Olduğun Gibi Görünme Göründüğün Gibi Olma

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Maske sözcüğü genellikle iticidir; eğer tiyatrodan söz etmiyorsak, zihnimizde hemen olumsuz bir duygu veya düşünce uyandırır. Oysa bebekler hariç, her toplumda herkes bir/kaç maske takar. Üstelik, çoğumuz maskelerimizin bilincindeyizdir. Fakat yine de onlardan iğrendiğimizi çoğu kez yüksek sesle dile getirme gereksinimi duyarız.
Bu durum yüksek kabul gören üstü örtülü bir sosyolojik kural haline gelmiş, hatta vazgeçilmez bir geleneğe dönüşmüştür artık. Bu aşikar ikiyüzlülüğümüzü ne ayıplar, ne de sorgularız. Üstelik bunu -farkında olmaksızın veciz bir ifadeyle adeta göksel bir kurala da dönüştürmüşüzdür:
“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.”
Pekiyi ama kişinin olduğu gibi görünmesi hiç mümkün müdür acaba? Ayrıca, kişinin göründüğü gibi olması bir maske takması anlamına gelmiyor mu? Benim aklıma dün geldi bu sorular. Yanıtlarını ararken yoğun bir kavram kargaşası ile karşı karşıya kaldım. Galiba burada, elmalardan ayıracağımız bir sürü portakal var:
Peki ne yapmalı bu taklitçilikten ve maskelerden kurtulup, özümüzü yaşamak ve yaşatmak için?
Öncelikle kendimize sormaktan çekindiğimiz soruları sormamız lazım bence. Daha sonra da kavram kargaşalarını giderip taşları yerli yerine oturtmamız gerekir. Çözümler o zaman ortaya çıkacaktır.
İlk soru ile başlayalım böylece:
Olduğumuz gibi görünmemiz mümkün müdür?
Küçük bir evet, büyük bir hayır…
Hayır, çünkü hiç kimse tamamen olduğu gibi görünemez.
Çünkü herkesin sadece kendine ait, derin, gizli ve beyninin derinliklerine hapsolmuş sırları vardır. Bunları açığa vuramayız, mezara kadar da vuramayacağız.
Hepimizin sevgileri, nefretleri, aşklar ve büyük tutkuları vardır. Bunları alenen ortaya dökersek, hem kendimiz hem de bir(kaç) kişi rahatsız olabilir, üzülebilir, bunalıma girebilir ve hatta pek çok taş yerinden oynayıp bir deprem etkisi yaratabilir.
Hepimizin büyüklü küçüklü kompleksleri var. Bunları yeninceye dek açığa vuramayız.
Hepimizin zaafları, tembellikleri, eksiklikleri, bilgisizlikleri, huysuzlukları, israf ettiği zamanları, kaderini etkilemiş büyük hataları, pişmanlıkları ve kırdığı kalplerdeki cinayetleri vardır. Bunları kolayca ifşa edemeyiz.
Hepimizin yaparken suçluluk duyduğu, vicdan azabı çektiği ve fakat yapmaktan vazgeçemediği alışkanlıkları vardır. Bunları bildiremeyiz.
Hepimizin yakın çevrede ve toplumda kendimizi kabul ettirdiğimiz bir yerimiz var. Bunu kaybedip, rüzgarın önünde sürüklenen kuru bir yaprak olmak istemeyiz.
Hepimizin çok, daha çok, pek çok iltifata, beğeniye, övgüye ve bazen de tapılmaya ihtiyacımız var. Bunları dile getiremeyiz.
Hepimizin farklı farklı inançları var. İnanç dünyasına dair şüpheleri, çelişkileri ve kendi kendimize bile itiraf edemediğimiz büyük inkârları ve günahları var. Bunları her zaman ve her yerde itiraf edemeyiz.
Hepimizin aldattığı insanlar, söylediği yalanlar, yaptığı irili ufaklı hırsızlıklar ve çektiği kopyalar var. Bunları beyan edemeyiz.
Hepimizin dağıttığı maddi, manevi, fiziksel ve duygusal rüşvetler var. Bu suçlarımızı ihbar edemeyiz.
Hepimizin aşağıladığı, yüzüne tükürdüğü, belki evinden kovduğu ve hayatından çıkardığı kişiler var. Bunları birer “insanlık suçu” olarak kabul edip açığa vuramayız.
Hepimizin anababamıza, eşimize, dostumuza, üstümüzdeki otoriteye ve devlete karşı eleştirilerimiz ve hatta isyanlarımız var. Bunları dobra dobra söyleyemeyiz.
Hepimizin daha zengin olma, daha refah ve daha sorunsuz yaşama ve daha güçlü olma arzuları var.
Bu uğurda hepimizin basamak yaptığı ve halen kullandığı kişileri var. Onları incitmek, küstürmek ve de basamaksız kalmak istemeyiz..
Hepimizin gizlice, sinsi sinsi ve yavaş yavaş yürüttüğü samanaltı planları var. Bunları ilan edemeyiz. Mehmet SAĞLAM Genetik Geçmişimiz ve Geleceğimiz
 
Top