Okuldaki Sır

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Küçük, şirin denecek bir köydü. Bir tepenin güney yamacında, yaklaşık aynı tarzda inşa edilmiş köy evlerinden oluşan yaklaşık 30 haneli ve 100 nüfuslu sessiz ve sakin tipik bir Orta Anadolu köyü. Öğretmenin ilk görev yeriydi burası. Köylüler ve çocuklar birkaç öğretmen görseler de, öğretmenin hayata ilk adımını attığı, ilk parasını kazanacağı, kendi ayakları üzerinde duracağı bir yerdi.

Muhtar, öğretmeni ilçede karşılamış, köyün dolmuşuna sıkış tepiş bindirmiş ve köye getirmişti. Akşam yemeğini yedirmiş ve karanlık çöktüğü için daha etrafını görüp tanıma fırsatı vermeden yer yatağını sermişti, yerine göre misafir odası olarak kullanılan küçük bir kilere. Öğretmen yerini yadırgamış, heyecanının da etkisiyle geç uyuyabilmiş, epey bir dönmüştü yatağında. Sabah horoz sesleri, inek böğürtüleri ile uyanmış, nerede olduğunu anlayabilmek için etrafını şaşkınca süzmüştü, sabahın seherinde.

Biraz sonra muhtar gelmiş ve kahvaltının hazır olduğunu söylemişti. Öğretmen elini yüzü yıkadıktan sonra, köy yumurtası dahil olmak üzere, doğal ürünlerden oluşan kahvaltısını biraz çekingen olsa da büyük bir iştahla yemişti. Kahvaltının ardından muhtarla birlikte köyü dolaşmaya ve görev yapacağı okulu, kalacağı lojmanı görmeye gittiler. Saçak altlarında güneşlenen köylülerle tanıştılar ve köyün az dışında olan okula doğru yürüdüler.

Okul büyük bir bahçe içinde, tek derslikten oluşan betonarme bir binaydı. Okulun tuvaleti dışarıda bahçenin bir köşesine kondurulmuştu. Kalacağı lojmanda iki odadan ve bir mutfaktan oluşan küçük sayılabilecek bir binaydı. Onun tuvaleti içindeydi. En azından şimdilik iyi olan buydu. Zira gecenin bir vakti üstelik karanlıkta tuvalete dışarıya çıkmayı hiç istemezdi. Ayrıca okulların açıldığı Eylül ayı epey bir serin havaya denk geliyordu. Rakım olarak ta yüksek olan köyde zaten ceketler ve kazaklar çoktan giyilmeye başlamıştı.

Öğretmen ilçeden getirdiği öteberiyi mutfağa gelişigüzel bıraktı. Muhtar da bir isteği olursa isteyeceğini söyleyerek çıkıp gitti. Lojmanda yatak, masa, sandalye ve bir kilimden oluşan eşyalar vardı. Eh bekar bir öğretmen içinde yeterdi şimdilik. Küçük bir temizlik yaptı ve muhtarın yolladığı yumurta ile güzel bir menemen yaptı kendine. Çayını da demleyip cam kenarına kurduğu masada iştahla yedi. Yemeğini yerken de köyü inceliyor, çocukları okutacağı okula bakıyordu.

Sevmişti köyü. Sessiz, kendi halinde bir köydü işte. Aslında sessizliği pek sevmezdi. Bıyıkları yeni terlemiş, yirmili yaşlarda toy bir delikanlıydı daha. Üniversite dışında evinden ilk defa ayrılıyordu. Üniversitedeki kalabalık öğrenci birlikteliğinden sonra bu aşırı sessiz ortam içini ürpertmişti. “Neyse kafamı dinlerim biraz” diyerek küçük bir teselliye sığındı. Kısa gün çabuk bitmiş ve akşamın hüznü çökmeye başlamıştı.

Köye henüz elektrik gelmemişti. Gaz lambasında yürüyordu hayat. O da gaz lambasını yaktı ve küçük pilli radyosunu açarak oynak bir hava buldu. Yeni okumaya başladığı kitabını açarak, kaldığı yeri buldu ve okumasına kaldığı yerden devam etti. Bir süre sonra yorgunluktan da olsa gerek uykusu gelmeye başladı.

İhtiyaçlarını giderdikten sonra yatağına uzandı ve lambayı tam kapatmayarak hafifçe kıstı. Ortalığı loş bir ışık sardı. Bir süre öylece yattıktan sonra dalıp gitti. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu, ama sıçrayarak uyandı. Her taraf zifiri karanlıktı. Lambanın gazı bitmiş, sıkıntılı ve boğucu bir karanlık odaya hakim olmuştu. Camdan dışarı baktığında aynı şekilde köyünde karanlıklar için olduğunu ve tek bir ışık dahi görülmediğini fark etti.

Yüzünü okula döndüğünde ise korku ve şaşkınlığı aynı anda yaşadı. Okulun içinden bir ışık sızıyordu. Zifiri karanlık içinde tek ışık kaynağı oydu. El fenerinin ışığında saatine baktı, gecenin 3,27’sini gösteriyordu. Bu saatte okulda kim olabilirdi? Acaba baksa mıydı? Ya da sabahı mı beklese? Ama okulun sorumluluğu artık kendindeydi. Bir şey kaybolsa veya yangın falan çıksa, suçlu kendisi olurdu.
El fenerini aldı, üzerine bir şeyler giyip çıktı. Dışarı çıktığında buz gibi bir hava vardı. Ayaklarının ucuna basarak okula doğru yürümeye başladı. Feneri sağa sola tutarak etrafta kimse var mı, diye bakınıyordu. Ama koyu ve derin bir karanlıktan başka bir şey görünmüyordu.
Okulun kapısına baktı ilk. Kapı kilitli aynı zamanda asma kilitle daha da emniyetli hale getirilmişti. Arka tarafa dolanarak camdan bakmayı denedi. Alta eğildi ve başını yukarı kaldırarak cama doğru uzandı. Gözleri içeriyi görecek kadar ayağa kalktı. İçerde kimseler görünmüyordu. Öğretmen masasının üzerinde çok eskilerden kalma bir kandil yanıyordu. Yandaki diğer iki cama da baktı, eliyle itti. Kırık olup olmadığına baktı. Yoktu. Pencerelerden de girilmemişti. O zaman bu kandil içeride nasıl yanıyordu. Veya içerde her kim varsa, nasıl girmişti?
Sağa sola bakınırken içeride bir gölge belirdi. Hemen olduğu yere çöktü. Camdan gelen ışık dışarı sızıyor ve karanlığın içinde yere düşerek orayı aydınlatıyordu. Yere düşen ışıkta bir kararma belirdi. İçerideki her kim ise öğretmenin olduğu cama doğru yaklaşıyordu. Öğretmen olduğu yere iyice sinmiş görünmekten korkuyordu. Gölge daha da büyüdü ve cama doğru yaklaşıldığını belli edercesine ışığı kapatmaya başladı. Artık içerideki gölge cama tamamen yapışmış, dışarı bakıyordu. Çünkü yere düşen ışık neredeyse kapanmak üzereydi. Öğretmen korkudan titriyor, görmek istemeyeceği bir görüntü ile karşılaşmamak için gözlerini kapatıyordu.
Camın dibinde gözleri kapalı yarım dakika kadar bekledi. Gözlerini yavaş yavaş açmaya başladı. Korkudan zangır zangır titriyor dişleri soğuğunda etkisiyle birbirine vuruyor ama o, ses çıkmasın diye dişlerini sıkıyordu. Gözlerini yarım aralayıp yerdeki ışığa baktı. Işık yine tam olarak yere düşüyordu. Bu da içerideki varlığın camdan çekildiğine delaletti. Bir süre daha öyle bekledi. “Beni gördü mü acaba? Her kim ise ya elinde bir silah ya da bıçak varsa ve beni öldürmek için bekliyor veya dışarı çıkıyor” diye karamsar düşüncelerle saniyeler içinden bin bir türlü yorum yapıyordu.
Artık kaderine razı biraz daha bekledi. Bir taraftan da merakını yenemiyordu. Tüm cesaretini topladı ve yavaşça yukarı cama doğru tekrar uzandı. Göz hizasına aldığı pencereden içeri bakmaya çalıştı. İçerideki kandil olduğu yerde isli bir şekilde yanıyordu. Kimseler görünmüyordu. Biraz daha kalkarak içeriyi tamamen görmeye çalıştı. Bir taraftan da içerideki her ne ise, arkadan gelip bir kötülük yapabilir diye sessizliği dinliyor, ayak sesi duymaya çalışıyordu.
Biraz daha cesaretlenerek ayakları üzerinde yükseldi ve camdan her tarafı görmeye çalıştı. Ama içerideki kandilin izin verdiği kadar aydınlıkta seçmeye çalışıyordu etrafı. Öğretmen masasının üzerinde bir beyaz örtü dikkatini çekti. Kirli ve yer yer yırtılmış bir beyaz örtü ve kandilin ışığının altında gölgeleniyor hafiften ışık dalgasında sanki oynuyordu. Elini cama yaslayarak ve gözlerini tam açarak net bir şeyler görmeye çalıştı. Başka dikkat çekici bir şey yoktu. Tekrar kandilin solgun ışığına bakarken, birden pencerenin iç tarafındaki zeminden bir şey yükselerek tam karşısına dikildi ve o anda bir çift simsiyah ve kocaman gözle karşı karşıya geldi. Donup kalmıştı. Sesi çıkmıyor, olduğu yerde kıpırdayamıyor, sanki nefes bile alamıyordu. Tek hareketli yeri delicesine vuran kalbiydi. Ama bu tempoda atmaya devam ederse o da duracaktı. Karşısında korkunç bir görüntü beklerken, nur yüzlü bir ihtiyarla karşılaştı. Aslında tam bir ihtiyarda denemezdi, uzamış saklarlına biraz beyaz düşmüş, saçları da aynı şekilde uzun, ara ara beyazlamış ve ensesinden dökülüyordu. İri bir görünüme sahip ve dinç duruyordu. Üzerindeki elbiseler askeri bir üniformayı andırıyor, ancak her tarafı dökülecek kadar yırtıktı.
Bir süre öğretmen dışarıda, yabancı içeride aralarındaki camda göz göze bir müddet bakıştılar. Etkileyici bakışlar karşısında öğretmen daha fazla dayanamadı ve kendinden geçti. Uyandığında hava aydınlanmak üzereydi. Hemen toparlanıp, birazda korkuyla içeriye baktı. Kimseler görünmüyordu. Ne bir ışık, ne bir kimse vardı. Tıpkı okulu terk ederken ki görüntü öylece duruyordu içeride.
Okulun kapısına koştu ve kilidin hala aynı şekilde kapalı olduğunu gördü. Anahtarları ile açıp etrafı kolaçan ederek içeri girdi. Kalbi geceki gibi delice atıyordu. Sınıfa girdi ve olağanüstü hiçbir şey göremedi. Sanki gördükleri bir hayal, hatta kabustu. Galiba beynimin oynadığı bir oyun bu dedi. Korkunç bir rüya gördüm ve buraya kadar sürüklendim. Ama asla uyurgezerlik gibi bir hastalığı yoktu.
Ama gece gördükleri inanılmaz görüntüden şu an için eser yoktu. O zaman bu nasıl olabilirdi? Öğretmen koltuğuna çöktü ve düşünmeye başladı. Ancak bir anlam veremiyordu. Tekrar kalktı ve lojmanına doğru yürümeye başladı. Sıkı bir kahvaltı edecek ve gördüklerini veya gördüğünü sandıklarını tok karınla analiz edecekti.
Çayı ocağa koydu, birkaç dilim peynir çıkardı ve muhtarın verdiği köy ekmeğini ısıtmak için sobaya koydu. Soba sönmek üzereydi. Tekrar tutuşturmak gerekiyordu. Birkaç parça dal parçası getirdi ve yakmak için kağıt aradı. Elindeki kitaptan başka kağıt yoktu. Kömürlüğe gidip baksa iyi olurdu. Kömürlüğü açtı ve gözünün karanlığa alışmasını bekledi. Bir müddet sonra içeride çuvallar içinde duran dosyaları ve yakılması için bırakılmış tomarlarca kağıt buldu. Daha sonrada lazım olacağı için çuvalın birisini sırtladığı gibi lojmana geri döndü. Çayı demleyip tekrara altına su çekti. Ekmeğini ısıtmak için sobaya çuvaldaki kağıtları yırtıp atıyor, üzerine çalı çırpı koyuyordu. Soba gürüldeyerek yandığında hem içi ısındı, hem de morali yerine geldi.
Yatağına sırt üstü uzanıp bir süre bekledi. Uyumak üzereydi ki, okul saatinin yaklaşmakta olduğunu anladı. Öğrenciler biraz sonra gelmeye başlarlardı. Yatağa oturup çuvaldaki evrakları, dosyaları çıkarmaya, ne olduklarını anlamaya çalıştı. Muhtemelen kendisinden önceki öğretmenlerin artık geçerliliğini yitiren evraklarıydı bunlar.
Ders notlarını, eski kayıtları toplamıştı meslektaşları. Çuvalın dibine doğru kırmızı yırtık bir dosyaya uzandı. Üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Dosyayı açtı ve içindekilere göz gezdirmeye başladı. Okulun ilk açıldığı yıllara ait köyün ve okulun fotoğrafları, bilgileri vardı. Resimler soluk ve eski, yazılar yer yer silinmişti. Son sayfaya geldiğinde bir anda şok oldu. Bir resimdeki kişi akşam gördüğünü sandığı varlığa nasılda benziyordu. Hatta dikkatli baktığında o olduğuna kesin emin oldu. O simsiyah gözleri unutması mümkün değildi.
O arada kapı çalındı. İrkilerek doğruldu ve kapıyı açtı. Muhtar elinde sıcak ekmekle kapıda duruyordu. Muhtarı içeri buyur etti ve yatağa oturttu. Dosya hala elindeydi. Hemen resmi göstererek muhtara “bu kim” diye sordu. Muhtar; “O köyümüzün bir garibanıymış. Askerde Kore savaşına gitmiş ve bir daha Kore den geri dönmemiş. Ondan hiçbir haberde alınamamış. Sonradan Kore savaşında şehit olduğunu ve oraya defnedildiğini öğrendik” dedi.
Konuk Yazarımız : YAVUZ ÇİFÇİ
 
Top