Ölümü Anlamakta Çaresiz Kalan İnsan Aklı
Yaşama ve ölüm içgüdüsü bebeklik, çocuktuk, gençlik çağında duygusal yatırım yapılan kişilerin, nesnelerin, olayların bellekte kalan iyi ya da kötü izlerine göre gelişir. İyi yatırımlar yaşamaya, kötü yatırımlar ölüme bağlı davranışlara yol açar.
Yaşama içgüdüsü bilişsel düzeyde, başka bir deyişle düşünce düzeyinde yaratıcı düşünceyle sürer. Yaratıcı düşünce yaşama içgüdüsünün ölüm içgüdüsüne karşı zaferidir.
İnsanın bilgi, deneyim, görgü, kültür düzeyi ne olursa olsun engelleri aşmak, sorunları çözmek için alışageldiğinden, yapageldiğinden farklı bir davranış yapabiliyorsa, yaratıcı düşünceyi kullanıyor demektir. Evde temizlik yapan, mutfakta yemek pişiren ev kadını, okulda ders veren öğretmen, odasında sınava hazırlanan öğrenci, büroda masa başında oturan memur ya da şef, savunma yapan avukat, hasta bakan hekim, fabrikada çalışan işçi, resim yapan ressam, piyano çalan virtiöz, orkestra yöneten şef, çalışmasının, işinin, mesleğinin içinde, dışında ya da her ikisinde birden yaratıcı düşüncesini kullanabiliyorsa, ölüm içgüdüsünden kaynaklanan korkuyu ve buna bağlı davranıştan aşabilir. Bu yapılmadığında kaygı düzeyinin yükselmesi, bilişsel alanın ölüm korkusuyla dolmasına yol açar. Korku bilişsel İşlevler tarafından son, yok olma biçiminde yorumlanır.
Düşünce sürecinin oluşmasında, duygusal yatırım yapılan kişilerden, nesnelerden, olaylardan kalan İzlerin kavramlar biçiminde soyutlanması rol oynar.
İnsanın ölümle ilgili bireysel deneyimi, iç gözlemi, yaşantısı olmadığı zaman bu alanda gelişen kavramlar, dış gözlemler, başkalarının duygu ve düşüncelerinin yorumuna bağlıdır. Bu nedenle ölümle ilgili bireysel, geçerli, sağlam kavramlar yoktur, ölümü çatışmak, çelişik, karışık düşünce süreci içinde yorumlar: Bir yanda bütün canlılar ve insan için anlamlı, kaçınılmaz bir son olarak kabul eder, öte yandan kendisi için anlamsız bulur. Ölümün ne olduğunu anlatmakta güçlük çeker.
Sonuç olarak, insan düşüncesi ölümü anlamakta ve anlatmakta çaresiz, yetersiz kalır. Bu nedenle ölüm kavramını kendi duygulanım durumuna ve düşünce sürecine göre işlemeye çalışır.
Kimi insan ölüm karşısındaki çaresizliği, yetersizliği yaşamanın anlamsızlığı, saçmalığı biçiminde yorumlar.
Kimi insan ölüm ve yok olma korkusunu dinsel inançlardan kaynaklanan öteki dünya düşüncesiyle dengelemeye, gidermeye çalışır.
Ölümle ilgili düşünceler bir ucunda yaşamı anlamsız gören, öteki ucunda cennet, cehennem tasarımıyla teselli bulan geniş bir yelpaze üzerinde yer alır.
Bu yelpaze üzerinde insan kişilik yapısının ve özelliklerinin düşünce sürecine yansıyan yönleriyle kendi yerini bulur.
Özcan Köknel, Yaşamın Zaferi
Yaşama ve ölüm içgüdüsü bebeklik, çocuktuk, gençlik çağında duygusal yatırım yapılan kişilerin, nesnelerin, olayların bellekte kalan iyi ya da kötü izlerine göre gelişir. İyi yatırımlar yaşamaya, kötü yatırımlar ölüme bağlı davranışlara yol açar.
Yaşama içgüdüsü bilişsel düzeyde, başka bir deyişle düşünce düzeyinde yaratıcı düşünceyle sürer. Yaratıcı düşünce yaşama içgüdüsünün ölüm içgüdüsüne karşı zaferidir.
İnsanın bilgi, deneyim, görgü, kültür düzeyi ne olursa olsun engelleri aşmak, sorunları çözmek için alışageldiğinden, yapageldiğinden farklı bir davranış yapabiliyorsa, yaratıcı düşünceyi kullanıyor demektir. Evde temizlik yapan, mutfakta yemek pişiren ev kadını, okulda ders veren öğretmen, odasında sınava hazırlanan öğrenci, büroda masa başında oturan memur ya da şef, savunma yapan avukat, hasta bakan hekim, fabrikada çalışan işçi, resim yapan ressam, piyano çalan virtiöz, orkestra yöneten şef, çalışmasının, işinin, mesleğinin içinde, dışında ya da her ikisinde birden yaratıcı düşüncesini kullanabiliyorsa, ölüm içgüdüsünden kaynaklanan korkuyu ve buna bağlı davranıştan aşabilir. Bu yapılmadığında kaygı düzeyinin yükselmesi, bilişsel alanın ölüm korkusuyla dolmasına yol açar. Korku bilişsel İşlevler tarafından son, yok olma biçiminde yorumlanır.
Düşünce sürecinin oluşmasında, duygusal yatırım yapılan kişilerden, nesnelerden, olaylardan kalan İzlerin kavramlar biçiminde soyutlanması rol oynar.
İnsanın ölümle ilgili bireysel deneyimi, iç gözlemi, yaşantısı olmadığı zaman bu alanda gelişen kavramlar, dış gözlemler, başkalarının duygu ve düşüncelerinin yorumuna bağlıdır. Bu nedenle ölümle ilgili bireysel, geçerli, sağlam kavramlar yoktur, ölümü çatışmak, çelişik, karışık düşünce süreci içinde yorumlar: Bir yanda bütün canlılar ve insan için anlamlı, kaçınılmaz bir son olarak kabul eder, öte yandan kendisi için anlamsız bulur. Ölümün ne olduğunu anlatmakta güçlük çeker.
Sonuç olarak, insan düşüncesi ölümü anlamakta ve anlatmakta çaresiz, yetersiz kalır. Bu nedenle ölüm kavramını kendi duygulanım durumuna ve düşünce sürecine göre işlemeye çalışır.
Kimi insan ölüm karşısındaki çaresizliği, yetersizliği yaşamanın anlamsızlığı, saçmalığı biçiminde yorumlar.
Kimi insan ölüm ve yok olma korkusunu dinsel inançlardan kaynaklanan öteki dünya düşüncesiyle dengelemeye, gidermeye çalışır.
Ölümle ilgili düşünceler bir ucunda yaşamı anlamsız gören, öteki ucunda cennet, cehennem tasarımıyla teselli bulan geniş bir yelpaze üzerinde yer alır.
Bu yelpaze üzerinde insan kişilik yapısının ve özelliklerinin düşünce sürecine yansıyan yönleriyle kendi yerini bulur.
Özcan Köknel, Yaşamın Zaferi