MÜSLÜMAN YALAN SÖYLEMEZ sadece lafta

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri

Yalan, kasıtlı olarak uydurulmuş, gerçekle ilgisi olmayan sözlerle başkasını bilerek aldatmaktır. Yalan, aldatmak maksadıyla bilerek söylenen gerçeğe aykırı asılsız sözlerdir. Yalan, asılsız, uydurma, gerçek tarafı olmayan şeylerdir. Yalan, doğru olanın veya doğru bildiğinin aksini söylemektir. Yalan, başkasını bilerek aldatmak için söylenen geçiştirmen sözlerdir. Yalan, doğruluğun aksine söz söylemek, olmuş bir olayı olmamış, olmamış bir olayı da olmuş gibi göstermektir.

Yalan söylemek, bir hatayı gizlemek amacıyla gerçeğe uygun olmayan bir girişimde bulunmaktır. Yalanın amacı başkalarını yanıltmaktır. Yalan söylemek, bir şey hakkında bulunduğu durumdan başka türlü haber vermektir.

Yalan söyleyen kimse, yalanıyla bir şeyin doğru olup olmadığını araştırmaksızın, o şey hakkında konuşarak kati ve kesin bir hüküm verir.

Yalan iki şekilde olur:

1. Haber verilen ve söylenilen şeyin hiç söz konusu olmaması,
2. O şeyin aslında, haber verildiği şekilde olmaması...

Yalan söylemek sadece ağzımızdan çıkan kelimeler değildir. Hile yapmak ve insanları dolandırmak da yalan içerisinde yer alır. Bütün bu çeşitleriyle yalan tüm meslek dallarında karşımıza çıkmaktadır. Ancak eğitimciler bu konuda büyük bir sorumluluk taşımaktadır. Çocuğun gelişim sürecindeki davranış bozukluklarını erken tesbit edip gerekli önemleri almak çocuğun hayatı için büyük önem arzetmektedir. Öyle ise bu sorumluluğu başarılı bir şekilde gerçekleştirmek için yalan söylemek konusunda yeterli bilgiye sahip olmak gerekmektedir.

Yalan Nifak Belirtisidir

Kur'an ve hadislere göre yalan, bir münafıklık alametidir. Zira yalan, insanın kendi içinin sesini dillendirmesidir. Bilindiği üzere nifak da içi dışı farklı olmak, ikiyüzlülük yapmak, inanmadığı halde inanıyor gibi görünmektir. Buna göre yalanla nifak, kol kola yürüyen iki arkadaş gibidirler; iki kötü arkadaş...

İnsanların inkâr bakımından en tehlikelisi münafıklardır. Onlar yalancıdırlar, imanları sözlerindedir, kalplerinde değil. Dünyevî bir menfaat veya benzeri başka maksatlardan dolayı müslüman gözükürler. Cenâb-ı Allah münafıklardan bahsederken şöyle buyurmuştur:

“İnsanlardan bazıları da vardır ki inanmadıkları halde, 'Allah'a ve ahiret gününe inandık' derler” (Bakara, ?

“Onlar ne sizdendirler ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar” (Mücâdile, 14)

Hz. Peygamber de (s.a.v), nifak ehlini tarif ederken şöyle buyurmuştur: “Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın bir koyun gibidir; bir bu sürüye, bir o sürüye katılır; iki sürü arasında gider gelir.”

Resûl-i Ekrem (s.a.v), münafıkların alametlerini sayarken de şöyle buyurmuştur: “Münafığın alametleri üçtür. Konuştuğunda yalan söyler. Söz verdiği zaman, sözünde durmaz; kendisine bir şey emanet edildiğinde ona hainlik eder.”

Abdullah b. Ömer'in (r.a) rivayet ettiği hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Şu dört şey kimde varsa o tam bir münafıktır. Bunlardan bir tanesi kendisinde bulunan kimse, onu terketmedikçe, kendisinde nifaktan bir haslet kalmıştır demektir. Bu sıfatlar şunlardır:

1. Kendisine verilen emanete hıyanet etmek.

2. Konuşunca yalan söylemek.

3. Verdiği sözü bozmak.

4. Başkalarına devamlı kötülük yapmak.”

Hasan-ı Basrî'nin (rh.a) anlattığına göre, daha önce şöyle deniliyordu: “Gizli ile açığın, söz ile fiilin, çıkış ile girişin değişik olması (yani gizli ve açıkta, söz ve fiillerinde, çıkış ve girişlerinde değişiklik sözkonusu ise münafıklık alameti vardır), birbirine uymaması münafıklıktandır. Münafıklığın temeli ise yalan söylemektir.”

Ebû Ümâme, Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Yalan, münafıklığın kapılarından bir kapıdır.”,

Ariflerin Uyarı ve Tavsiyeleri

Hz. Ali (r.a) yalan hususunda şöyle dedi: “Allah katında günahların en büyüğü, yalan söyleyen dildir. Pişmanlığın en kötüsü de kıyamet gününde duyulan pişmanlıktır.”

Bir vasiyetinde de şöyle demiştir: “Sakın yalancı ile arkadaş olma. Serap gibi, sana uzağı yakın, yakını uzak olarak gösterir.”

Diğer bir sözünde ise şöyle demiştir: “Allah katında en büyük hata, dilin yalan söylemesidir.”

İbn Muğter (rh.a) şöyle derdi: “Yalancı kimse ile beraber olmaktan sakın. Eğer onunla birlikte bulunmak mecburiyetinde kalırsan, söylediklerine inanma. Bununla beraber, kendisini yalancı kabul ettiğini de ona bildirme. Çünkü böyle yaparsan, sana biraz muhabbeti varsa onu da bırakır.”

Abdurrahman b. Mehdî (r.a) demiştir ki: “Müminde, küfürden sonra yalandan daha kötü bir haslet yoktur. Çünkü yalan en şiddetli bir nifak alametidir.”

Cafer-i Sadık (r.a), yalandan daha büyük bir hastalık olmadığını söylemiştir.

Şa'bî (rh.a) şöyle derdi: “Cimri ile yalancıdan hangisinin cehennemin daha derinine atılacağını bilmiyorum.”

Ubey b. Kâ'b (r.a) şöyle demiştir: “Kul, dört şey arasındadır: Belaya duçar olsa sabreder, bir nimete kavuşursa şükreder, eğer konuşursa doğru söyler, hüküm verirse adaletli davranır.”

Hikmet sahibi büyük zatlar, “Dilsiz olmak, yalan söylemekten iyidir” demişlerdir.

Ahnef b. Kays (r.a) der ki: “Akıllı ve şerefli bir mümin yalan söylemez. Gıybet ve hıyanet etmez.”

Yezid b. Meysere (rh.a), yalanı şöyle yermiştir: “Suyun ağacın kökünü sulayışı gibi yalan da her kötülüğün kapısını sular.”

Meymûn b. Mihrân (rh.a) demiştir ki: “Akıllı kimse, yalancı kimsenin sevgisine aldanmasın. Onun vaadine güvenmesin. Doğru konuştuğu bilinen bir kimsenin yalan söylemesi mümkündür. Fakat yalancılıkla tanınmış birinden doğru konuşmasını beklemek pek mümkün değildir.”

Lokman (a.s) vasiyetinde şöyle derdi: “Ey oğlum! Yalandan çok sakın. Çünkü yalan dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla hayanı, değerini ve makamını kaybedersin.”

Hz. Ömer (r.a) şöyle diyordu: “Vallahi doğru konuşmak bana zarar verse, yalan konuşmak bir fayda getirse, ben yine de doğru konuşmayı tercih ederim.”

Süfyân-ı Sevrî (k.s) şöyle derdi: “Ey kardeşim! Her zaman ve her yerde doğru ol. Yalan söylemek, sözünde durmamak, emaneti yerine getirmemek gibi kötü huylardan sakın. Yalancı ve sözünde durmayanlarla düşüp kalkma. Çünkü böyleleriyle beraber olmak, günaha sebep olur.”

Mâlik b. Dînâr doğruluk ile yalanın mücadelesinden bahsederken; “Doğruluk ile yalan, kişinin kalbinde boğuşurlar. Nihayet ikisinden biri diğerini dışarı atar” demiştir.

Mesrûk (rh.a) dedi ki: “Allah katında yalandan daha büyük bir günah yoktur.”,

Yalanın Kötü Olması

Yalan söylemek kötü huylardandır. Yalan söylemek, birçok kötülüğe yol açar. Yalan konuşmak, çok büyük günah olmasına rağmen insanlar arasında çokça yaygındır. Kur'an, yalanı rics (pislik) dediği putlara tapma ile birlikte zikretmiştir. “... Artık o pis putlardan ve yalan sözden sakının.” (Hac, 30)

Yalan, küfrün esası, nifakın alametidir. Yalan, güzel ahlâkı tahrip eden, mümini zehirleyen bir zehirdir, insanı insaniyetten uzaklaştıran kötü bir ahlâktır. Yalan, dürüstlükle uyuşmayan, dolayısıyla insan onurunu aşındıran kötülüklerin başında gelir. Gerek âyetlerde gerekse hadislerde yalan konusunda oldukça ağır ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Bunun sebebi, ahlâk kültüründeki veciz ifadesiyle yalanın “bütün kötülüklerin kaynağı” olmasıdır. İslâm ahlâk anlayışına göre doğruluk, bütün iyiliklerin temeli, yalan ise bütün kötülüklerin anası kabul edilmiştir.

Yalanın akıbeti kötü, sonucu çirkindir. Çünkü yalan kovuculuğu, kovuculuk nefreti, nefret de düşmanlığı meydana getirir. Haklının yerine haksız, haksızın yerine haklı geçer. Birçok ocak yalan sebebiyle söner, servetler mahvolup gider, insanlar arasındaki karşılıklı güven, sevgi ve saygı duyguları yerlerini kuşku, kin ve düşmanlığa bırakır. Bu yüzden kanlar dökülür, cinayetler işlenir.

Ayrıca yalan, birçok günahla irtibatlıdır. Genellikle diğer günahlar müstakil, tek başına olduğu halde yalan hemen hemen bütün günahlarla irtibatlıdır, örneğin, gıybet ve dedikodu yapan mutlaka yalan söyler, içki içip aklını ve şuurunu kaybeden kimse yalan söylemeye çok müsaittir. Kumar oynayan, kaybettiklerini almak için yalanla içli dışlıdır. Zina yalanlarla dolu büyük bir günah çeşididir. İftira ise yalan olmadan olmaz.

Hz. Peygamber (s.a.v), görmüş olduğu bir rüyasını şöyle anlatmıştır: Rüyamda bir kişi bana geldi ve, “Kalk!” dedi. Onunla birlikte kalktım. Bir de gördüm ki iki kişinin yanındayım. Onlardan biri ayakta, diğeri oturuyordu. Ayakta olanın elinde demirden çengeller vardı. O çengelleri oturan kişinin ağız boşluğundan geçiriyor, dudakları omuzlarına yetişinceye kadar çengelleri çekip uzatıyordu. Sonra tekrar çekiyordu. Sonra çengeli çıkarıp ağzının öbür tarafına takıyor, onu çektiği zaman, öbür tarafı eskisi gibi oluyordu. Beni kaldırana, “Bu manzara nedir?” diye sordum. Bana, “Şu oturan kişi yalancıdır. Bu sebepten kıyamete kadar kabrinde bu şekilde azap görecektir” dedi.

İbn Ömer'in (r.a) rivayet ettiğine göre, Allah Resûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bir kul yalan söylediğinde o yalanın yaydığı pis kokudan dolayı melek kendisinden bir mil uzaklaşır.”

Resûlullah (s.a.v) bir diğer hadisinde de şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz şeytanın (insanın gözüne süreceği) sürmesi, ağzına çalacağı tatlısı ve burnuna çektireceği enfiyesi vardır. Onun tatlısı yalan, enfiyesi gazap, sürmesi ise uykudur.”,


Yalan Çok Çirkin Bir Günahtır

Yalan konuşmak günahların en büyüğü ve en çirkinidir. Yalan, iblis'in bile ar duyduğu bir şeydir. Dolayısıyla bir müslümanın yalana yeltenmesi nasıl uygun düşebilir? Kişi yalancı bilinirse sözüne güven kalmaz, gözlerden düşer, nazarlarda değersiz olur. Yalan söylemek bir silah yarasına benzer ki iyileşse ve geçse bile izi kalır. Yusuf (a.s) ile kardeşlerinin hikâyesi gibi ki, kardeşleri yalan konuştukları için babaları Yakub (a.s) sonra onların doğru sözlerine de inanmadı. Bunun içindir ki atalarımız yalancının bir gün, hem de çok geçmeden foyasının, yalanının ortaya çıkacağını anlatmak için, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” demişler; yalancıya kimsenin güvenmeyeceğini anlatmak için de, “Yalancının evi yanmış da kimse inanmamış” diyerek yalan ve yalancılığın iyi bir şey olmadığını özlü bir şekilde anlatmışlardır.

Kur'ân-ı Kerîm yalancıları Allah'ın âyetlerine iman etmeyen ve Allah'ın hidayetinden mahrum kalan kimseler olarak tanıtmaktadır. Onların akıbeti hakkında da şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet günü Allah'a karşı yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün.” (Zümer, 60)

Evet, yalan söylemek insanın fıtratına ters düşen bir şeydir. Zira çocuklar dahi yalan söyleyenden hoşlanmazlar ve rahatsız olurlar. En ufak bir çocuğa dahi “Gel sana elma vereyim” deyip de geldiğinde vermezsen senden nefret eder. Bütün semavî dinlerde yalan en şiddetli şekliyle kötülenerek kınanmıştır.

Bu günah görünüşte basit, hiçbir zorluğu ve herhangi bir masrafı olmayan, her mekân ve zamanda kolayca işlenebilen, fakat bâtında çok büyük ve önemli bir günah olduğu için, insanın son derece dikkatli olması gerekir. Evet, yalanın ne kadar büyük olduğunu şu âyet ve hadislerde görebiliriz:

“...Allah'ın lanetini yalancıların üstüne okuyalım.” (Al-i İmran/61)

“Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur. İşte onlar, yalancıların kendileridir.” (Nahl/105)

“Hiç şüphesiz yalan, (dünya ve ahirette) insanın yüzünü kara eder.”

“Ahirzamanda birtakım yalancı deccâllar çıkacak. Size, sizin ve atalarınızın işitmediği şeyler anlatacaklar. Aman onlardan sakının ki sizi sapıtarak fitneye düşürmesinler!”,

Yalancılar Defterine Yazılmak

Yalan söylemek, en büyük ve en tehlikeli günahlardan biridir. Çünkü yalan konuşmak, insanı günaha götürür; günah ise cehenneme... İçki kötülüklerin anası olduğu gibi, yalan da bozulma ve sapıtmanın başıdır. Kim yalanı tabiatı haline getirir, ona alışır ve huy edinirse bütün rezilliklerin esiri olur. Bu durumdaki bir insan için rezilliğin her türlüsü önemsiz, basit ve üzerinde durmaya değmez şeylerdir. Ahlâk düzleminde her rezaletin karşısında bir fazilet yer almaktadır. Örneğin, ihanetin karşısında emanet, korkaklığın karşısında cesaret, cimriliğin karşısında da cömertlik bulunmaktadır. Yalanın karşısında hangi faziletin yer aldığını sanırım anlamışsınızdır! Hiç şüphesiz o doğru sözlülüktür... İnsan doğru söyleye söyleye nihayet Allah katında doğru sözlü biri olarak yazılır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.v),

“Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk insanı Allah'ı razı edecek iyiliğe götürür. İyilik de insanı cennete götürür. Kişi doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah katında sıddik/doğru sözlü diye kaydedilir. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah katında yalancı diye kaydedilir” buyurmuştur.

Allah Teâlâ cümlemizi yalandan ve yalancılıktan muhafaza buyursun. Zira yalan kalpte ufak da olsa siyah bir nokta, bir iz yapar, sonra kalbi istila eder, kalp simsiyah olur. Ondan sonra da o kişiden elbette bir hayır gelmez. İmam Mâlik'in (rh.a) rivayet ettiğine göre, Abdullah b. Mesud (r.a) şöyle demiştir: “Kul yalan söylemeye devam ettikçe, kalbine siyah bir nokta vurulur. Böylece bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde yalancılar arasına kaydedilir.”

Allah Resûlü de (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kim yalan yere yemin eder, müslüman bir kişinin malını o yalan yemini ile haksız olarak elde ederse, böyle bir kimse, Allah 'ın huzuruna, Allah kendisine kızgın olduğu halde gelir.”

Bir diğer hadiste de şöyle buyurmuştur: “Biri, Allah adına yemin etse ve ona azıcık yalan karıştırsa o yemin, kıyamete kadar kalbinde siyah leke olarak kalır.”

Görüldüğü gibi cennet ehlinin işi daima doğru söylemek, cehennem ehlinin işi de daima yalan söylemektir.

Yalan ve Mümin

Mümin, sözü, özü ve işi ile emin, güvenilir kimse demektir. Yalancılık kadar imana ve mümine ters bir huy yoktur. İnsanlar arasındaki ilişkiler sevgi, saygı ve güvene dayanır. Doğruluk ve doğru söylemek toplumu kaynaştırırken, yalan ve yalancılık ise insanlar arasındaki saygı ve güveni, dostluk ve arkadaşlığı ortadan kaldırır, hakların kaybolmasına, adaletin yerini zulmün almasına sebep olur.

Müslüman yalan söylemekten son derece kaçınmalıdır. İslâm dini yalanı münafıklık alametlerinden sayar. Allah Resûlü (s.a.v), müslümanlardan hırsızlık, zina, içki gibi had cezası gerektiren en ağır suçları işleyenlerin bile cennete girebileceğini belirtir, fakat yalanı müslümana bir türlü yakıştıramaz.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v), müminde bulunmaması gereken huyları şöyle bildirmiştir: “Her haslet/huy müminde bulunabilir, ancak hıyanet ve yalan asla bulunmaz.”

Hz. Enes (r.a), Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Şu altı şeyi yapmaya söz verin, ben de sizin cennete gireceğinize kefil olayım.” Sahabiler,

“Onlar nelerdir?” diye sordular; Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:

“1. Sizden biri konuştuğunda yalan söylemesin.

2. Söz verdiği zaman yerine getirsin.

3. Emanet edildiği zaman hıyanet etmesin.

4. Gözleri ile harama bakmaktan sakınsın.

5. Edep yerini muhafaza etsin.

6. Ellerini harama uzatmasın.”,

Kıssa: Açlıkla Yalan Bir Arada Olmaz!

Esmâ bint Umeys şöyle demiştir: Hz. Âişe (r.ah) gelin olduğunda onu Allah Resûlü'nün (s.a.v) odasına ben götürdüm.

Benimle beraber bazı kadınlar da vardı. Resûlullah'ın (s.a.v) yanında o anda bir bardak sütten başka bir şeyi yoktu. Ondan biraz içip Âişe'ye (r.ah) uzattı. Âişe (r.ah) ise utanıp içmedi. Ben ona,

“Allah Resûlü'nün (s.a.v) elini geri çevirme, al!” dedim. Bunun üzerine utanarak onu aldı ve içti. Sonra Resûlullah (s.a.v) ona,

“Arkadaşlarına da ver” buyurdu. Kadınlar,

“İştahımız yok” dediler. Allah Resûlü (s.a.v) buna karşılık,

“Açlıkla yalanı bir araya toplamayın” buyurdu. Ben,

“Ey Allah'ın Resûlü! Bizden biri iştahı varken, 'Canım istemiyor' dese bu yalan sayılır mı?” diye sordum; Allah Resûlü (s.a.v) cevaben,

“Yalan, yalan olarak yazılır. Hatta yalancık dahi, yalancık olarak yazılır” buyurdu.

Yalana Ruhsat Verilen Yerler

Üç yerde yalan konuşmaya izin verilmiştir.

Birincisi, harpte ve her zaman din düşmanlarının zararlarından korunmak ve müslümanları korumak için.

İkincisi, iki müslümanı barıştırmak için birinden diğerine iyi laf götürmek.

Üçüncüsü, hanımları idare etmek için. Bunlara ruhsat verilmiştir. Fakat gıybete ve kötü söz taşımaya izin yoktur.

Ümmü Gülsüm, Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, diyordu ki: “İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip, hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir.”

Esmâ bint Yezîd (r.ah) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular ki: “Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevkeden şey nedir? Halbuki üç yer hariç yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince:

1. Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı,

2. Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir.

3. İki müslümanın arasında barışı sağlamak kastıyla söylenen yalan.”

Ebû Kâhil diyor ki: Ashaptan iki zat arasında sözlü tartışma oldu ve araları açıldı. Ben birine gittim,

“Sen ona kızıyorsun ama o seni methediyor, seni övüyor, lehinde konuşuyor” dedim, öbürüne gittim, ona da aynı şekilde söyledim ve aralarını buldum, barıştılar.

Sonra kendi kendime, “Ben yalan söyleyerek kendimi helâk ettim de onları barıştırdım. Bu nasıl oldu?” diye düşündüm ve meseleyi Hz. Peygamber'e bildirdim. Resûlullah (s.a.v),

“Ey Ebû Kâhil! (Yalanla dahi olsa) insanların arasını düzelt” buyurdu.

Atâ b. Yesâr (r.a) diyor ki: Adamın biri Resûl-i Ekrem'e (s.a.v),

“Ey Allah'ın Resûlü, aileme yalan söyleyebilir miyim?” diye sordu. Resûlullah,

“Yalanda hayır yoktur” buyurdu. Adam,

“Eşime (sevgisini kazanacak) bazı şeyler vaat edeyim mi?” deyince, Resûl-i Ekrem (s.a.v),

“Bunda bir sakınca olmaz” buyurdu.

Kıssa: Bu Rehberimdir...

Resûlullah (s.a.v) ile Hz. Ebû Bekir hicret ederlerken, Hz. Ebû Bekir, Resûlullah Efendimiz'in arkalarında yürüyordu. Bir grup kimse ile karşılaştılar. O kimseler, Peygamber Efendimiz'i tanımıyorlar, Hz. Ebû Bekir'i tanıyorlardı. Hz. Ebû Bekir'e,

“O kim?” diye sordular. O da onun Resûlullah (s.a.v) olduğunu söylemedi. Anlarlarsa zarar vermelerinden, onun mübarek kalbini incitmelerinden endişe ederek,

“Bu rehberimdir, bana yol gösteriyor” dedi.

O kimseler, yol tarif eden kılavuz olarak anlamışlardı ve Hz. Ebû Bekir'in sözü bu manada yalandı. Fakat o, bu sözü söylerken; bize, hidayet, kurtuluş yolunu gösteren zat manasını kastetmiş olduğundan hakikatte yalan söylememişti.,

Yalan Hastalığı ve Tedavisi

Yalan ve yalancılık, fert ve toplumlan içten çökerten ve yıkan en büyük hastalıklardan biridir. Bu sebepledir ki İslâm yalan söylemeyi kesinlikle haram kılmıştır. Zira yalancılık yüzünden birçok hak zayi olur, pek çok facia meydana gelir. Yalan, insanları birbirine düşürür, güven duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan, er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilmeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felakete sürükler. Bu yüzden yalan büyük günahlardan sayılmıştır. Yalan konuşmak, Resûlullah'ın (s.a.v) en çok nefret ettiği huydur. Hz. Âişe'nin (r.ah) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resûlullah'ın (s.a.v) ashabına göre, yalandan daha kötü bir huy yoktu. Resûlullah, ashabından birinin yalan söylediğinden haberdar olduğunda, o adamın söylediği yalandan ötürü Allah'a tövbe ettiği bilgisi kendisine ulaşmadıkça, o meseleyi kalbinden söküp atamazdı.”

Bir müslümanın yalan konuşmaktan tövbe etmesi Allah ve Resûlü'nün ondan hoşnut olduğuna işarettir. Zira tövbe, her türlü rezalet çukurundan kurtulmanın, onu aşmanın yolu ve çaresidir. Hz. Peygamber (s.a.v), “Allah'ın verdiği her hastalığın bir devası (çaresi) vardır, (o halde tedavi olun!)” buyurmuştur.

Yalan ve benzeri hastalıkların tedavisi de nefsi terbiye etmek, kalbi kirleten küfür, cehalet, kötü duygu ve huylar, yanlış inançlar, kötü arkadaşlar gibi şeylerden temizleyip yerine iman, ilim, irfan, iyi duygular, güzel ahlâk, doğru arkadaşlarla beraber olmak gibi şeylerle mümkün olur. Aslında bu işin terbiyesi ancak kâmil velilerin gözetiminde yapılır. Bugün insan en vahşi hayvanları dahi terbiye ederken, insanları terbiye etmek için gönderilen bir Allah dostu nasıl bu işi yapamasın? Oysa terbiyeye en müsait varlık insanoğludur.
 
Top