Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Osmanlı Tarihi
Osmanlı Devleti'nde Kuyumculuk ve Mücevherin Önemi
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="Suskun" data-source="post: 331002" data-attributes="member: 21093"><p>Mücevherler, her dönem gücün ve zenginliğin sembolü olmuştur. Osmanlı Devleti'nde de mücevherin, özellikle 19. yy.'ın ikinci yarısından sonra bir iktidar sembolü haline geldiğini görüyoruz.</p><p></p><p>Bu dönemde iktidarı ele geçirmek veya elde tutmak için paradan başka hiçbir şeyin işe yaramayacağı bir gerçektir. Sultan Abdülaziz'in hal'i ile başlayan iktidar mücadelesi de mücevherlerin ekseninde gelişmeye başlıyor. Doç. Dr. Arzu Terzi'nin hazırladığı Timaş Yayınları'ndan çıkan "Saray Mücevher iktidar" adlı kitap, Osmanlı Devleti'ndeki Abdülaziz dönemi ve sonrasında gelişen mücevher mücadelesini aydınlatıyor. Meraklılarını bekleyen kitap, akıllardaki birçok soruya cevap arıyor. İşte "saray mücevher iktidar", kitabından tarihe ışık tutacak başlıklar...</p><p></p><p><strong>Sultan V. Murat nasıl bir borç girdabındaydı?</strong></p><p></p><p>1861'den itibaren sultan ve şehzadelerin maaşları da Maliye Hazinesi'nden ödenmeye başlanır. Maaşların gecikmeli olarak ödenmesi, hanedan üyelerini olağan harcamalarının temini için saray dışında yüksek faizlerle borç almaya yöneltir. Aynı dönemde, saray halkının ihtiyaç fazlası aşırı harcamaları ve israf da dikkat çeker. Özellikle sultan hanımları borçlanmalarında kendi mücevher ve değerli eşyalarını rehin olarak verir. Hanedan üyelerinin zamanla rehin verecek kıymetli eşyaları kalmaz. O dönemde aşırı harcama yapanlardan biri de Murat Efendi'dir. V. Murat'ın dış borçlanmada kendine seçtiği banker ise Rum Hristakim Efendi'dir. Bu banker II. Abdülhamit dönemine kadar iktidar çatışmalarının en önemli figürü olur.</p><p></p><p><strong>Sultan Abdülaziz'in haremi nelere maruz kalmıştır?</strong></p><p></p><p>Sultan Abdülaziz'in hal' edilmesinden sonra annesi, hanımları ve bir kısım bendegânıyla birlikte Topkapı Sarayı'na götürülürken, yanlarına para, mücevher ve değerli eşyalarını almalarına müsaade edilmez. Abdülaziz'in Fer'iye Sarayı'na götürülmesi esnasında ailesi, gayet alçaltıcı bir şekilde teker teker üst baş aranır. Üzerlerindeki mücevherler, altın ve gümüş gibi değerli eşyalar da çekip alınır.</p><p></p><p><strong>Sultan Abdülaziz hanedanının mücevherlerine kimler el koydu?</strong></p><p></p><p>Abdülaziz'in hal'i sırasında ise saray önce askerler tarafından yağma edilmiştir. V. Murat'ın Hazine-i Hassa'ya ödetilmesi kararı verilmişti. Anlaşmanın en can alıcı noktası ise, bu borç anlaşmasına karşılık Hristaki'nin Abdülaziz hanedanına ait mücevherleri rehin olarak istemesidir. Bunun üzerine mücevherler Hristaki'ye emanet edilir.</p><p></p><p><strong>Rehin edilen mücevherlerin çeşitleri ve kıymetleri ne idi?</strong></p><p></p><p>Abdülaziz ve onun hanedanına ait mücevherler emanet için kurulan komisyonca teker teker mühürlenir, ağırlıkları ve o anki tahmini kıymetleri belirtilerek deftere geçirilir. Rehin edilen bu mücevherler arasında zümrüt, yakut, elmas ve pırlantalarla bezeli taçlar, başlıklar, gerdanlıklar, bilezikler, küpeler, broşlar, kemer tokaları gibi kıymetli takılar yer aldığı gibi değerli taşlarla süslenmiş saatler, yelpazeler, baston başları, dürbünler de kaynaklarda belirtiliyor. Bu mücevherler arasından 158 parça Hristaki tarafından rehin olarak seçiliyor. Seçilen kıymetli eşyaların tahmini değeri ise 333.596 Osmanlı altınıdır.</p><p></p><p><strong>Mücevherler banker tarafından niçin Paris'e götürüldü?</strong></p><p></p><p>Mücevherler bankere rehin olarak verilirken imzalanan mukavelenin süresi dolduğu andan bir ay içinde anlaşma yenilenmediği takdirde Hristaki Efendi, rehin mücevheleri şartlar dâhilinde satabilme yetkisine sahiptir. Buna göre Hristaki, bu mücevherleri ister İstanbul'da, ister Avrupa'da satabilecektir.</p><p></p><p></p><p><strong>II. Abdülhamit, V.Murat'la alakalı cevaplamaları için devlet meclisine hangi üç soruyu yöneltti?</strong></p><p></p><p>1- Cennetmekan Abdülaziz Han Hazretlerinin nakit ve mücevherlerinin büyük bir kısmı Sultan Murat ve taallukatının ellerinde olduğundan bunların fitne ve fesat yolunda sarf edilmesi sebebiyle bu nakit ve mücevherler ellerinde bırakılmalı mıdır?</p><p></p><p>2- Sultan Murat'ın ve hanedanının ellerinde bulunan silahlardan, ki bunların bazıları çok kıymetli parçalardır, bahisle bunlarında ellerinde kalması caiz midir?</p><p></p><p>3- Gerek Murat Efendi'nin gerekse oğlunun son vak'a sırasında askere karşı silah kullandıklarından, bu fiilî hareketten dolayı haklarında nasıl bir kanuni işlem yapılmalıdır?</p><p></p><p><strong>Sultan Abdülhamit neden mücevherlerin peşine düştü?</strong></p><p></p><p>Osmanlı'nın mali tablosuna göre tahtta yani iktidarda kalabilmek için paraya ihtiyaç vardı. Hristaki'nin elinde dönemine göre oldukça yüksek meblağlar tutan bir servet vardı. Bu mücevherler de yeterli bir güç olabilirdi. Üstelik Hristaki'nin geçmişte ihtilalcilerle işbirliği yapmış olduğu biliniyordu. Sultan Abdülhamit'i de tahta aynı güç getirmişti. Hristaki'nin elindeki finansman ise bu gücü o dönemde koruyabilmek için önemli idi. Bunların yanında rehin mücevherleri kaybetme riski de Abdülhamit'i harekete geçirdi.</p><p></p><p><strong>II. Abdülhamit'in mücevherlere karşı rehine verdiği padişah mülkleri hangileriydi?</strong></p><p></p><p>Sultan Abdülhamit'in Banker Hristaki ile rehin mücevherleri alabilmek için yaptığı uzun görüşmeler neticesinde mutabakata varılır. Yapılan anlaşmada mücevherlerin yerine verilecek olan gayrimenkuller, padişahlık makamına ait mülkler olarak belirlenir. Mücevherlere karşı verilen arazi miri olmadığı için rehin işlemi bey'bi'l vefa usulüne göre gerçekleştirilir. Buna göre, hem alıcı hem de satıcı diğerlerinin izni olmadan bu mülkleri satamaz. Verilen mülkler ise yıllık hasarı 621.115 kuruş değerinde çiftlik arazi, yıllık geliri 10.002.995 değerinde emlak seçilen mücevherlere karşılık verilir.</p><p></p><p><strong>II. Abdülhamit'in binbir zorlukla İstanbul'a getirttiği mücevherlerin sonu ne oldu?</strong></p><p></p><p>Büyük görüşmeler neticesinde karşılıklı anlaşmalar ile akıbeti Abdülhamit'in elinde şekillenen mücevherler için çeşitli sorular akılları meşgul etse de, şimdilik bilinen gerçek Abdülhamit'ten sonraki iktidar, mücevherleri Paris'te düzenlenen bir müzayedede satar.</p><p></p><p>Osmanlı kuyumculuğunun en güzel örnekleri arasında Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenin zümrütlü hançer, Kaşıkçı elması, Kanuni Sultan Süleyman'a ait fildişi ayna, altın beşik ve bayram tahtı sayılabilir.</p><p></p><p>Zümrütlü hançer, Sultan I. Mahmud (1730-1754) tarafından İran hükümdarı Nadir Şah'a armağan edilmek üzere yaptırılmıştır. Kabzasının bir yüzünde bulunan etrafını elmasların çevirdiği iri üç zümrüt sebebiyle bu isimle anılmaktadır. Dünyanın en büyük ve en değerli 10 elması arasında yer alan Kaşıkçı elması 86 kratlık olup 1774'te Pigot adlı bir Fransız subayı tarafından Hindistan'ın Madras mihracesinden satın alınmış ve bu yüzden Pigot elması adıyla da tanınmıştır. Daha sonra da Tepedelenli Ali Paşa tarafından satın alınan bu elmas, onun ölümünden sonra Osmanlı hazinesinin malı olmuştur. Kaşıkçı elmasının Osmanlı kuyumculuğu açısından bizi ilgilendiren tarafı, uzmanların, etrafındaki pırlantaların sonradan konulduğu düşüncesinde olmaları, ya Tepedelenli Ali paşa ya da Sultan II. Mahmud tarafından dizdirilmiş olduğu kanısını taşımalarıdır. Kaşıkçı Elması'nı iki sıra çeviren 49 adet pırlanta, ona ayrı bir değer ve güz ellik katmıştır. Kanuni Sultan Süleyman'a ait ayna ise, daire biçimli olup fildişi arkalığının çevresinde sultana övgüler içeren bir yazı yer almaktadır.</p><p></p><p><strong>Süslü beşik</strong></p><p><strong></strong></p><p>Türk kuyumculuk ve kakmacılık sanatının en seçkin örneklerinden biri olan altın beşik, Kanuni Sultan Süleyman döneminde adı bilinmeyen bir Osmanlı şehzadesi için yaptırılmıştır. İskeleti ceviz ağacından olan bu beşiğin dış yüzeyi altın yaldızlı sıvama gümüş olup, üzeri elmas, yakut ve zümrütlerle donatılmıştır. Beşiğin iki topuzu, sapı ve bağırdak denilen kundakta kullanılan dokuz adet çubuk da aynı şekilde değerli taşlarla bezelidir. Osmanlı döneminde çoğu kez padişahın doğacak çocuğunun beşik ve örtüsü padişahın annesi tarafından hazırlanırdı. Beşiğin hazırlanması için hazine kethü dasına emir verilir, kethüda değerli taşlar ve sırmalarla süslü beşiği hazırlar, kendisi önde saray memurlarından bir alay arkada olmak üzere "Beşik Alayı" denilen bir törenle bu beşik Eski Saray'dan Yeni Saray'a götürülürdü. Ancak beşiğin bazen sadrâzamlarca da gönderildiği olmuştur. Topka Sarayı'ndaki bu beşiğin vaktiyle Osmanlı sarayında gelenekli bir tören olan "Beşik Alayı" ile saraya getirildiği ve saray hazinesinde korunduğu sanılmaktadır.</p><p></p><p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/dAWjG.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center">Bayram tahtı</p><p></p><p>Osmanlı saraylarında yapılan büyük törenlerden biri de dini bayramlarda padişahların saray ileri gelenleriyle bayramlaştığı muâyede (bayramlaşma) töreniydi. Fatih Kanunnâmesi'nde bu törenin nasıl yapılacağı belirtilmekte ve "Bayramlarda Meydan-ı Divan'a taht kurulup çıkmak emrim olmuştur.." denilmektedir. Zamanla bazı değişikliklere uğrasa da bu törende genellikle bayramın birinci günü padişahlara ait bayram tahtı hazineden alınır, Bab'üs-saade önündeki saçaklı sofaya getirilir, yerlere serilen ipek halıların üzerine yerleştirilen bu tahta padişah oturur, bayram tebriklerini kabul eder, tören bitince alayla bayram namazına giderdi. Törenden sonra ise saray başhazinedarı bayram tahtını alarak hazineye koyardı. Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan Bayram tahtı da vaktiyle bu amaç için kullanılmıştır. Ceviz üzerine altın plakalarla kaplanmış, üzeri değerli taşlarla süslü olan bu taht, Osmanlı kuyumcularının kaplama ve mücevher kakma tekniklerini uyguladığı güzel bir örnektir. Bazı kaynaklarda Sultan III. Murad'a 1585 yılında Vezir İbrahim Paşa'nın al tından, üzeri değerli taşlarla süslü bir Bayram tahtı hediye ettiği belirtilmekle, araştırmacılar bu tahtın o taht olmadığını ileri sürmekte 1760 tarihli bir arşiv belgesinde hazine eşyaları arasında 953 adet zebercedle süslü, altın kaplama bir taht-ı hümayunun varlığının bahsedilmesinden yola çıkarak Hazine Dairesi'ndeki bu tahtı 18. yüzyıla tarihlemektedirler.</p><p></p><p>Yapıların kubbe ya da tavanın ortasından bir zincirle sarkan genellikle yuvarlak biçimli süs eşyaları olan askıların padişahlar için yapılanlarının en güzel örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunmaktadır. Bunlar padişahların oturdukları tahtın tavanında ya da tahtın bulunduğu salonun veya odanın tavanından aşağı bir zincirle asılırdı. Altından ve üzeri değerli taşlarla süslü bu askıların tabanları püskül şeklindedir.</p><p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"><strong>Kadın ve tesbih</strong></p><p></p><p>Osmanlı döneminde özellikle dini günlerde ve toplantılarda kullanılması âdet olan, içinde hoş kokulu ağaç kabuklarının ve bitki dallarının yakıldığı bir kab olan buhurdanların örneklerine çeşitli müze ve özel kolleksiyonlarda rastlamak mümkündür. Pirinç, bakır ve gümüşten yapılabilen buhurdanların savatlı renkli taşlarla bezeli olanları ince bir işçilik sergilemektedir.</p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/bZsNC.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p><p></p><p>Boynuz, kemik ve fildişi ile ağaç ve madenden yapılan tesbihlerin özellikle madenden (altın, gümüş, inci, akik, kan taşı, kehribar, şah, maksut, yıldız taşı, yüz sürü, oltu taşı ve necef ) olanları malzemelerinin sertliği sebebiyle yapımı zor olan, zaman alan ve bir sanat eseri niteliği taşıyan parçalardır. D' Ohsson eserinde 18. yüzyılda tesbih kullanımı hakkında şu bilgileri vermektedir. "...Seçkin kadınların uzun bir tesbih taşımaları da âdettir. Bu tesbihlerin taneleri çok büyük bir ustalıkla işlenmiş akik, kan taşı, ak anber yahut mercandan olur. Hatta taneleri arasında çok değerli inc iler serpiştirilmiş olanlar, yahut altın tellerle yapılmış meşe palamudu biçimi süsler bulunur. Erkekler olsun, kadınlar olsun bunu bir oyalanma vesilesi olarak kullanır."</p><p></p><p>Kulpsuz kahve fincanının içine koyularak korunmasını ve fincanın eli yakmamasını sağlamak amacıyla yapılan tutmaya mahsus fincan zarfları, madenden, ağaçtan, bağa, boynuz ve fildişinden yapılabilmiştir. Madenden yapılanlarında, kakma, telkâri, kalemişi, tombak ve mıhlama gibi teknikler uygulanmış, ayrıca savatlı mercanlı değerli taşlarla kakmalı fincan zarfları da yapılmıştır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Suskun, post: 331002, member: 21093"] Mücevherler, her dönem gücün ve zenginliğin sembolü olmuştur. Osmanlı Devleti'nde de mücevherin, özellikle 19. yy.'ın ikinci yarısından sonra bir iktidar sembolü haline geldiğini görüyoruz. Bu dönemde iktidarı ele geçirmek veya elde tutmak için paradan başka hiçbir şeyin işe yaramayacağı bir gerçektir. Sultan Abdülaziz'in hal'i ile başlayan iktidar mücadelesi de mücevherlerin ekseninde gelişmeye başlıyor. Doç. Dr. Arzu Terzi'nin hazırladığı Timaş Yayınları'ndan çıkan "Saray Mücevher iktidar" adlı kitap, Osmanlı Devleti'ndeki Abdülaziz dönemi ve sonrasında gelişen mücevher mücadelesini aydınlatıyor. Meraklılarını bekleyen kitap, akıllardaki birçok soruya cevap arıyor. İşte "saray mücevher iktidar", kitabından tarihe ışık tutacak başlıklar... [B]Sultan V. Murat nasıl bir borç girdabındaydı?[/B] 1861'den itibaren sultan ve şehzadelerin maaşları da Maliye Hazinesi'nden ödenmeye başlanır. Maaşların gecikmeli olarak ödenmesi, hanedan üyelerini olağan harcamalarının temini için saray dışında yüksek faizlerle borç almaya yöneltir. Aynı dönemde, saray halkının ihtiyaç fazlası aşırı harcamaları ve israf da dikkat çeker. Özellikle sultan hanımları borçlanmalarında kendi mücevher ve değerli eşyalarını rehin olarak verir. Hanedan üyelerinin zamanla rehin verecek kıymetli eşyaları kalmaz. O dönemde aşırı harcama yapanlardan biri de Murat Efendi'dir. V. Murat'ın dış borçlanmada kendine seçtiği banker ise Rum Hristakim Efendi'dir. Bu banker II. Abdülhamit dönemine kadar iktidar çatışmalarının en önemli figürü olur. [B]Sultan Abdülaziz'in haremi nelere maruz kalmıştır?[/B] Sultan Abdülaziz'in hal' edilmesinden sonra annesi, hanımları ve bir kısım bendegânıyla birlikte Topkapı Sarayı'na götürülürken, yanlarına para, mücevher ve değerli eşyalarını almalarına müsaade edilmez. Abdülaziz'in Fer'iye Sarayı'na götürülmesi esnasında ailesi, gayet alçaltıcı bir şekilde teker teker üst baş aranır. Üzerlerindeki mücevherler, altın ve gümüş gibi değerli eşyalar da çekip alınır. [B]Sultan Abdülaziz hanedanının mücevherlerine kimler el koydu?[/B] Abdülaziz'in hal'i sırasında ise saray önce askerler tarafından yağma edilmiştir. V. Murat'ın Hazine-i Hassa'ya ödetilmesi kararı verilmişti. Anlaşmanın en can alıcı noktası ise, bu borç anlaşmasına karşılık Hristaki'nin Abdülaziz hanedanına ait mücevherleri rehin olarak istemesidir. Bunun üzerine mücevherler Hristaki'ye emanet edilir. [B]Rehin edilen mücevherlerin çeşitleri ve kıymetleri ne idi?[/B] Abdülaziz ve onun hanedanına ait mücevherler emanet için kurulan komisyonca teker teker mühürlenir, ağırlıkları ve o anki tahmini kıymetleri belirtilerek deftere geçirilir. Rehin edilen bu mücevherler arasında zümrüt, yakut, elmas ve pırlantalarla bezeli taçlar, başlıklar, gerdanlıklar, bilezikler, küpeler, broşlar, kemer tokaları gibi kıymetli takılar yer aldığı gibi değerli taşlarla süslenmiş saatler, yelpazeler, baston başları, dürbünler de kaynaklarda belirtiliyor. Bu mücevherler arasından 158 parça Hristaki tarafından rehin olarak seçiliyor. Seçilen kıymetli eşyaların tahmini değeri ise 333.596 Osmanlı altınıdır. [B]Mücevherler banker tarafından niçin Paris'e götürüldü?[/B] Mücevherler bankere rehin olarak verilirken imzalanan mukavelenin süresi dolduğu andan bir ay içinde anlaşma yenilenmediği takdirde Hristaki Efendi, rehin mücevheleri şartlar dâhilinde satabilme yetkisine sahiptir. Buna göre Hristaki, bu mücevherleri ister İstanbul'da, ister Avrupa'da satabilecektir. [B]II. Abdülhamit, V.Murat'la alakalı cevaplamaları için devlet meclisine hangi üç soruyu yöneltti?[/B] 1- Cennetmekan Abdülaziz Han Hazretlerinin nakit ve mücevherlerinin büyük bir kısmı Sultan Murat ve taallukatının ellerinde olduğundan bunların fitne ve fesat yolunda sarf edilmesi sebebiyle bu nakit ve mücevherler ellerinde bırakılmalı mıdır? 2- Sultan Murat'ın ve hanedanının ellerinde bulunan silahlardan, ki bunların bazıları çok kıymetli parçalardır, bahisle bunlarında ellerinde kalması caiz midir? 3- Gerek Murat Efendi'nin gerekse oğlunun son vak'a sırasında askere karşı silah kullandıklarından, bu fiilî hareketten dolayı haklarında nasıl bir kanuni işlem yapılmalıdır? [B]Sultan Abdülhamit neden mücevherlerin peşine düştü?[/B] Osmanlı'nın mali tablosuna göre tahtta yani iktidarda kalabilmek için paraya ihtiyaç vardı. Hristaki'nin elinde dönemine göre oldukça yüksek meblağlar tutan bir servet vardı. Bu mücevherler de yeterli bir güç olabilirdi. Üstelik Hristaki'nin geçmişte ihtilalcilerle işbirliği yapmış olduğu biliniyordu. Sultan Abdülhamit'i de tahta aynı güç getirmişti. Hristaki'nin elindeki finansman ise bu gücü o dönemde koruyabilmek için önemli idi. Bunların yanında rehin mücevherleri kaybetme riski de Abdülhamit'i harekete geçirdi. [B]II. Abdülhamit'in mücevherlere karşı rehine verdiği padişah mülkleri hangileriydi?[/B] Sultan Abdülhamit'in Banker Hristaki ile rehin mücevherleri alabilmek için yaptığı uzun görüşmeler neticesinde mutabakata varılır. Yapılan anlaşmada mücevherlerin yerine verilecek olan gayrimenkuller, padişahlık makamına ait mülkler olarak belirlenir. Mücevherlere karşı verilen arazi miri olmadığı için rehin işlemi bey'bi'l vefa usulüne göre gerçekleştirilir. Buna göre, hem alıcı hem de satıcı diğerlerinin izni olmadan bu mülkleri satamaz. Verilen mülkler ise yıllık hasarı 621.115 kuruş değerinde çiftlik arazi, yıllık geliri 10.002.995 değerinde emlak seçilen mücevherlere karşılık verilir. [B]II. Abdülhamit'in binbir zorlukla İstanbul'a getirttiği mücevherlerin sonu ne oldu?[/B] Büyük görüşmeler neticesinde karşılıklı anlaşmalar ile akıbeti Abdülhamit'in elinde şekillenen mücevherler için çeşitli sorular akılları meşgul etse de, şimdilik bilinen gerçek Abdülhamit'ten sonraki iktidar, mücevherleri Paris'te düzenlenen bir müzayedede satar. Osmanlı kuyumculuğunun en güzel örnekleri arasında Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenin zümrütlü hançer, Kaşıkçı elması, Kanuni Sultan Süleyman'a ait fildişi ayna, altın beşik ve bayram tahtı sayılabilir. Zümrütlü hançer, Sultan I. Mahmud (1730-1754) tarafından İran hükümdarı Nadir Şah'a armağan edilmek üzere yaptırılmıştır. Kabzasının bir yüzünde bulunan etrafını elmasların çevirdiği iri üç zümrüt sebebiyle bu isimle anılmaktadır. Dünyanın en büyük ve en değerli 10 elması arasında yer alan Kaşıkçı elması 86 kratlık olup 1774'te Pigot adlı bir Fransız subayı tarafından Hindistan'ın Madras mihracesinden satın alınmış ve bu yüzden Pigot elması adıyla da tanınmıştır. Daha sonra da Tepedelenli Ali Paşa tarafından satın alınan bu elmas, onun ölümünden sonra Osmanlı hazinesinin malı olmuştur. Kaşıkçı elmasının Osmanlı kuyumculuğu açısından bizi ilgilendiren tarafı, uzmanların, etrafındaki pırlantaların sonradan konulduğu düşüncesinde olmaları, ya Tepedelenli Ali paşa ya da Sultan II. Mahmud tarafından dizdirilmiş olduğu kanısını taşımalarıdır. Kaşıkçı Elması'nı iki sıra çeviren 49 adet pırlanta, ona ayrı bir değer ve güz ellik katmıştır. Kanuni Sultan Süleyman'a ait ayna ise, daire biçimli olup fildişi arkalığının çevresinde sultana övgüler içeren bir yazı yer almaktadır. [B]Süslü beşik [/B] Türk kuyumculuk ve kakmacılık sanatının en seçkin örneklerinden biri olan altın beşik, Kanuni Sultan Süleyman döneminde adı bilinmeyen bir Osmanlı şehzadesi için yaptırılmıştır. İskeleti ceviz ağacından olan bu beşiğin dış yüzeyi altın yaldızlı sıvama gümüş olup, üzeri elmas, yakut ve zümrütlerle donatılmıştır. Beşiğin iki topuzu, sapı ve bağırdak denilen kundakta kullanılan dokuz adet çubuk da aynı şekilde değerli taşlarla bezelidir. Osmanlı döneminde çoğu kez padişahın doğacak çocuğunun beşik ve örtüsü padişahın annesi tarafından hazırlanırdı. Beşiğin hazırlanması için hazine kethü dasına emir verilir, kethüda değerli taşlar ve sırmalarla süslü beşiği hazırlar, kendisi önde saray memurlarından bir alay arkada olmak üzere "Beşik Alayı" denilen bir törenle bu beşik Eski Saray'dan Yeni Saray'a götürülürdü. Ancak beşiğin bazen sadrâzamlarca da gönderildiği olmuştur. Topka Sarayı'ndaki bu beşiğin vaktiyle Osmanlı sarayında gelenekli bir tören olan "Beşik Alayı" ile saraya getirildiği ve saray hazinesinde korunduğu sanılmaktadır. [CENTER] [IMG]http://i.imgur.com/dAWjG.jpg[/IMG] Bayram tahtı[/CENTER] Osmanlı saraylarında yapılan büyük törenlerden biri de dini bayramlarda padişahların saray ileri gelenleriyle bayramlaştığı muâyede (bayramlaşma) töreniydi. Fatih Kanunnâmesi'nde bu törenin nasıl yapılacağı belirtilmekte ve "Bayramlarda Meydan-ı Divan'a taht kurulup çıkmak emrim olmuştur.." denilmektedir. Zamanla bazı değişikliklere uğrasa da bu törende genellikle bayramın birinci günü padişahlara ait bayram tahtı hazineden alınır, Bab'üs-saade önündeki saçaklı sofaya getirilir, yerlere serilen ipek halıların üzerine yerleştirilen bu tahta padişah oturur, bayram tebriklerini kabul eder, tören bitince alayla bayram namazına giderdi. Törenden sonra ise saray başhazinedarı bayram tahtını alarak hazineye koyardı. Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunan Bayram tahtı da vaktiyle bu amaç için kullanılmıştır. Ceviz üzerine altın plakalarla kaplanmış, üzeri değerli taşlarla süslü olan bu taht, Osmanlı kuyumcularının kaplama ve mücevher kakma tekniklerini uyguladığı güzel bir örnektir. Bazı kaynaklarda Sultan III. Murad'a 1585 yılında Vezir İbrahim Paşa'nın al tından, üzeri değerli taşlarla süslü bir Bayram tahtı hediye ettiği belirtilmekle, araştırmacılar bu tahtın o taht olmadığını ileri sürmekte 1760 tarihli bir arşiv belgesinde hazine eşyaları arasında 953 adet zebercedle süslü, altın kaplama bir taht-ı hümayunun varlığının bahsedilmesinden yola çıkarak Hazine Dairesi'ndeki bu tahtı 18. yüzyıla tarihlemektedirler. Yapıların kubbe ya da tavanın ortasından bir zincirle sarkan genellikle yuvarlak biçimli süs eşyaları olan askıların padişahlar için yapılanlarının en güzel örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi'nde bulunmaktadır. Bunlar padişahların oturdukları tahtın tavanında ya da tahtın bulunduğu salonun veya odanın tavanından aşağı bir zincirle asılırdı. Altından ve üzeri değerli taşlarla süslü bu askıların tabanları püskül şeklindedir. [CENTER] [B]Kadın ve tesbih[/B][/CENTER] Osmanlı döneminde özellikle dini günlerde ve toplantılarda kullanılması âdet olan, içinde hoş kokulu ağaç kabuklarının ve bitki dallarının yakıldığı bir kab olan buhurdanların örneklerine çeşitli müze ve özel kolleksiyonlarda rastlamak mümkündür. Pirinç, bakır ve gümüşten yapılabilen buhurdanların savatlı renkli taşlarla bezeli olanları ince bir işçilik sergilemektedir. [CENTER][IMG]http://i.imgur.com/bZsNC.jpg[/IMG][/CENTER] Boynuz, kemik ve fildişi ile ağaç ve madenden yapılan tesbihlerin özellikle madenden (altın, gümüş, inci, akik, kan taşı, kehribar, şah, maksut, yıldız taşı, yüz sürü, oltu taşı ve necef ) olanları malzemelerinin sertliği sebebiyle yapımı zor olan, zaman alan ve bir sanat eseri niteliği taşıyan parçalardır. D' Ohsson eserinde 18. yüzyılda tesbih kullanımı hakkında şu bilgileri vermektedir. "...Seçkin kadınların uzun bir tesbih taşımaları da âdettir. Bu tesbihlerin taneleri çok büyük bir ustalıkla işlenmiş akik, kan taşı, ak anber yahut mercandan olur. Hatta taneleri arasında çok değerli inc iler serpiştirilmiş olanlar, yahut altın tellerle yapılmış meşe palamudu biçimi süsler bulunur. Erkekler olsun, kadınlar olsun bunu bir oyalanma vesilesi olarak kullanır." Kulpsuz kahve fincanının içine koyularak korunmasını ve fincanın eli yakmamasını sağlamak amacıyla yapılan tutmaya mahsus fincan zarfları, madenden, ağaçtan, bağa, boynuz ve fildişinden yapılabilmiştir. Madenden yapılanlarında, kakma, telkâri, kalemişi, tombak ve mıhlama gibi teknikler uygulanmış, ayrıca savatlı mercanlı değerli taşlarla kakmalı fincan zarfları da yapılmıştır. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Tarih
Osmanlı Tarihi
Osmanlı Devleti'nde Kuyumculuk ve Mücevherin Önemi
Top