Omuz Omuza

Bir kısa film, bir karikatür ve bir belgesel... Yitirilmiş 20 yıldan izler taşıyan üç eser...

Dokuz dakika içinde insanoğlunun koca bir 20. yüzyıl macerasını anlatabilir misiniz?
Hem de küçük, basit, sıradan, sıcacık bir öyküyle...
Norveçli bir yönetmen, Hans Petter Moland bunu başarmış.
2002'de çektiği filmi, Ankara'da dokuzuncusu düzenlenen Avrupa Filmleri Festivali'nde izledim. (Bu güzelim festivali düzenleyip yaşatanlara selam olsun).
Filmin adı "Omuz Omuza"ydı. (Orijinal adı, "United we stand" maksadı daha iyi anlatıyor).
Film, yaşlı dağcılardan oluşan bir ekibin ormanda yürüyüşüyle başlıyor.
Güle eğlene ilerleyen ekip, yardım isteyen bir sesle duruyorlar. Sesin geldiği yere doğru seğirtince genç bir kızın bataklığa saplandığını görüyorlar.
Kıza ulaşabilmek için birer metre arayla ip gibi yan yana diziliyor ve genç kızı elden ele geçirerek kurtarıyorlar.
Filmin en komik bölümü burada başlıyor:
Kız, teşekkür edip uzaklaştıktan sonra yaşlı dağcılar, orada kalakalıyorlar. Çünkü ayakları batağa saplanmış oluyor.
Çocuksu bir yüz ifadesiyle önce birbirlerine sonra çevrelerine bakıyorlar, biri gelip kurtarır diye bekliyorlar. Bu arada çamur dizlerine kadar çekiyor onları içine...
Hava kararırken, artık bellerine kadar çamura batmış 9 yaşlı adam görüyoruz bataklıkta...
Bir insanı kurtarmak uğruna girdikleri bataklıkta hepsi birden çamura saplanmış vaziyette, belki korkularını yenmek, belki dünyaya seslerini duyurabilmek için bir marş söylemeye başlıyorlar.
Söyledikleri marş:
"United we stand"...

* * *

Bu naif öyküdeki duyguyu tanıyorum ben...
Başka insanların mutluluğu uğruna ömrünü hiçe saymış, onları, kimi zaman onlara rağmen savunmuş, sonunda, kurutmaya çalıştığı bataklıkta saplı kalmış nice insan tanıyorum.
Onlara şefkatle karışık bir saygı duyuyorum.
Bu haftaki Leman'da Mehmet Çağçağ'ın bir karikatürü Moland'ın filmini anımsattı bana...
Mahallenin ortasında ortalığı velveleye veren zil zurna olmuş üç "entel"...
Televizyonda popstar yarışmasını kimin kazanacağına, kimin kiminle evleneceğine kafayı takmış halkını "omuz omuza" taşlayan üç "meczup aydın"...
Ve "Sattınız bizi" diye lanetledikleri halkın "Seninle ne işim oldu ki satayım" tepkisi...
Belki de, "devrim"i gömdüğümüz son 20 yılın en veciz ifadesi...

* * *

Commandante'de Fidel Castro'yu izlediniz mi?
Yönetmen Oliver Stone'un ortalama Amerikalı merakı ile sorduğu (terapi yaptırıp yaptırmadığından, Che'yi kıskanıp kıskanmadığına kadar) üstünkörü sorulara verdiği cevaplar öyle samimi, öyle rahat ve zaman zaman öyle espriliydi ki...
Hele Viagra sorusuna verdiği "Bana getirdiğin Viagra'dan ölseydim, Vietnam'da alamadığım madalyayı alırdın" cevabı, rakibin salladığı bıçağın nasıl ona kılıç şeklinde iade edilebileceğinin eşsiz bir örneğiydi.
Belgeseli izlerken bizim yaşlı dağcıları anımsadım.
Bir ayağı çukurdayken bile enternasyonal söyleyen o eski tüfekleri...

Can Dündar..
 
Top