim. Hacı efendiye de tekmil haberini verdim.

HASAN EFENDİ — Seni bu işten kurtaracağımı sanıyorum. Yalnız Hacı efendinin şahitleri var mı?

ÇOBAN DURMUŞ — On kişiden fazla!.. Darağacına gitmekten korkuyorum!..

HASAN EFENDİ — Suçun çok büyük. Fakat ben seni beraat ettirmeğe çalışacağım. Yalnız, davayı kazandırırsam bana ne verebilirsin?..

ÇOBAN DURMUŞ — Altı sarı lira, belki daha da fazla verebilirim.

HASAN EFENDİ — Sözlerimi iyi dinler ve göstereceğim yoldan gidersen bu davayı yüzde yüz kazanırsın. Beni Kadı'nın yanında gördüğün zaman tanışıklık gösterme. Hacı efendi söylerken de hiç sesini çıkarma. Sıra sana gelince bütün sorulara koyunların gibi "Meee!" diye karşılık ver. Bunu kolaylıkla yapacağını sanıyorum. "Oyun yapıyor, mahkeme ile eğleniyor, kendini hayvanlarının yanında sanıyor" derler, sen bu sözlere hiç kulak asma ve daima "Mee!" diye cevap ver; anladın mı?

ÇOBAN DURMUŞ — Hay hay! dediklerini yapacağım. Bana ne sorarlarsa sorsunlar, anlamamış gibi davranacağım; yalnız, koyunlar gibi meleyeceğim.

HASAN EFENDİ — Böylece Hacıyı alt edeceğimizi sanıyorum. Fakat sonunda hakkımı vereceksin ha!

ÇOBAN DURMUŞ (Israr ederek) — Ne demek efendim, paranın sözü mü olur? Hiç merak etme sen.

HASAN EFENDİ — PekAlA! Biraz sonra, ayrı ayrı yoldan gelerek burada birleşelim.

ÇOBAN DURMUŞ — Baş üstüne. (Mübaşir, Kadının mahkemeye başlayacağını ilAn eder.) HASAN EFENDİ — Mübaşir haber veriyor. Kadı yerine oturmak üzere. Çabuk buradan uzaklaş! (Her biri bir taraftan çıkar.)


4. SAHNE


(önde mübaşir, arkasında zahtiye ve halk olduğu halde Kadı gelir, çok işi olan bir adam tavrıyle sahnenin ortasında, yüksekçe bir yere konulan koltuğa kurulur. Hasan efendi sağdan, Çoban Durmuş da soldan girerler.)


Halk — Kadı — Hasan Efendi — Sonra Hacı Mehmet Efendi ve Çoban Durmuş


HASAN EFENDİ (Kadı gelirken önüne çıkarak) — Hoş geldiniz, safa geldiniz Kadı efendi. Allah ömrünüzü artırsın! Nasılsınız?

KADI EFENDİ (Çok işi varmış gibi bir tavırla) — Hoş bulduk Hasan efendi. Siz de iyi misiniz?.. Davanız varsa çabuk olun! Burada çok kalmayacağım.

HACI MEHMET EFENDİ (TelAşla ve zor nefes alarak içeri girer) — Biraz bekleyin Kadı efendi, şimdi gelecek.

KADI EFENDİ — Kim gelecek?

HACI MEHMET EFENDİ — Müdafaamı yapacak adam.Rica ederim bir dakika müsaade buyurun.

KADI EFENDİ (Sabırsız bir tavırla.) — Beni başka işler

için bekliyorlar. Fazla duramayacağım. Hasmın buradaysa kAfi. Davanı söyle?

HACI MEHMET EFENDİ — Çobanım Durmuş bir sürü koyunumu döve döve öldürdü. KADI EFENDİ — PekAlA! Suçluyu getirin.

HACI MEHMET EFENDİ (Gizlice giren ve halk arasına karışan Çoban Durmuş'u göstererek) — İşte burada, dinleyiciler arasında gizlenmiş, asılmak korkusuyla tir tir titriyor, ağzını bıçak açmıyor!

KADI EFENDİ (Cam sıkılmış) — İkiniz de karşıma gelin. (Hacı Mehmet efendiye.) ŞikAyetin ne ise anlat.

HACI MEHMET EFENDİ — Kimsesiz bir çocuktu. Acıdım, yanıma aldım ve çoban olarak yetiştirdim.

KADI EFENDİ — Aylıkla mı yıllıkla mı?

HASAN EFENDİ (Bu sırada halk arasından çıkarak ilerler ve Hacı Mehmet efendi tarafından tanınmamak için eliyle yüzünü kapatır.) Aylık, yıllık vermeden nasıl çalıştırabilir?

HACI MEHMET EFENDİ (Hasan efendiyi tanıyarak) — Bu, muhakkak Hasan efendidir. Sesiyle, tavrıyle ta kendisi!

KADI EFENDİ (Hasan efendiye) — Yüzünüzü niçin kapatıyorsunuz, dişleriniz mi ağrıyor?

HASAN EFENDİ — Evet efendim, rüzgAr, çok rahatsız ediyor.

KADI EFENDİ — Hasan efendi, şu işi bir an önce bitirmek gerek.

HACI MEHMET EFENDİ (Hasan efendiye) — Geçmiş olsun Hasan efendi.

KADI EFENDİ (Hacı Mehmet efendiye) — Konuşmayın. Yoksa davanızı bırakırım. Mahkemede lAubalilik olmaz.

HACI MEHMET EFENDİ (Daima Hasan efendiye) — On arşın kumaşımı sana satmıştım, değil mi? KADI EFENDİ — Hangi kumaştan bahsediyorsunuz?

HASAN EFENDİ — Yanılıyor efendim. Hasmına sor. Belki bir şey anlaşılır. Bana söz düşmez. (Birdenbire anlamış bir tavırla.) Aa! Söylemek istediği şey şu olsa gerek! Güya sırtımdaki elbisenin kumaşı onun koyunlarının yününden yapılmışmış. Bunu da bu zavallı adam çalmışmış. Sözün kısası, böyle karışık dava görmedim.

KADI EFENDİ — Bana da öyle göründü! Efendiler sözünüzü tamamlayın.

HASAN EFENDİ (Gülerek) — İstemeyerek gülüyorum. Onu sadece davet etmek lAzım.

KADI EFENDİ (Hacı efendiye) — Rica ederim. Koyunlarımıza ait şikAyetinize devam edin.

HACI MEHMET EFENDİ — Bu adam benim kumaşımı almadıysa asılmaya razıyım. Geri versin. Her şeyi anlatacağım.

KADI EFENDİ — Hacı efendi! Şu koyunlarınızı anlatın. Kaç koyununuzu aldı?

HACI MEHMET EFENDİ — On!

KADI EFENDİ -— Bizi ahmak, budala yerine mi koyuyorsunuz? Yetişir artık. Siz böylece saded halicine çıkarsanız davaya son vereceğim.

HASAN EFENDİ — Elbette Kadı efendi. Bu hakarete katlanılamaz. Bu adam bizi düpedüz deli edecek. Münasip görürseniz susmasını emredin, biraz da hasmını dinleyin.

KADI EFENDİ — Hakkınız var! (Çoban Durmuş'a) Buraya gel! Sen söyle bakalım.

ÇOBAN DURMUŞ — MeeL

KADI EFENDİ — Ee! Bizimle eğleniyor musun?

HASAN EFENDİ — Ya deli, ya inatçı, yahut da kendisini koyunları arasında sanıyor.

HACI MEHMET EFENDİ (Hasan efendiye) — Kumaşımı alıp götüren sendin. (Kadı'ya dönerek) Ya bunun hilesini bir bilseniz, Kadı efendi!

KADI EFENDİ — Kumaş işini koyun davasına karıştırmayın, sadede gelin. Yoksa kalkıp gidiyorum.

HACI MEHMET EFENDİ (Çabuk çabuk söyleyerek) — Lütfen beni dinleyiniz. Asılacağımı da bilsem ben doğruyu söylerim. Bir hilekAr da beni dolandırdı. Fakat bu davaya karışmayacağım. Kadı efendi! Kumaşımın alındığını söylüyorum! Affedersiniz. Koyunlarımı demek istiyorum. Çok heyecanlıyım, beni mazur görün. Tekrar ediyorum. Bu Hasan efendi, Çobanım, sürünün başında iken!.. Evinde bana 1150 lira vereceğini söyledi. Hayır, yanılmıyorum. Nihayet hulAsa edeyim... 3 sene evvel çobanımla sözleştik. İyi niyetle çalışacak, kusursuz, hilesiz koyunlarımı güdecekti. Kumaşımı aldı. Şimdi beni tanımak istemiyor! Bedelini kimden alacağım! Uzun zamandan beri koyunlarımı otlatıyordu. Bu hain, yünlerimi çaldı ve sapasağlam koyunlarımı "bulaşık hastalığa tutuldu" diyerek birer birer yok etti!.. Kumaşımı koltuğunun altına sıkıştırdıktan sonra parasını almak üzere evine gelmemi söyledi; kaçtı, gitti.

KADI EFENDİ (Ümitsiz işaretler yaparak onu hayretle süzdükten sonra) — İpi sapı olmayan sözlerim dinlemekten bıktım, usandım. Sen kumaşı koyuna karıştırıyorsun. Hiç bir şey anlamıyorum. Ne demek istediğini kısaca söyle de bu işi neticeye bağlayalım.

HASAN EFENDİ — Bence zavallı çobanın hakkını vermek istemiyor herhalde.

HACI MEHMET EFENDİ — PekAlA! öyleyse çobanın hakkını kumaşın bedelinden çıkarın!

KADI EFENDİ — Kim isterse dinlesin. Ben bir şey anlamıyorum. (Omuzlarını kaldırır ve koltuğun içinde çalkalanır.)

HACI MEHMET EFENDİ — Benim aldatılmama razı olur musunuz? Elbisesine dokunulmasın. Fakat kumaşın bedelini ödesin.

KADI EFENDİ (Hiddetle ayağa kalkarak) — A!.. Artık kafa şişirdin. Mademki çobanındır, hakkını vereceksin, adalet bunu emrediyor.

HASAN EFENDİ (Çoban Durmuşu göstererek) — Zavallı köylü bir şey söylemeye cesaret edemiyor. Savunmasını üzerime aldım. Lütfen beni dinleyin Kadı efendi!

KADI EFENDİ — Doğrusu acınacak bir zavallı. Aklı gibi parası da olmasa gerek.

HASAN EFENDİ — Sizi temin ederim ki, bir ücret mukabili değil. Onu sırf acıdığım için müdafa ediyorum. (Çoban Durmuş'a.) Haydi! Durma orada, biraz yaklaş. Korkmadan, çekinmeden söyle.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Hakkında yapılan şikAyete verilecek cevabın bu mu? Ya evet, yahut hayır de. ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Boyuna "mee, mee!" diye bağırıyorsun. Burası melenecek, eğlenecek yer değil. Sorulara karşılık veer.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — A! (Yavaşça) İyi, çok iyi. Böylece devam et! (Yüksek sesle) Diyecek başka şeyin yok mu?

KADI EFENDİ — Durmuş'un anadan doğma budala olduğu anlaşılıyor. Fakat bunun aleyhine dava açmak da akıl kAn değil.

HACI MEHMET EFENDİ — Evet, orası öyle! Fakat benim de karakuşÃ® hükümlere aklım ermiyor!

KADI EFENDİ — Sus! Bir kadıya karşı saygısızlık göstermenin ne demek olduğunu biliyor musun?

HACI MEHMET EFENDİ — Peki! Ama, biri kumaşımı aşırdı, biri de koyunlarımı kırdı. Bunlara bir şey yapılmayacak mı?

KADI EFENDİ — Kırk yıllık kadıyım, böyle dava görmedim! Mütemadiyen saçmalıyorsun. Abuk sabuk sözlere daha fazla tahammül edemem. Durmuş sürüsünün başına gitsin. O ancak koyunlarıyla anlaşabilir. Hasan efendi sizi de Tanrı'ya emanet ederim. (Kadı kalkar, gider, mübaşir, zaptiye ve halk kendisini takibeder.)


5. SAHNE


Hacı Mehmet Efendi - Hasan Efendi-Çoban Durmuş


HACI MEHMET EFENDİ — İkiniz de ceza görmediniz. Bu nasıl olur? 1150 liralık kumaşım ne olacak? Koyunlarımı kim ödeyecek? Kadı'nın verdiği bu hükme hiç aklım ermedi! Adalet bu mu? (Hasan efendiye) Ya sen! HilekAr adam. Hani evinde hasta yatıyordun?

HASAN EFENDİ — Ne sayıklıyorsun! Bir yanlışlık olsa gerek.

HACI MEHMET EFENDİ — Ne yanlışlığı. Yüzde yüz sendin.

HASAN EFENDİ (Müstehzi) — Sahi mi söylüyorsun? Sakın

bir başkasına benzetmiş olmayasın?

HACI MEHMET EFENDİ — Hayır seni tanımayacak kadar aptal değilim. Evinde şeytan gibi zıplıyor, hezeyanlar savuruyor, acayip sesler çıkarıyordun.

HASAN EFENDİ — Bir defa daha git; bakalım, hAlA evde miyim?

HACI MEHMET EFENDİ — PekAlA. Doğru gidiyorum.

(Çıkar.)


6. SAHNE


Hasan Efendi — Çoban Durmuş


HASAN EFENDİ — Durmuş! Buraya gel, beni dinle. Hacı Mehmet efendi davayı kaybetti. Biz de işin içinden tertemiz çıktık.

ÇOBAN DURMUŞ.— Mee!..

HASAN EFENDİ — Canım melemeyi bırak. Hacı Mehmet efendi gitti.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Nafile kendini yorma. Kadı efendi de onun şikAyetlerine kulak asmadan buradan uzaklaştı. Görüyorsun ya, dediklerim çıktı, artık insan gibi konuşabilirsin.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Hilenin yeri kalmadı oğlum! Ücretimi vermenin zamanı geldi.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Ya!.. Çok güzel! Fakat ben seni namuslu bir adam biliyordum. Paramı ver. Boş yere meleme.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — EvlAdım, bu koyun dilini bırak. Hacı Mehmet Efendinin saçma sapan sözlerini, senin soğukkanlı-ğın çürüttü. öğütlerimi çok iyi tuttun. Hakkımı ver de güzellikle ayrılalım.

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Aklını başına topla. İlk konuştuklarımızı hatırla, ve son sözünü söyle. ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ — Bana yaklaş. Bu çirkin şakayı bırak. Paramı ver de defol!

ÇOBAN DURMUŞ — Mee!..

HASAN EFENDİ (Hiddetlenerek) — Budalalığın lüzumu yok. Sana kıyamete kadar mele demedim ki! Paramı almak için başka çarelere mi başvurayım? Beni kimin yerine koyuyorsun? Dur hele, benimle alay etmenin ne demek olduğunu sana göstereyim. (Çobana vurmak için etrafında bir şey arar.)

ÇOBAN DURMUŞ — Yakalayabilirsen, elinden geleni yap! (Sahnenin dip tarafından kaçar ve gözden kaybolur.)

HASAN EFENDİ (Yalnız, meyus) — Görüyorsun ya Hasan efendi!.. Çoban da borcunu senin usulünle ödedi! Şu hakikate artık iyice inandım: Bu dünyada insan, ettiğini buluyor ve ektiğini biçiyor.
 
Son düzenleme:
Top