şüpheli şeylerden kaçınmak (vera)

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
VERA (ŞÜPHELERDEN SAKINMAK)
Vera; Allah Teala hariç her şeyden şiddetle sakınmaktır. Dinde haram ve mekruh olan şeyleri terk ettikten sonra, haram ve mekruh oluşu şüpheli olan hususları da terk etmektir. Zerre kadar da olsa kimsenin hakkını üzerine geçirmemektir. Vera; takvanın ileri merhalesidir. Emredilen ve men edilen bütün dini emirleri teferruatı ve incelikleri ile tatbik etmektir.
Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe
vermeyene bak!" (Tirmizî, Kıyâmet, 60)
Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- harâma düşmemek ve ondan tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu:
"Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı, sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir." (Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107)
Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Peygamber Efendimiz, insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir. İslâm âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa kavuşturmuşlardır. Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak gerekmektedir. Çünkü, kaçınılan şey, harâm ise ona bulaşmaktan korunmuş olur. Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki bunun bir zararı olmaz.
Bir sofi anlatıyor:
Gavs-i sani hazretleri, Arafat görevi bittikten sonra farz olan tavafa başladılar. Ben Gavs-i sani hazretlerinin sol tarafında, yani iç tarafta sayı teşbihini tutuyordum. Tavaf sırasında, beşincimi yoksa altıncı şavt mı yapıyoruz, diye kalbime bir şüphe geldi ve o anda kendimi yokladım, emin olmamakla beraber yedinci şavt tamam oldu kurban dedim. Gavs-i sani hazretleri, “Kalbe şüphe oldu, onun için bir şavt daha yapacağız” dedi ve bir şavt daha yapıp tamamladık.
Vera, dört kısımda mütalaa edilmiştir:
Vera'-ı adül: Fetva ehlidir. Dinin hükümlerine riayet etmektir.
Vera'-ı süleha: Haram ihtimali olan şeylerden çekinmektir.
Vera'-ı müttakıyan: Helalde şüpheli olanlardan uzaklaşmaktır.
Vera'-ı sıddikin: Hakk'a ibadette kuvvet kazanmak için hilaf-ı nefs etmektir.
Takva gibi vera'nında pek çok tarifi yapılmıştır. Ayet, hadis ve ehli gönül vera'yı tariflerini görelim ve birkaç misal alalım. Kuşeyrî (k.s) Hazretleri, vera' bahsini “Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi islamı iyi anlayıp tatbik ettiğinin delilidir” hadisi şerif ile açıyor. Görüldüğü gibi vera, fuzuli şeyleri terk etmek ve şüpheli olan her şeyi terk etmektir. Dinin inceliklerine son derece hassas olan Allah Resulü (a.s.v), Ebu Hureyre'ye (r.a) hitaben: “Vera' sahibi ol ki,insanların en çok ibadet edeni olasın” buyurmuşlardır.
Naklederler ki, bir cami tamir ederken, teberrüken Ebu Hanife'den de bir şey istediler. Bu İmama ağır geldi. Oradakiler: maksadımız teberrüktür, sen ne dilersen onu ver, dediler. Bunun üzerine hiç istemeye istemeye tam ayar bir altın kaldırıp verdi. Talebeleri: ya İmam! Sen cömertlikte bir eşi bulunmayan kerem sahibi bir zatsın, bu kadar bir altını vermek neden sana bu kadar ağır geliyor, dediklerinde dedi ki: mal olması itibariyle onu vermek bana ağır gelmiş değildir.
Ben malımı helal biliyorum. Benden, (cami inşaatı için) bir şey istediklerinde, hiç hoşlanmadım, zira malımın helal oluşu hususunda bir şüphe ortaya çıktı ve bu beni zoruma gitti. Birkaç gün geçtikten sonra o tam ayar altını getirip iade ettiler ve: bu değersiz bir madendir, dediler. İmam A' zam bundan, son derece memnun kaldı. (Tezkiretü'evliya s 281)
Derler ki, “Dînî mevzularda ince düşünenin kıyamet günü önemi büyük olur.” İşte o önemi büyük olanlardan Ebu Bekir Sıddık (r.a) “Bir nev'i harama düşeriz korkusu ile yetmiş çeşit helali terk eyledik” buyurmuş, takvanın ileri derecesi olan vera'a nasıl ulaşılır öz olarak anlatmıştır.
Seriy Sakati (k.s). Cüneyd-i Bağdadi (k.s) ile gönül sohbetine dalmıştı. “Cennete giden kısa bir yol biliyorum” dedi Seri (k.s). Cüneyd (k.s) sordu, bu yol nedir? Cevap: “Hiç kimseden bir şey isteme, verildiği takdirde hiç kimseden bir şey alma. Hiç kimseye verecek bir şeye sahip olma.”
Ebu Osman'a (k.s) göre, vera'ın sevabı ve neticesi ahirette hesabın hafif olmasıdır.
Vera', onurlu bir makamdır. Nitekim Resulullah (a.s.v) Efendimiz “Dinin temeli veradır” buyurur.
Büyüklere göre vera' sahipleri üç gruptur:
1. Açık surette haram ve helal oluşu belli olan şeyler arasında kalan ve kesin olarak haram ve helal denilemeyen şüphelilerden sakınanların vera'ı.
İbn Sirin (k.s) der ki: "Bana vera'dan daha kolay gelen bir şey yoktur. Bir şey gönlüme şüphe veriyorsa hemen onu terk ederim."
2. Eli bir şeye uzandığında kalbiyle duruma vakıf olarak göğsü daralan kimselerin vera'ı. Bu tür vera'ı ancak erbabı kulüb (gönül ehli) ve tahkik ehlinden olan kimseler anlayabilir. Ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Günah, gönlünde daralma meydana getiren şeydir” buyurmaktadır.
Ebu Said Harraz (k.s) der ki; “Vera', halka zerre ölçüsünde dahi olsa haksızlık yapmaktan uzaklaşmaktır. Ta ki hiçbir kimse sizden bir zulüm ve haksızlık gördüğünü iddia ederek talepte bulunamasın.
3. Ariflerin ve vecd ehlinin mertebesidir. Ebu Süleyman Darani (k.s) şöyle der: “Seni Allah'tan alıkoyan her şey senin için uğursuzdur.”
Vera'ın en aşağı derecesi yasaklardan çekinmek, en yüksek derecesi ise Allah'ı zikirden alıkoyacak şeylerden kaçınmaktır.
Vuslat-ı Hak yolcuları için, sadece bu yolda beş güzel esas vardır. Bunlar:
Sabır, Takva, Vera', Yakin ve Marifettir.
Hz. Ömer b. Hattab (r.a) diyor ki: “Takva sahibi olan, vera'yı elde eden kimsenin, dünyalığı elinde bulunduranlara karşı boyun bükmesi doğru değildir.”
Ebu Hureyre (r.a) “Yarın Allah Teala'nın indinde bulunacak olanlar, zühd, takva ve vera' sahipleridir” diyor.
Allah Teala, Hz. Musa (a.s)'a “Bana yaklaşanlar vera' ve zühd ile yaklaştıkları kadar, başka bir şeyle yaklaşamazlar” diye vahyetmiştir. Resülullah (s.a.v) “Zahid olunuz ki vera' sahibi olmanız kolaylaşsın” buyurmuşlar.
Geylani (k.s) Hazretleri der ki : “Sebepler tuzağını parçaladığın zaman müsebbite vasıl olursun: Yani, sebepler perdesini ortadan kaldırdığın zaman onların maverasında Allah'a (c.c) ulaşırsın. Adet ve alışkanlıkları bertaraf ettiğin zaman onların ardında Allah'ı (c.c) görürsün, onların arkasında senin için harikuladelikler zuhur eder.”
Sofiler haram olan şeylerden kendilerini kesin olarak uzakta bulundururlar. Fakat, haram olduğu veya mubah olmadığı konusunda en küçük şüphe bulunan hususlardan da haramdan kaçınır gibi kaçınırlar. Şüpheli şeylere girmenin kendilerini harama sürükleyeceğinden endişe ederler. Ayrıca helal ve mübah olduğu kesinlikle bilinen şeylerin kesinlikle ihtiyaç ve zaruret miktarından fazla olan kısmını da terk ederler.
Salik önce züht sahibi olmaya çalışmalı, bilahare takva ve vera' gelir ki, züht ile vera' arasındaki fark şudur: Vera' şüpheli olanı terk; züht ise ihtiyacından fazlasını bırakmaktır. Evet, vera' kalbi tasfiye, lisanı muhafaza ve bütün işlerde malayaniyi (boş işleri) terktir ve vera'ın en aşağı derecesi, yasaklardan çekinmek, en yüksek derecesi ise Allah'ı (c.c) zikirden alıkoyacak olan şeylerden kaçınmaktır.
Şüpheli şeyler hususundaki bu hassasiyet, çağlar boyu Allah dostları vasıtasıyla süregelmiştir. Bu mümtaz şahsiyetler, geriden gelenlere çok güzel hakkaniyet hâtıraları bırakmışlardır. Bunlardan biri de, İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleridir.
Ebû Hanîfe hazretleri, ticaretle geçinen servet sâhibi zengin bir kimse idi. Ancak ilimle meşgul olduğundan ticari işlerini vekili vasıtasıyla yürütür, kendisi de yapılan ticaretin helâl dairesi içinde olup olmadığını kontrol ederdi. Bu mevzuda o derece duyarlı idi ki, bir defasında ortağı Hafs bin Abdurrahman'ı kumaş satmaya göndermiş ve ona:
- Ey Hafs! Malda şu özürler var. Bunu müşteriye söylemeyi unutma ve şu kadar da ucuza sat! Demişti. Hafs da malı İmam'ın belirttiği fiyata satmış, ancak ondaki özrü müşteriye söylemeyi unutmuştu. Durumu öğrenen Ebû Hanîfe hazretleri, Hafs bin Abdurrahmân'a:
- Kumaşı alan müşteriyi tanıyor musun? Diye sordu. Hafs'ın, müşteriyi tanımadığını belirtmesi üzerine İmam, helâl kazancının lekeleneceği ve şüphe karışacağı endişesiyle, satılan maldan elde edilen kazancın tamamını sadaka olarak dağıttı. İşte onun bu takvası, maddî manevi ticaretine ziyadesiyle bereket oldu. Hakkın inayetiyle..

Enver BAĞATEKİN
 
Top