Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="YoRuMSuZ" data-source="post: 324941" data-attributes="member: 1"><p><h3>İSTİKLÂL MARŞI'MIZIN TARİHÎ, EDEBÎ, DİNÎ VE KÜLTÜREL KAYNAKLARI</h3><p></p><p><strong>(Bölüm 3)</strong></p><p></p><p>Millî Mücadele sırasında Batı destekli Yunanlılar Anadolu'muzu işgal ederken İngiliz Başbakanı Daved Lloyd George (1863 1945), Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demişti:</p><p></p><p>Yunan ordusu Anadolu'ya medeniyet götürüyor. Yunan kuvvetle ri kendilerinden bekleneni yapmıştır.</p><p></p><p>Emperyalist Batı, özellikle Doğu dünyasını, İslâm dünyasını silah zoruyla, işgalle, zorbalıkla sömürge hâline getirmiştir. Özellikle I. Dünya Savaşı'ndan itibaren medeniyet ürünü olan silahlarla kitle katliamları yapmış, oluk oluk kanlar akıtmış, milletleri boyunduruğu altına almıştır. Âkif, Batı'nın kendini medeniyetle özdeşleştirmesini istihzalı bir biçimde vurguluyor. Şunu demek istiyor: Kendilerini medenî olarak gösteren Batı, aslında vahşî bir canavardan ibarettir.</p><p></p><p>Âkif, medeniyet kavramına yüklediği anlamı, neden tek dişi kalmış canavar olarak nitelediği konusunu Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle açar:</p><p></p><p>Benim bu kürsüden söyleyecek bir sözüm varsa o da Garp (Batı) medeniyeti dediğimiz o rezil âlemin bir an evvel hâk ile yeksân (yerle bir) olmasını temenniden ibarettir. Ey cemaat-ı müslimîn! (Müslümanlar topluluğu) Sakın bu sözlerimden benim ilim düşmanı, marifet (bilgi, hüner, sanat, beceri) düşmanı, terakki (ilerleme, gelişme) düşmanı olduğuma zâhip olmayınız (bu kanıya varmayınız).</p><p></p><p>Benim bütün insanlar hesabına bilhassa dindaşlarım namına istediğim bir medeniyet varsa o da her manasıyla pek yüksek, namuslu, vakarlı bir medeniyettir, yani bir medeniyet-i fâzıladır (faziletli, erdemli bir medeniyet). Garp medeniyeti maddiyattaki (maddi alanlardaki) terakkisini (gelişimini) maneviyat sahasında katiyen gösteremedi. Bilakis o ciheti (tarafı) büsbütün ihmal etti. Hayır ihmal etmedi; bile bile pâymâl etti (mahvetti, telef etti). Avrupalıların ne mal olduklarını anlayamayanlar zannederim ki bu sefer artık gözleriyle görerek hatalarını tashih etmişlerdir.</p><p></p><p>Görüldüğü gibi modern Batı, maneviyatı, insanî değerleri, dinî duyarlığı ortadan kaldırdığı, sadece maddeciliğe, materyalizme, güce, silaha, dünyaya bağlı olduğu için tek boyutlu yani tek dişi kalmış bir canavardır.</p><p></p><p>Medeniyet kelimesinin vurgulanmasının bir özel durumu daha vardır. O da şudur: Yunanlılar, vahşice katliamlarla Anadolu'yu işgal ederken dünya kamuoyuna biz Anadolu'ya medeniyet götürüyoruz! diye propaganda yapıyorlardı. Son zamanlarda Amerika Irak'ı işgal ederken aynı propagandayı kullanmıştır. Onlar da: Biz Irak'a demokrasi götürüyoruz! dediler ve geldikten sonra 3 milyondan fazla Müslümanı katlettiler, sakat, aç sefil bıraktılar, ülkeyi baştan başa yakıp yıktılar, yaşanamaz bir hâle soktular. Emperyalist Batı'nın işgal mantığı hiç değişmiyor.</p><p></p><p>Medeniyyet! dediğin tek dişi kalmış canavar? mısraı, aynı zamanda büyük ölçüde Oğuz Kağan Destanı'ndan izler taşıyor. O destanda Oğuz Kağan, Türklerin at sürülerini ve halkı yiyen, ağır bir eziyetle halkı ezen büyük ve yaman bir canavar olan gergedana karşı savaşır ve onu öldürerek kahraman olur.</p><p></p><p>Bu destan motifi, İstiklâl Marşı'nda yukarıda verdiğimiz mısrada yeni bir şekilde ele alınıp işlenmektedir. Buna göre eski Türk tarihinin kahramanı Oğuz Kağan, milletin at sürülerini yani ekonomik kaynaklarını yok eden, hatta bununla kalmayıp milleti yok eden yani soykırım uygulamak isteyen gergedan canavarının emperyalist faaliyetlerine karşı kahramanca göğüs geren bir figür idi. Millî Mücadele sürecimizde de kahraman Oğuz Kağan'ın karşılığı Türk milletidir, Kuva-yı Milliye'dir, Atatürk'tür.</p><p></p><p>Ekonomik kaynaklarımızı ele geçirmek isteyen ve bizi yok etmek isteyen gergedan canavarının karşılığı da ülkemizi işgal eden Batılı devletler, İtilaf devletleri, Batı emperyalizmidir. Âkif, burada bilinçli olarak bu Batı emperyalizmine canavar diyor. Oğuz Kağan'ın gergedan canavarına karşılık Âkif, döneminin canavarı medeniyet denilen tek dişi kalmış canavardır.</p><p></p><p>Batı emperyalizmi de Türk milletinin yer altı ve yer üstü bütün ekonomik kaynaklarına musallat olmuş bir canavardır. Oğuz Kağan zamanının ekonomik değeri at sürüsü idi, Âkif zamanının ekonomik değerleri ise madenlerimiz, limanlarımız, meyvemiz sebzemiz, işletmelerimiz; hasılı her şeyimizdir.</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın, </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Siper et gövdeni, dursun bu hayâsıca akın. </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Doğacaktır sana va'd ettiği günler Hakk'ın. </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın. </em></p><p>Burada vatanı düşman işgaline karşı sonuna kadar savunma kararlılığı imgesi vardır.</p><p></p><p>Yurt, Türkiye topraklarıdır. Bu vatan, bizim millet olarak hem maddi ihtiyaçlarımızı karşıladığımız, hem de kültürümüzü, medeniyetimizi oluşturup yaşadığımız kutsal bir topraktır. Millî varlığımızı, millî kimliğimizi, değerlerimizi, inançlarımızı, geleneklerimizi ancak kendimize ait bağımsız bir vatanımızda yaşayabilir ve yaşatabiliriz. Vatan, bizim için sadece karnımızın doyduğu bir toprak parçası değildir. Anadolu toprakları bizim Türk-İslâm kültür ve medeniyetimizin yeşerdiği, serpildiği, geliştiği, yaşandığı bir yerdir. Millî kültürümüzü bir yönüyle Anadolu coğrafyası oluşturmuştur. Bu bakımdan millî kültürle vatan arasında kopmaz bir bağ vardır.</p><p></p><p>Burada alçak diye belirtilen kesim, ülkemizi işgal eden emperyalist Batılılardır. Onlara alçak denmesinin bazı sebepleri vardır. Alçak, aşağı, soysuz, namert demektir. Buna göre emperyalist Batılı devletler, haksız yere gelip üzerimize saldırmışlar, işgal ve istila zamanında namertçe kadınlarımıza, kızlarımıza, yaşlılarımıza, çocuklarımıza zulmetmişlerdir. Hem milletimizi, hem de dinî ve millî değer ve varlıklarımızı yok etmek istemişler, bu konuda her türlü tahribatı yapmışlardır. Dolayısıyla onların yaptıkları mertlik ve haklılığa dayanan şeyler değildir.</p><p></p><p>Âkif, Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazda sömürgeci Batılı devletleri şöyle nitelendiriyor: Uzun zamandan beri devam eden dahilî (iç), haricî (dış) muharebeler (savaşlar), bilhassa Balkan Muharebesi'yle şu Harb-i Umumî (Birinci Dünya Savaşı) bizde can bırakmadı, kan bırakmadı, para bırakmadı, hiç bir şey bırakmadı.</p><p></p><p>Düşman ise bu kadar kuvvetli. Şerâit-i sulhiyyeyi (barış şartlarını) çârnâçar (mecburen) kabul edeceğiz. Bu, tıpkı silahsız bir adamın dağ başında müsellah (silahlı) haydutlar tarafından kuşatılmasına benzer. İster istemez eşkıyanın emrine boyun eğecek Pek doğru! Yalnız iki nokta var.</p><p></p><p>Bir kere o müsellah haydutlar ortalarına aldıkları bîçareden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini isteseler, ayağındaki pabucunu, başındaki külahını isteseler biz de vermesini tasvip ederdik (onaylardık). Lakin bununla kanaat etmiyorlar ki. Bîçâre (çaresiz) herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra:</p><p></p><p>-Boynunu uzat! Kafanı da ver! diyorlar. Mademki teklif bu kadar ağırdır, artık bunu hiç kimse kabul edemez. İster istemez dişiyle tırnağıyla uğraşır, çabalar.</p><p></p><p><strong>Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın</strong>, mısraında Namık Kemal'in Deli Hikmet'le müştereken yazdığı Vatan Mersiyesi'nin Deli Hikmet'e ait olan şu mısralarından izler vardır:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Ey vatan genç idin eyvah tükendin bittin </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bizi alçaklara, hainlere muhtaç ettin </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bunca öksüzlerini kimlere koydun gittin</em></p><p>Deli Hikmet, vatanın alçaklar tarafından işgalinden duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu. Âkif ise vatanımızın alçaklara teslim edilmemesi gerektiğini vurguluyor.</p><p></p><p>Âkif'in yukarıdaki mısraında alçakların yurdumuza neden uğratılmaması gerektiğini gösteren bir örnek olayı Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatır:</p><p></p><p>Düşmanın en çok hedef-i taarruzu (saldırı hedefi) namuslu, dindar, münevver (aydın) erkeklerle kadınlardır. Bunlara îkâ' ettikleri (dayandırdıkları) şenâyi' (kötü işler) pek elîmdir (elem vericidir). Geçenlerde bize verilen bir habere göre Erdek dahilinde bulunan İslâm eşrafı (önde gelen Müslümanlar) tamamen toplattırılarak Yunanlılara istinad eden</p><p>(sırtını dayayan) yerli Rumlar tarafından ağızlarına</p><p>değnekten birer gem vurulmuştur. Bunları düşürmeksizin tıpkı köpekler gibi bağırmaları, havlamaları teklif edilmiş, değnekler düştüğü hâlde süngülenecekleri de söylenmiştir. Ağızlarından değneği düşüren bedbahtlar fi'l-hakika (gerçekte) dipçik lerle darb u cerh olunmuşlardır (dövülüp yaralanmışlardır). Yine Erdek'te on beş yaşında ..... isminde bir efendinin cebren (zorla) namusuna taarruz edilmiş (sataşılmış), zavallı çocuk bilahare (daha sonra) ölüm döşeğine düşmüştür.</p><p></p><p>Hayâsızca akın, emperyalist Batılıların son haçlı saldırısıdır. Hayasızca yani utanmadan, namussuzca, Allah korkusu ve günahtan kaçınma duygusu olmadan yapılan bir saldırganlıktır.</p><p></p><p><strong>Doğacaktır sana va'd ettiği günler Hakk'ın</strong>: Burada Allah'tan hiçbir zaman ümit kesmeme inancı dillendirilir. Müslüman kişi, en olumsuz ve kötü şartlarda bile Allah'tan ümidini kesmez. Müslüman için imkânsız diye bir şey yoktur. Allah her şeye kadirdir. O isterse en kötü şartları bile tersine çevirebilir. Maddi sebeplere bakıp da ümit kesmemek lazımdır. Düşman sayıca, silahça çok olabilir, kat kat üstün olabilir ama bu durum onların mutlak anlamda üstün gelecekleri anlamına gelmez. Onun için yılmadan, ümidi kesmeden mücadeleye devam etmek lazımdır.</p><p></p><p>Bu mısrada dolaylı da olsa değişik bir ifadeyle Müminlerden özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaat etmiştir. (4/95) ayetinin içeriği aktarılmıştır. Ayrıca bu mısrada şu ayetin içeriğini de görüyoruz:</p><p></p><p>Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (12 / 87)</p><p></p><p>Dolayısıyla burada Allah'ın Türk milletine vaad ettiği şey, hem dünyada tam bağımsız ve bağlantısız hür bir vatan ve devlet, hem de cennettir. Ayrıca bu mısrada İzmir'in işgali üzerine Halide Edip'in İstanbul'da bir meydan toplantısında yaptığı bir konuşmada geçen şu cümlesinden de etkilenme vardır:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Her gecenin bir sabahı vardır.</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Bastığın yerleri toprak! diyerek geçme, tanı! </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.</strong> </em></p><p>Burada Türkiye topraklarının şehit kanlarıyla yoğrulmuş olmasından dolayı kutsallaşması imgesi vardır.</p><p></p><p>Bu dörtlükte bir bütün olarak bu imge yerleştirilmiştir. Anadolu toprakları, kolay elde edilmiş bir vatan değildir. Türk milleti, buraları uğruna binlerce evladını şehit vererek vatanlaştırmıştır. Dolayısıyla Millî Mücadele'yi idrak eden Türk evlatlarının daha önceki zamanlarda bu vatan uğruna şehit olmuş atalarını düşünerek savaşmaları gerekir. Türk milleti, emperyalist işgalcilere karşı savaşırken gözünün önüne şehit atalarını getirmeli, hep onların fedakârlıklarını düşünerek azimle, kararlılıkla savaşmalıdır.</p><p></p><p>Anadolu toprakları sıradan, maddi değeriyle ölçülebilen bir toprak değildir. Bu topraklar, ecdad kanlarıyla, İslâmlık ve Türklük değerleriyle cennet vatan hâline getirilmiştir. Kefensiz yatanlar, şehitlerdir. İslâm inancında şehitler kefensiz olarak oldukları gibi, üstlerindeki ile defnedilir. Buraların bizim için manevi değeri çok yüksektir. Bütün dünyalar karşılığında kolayca vaz geçilecek bir yer değildir.</p><p></p><p>Âkif, Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle der: Hepiniz bilirsiniz ki buhranlar içinde çarpıp duran bu din-i mübîn (İslâm) bizlere vedîatullahtır (Allah'ın bir emanetidir.) Kahraman ecdadımız (atalarımız) bu sübhanî vedîayı (yüce emaneti) sıyânet (korumak) uğrunda canlarını feda etmişler. Kanlarını seller gibi akıtmışlar. Muharebe (savaş) meydanlarında şehit düşmüşler; râyet-i İslâm'ı (İslâm bayrağını) yerlere düşürmemişler. Mübarek naaşlarını (cesetlerini) çiğnetmişler şeriatın (İslâm'ın) harîm-i pâkine (temiz namus ocağına, yuvasına) yabancı ayak bastırmamışlar. Babadan evlada, asırdan asra intikal ede ede bize kadar gelen bu emanet-i kübrâya (büyük emanete) hıyanet (ihanet etmek) kadar zillet (alçaklık) tasavvur olunabilir mi? Yoksa bizler o muazzam ecdadın (ataların) ahfâdı (torunları) değil miyiz?</p><p></p><p>Bu dörtlüğün yazılmasında Âkif'in doğrudan ya da dolaylı olarak yararlandığı, ilham aldığı kaynaklardan biri, Namık Kemal'in Vatan Mersiyesinin şu aşağıdaki bendidir. Hem Âkif'in yukarıdaki dörtlüğü hem de Namık Kemal'in burada vereceğimiz bendi, içerik, söylem ve yorum birliğine sahiptir. Namık Kemal şöyle diyor:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Vatanı aldığı günler ecdâd (atalarımız)</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Geri vermek mi içindi o cihâd</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Yâd edin (hatırlayın) kanlarını aşk ile yâd</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Geldi toprakları da efgâne (toprakları da feryat etti)</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Dâd-res yok mu diyor nâlâne (inleyerek imdat gönderen yok mu diyor) </em></p><p></p><p>Bu dörtlükte ayrıca şehitlerle ilgili şu ayetin de yansımaları görülmektedir:</p><p></p><p>Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığı ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler. Onlar, Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler. (Al-i İmran, 169-171)</p><p></p><p>Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. mısraının çıkış noktalarından biri, Namık Kemal'in Bekçi Türküsünde yer alan şu dörtlüğüdür:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Biz bakmadan sağ u sola</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Düşman girdi İstanbul'a</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Vatanı sattık bir pula</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Ne utanmaz köpekleriz</em></p><p>Vatan topraklarını satma, ucuz pahalı demeden yabancılara verme, geçici, basit, sıradan, küçük menfaatler uğruna vatan topraklarından vaz geçme ve elden çıkarma hastalığı, özellikle Tanzimat'tan beri devam ediyor. O zaman Namık Kemal, vatanın satılamayacak kadar kutsal bir değerimiz olduğunu vurguluyordu. Vatanı ucuz pahalı demeden satanları da utanmaz köpek olarak nitelendiriyordu.</p><p></p><p>Mehmet Âkif de bu dörtlükten aldığı ilhamla önceden uyararak Millî Mücadele'mizde Türk milletini vatanı düşmana teslim etmeyin, bize dünyaları verseler bile vatan topraklarından vaz geçmeyin, vatan topraklarını korumak uğruna her şeyinizi gerekirse feda etmekten çekinmeyin diye haykırıyordu.</p><p></p><p>Âkif yukarıdaki mısrayı destekleyen şu mısraları da söylemiş:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.</em></p><p>Yahudiler, Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir devlet kurmak için çok uğraştılar. Osmanlı Devleti'nin o zamanki büyük dış borçlarını ödemek ve ayrıca o kadar para vermek karşılığında Filistin topraklarından bir parça arazi istediler. Yahudilerin bu isteğine son derece öfkelenen Sultan Abdülhamit, onlara şu karşılığı vermişti:</p><p></p><p>Şehid kanlarıyla sulanan topraklar parayla satılmaz! Def olun!</p><p></p><p>Sultan Abdülhamit, bu olaya dair şunları söyler:</p><p></p><p>... Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki, yüzbaşı, makam-ı saltanatımızda bu iki Yahudi (Teodor Hertzel ve Emanuel Karaso), rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı. Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz!' diye bağırmıştım. İçeri giren saray adamlarına da, her ikisini almalarını söylemiştim. İşte bundan sonra, Yahudiler bana düşman oldular. Şimdi burada Selanik'te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır!..</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ! </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. </em></p><p>Burada Cennet vatanımız için mutlak bir fedakârlık inancı imgesi vardır.</p><p></p><p>Bu dörtlük, bir önceki dörtlüğü pekiştiren, destekleyen, kuvvetlendiren bir bölümdür. Her tarafı şehitlerle dolu olan bu cennet vatan için hiçbir fedakârlıktan kaçılmaz. Değerli bilinen her şey, onun için seve seve verilir. İnsanın en değerli varlığı kendi canı, sonra cananı yani sevdiği kişiler, eşi, kardeşi, anne babası, arkadaşı, mal varlığı; bunların hepsi vatanı kurtarmak, korumak uğruna seve seve verilebilecek olan değerlerdir. Vatan hiçbir şeye değişilmez. Türk'ün bağımsız, kendi değerlerini yaşadığı bir vatanı olmadıktan sonra canı, cananı, malı, mülkü ne yapsın?</p><p></p><p>Bu dörtlükte Âkif, çok kuvvetli bir vatan sevgisini telkin ediyor. Onun bu aşırı vatan sevgisinin kaynağı, kuşkusuz vatan sevgisi, imandandır, hadis-i şerifine dayanır.</p><p></p><p><strong>Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ</strong>! mısraı, o dönemde pek çok yazı ve konuşmanın üzerinde durduğu temel motiflerden biriydi. Yani Müslüman Türkiye toprakları şehit atalarımızın kanlarıyla boyanmış, her karış toprakta bir şehit yatmaktadır. Bu şehit atalarımızın ruhunu incitmemek, onlara layık olabilmek için bu vatanı sonuna kadar savunmalıyız, gâvura teslim etmemeliyiz. Nitekim bu görüşü dile getirenlerden biri de Hasan Basri Çantay'dı. Bir yazısında şöyle der:</p><p></p><p>Bilmem daha hangi zamanı bekliyorsun? İslâm yurdu baştan başa inliyor. Senden bir kan, bir can, bir iman bekliyor. Ah vatan, ah vatan!... Hani Arabistan, hani Efendimizin üzerinde titrediği mübarek Kâbe? Hani o Ravza-i Mutahhara (Peygamberimizin kabriyle Minberin arasındaki alan)? Hani İmam-ı Azam'ın türbesi?</p><p></p><p>Hani peygamberlerin, evliyanın, şühedânın 99 hitlerin) kabirleri? Hani güzel ve tarihî Bursa? Hani Emir Sultanlar? Osmanlı ecdadının (atalarının) dünyalara sığ mayan er oğlu erlerin mezarları?... İşte hep bunlar bizlere bakıyor, bizim arslanlığımızı görmek istiyor. Gökte melekler halâsımıza (kurtuluşumuza), muvaffakiyetimize (başarımıza) dualar ediyor, ruh-ı pâk-i Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) (Peygamberimizin temiz ruhu) bizden bugün içün hizmet ve fedakârlık bekliyor. Düşman çarığı, çizmesi altında kalan mübarek kabirlerin sahipleri bizi cenk yerine erlik meydanına çağırıyor.</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Rûhumun senden ilâhî şudur ancak emeli, </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli, </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli. </em></p><p>Burada İslâmî değer ve simgelerin kâfirler tarafından aşağılanmaması ve yok edilmemesi talebi, imgesi vardır.</p><p></p><p>Millî Mücadele, bir anlamda Müslümanlık-Hristiyanlık savaşı hâlinde cereyan etmiştir. Batılı emperyalist işgal güçleri, Haçlı saldırısı ruhuyla hareket etmişler, Türkiye'deki İslâmî değer ve simgeleri kimi zaman aşağılamışlar, hakaret etmişler, çiğnemişler, ayaklar altına almışlar; kimi zaman yok etmişler ve etmeye çalışmışlardır.</p><p></p><p>Daha önce Balkan savaşlarında Balkanlardaki camileri ve diğer Türk-İslâm kültür varlıklarını, eserleri yakıp yıkıp yok etmişlerdi. Bugün Balkanlarda Osmanlı-İslâm tarihine ait kültür ve sanat eseri pek kalmamıştır. Millî Mücadele sürecinde de özellikle Yunanlıların İslâmî kurum, değer ve simgelere saldırdığını görüyoruz. 8 Temmuz 1920'de Yunanlılar Bursa'yı işgal edince Sultan Osman'ın türbesini çiğnemişlerdi. Venizelos'un oğlunun Sultan Osman'ın türbesini aşağılayan bir fotoğrafı vardır. Bu Osmanlı tarihinin ve Türklük değerlerinin ayaklar altına alınmasıydı.</p><p></p><p>O dönemde mabetlerimizin, camilerimizin göğsüne namahremlerin yani Hristiyanların, Haçlıların, Avrupalıların pis ellerinin nasıl değdiğini Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatıyor:</p><p></p><p>Mel'unlar (lanetliler) yalnız servet ve ismeti (masumluğu), nüfûs-ı müslimeyi (Müslüman nüfusu) ifna ve imha ile (yok etmekle) kalmayarak şimdi de yüzlerindeki nikâbı (örtüyü) atmak suretiyle doğrudan doğruya mukaddesât-ı diniyyemize (dinî kutsal değerlerimize) tecavüz ediyorlar (saldırıyorlar). Bursa'da, Balıkesir'de, İzmir'de, Akhisar'da ve işgal ettikleri bütün memleketlerde cevâmi-i şerîfeyi (şerefli camileri) rezîlâne (rezil bir şekilde) tevliyet ve tahkir ile (aşağılamakla) uğraşıyorlar. Lafza-i celâl (Allah sözü) levhalarının söküldüğü cami duvarlarına müslümanların gözleri önünde haç resimleri nakş ederek (yerleştirerek) bu suretle kâfirâne (kafircesine) emellerini meydana çıkarıyorlar.</p><p></p><p>Birçok yerlerde minare lerde ehl-i İslâm'ı (müslümanları) huzurullaha (Allah'ın huzuruna), vahdete (Allah'ın birliğine) davet eden müezzinler tahkir edilmiş (aşağılanmış), dövülmüştür. En yüksek bir medeniyet-i İslâmiyyeyi (İslâm medeniyetini) meydana getiren, cihana (dünyaya) adalet, merhamet, hamaset (yiğitlik), mertlik gibi pek kudsî (kutsal) desâtîri (ilkeleri) neşr ü talim eden (yayıp öğreten) Rasulullah Efendimiz Hazretleri'nin lihye-i saadetleri (Peygamberimizin sakal kılları) alınarak çiğnenmiş, bu kudsî esasları ilahî bir eda ile kucaklayan Mushaf-ı Şerife (Kur'an) bayrakları yırtılmış, şimdiki ensâl-i İslâm (Müslüman nesiller) gibi daima dağınık sokaklara atılmıştır.</p><p></p><p>İstiklâl Marşı'nın yazılışından önce de sonra da bu tür olaylar ülkenin her yerinde cereyan etmiştir.</p><p></p><p><strong>Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli,</strong> mısraının kaynaklarından biri bu tür olaylardır. </p><p></p><p>Bu mısraın ilham kaynaklarından biri de Namık Kemal'in Vatan Türküsünde geçen şu dörtlüktür:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Cümlemizin (hepimizin) validemizdir vatan</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Herkesi lutfuyla odur besleyen</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bastı adû (düşman) göğsüne biz sağ iken</em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Arş yiğitler vatan imdadına</em></p><p>Âkif bu dörtlüğün üçüncü mısraından söylem, ifade ve yaklaşım aktarımı yapmaktadır.</p><p></p><p><strong>Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli</strong>: Ezan, Müslümanları ibadete, namaza çağırmak veya namaz vaktini bildirmek için müezzin tarafından cami ve minarede günde beş kez okunan tekbir, şehadet ve diğer sözlerdir.</p><p></p><p>Burada ezan, dinin temelini oluşturan bir simgedir. Bir anlamda İslâm'ı temsil eden bir unsurdur. Ülkemize İslâm medeniyetinin hâkim oluşunun bir belirtisi ve alametidir. Türkiye'nin semalarından bu ezan sesinin sonsuza kadar kesilmemesi gerekmektedir. Vatanımız eğer işgalcilerden kurtarılmazsa ezan sesleri susacak, çan sesleri hâkim olacaktır. Yani İslâm ortadan kalkacak; onun yerine Hristiyanlık hâkim olacaktır. Dolayısıyla Millî Mücadele, bir yönüyle Hristiyanlığa karşı İslâm'ı koruma savaşıdır.</p><p></p><p>Âkif, Süleymaniye Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle demişti: İşte Rumeli'nin hâli! Düşman galip geldi, camileri kilise yaptı, ahır yaptı. Mescit bul da namaz kıl; minare bul da ezan oku! Bununla beraber olacağa nispetle bu olmuşlar bir şey değil! Eğer biz gözümüzü açmazsak-neûzü billah (Allah korusun) İslâm'ın dünyada namı (adı) bile kalmayacaktır.41</p><p></p><p>Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında da ezan-çan mücadelesine şöyle değinir: Endülüs diyarını gözünüzün önüne getirin. O, cihanın en mamur (bayındır), en medenî, en mütefennin (bilim ve teknikte gelişmiş) iklimi vaktiyle sinesinde on beş milyon Müslüman barındırırken bugün baştan başa dolaşsanız, tek bir dindaşımıza rast gelemezsiniz.</p><p></p><p>Allah'ın vahdaniyetini (birliğini) garbın âfâkına (Batının her tarafına) ikrar ettiren (kabul ve tasdik ettiren) o binlerce minarenin yerlerindeki çan kulelerinden bugün etrafa teslis velveleleri (üç tanrı gürültüleri) aksediyor (yansıyor).</p><p></p><p>Şevketin (gücün, kuvvetin, yüceliğin), medeniyetin, irfanın (bilginin) umrânın (bayındırlığın) müntehasına (en son sınırına) varmışken birbirlerine düşerek vatanlarını üç buçuk İspanyol'a karşı müdafaadan (savunmaktan) aciz kalan bu zavallı dindaşlarımızdan olsun ibret alalım da İslâm'ın son mültecâsı (sığınağı) olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım.</p><p></p><p>Millî Mücadelemiz, emperyalist Batı'nın bizim elimizden Kur'an'ı almak ya da bizi ondan soğutma çalışmalarına bir tepkidir. Âkif de bu dörtlükte onların bu kültür emperyalizmi bağlamındaki Kur'an, İslâm düşmanlıklarına tepkisini en sert biçimde ortaya koymaktadır. Nitekim 1900 yılında, İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Avam Kamarası'nda Kur'anı Kerim'i eline almış ve Bu Kitap Müslümanların elinde oldukça, bizim onlara hâkim olmamız mümkün değildir. Ya bu Kitab'ı onların elinden almalıyız, ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız. demiştir.</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım. </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Her cerîhamdan ilâhî, boşanıp kanlı yaşım, </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>O zaman yükselerek arşa değer belki başım! </em></p><p>Burada vatanın bağımsızlığı karşısında şükür duygusunun, zafer ve bağımsızlık sevincinin mutlak anlamda ifade edilmesi imgesi vardır.</p><p></p><p>İslâm'da çok istenilen bir şey elde edilince teşekkür etmek anlamında Allah'a şükür secdesi yapılır. Şair, burada en büyük isteğinin vatanın kurtulması olduğunu, bu gerçekleşirse kendisi de hayatta ise bizzat kendisi; kendisi hayatta değilse onun yerine mezar taşının Allah'a coşkun bir şekilde binlerce şükür secdesi yapacağını belirtiyor.</p><p></p><p>*Maddeden tecerrüd mazmununun aktarımı: Divan şiirinde maddeden tecerrüd (bedenden maddi değerlerin uzaklaşması, insana tamamen manevi değerlerin hâkim olması) mazmunu vardır. Mutasavvıf şair, kanlı gözyaşlarını dökerek, ciğer kanını akıtarak maddi varlığından sıyrılır, tamamen incelip soyut, manevi bir varlık hâline gelinceye kadar maddeden tecerrüd etmeye çalışır. Mehmet Âkif, bu mazmunu yukarıdaki dörtlükte geçen mısralarında değişik bir düzlemde aktarmıştır.</p><p></p><p><strong>Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım</strong>; mısraında cesedin soyut bir ruh, hayalî bir vücut olarak mezardan kalkıp dirilmesi imgesi vardır. Bu imge, kurgulanışı, yapısı ve özellikleri bakımından Recaizade Mahmut Ekrem'in Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Âlemi şiirinde geçen buna benzer bir imgeden ilham alınarak ya da faydalanılarak üretilmiştir.</p><p></p><p>Ekrem, ölmüş ya da nerede olduğu belli olmayan bir sevdiğinden ayrılığın ıstırabıyla bir akşam vakti mezarlığa gider. Mezarlıkta derin düşüncelere dalar. Aralarında dolaştığı kabirler onda hüzünlü duygular uyandırır. Bu sırada gece karanlığında mezarlıkta bir vücut, bir insan cesedi hayalen mezardan kalkıp gözünün önüne dikilir. Şair, mezardan dirilmiş gibi algılanan bu hayalî ve soyut cesedi şöyle tasvir eder:</p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Semtin sükûn u zulmeti artardı dem be dem </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Gûyâ çekerdi ka'rına doğru bizi adem! </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Dehşetle doldu hâne-i kalbim fakat yine </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Aslâ hayâl ü hâtırıma gelmedi nedem </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Nâ-geh tecessüm eyledi karşımda bir vücûd </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Bir kahramân-ı işve .. Mehâbetli bir sanem! </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Emvâc-ı nûrvârı vücûd-ı latîfini </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Örterdi nîm-sütre-i beyzâsı ham be ham </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Müdhişti gözleri deheni lerzedâr-ı hışm </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Gîsûsu târ mâr idi ebrûları behem </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Nûr-ı nigâhı berk-i belâdan nişân idi </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Seyyâl bir alevdi lebinden çıkan sitem! </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Ref eyleyip hevâya tehevvürle bir elin </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Takrîb ederdi nezdime kendin kadem kadem </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Ettim kıyâm düşmek için pây-ı kahrına Eyvâh!.. </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em>Uçtu gitti o nûr-ı semâ-harem </em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: </strong></em></p><p></p><p style="margin-left: 20px"><em><strong>Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet</strong>;</em></p><p>Hakkıdır; Hakk'a tapan milletimin istiklâl!</p><p>Burada bağımsız millî devlet idealinin gerçekleşmesi talebi imgesi vardır.</p><p></p><p>Buradaki <strong>şafak</strong> kelimesi, marşın ilk kıtasındaki anlamının tersi bir anlamda kullanılıyor. Daha önce güneşin battığı yer ve zaman bağlamında akşam kızıllığı anlamında kullanılmıştı. Burada ise sabah vakti Güneş'in doğuşu esnasındaki kızıllık, ortalığın gittikçe ağarması anlamında kullanılmıştır.</p><p></p><p><strong>Şafak</strong> kelimesinin hem Güneş'in doğuşu, hem de batışı anlamları vardır. Her iki zıt anlamı da içerir. Âkif, bilinçli olarak şafak kelimesini şiirin başında batış, sonunda ise doğuş anlamında kullanıyor. Bunun da simgesel bir karşılığı vardır. O da batmak üzere olan Türk millî varlığının yeniden doğması ümidi ve buna olan inançtır.</p><p></p><p>Hür ve bağımsız kalma isteği kuvvetle vurgulanıyor. Atatürk de istiklâl ve hürriyet benim karakterimdir der.</p><p></p><p>Âkif, daha önce Türk istiklâli hakkında şunları söylemişti:</p><p></p><p>Türklerin 25 asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müsbet (tarih bakımından ispat edilmiş) bir hakikattir. Hâlbuki Avrupa'da bile mebde-i istiklâli (bağımsızlığın başlangıcı) bu kadar eski zamandan başlayan bir millet yoktur. Türk için istiklâlsiz hayat müstahildir (imkânsızdır). Tarih de gösteriyor ki Türk, istiklâlsiz yaşayamamıştır!</p><p></p><p><strong>Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl</strong> mısraında Türk ırkını kimsenin yok edemeyeceği imgesi vardır. Bu mısra, çok önemli gerçekleri içermektedir. Mehmet Âkif, Arnavut ırkından olmasına rağmen, Arnavut ırkçılığı yapmayıp, yüksek bir Türk ırkına mensubiyet şuuruyla Batılı ırkçıların Türk ırkını yok etmek istemelerine şiddetle tepki duymuştur. Burada Âkif, bazılarının zannettiği gibi Türk ırkçılığı yapmamış; tam tersine Batılı ırkçılığa karşı masum Türk ırkını savunma tavrı ortaya koymuştur.</p><p></p><p>Irkçılık, kendi ırkını üstün görüp başka ırkları kötülemek ve hatta yok etmeye çalışmaktır. Bu bağlamda Mehmet Âkif, Türk ırkını yüksek görüp başka ırkları aşağılamıyor, onların Türk ırkı tarafından yok edilmesini istemiyor. Tam tersine barbar Batılı saldırgan ırkçılığa karşı Türk ırkını koruyor.</p><p></p><p>Sonuç olarak Millî Mücadele sürecimiz, Batılıların, yani İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan gibi devletlerin Türk milletini bu coğrafyada ya yok etmek, yani soykırıma tabi tutmak ya da Orta Asya'ya geri sürmek istemelerine karşı bizim var olma, var kalma mücadelemizdir. Millî Mücadele süreci, o dönem için son Haçlı saldırılarına karşı bir savunma, kendini koruma mücadelesidir.</p><p></p><p></p><p style="text-align: right"><em>Nurullah Çetin</em></p><p></p><p>KAYNAKÇA</p><ul> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü İstiklâl Marşı, Tarihi ve Anlamı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Hikmet Sami Türk, İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Adalet Ergenekon Çil, Mehmet Âkif Ersoy ve İstiklâl Marşı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1989</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Beşir Ayvazoğlu, İstiklâl Marşı Tarihi ve Anlamı, Tercüman Yayınları İstanbul 1986</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Mehmet Çetin, İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2003</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Mehmet Âkif Ersoy Özel Sayısı, Millî Kültür Dergisi, Aralık 1986</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002</span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Yaşar Çağbayır, Bayrak Mücadelemiz ve İstiklâl Marşı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009</span></li> </ul></blockquote><p></p>
[QUOTE="YoRuMSuZ, post: 324941, member: 1"] [HEADING=2]İSTİKLÂL MARŞI'MIZIN TARİHÎ, EDEBÎ, DİNÎ VE KÜLTÜREL KAYNAKLARI[/HEADING] [B](Bölüm 3)[/B] Millî Mücadele sırasında Batı destekli Yunanlılar Anadolu'muzu işgal ederken İngiliz Başbakanı Daved Lloyd George (1863 1945), Avam Kamarası'nda yaptığı bir konuşmada aynen şöyle demişti: Yunan ordusu Anadolu'ya medeniyet götürüyor. Yunan kuvvetle ri kendilerinden bekleneni yapmıştır. Emperyalist Batı, özellikle Doğu dünyasını, İslâm dünyasını silah zoruyla, işgalle, zorbalıkla sömürge hâline getirmiştir. Özellikle I. Dünya Savaşı'ndan itibaren medeniyet ürünü olan silahlarla kitle katliamları yapmış, oluk oluk kanlar akıtmış, milletleri boyunduruğu altına almıştır. Âkif, Batı'nın kendini medeniyetle özdeşleştirmesini istihzalı bir biçimde vurguluyor. Şunu demek istiyor: Kendilerini medenî olarak gösteren Batı, aslında vahşî bir canavardan ibarettir. Âkif, medeniyet kavramına yüklediği anlamı, neden tek dişi kalmış canavar olarak nitelediği konusunu Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle açar: Benim bu kürsüden söyleyecek bir sözüm varsa o da Garp (Batı) medeniyeti dediğimiz o rezil âlemin bir an evvel hâk ile yeksân (yerle bir) olmasını temenniden ibarettir. Ey cemaat-ı müslimîn! (Müslümanlar topluluğu) Sakın bu sözlerimden benim ilim düşmanı, marifet (bilgi, hüner, sanat, beceri) düşmanı, terakki (ilerleme, gelişme) düşmanı olduğuma zâhip olmayınız (bu kanıya varmayınız). Benim bütün insanlar hesabına bilhassa dindaşlarım namına istediğim bir medeniyet varsa o da her manasıyla pek yüksek, namuslu, vakarlı bir medeniyettir, yani bir medeniyet-i fâzıladır (faziletli, erdemli bir medeniyet). Garp medeniyeti maddiyattaki (maddi alanlardaki) terakkisini (gelişimini) maneviyat sahasında katiyen gösteremedi. Bilakis o ciheti (tarafı) büsbütün ihmal etti. Hayır ihmal etmedi; bile bile pâymâl etti (mahvetti, telef etti). Avrupalıların ne mal olduklarını anlayamayanlar zannederim ki bu sefer artık gözleriyle görerek hatalarını tashih etmişlerdir. Görüldüğü gibi modern Batı, maneviyatı, insanî değerleri, dinî duyarlığı ortadan kaldırdığı, sadece maddeciliğe, materyalizme, güce, silaha, dünyaya bağlı olduğu için tek boyutlu yani tek dişi kalmış bir canavardır. Medeniyet kelimesinin vurgulanmasının bir özel durumu daha vardır. O da şudur: Yunanlılar, vahşice katliamlarla Anadolu'yu işgal ederken dünya kamuoyuna biz Anadolu'ya medeniyet götürüyoruz! diye propaganda yapıyorlardı. Son zamanlarda Amerika Irak'ı işgal ederken aynı propagandayı kullanmıştır. Onlar da: Biz Irak'a demokrasi götürüyoruz! dediler ve geldikten sonra 3 milyondan fazla Müslümanı katlettiler, sakat, aç sefil bıraktılar, ülkeyi baştan başa yakıp yıktılar, yaşanamaz bir hâle soktular. Emperyalist Batı'nın işgal mantığı hiç değişmiyor. Medeniyyet! dediğin tek dişi kalmış canavar? mısraı, aynı zamanda büyük ölçüde Oğuz Kağan Destanı'ndan izler taşıyor. O destanda Oğuz Kağan, Türklerin at sürülerini ve halkı yiyen, ağır bir eziyetle halkı ezen büyük ve yaman bir canavar olan gergedana karşı savaşır ve onu öldürerek kahraman olur. Bu destan motifi, İstiklâl Marşı'nda yukarıda verdiğimiz mısrada yeni bir şekilde ele alınıp işlenmektedir. Buna göre eski Türk tarihinin kahramanı Oğuz Kağan, milletin at sürülerini yani ekonomik kaynaklarını yok eden, hatta bununla kalmayıp milleti yok eden yani soykırım uygulamak isteyen gergedan canavarının emperyalist faaliyetlerine karşı kahramanca göğüs geren bir figür idi. Millî Mücadele sürecimizde de kahraman Oğuz Kağan'ın karşılığı Türk milletidir, Kuva-yı Milliye'dir, Atatürk'tür. Ekonomik kaynaklarımızı ele geçirmek isteyen ve bizi yok etmek isteyen gergedan canavarının karşılığı da ülkemizi işgal eden Batılı devletler, İtilaf devletleri, Batı emperyalizmidir. Âkif, burada bilinçli olarak bu Batı emperyalizmine canavar diyor. Oğuz Kağan'ın gergedan canavarına karşılık Âkif, döneminin canavarı medeniyet denilen tek dişi kalmış canavardır. Batı emperyalizmi de Türk milletinin yer altı ve yer üstü bütün ekonomik kaynaklarına musallat olmuş bir canavardır. Oğuz Kağan zamanının ekonomik değeri at sürüsü idi, Âkif zamanının ekonomik değerleri ise madenlerimiz, limanlarımız, meyvemiz sebzemiz, işletmelerimiz; hasılı her şeyimizdir. [INDENT][I]Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın, [/I][/INDENT] [INDENT][I]Siper et gövdeni, dursun bu hayâsıca akın. [/I][/INDENT] [INDENT][I]Doğacaktır sana va'd ettiği günler Hakk'ın. [/I][/INDENT] [INDENT][I]Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın. [/I][/INDENT] Burada vatanı düşman işgaline karşı sonuna kadar savunma kararlılığı imgesi vardır. Yurt, Türkiye topraklarıdır. Bu vatan, bizim millet olarak hem maddi ihtiyaçlarımızı karşıladığımız, hem de kültürümüzü, medeniyetimizi oluşturup yaşadığımız kutsal bir topraktır. Millî varlığımızı, millî kimliğimizi, değerlerimizi, inançlarımızı, geleneklerimizi ancak kendimize ait bağımsız bir vatanımızda yaşayabilir ve yaşatabiliriz. Vatan, bizim için sadece karnımızın doyduğu bir toprak parçası değildir. Anadolu toprakları bizim Türk-İslâm kültür ve medeniyetimizin yeşerdiği, serpildiği, geliştiği, yaşandığı bir yerdir. Millî kültürümüzü bir yönüyle Anadolu coğrafyası oluşturmuştur. Bu bakımdan millî kültürle vatan arasında kopmaz bir bağ vardır. Burada alçak diye belirtilen kesim, ülkemizi işgal eden emperyalist Batılılardır. Onlara alçak denmesinin bazı sebepleri vardır. Alçak, aşağı, soysuz, namert demektir. Buna göre emperyalist Batılı devletler, haksız yere gelip üzerimize saldırmışlar, işgal ve istila zamanında namertçe kadınlarımıza, kızlarımıza, yaşlılarımıza, çocuklarımıza zulmetmişlerdir. Hem milletimizi, hem de dinî ve millî değer ve varlıklarımızı yok etmek istemişler, bu konuda her türlü tahribatı yapmışlardır. Dolayısıyla onların yaptıkları mertlik ve haklılığa dayanan şeyler değildir. Âkif, Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazda sömürgeci Batılı devletleri şöyle nitelendiriyor: Uzun zamandan beri devam eden dahilî (iç), haricî (dış) muharebeler (savaşlar), bilhassa Balkan Muharebesi'yle şu Harb-i Umumî (Birinci Dünya Savaşı) bizde can bırakmadı, kan bırakmadı, para bırakmadı, hiç bir şey bırakmadı. Düşman ise bu kadar kuvvetli. Şerâit-i sulhiyyeyi (barış şartlarını) çârnâçar (mecburen) kabul edeceğiz. Bu, tıpkı silahsız bir adamın dağ başında müsellah (silahlı) haydutlar tarafından kuşatılmasına benzer. İster istemez eşkıyanın emrine boyun eğecek Pek doğru! Yalnız iki nokta var. Bir kere o müsellah haydutlar ortalarına aldıkları bîçareden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini isteseler, ayağındaki pabucunu, başındaki külahını isteseler biz de vermesini tasvip ederdik (onaylardık). Lakin bununla kanaat etmiyorlar ki. Bîçâre (çaresiz) herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra: -Boynunu uzat! Kafanı da ver! diyorlar. Mademki teklif bu kadar ağırdır, artık bunu hiç kimse kabul edemez. İster istemez dişiyle tırnağıyla uğraşır, çabalar. [B]Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın[/B], mısraında Namık Kemal'in Deli Hikmet'le müştereken yazdığı Vatan Mersiyesi'nin Deli Hikmet'e ait olan şu mısralarından izler vardır: [INDENT][I]Ey vatan genç idin eyvah tükendin bittin [/I][/INDENT] [INDENT][I]Bizi alçaklara, hainlere muhtaç ettin [/I][/INDENT] [INDENT][I]Bunca öksüzlerini kimlere koydun gittin[/I][/INDENT] Deli Hikmet, vatanın alçaklar tarafından işgalinden duyduğu üzüntüyü dile getiriyordu. Âkif ise vatanımızın alçaklara teslim edilmemesi gerektiğini vurguluyor. Âkif'in yukarıdaki mısraında alçakların yurdumuza neden uğratılmaması gerektiğini gösteren bir örnek olayı Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatır: Düşmanın en çok hedef-i taarruzu (saldırı hedefi) namuslu, dindar, münevver (aydın) erkeklerle kadınlardır. Bunlara îkâ' ettikleri (dayandırdıkları) şenâyi' (kötü işler) pek elîmdir (elem vericidir). Geçenlerde bize verilen bir habere göre Erdek dahilinde bulunan İslâm eşrafı (önde gelen Müslümanlar) tamamen toplattırılarak Yunanlılara istinad eden (sırtını dayayan) yerli Rumlar tarafından ağızlarına değnekten birer gem vurulmuştur. Bunları düşürmeksizin tıpkı köpekler gibi bağırmaları, havlamaları teklif edilmiş, değnekler düştüğü hâlde süngülenecekleri de söylenmiştir. Ağızlarından değneği düşüren bedbahtlar fi'l-hakika (gerçekte) dipçik lerle darb u cerh olunmuşlardır (dövülüp yaralanmışlardır). Yine Erdek'te on beş yaşında ..... isminde bir efendinin cebren (zorla) namusuna taarruz edilmiş (sataşılmış), zavallı çocuk bilahare (daha sonra) ölüm döşeğine düşmüştür. Hayâsızca akın, emperyalist Batılıların son haçlı saldırısıdır. Hayasızca yani utanmadan, namussuzca, Allah korkusu ve günahtan kaçınma duygusu olmadan yapılan bir saldırganlıktır. [B]Doğacaktır sana va'd ettiği günler Hakk'ın[/B]: Burada Allah'tan hiçbir zaman ümit kesmeme inancı dillendirilir. Müslüman kişi, en olumsuz ve kötü şartlarda bile Allah'tan ümidini kesmez. Müslüman için imkânsız diye bir şey yoktur. Allah her şeye kadirdir. O isterse en kötü şartları bile tersine çevirebilir. Maddi sebeplere bakıp da ümit kesmemek lazımdır. Düşman sayıca, silahça çok olabilir, kat kat üstün olabilir ama bu durum onların mutlak anlamda üstün gelecekleri anlamına gelmez. Onun için yılmadan, ümidi kesmeden mücadeleye devam etmek lazımdır. Bu mısrada dolaylı da olsa değişik bir ifadeyle Müminlerden özür olmaksızın oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) vaat etmiştir. (4/95) ayetinin içeriği aktarılmıştır. Ayrıca bu mısrada şu ayetin içeriğini de görüyoruz: Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (12 / 87) Dolayısıyla burada Allah'ın Türk milletine vaad ettiği şey, hem dünyada tam bağımsız ve bağlantısız hür bir vatan ve devlet, hem de cennettir. Ayrıca bu mısrada İzmir'in işgali üzerine Halide Edip'in İstanbul'da bir meydan toplantısında yaptığı bir konuşmada geçen şu cümlesinden de etkilenme vardır: [INDENT][I]Her gecenin bir sabahı vardır.[/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Bastığın yerleri toprak! diyerek geçme, tanı! [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.[/B] [/I][/INDENT] Burada Türkiye topraklarının şehit kanlarıyla yoğrulmuş olmasından dolayı kutsallaşması imgesi vardır. Bu dörtlükte bir bütün olarak bu imge yerleştirilmiştir. Anadolu toprakları, kolay elde edilmiş bir vatan değildir. Türk milleti, buraları uğruna binlerce evladını şehit vererek vatanlaştırmıştır. Dolayısıyla Millî Mücadele'yi idrak eden Türk evlatlarının daha önceki zamanlarda bu vatan uğruna şehit olmuş atalarını düşünerek savaşmaları gerekir. Türk milleti, emperyalist işgalcilere karşı savaşırken gözünün önüne şehit atalarını getirmeli, hep onların fedakârlıklarını düşünerek azimle, kararlılıkla savaşmalıdır. Anadolu toprakları sıradan, maddi değeriyle ölçülebilen bir toprak değildir. Bu topraklar, ecdad kanlarıyla, İslâmlık ve Türklük değerleriyle cennet vatan hâline getirilmiştir. Kefensiz yatanlar, şehitlerdir. İslâm inancında şehitler kefensiz olarak oldukları gibi, üstlerindeki ile defnedilir. Buraların bizim için manevi değeri çok yüksektir. Bütün dünyalar karşılığında kolayca vaz geçilecek bir yer değildir. Âkif, Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle der: Hepiniz bilirsiniz ki buhranlar içinde çarpıp duran bu din-i mübîn (İslâm) bizlere vedîatullahtır (Allah'ın bir emanetidir.) Kahraman ecdadımız (atalarımız) bu sübhanî vedîayı (yüce emaneti) sıyânet (korumak) uğrunda canlarını feda etmişler. Kanlarını seller gibi akıtmışlar. Muharebe (savaş) meydanlarında şehit düşmüşler; râyet-i İslâm'ı (İslâm bayrağını) yerlere düşürmemişler. Mübarek naaşlarını (cesetlerini) çiğnetmişler şeriatın (İslâm'ın) harîm-i pâkine (temiz namus ocağına, yuvasına) yabancı ayak bastırmamışlar. Babadan evlada, asırdan asra intikal ede ede bize kadar gelen bu emanet-i kübrâya (büyük emanete) hıyanet (ihanet etmek) kadar zillet (alçaklık) tasavvur olunabilir mi? Yoksa bizler o muazzam ecdadın (ataların) ahfâdı (torunları) değil miyiz? Bu dörtlüğün yazılmasında Âkif'in doğrudan ya da dolaylı olarak yararlandığı, ilham aldığı kaynaklardan biri, Namık Kemal'in Vatan Mersiyesinin şu aşağıdaki bendidir. Hem Âkif'in yukarıdaki dörtlüğü hem de Namık Kemal'in burada vereceğimiz bendi, içerik, söylem ve yorum birliğine sahiptir. Namık Kemal şöyle diyor: [INDENT][I]Vatanı aldığı günler ecdâd (atalarımız)[/I][/INDENT] [INDENT][I]Geri vermek mi içindi o cihâd[/I][/INDENT] [INDENT][I]Yâd edin (hatırlayın) kanlarını aşk ile yâd[/I][/INDENT] [INDENT][I]Geldi toprakları da efgâne (toprakları da feryat etti)[/I][/INDENT] [INDENT][I]Dâd-res yok mu diyor nâlâne (inleyerek imdat gönderen yok mu diyor) [/I][/INDENT] Bu dörtlükte ayrıca şehitlerle ilgili şu ayetin de yansımaları görülmektedir: Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın, bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere, kendilerine korku olmadığı ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler. Onlar, Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler. (Al-i İmran, 169-171) Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı. mısraının çıkış noktalarından biri, Namık Kemal'in Bekçi Türküsünde yer alan şu dörtlüğüdür: [INDENT][I]Biz bakmadan sağ u sola[/I][/INDENT] [INDENT][I]Düşman girdi İstanbul'a[/I][/INDENT] [INDENT][I]Vatanı sattık bir pula[/I][/INDENT] [INDENT][I]Ne utanmaz köpekleriz[/I][/INDENT] Vatan topraklarını satma, ucuz pahalı demeden yabancılara verme, geçici, basit, sıradan, küçük menfaatler uğruna vatan topraklarından vaz geçme ve elden çıkarma hastalığı, özellikle Tanzimat'tan beri devam ediyor. O zaman Namık Kemal, vatanın satılamayacak kadar kutsal bir değerimiz olduğunu vurguluyordu. Vatanı ucuz pahalı demeden satanları da utanmaz köpek olarak nitelendiriyordu. Mehmet Âkif de bu dörtlükten aldığı ilhamla önceden uyararak Millî Mücadele'mizde Türk milletini vatanı düşmana teslim etmeyin, bize dünyaları verseler bile vatan topraklarından vaz geçmeyin, vatan topraklarını korumak uğruna her şeyinizi gerekirse feda etmekten çekinmeyin diye haykırıyordu. Âkif yukarıdaki mısrayı destekleyen şu mısraları da söylemiş: [INDENT][I]Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle[/I][/INDENT] [INDENT][I]Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle.[/I][/INDENT] Yahudiler, Filistin toprakları üzerinde bağımsız bir devlet kurmak için çok uğraştılar. Osmanlı Devleti'nin o zamanki büyük dış borçlarını ödemek ve ayrıca o kadar para vermek karşılığında Filistin topraklarından bir parça arazi istediler. Yahudilerin bu isteğine son derece öfkelenen Sultan Abdülhamit, onlara şu karşılığı vermişti: Şehid kanlarıyla sulanan topraklar parayla satılmaz! Def olun! Sultan Abdülhamit, bu olaya dair şunları söyler: ... Kan beynime sıçramıştı. Düşün ki, yüzbaşı, makam-ı saltanatımızda bu iki Yahudi (Teodor Hertzel ve Emanuel Karaso), rüşvet teklifi cesaretinde bulunmuşlardı. Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz!' diye bağırmıştım. İçeri giren saray adamlarına da, her ikisini almalarını söylemiştim. İşte bundan sonra, Yahudiler bana düşman oldular. Şimdi burada Selanik'te çektiklerim, Yahudilere yurt göstermeyişimin cezasıdır!.. [INDENT][I]Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? [/I][/INDENT] [INDENT][I]Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ! [/I][/INDENT] [INDENT][I]Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ, [/I][/INDENT] [INDENT][I]Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. [/I][/INDENT] Burada Cennet vatanımız için mutlak bir fedakârlık inancı imgesi vardır. Bu dörtlük, bir önceki dörtlüğü pekiştiren, destekleyen, kuvvetlendiren bir bölümdür. Her tarafı şehitlerle dolu olan bu cennet vatan için hiçbir fedakârlıktan kaçılmaz. Değerli bilinen her şey, onun için seve seve verilir. İnsanın en değerli varlığı kendi canı, sonra cananı yani sevdiği kişiler, eşi, kardeşi, anne babası, arkadaşı, mal varlığı; bunların hepsi vatanı kurtarmak, korumak uğruna seve seve verilebilecek olan değerlerdir. Vatan hiçbir şeye değişilmez. Türk'ün bağımsız, kendi değerlerini yaşadığı bir vatanı olmadıktan sonra canı, cananı, malı, mülkü ne yapsın? Bu dörtlükte Âkif, çok kuvvetli bir vatan sevgisini telkin ediyor. Onun bu aşırı vatan sevgisinin kaynağı, kuşkusuz vatan sevgisi, imandandır, hadis-i şerifine dayanır. [B]Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan, şühedâ[/B]! mısraı, o dönemde pek çok yazı ve konuşmanın üzerinde durduğu temel motiflerden biriydi. Yani Müslüman Türkiye toprakları şehit atalarımızın kanlarıyla boyanmış, her karış toprakta bir şehit yatmaktadır. Bu şehit atalarımızın ruhunu incitmemek, onlara layık olabilmek için bu vatanı sonuna kadar savunmalıyız, gâvura teslim etmemeliyiz. Nitekim bu görüşü dile getirenlerden biri de Hasan Basri Çantay'dı. Bir yazısında şöyle der: Bilmem daha hangi zamanı bekliyorsun? İslâm yurdu baştan başa inliyor. Senden bir kan, bir can, bir iman bekliyor. Ah vatan, ah vatan!... Hani Arabistan, hani Efendimizin üzerinde titrediği mübarek Kâbe? Hani o Ravza-i Mutahhara (Peygamberimizin kabriyle Minberin arasındaki alan)? Hani İmam-ı Azam'ın türbesi? Hani peygamberlerin, evliyanın, şühedânın 99 hitlerin) kabirleri? Hani güzel ve tarihî Bursa? Hani Emir Sultanlar? Osmanlı ecdadının (atalarının) dünyalara sığ mayan er oğlu erlerin mezarları?... İşte hep bunlar bizlere bakıyor, bizim arslanlığımızı görmek istiyor. Gökte melekler halâsımıza (kurtuluşumuza), muvaffakiyetimize (başarımıza) dualar ediyor, ruh-ı pâk-i Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) (Peygamberimizin temiz ruhu) bizden bugün içün hizmet ve fedakârlık bekliyor. Düşman çarığı, çizmesi altında kalan mübarek kabirlerin sahipleri bizi cenk yerine erlik meydanına çağırıyor. [INDENT][I]Rûhumun senden ilâhî şudur ancak emeli, [/I][/INDENT] [INDENT][I]Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli, [/I][/INDENT] [INDENT][I]Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli [/I][/INDENT] [INDENT][I]Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli. [/I][/INDENT] Burada İslâmî değer ve simgelerin kâfirler tarafından aşağılanmaması ve yok edilmemesi talebi, imgesi vardır. Millî Mücadele, bir anlamda Müslümanlık-Hristiyanlık savaşı hâlinde cereyan etmiştir. Batılı emperyalist işgal güçleri, Haçlı saldırısı ruhuyla hareket etmişler, Türkiye'deki İslâmî değer ve simgeleri kimi zaman aşağılamışlar, hakaret etmişler, çiğnemişler, ayaklar altına almışlar; kimi zaman yok etmişler ve etmeye çalışmışlardır. Daha önce Balkan savaşlarında Balkanlardaki camileri ve diğer Türk-İslâm kültür varlıklarını, eserleri yakıp yıkıp yok etmişlerdi. Bugün Balkanlarda Osmanlı-İslâm tarihine ait kültür ve sanat eseri pek kalmamıştır. Millî Mücadele sürecinde de özellikle Yunanlıların İslâmî kurum, değer ve simgelere saldırdığını görüyoruz. 8 Temmuz 1920'de Yunanlılar Bursa'yı işgal edince Sultan Osman'ın türbesini çiğnemişlerdi. Venizelos'un oğlunun Sultan Osman'ın türbesini aşağılayan bir fotoğrafı vardır. Bu Osmanlı tarihinin ve Türklük değerlerinin ayaklar altına alınmasıydı. O dönemde mabetlerimizin, camilerimizin göğsüne namahremlerin yani Hristiyanların, Haçlıların, Avrupalıların pis ellerinin nasıl değdiğini Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatıyor: Mel'unlar (lanetliler) yalnız servet ve ismeti (masumluğu), nüfûs-ı müslimeyi (Müslüman nüfusu) ifna ve imha ile (yok etmekle) kalmayarak şimdi de yüzlerindeki nikâbı (örtüyü) atmak suretiyle doğrudan doğruya mukaddesât-ı diniyyemize (dinî kutsal değerlerimize) tecavüz ediyorlar (saldırıyorlar). Bursa'da, Balıkesir'de, İzmir'de, Akhisar'da ve işgal ettikleri bütün memleketlerde cevâmi-i şerîfeyi (şerefli camileri) rezîlâne (rezil bir şekilde) tevliyet ve tahkir ile (aşağılamakla) uğraşıyorlar. Lafza-i celâl (Allah sözü) levhalarının söküldüğü cami duvarlarına müslümanların gözleri önünde haç resimleri nakş ederek (yerleştirerek) bu suretle kâfirâne (kafircesine) emellerini meydana çıkarıyorlar. Birçok yerlerde minare lerde ehl-i İslâm'ı (müslümanları) huzurullaha (Allah'ın huzuruna), vahdete (Allah'ın birliğine) davet eden müezzinler tahkir edilmiş (aşağılanmış), dövülmüştür. En yüksek bir medeniyet-i İslâmiyyeyi (İslâm medeniyetini) meydana getiren, cihana (dünyaya) adalet, merhamet, hamaset (yiğitlik), mertlik gibi pek kudsî (kutsal) desâtîri (ilkeleri) neşr ü talim eden (yayıp öğreten) Rasulullah Efendimiz Hazretleri'nin lihye-i saadetleri (Peygamberimizin sakal kılları) alınarak çiğnenmiş, bu kudsî esasları ilahî bir eda ile kucaklayan Mushaf-ı Şerife (Kur'an) bayrakları yırtılmış, şimdiki ensâl-i İslâm (Müslüman nesiller) gibi daima dağınık sokaklara atılmıştır. İstiklâl Marşı'nın yazılışından önce de sonra da bu tür olaylar ülkenin her yerinde cereyan etmiştir. [B]Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli,[/B] mısraının kaynaklarından biri bu tür olaylardır. Bu mısraın ilham kaynaklarından biri de Namık Kemal'in Vatan Türküsünde geçen şu dörtlüktür: [INDENT][I]Cümlemizin (hepimizin) validemizdir vatan[/I][/INDENT] [INDENT][I]Herkesi lutfuyla odur besleyen[/I][/INDENT] [INDENT][I]Bastı adû (düşman) göğsüne biz sağ iken[/I][/INDENT] [INDENT][I]Arş yiğitler vatan imdadına[/I][/INDENT] Âkif bu dörtlüğün üçüncü mısraından söylem, ifade ve yaklaşım aktarımı yapmaktadır. [B]Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli[/B]: Ezan, Müslümanları ibadete, namaza çağırmak veya namaz vaktini bildirmek için müezzin tarafından cami ve minarede günde beş kez okunan tekbir, şehadet ve diğer sözlerdir. Burada ezan, dinin temelini oluşturan bir simgedir. Bir anlamda İslâm'ı temsil eden bir unsurdur. Ülkemize İslâm medeniyetinin hâkim oluşunun bir belirtisi ve alametidir. Türkiye'nin semalarından bu ezan sesinin sonsuza kadar kesilmemesi gerekmektedir. Vatanımız eğer işgalcilerden kurtarılmazsa ezan sesleri susacak, çan sesleri hâkim olacaktır. Yani İslâm ortadan kalkacak; onun yerine Hristiyanlık hâkim olacaktır. Dolayısıyla Millî Mücadele, bir yönüyle Hristiyanlığa karşı İslâm'ı koruma savaşıdır. Âkif, Süleymaniye Camii'nde verdiği bir vaazında şöyle demişti: İşte Rumeli'nin hâli! Düşman galip geldi, camileri kilise yaptı, ahır yaptı. Mescit bul da namaz kıl; minare bul da ezan oku! Bununla beraber olacağa nispetle bu olmuşlar bir şey değil! Eğer biz gözümüzü açmazsak-neûzü billah (Allah korusun) İslâm'ın dünyada namı (adı) bile kalmayacaktır.41 Kastamonu Nasrullah Camii'nde verdiği bir vaazında da ezan-çan mücadelesine şöyle değinir: Endülüs diyarını gözünüzün önüne getirin. O, cihanın en mamur (bayındır), en medenî, en mütefennin (bilim ve teknikte gelişmiş) iklimi vaktiyle sinesinde on beş milyon Müslüman barındırırken bugün baştan başa dolaşsanız, tek bir dindaşımıza rast gelemezsiniz. Allah'ın vahdaniyetini (birliğini) garbın âfâkına (Batının her tarafına) ikrar ettiren (kabul ve tasdik ettiren) o binlerce minarenin yerlerindeki çan kulelerinden bugün etrafa teslis velveleleri (üç tanrı gürültüleri) aksediyor (yansıyor). Şevketin (gücün, kuvvetin, yüceliğin), medeniyetin, irfanın (bilginin) umrânın (bayındırlığın) müntehasına (en son sınırına) varmışken birbirlerine düşerek vatanlarını üç buçuk İspanyol'a karşı müdafaadan (savunmaktan) aciz kalan bu zavallı dindaşlarımızdan olsun ibret alalım da İslâm'ın son mültecâsı (sığınağı) olan bu güzel toprakları düşman istilası altında bırakmayalım. Millî Mücadelemiz, emperyalist Batı'nın bizim elimizden Kur'an'ı almak ya da bizi ondan soğutma çalışmalarına bir tepkidir. Âkif de bu dörtlükte onların bu kültür emperyalizmi bağlamındaki Kur'an, İslâm düşmanlıklarına tepkisini en sert biçimde ortaya koymaktadır. Nitekim 1900 yılında, İngiltere Sömürgeler Bakanı Gladstone, Avam Kamarası'nda Kur'anı Kerim'i eline almış ve Bu Kitap Müslümanların elinde oldukça, bizim onlara hâkim olmamız mümkün değildir. Ya bu Kitab'ı onların elinden almalıyız, ya da Müslümanları ondan soğutmalıyız. demiştir. [INDENT][I]O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım. [/I][/INDENT] [INDENT][I]Her cerîhamdan ilâhî, boşanıp kanlı yaşım, [/I][/INDENT] [INDENT][I]Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; [/I][/INDENT] [INDENT][I]O zaman yükselerek arşa değer belki başım! [/I][/INDENT] Burada vatanın bağımsızlığı karşısında şükür duygusunun, zafer ve bağımsızlık sevincinin mutlak anlamda ifade edilmesi imgesi vardır. İslâm'da çok istenilen bir şey elde edilince teşekkür etmek anlamında Allah'a şükür secdesi yapılır. Şair, burada en büyük isteğinin vatanın kurtulması olduğunu, bu gerçekleşirse kendisi de hayatta ise bizzat kendisi; kendisi hayatta değilse onun yerine mezar taşının Allah'a coşkun bir şekilde binlerce şükür secdesi yapacağını belirtiyor. *Maddeden tecerrüd mazmununun aktarımı: Divan şiirinde maddeden tecerrüd (bedenden maddi değerlerin uzaklaşması, insana tamamen manevi değerlerin hâkim olması) mazmunu vardır. Mutasavvıf şair, kanlı gözyaşlarını dökerek, ciğer kanını akıtarak maddi varlığından sıyrılır, tamamen incelip soyut, manevi bir varlık hâline gelinceye kadar maddeden tecerrüd etmeye çalışır. Mehmet Âkif, bu mazmunu yukarıdaki dörtlükte geçen mısralarında değişik bir düzlemde aktarmıştır. [B]Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım[/B]; mısraında cesedin soyut bir ruh, hayalî bir vücut olarak mezardan kalkıp dirilmesi imgesi vardır. Bu imge, kurgulanışı, yapısı ve özellikleri bakımından Recaizade Mahmut Ekrem'in Yakacık'ta Akşamdan Sonra Bir Mezarlık Âlemi şiirinde geçen buna benzer bir imgeden ilham alınarak ya da faydalanılarak üretilmiştir. Ekrem, ölmüş ya da nerede olduğu belli olmayan bir sevdiğinden ayrılığın ıstırabıyla bir akşam vakti mezarlığa gider. Mezarlıkta derin düşüncelere dalar. Aralarında dolaştığı kabirler onda hüzünlü duygular uyandırır. Bu sırada gece karanlığında mezarlıkta bir vücut, bir insan cesedi hayalen mezardan kalkıp gözünün önüne dikilir. Şair, mezardan dirilmiş gibi algılanan bu hayalî ve soyut cesedi şöyle tasvir eder: [INDENT][I]Semtin sükûn u zulmeti artardı dem be dem [/I][/INDENT] [INDENT][I]Gûyâ çekerdi ka'rına doğru bizi adem! [/I][/INDENT] [INDENT][I]Dehşetle doldu hâne-i kalbim fakat yine [/I][/INDENT] [INDENT][I]Aslâ hayâl ü hâtırıma gelmedi nedem [/I][/INDENT] [INDENT][I]Nâ-geh tecessüm eyledi karşımda bir vücûd [/I][/INDENT] [INDENT][I]Bir kahramân-ı işve .. Mehâbetli bir sanem! [/I][/INDENT] [INDENT][I]Emvâc-ı nûrvârı vücûd-ı latîfini [/I][/INDENT] [INDENT][I]Örterdi nîm-sütre-i beyzâsı ham be ham [/I][/INDENT] [INDENT][I]Müdhişti gözleri deheni lerzedâr-ı hışm [/I][/INDENT] [INDENT][I]Gîsûsu târ mâr idi ebrûları behem [/I][/INDENT] [INDENT][I]Nûr-ı nigâhı berk-i belâdan nişân idi [/I][/INDENT] [INDENT][I]Seyyâl bir alevdi lebinden çıkan sitem! [/I][/INDENT] [INDENT][I]Ref eyleyip hevâya tehevvürle bir elin [/I][/INDENT] [INDENT][I]Takrîb ederdi nezdime kendin kadem kadem [/I][/INDENT] [INDENT][I]Ettim kıyâm düşmek için pây-ı kahrına Eyvâh!.. [/I][/INDENT] [INDENT][I]Uçtu gitti o nûr-ı semâ-harem [/I][/INDENT] [INDENT][/INDENT] [INDENT][I][B]Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: [/B][/I][/INDENT] [INDENT][I][B]Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyyet[/B];[/I][/INDENT] Hakkıdır; Hakk'a tapan milletimin istiklâl! Burada bağımsız millî devlet idealinin gerçekleşmesi talebi imgesi vardır. Buradaki [B]şafak[/B] kelimesi, marşın ilk kıtasındaki anlamının tersi bir anlamda kullanılıyor. Daha önce güneşin battığı yer ve zaman bağlamında akşam kızıllığı anlamında kullanılmıştı. Burada ise sabah vakti Güneş'in doğuşu esnasındaki kızıllık, ortalığın gittikçe ağarması anlamında kullanılmıştır. [B]Şafak[/B] kelimesinin hem Güneş'in doğuşu, hem de batışı anlamları vardır. Her iki zıt anlamı da içerir. Âkif, bilinçli olarak şafak kelimesini şiirin başında batış, sonunda ise doğuş anlamında kullanıyor. Bunun da simgesel bir karşılığı vardır. O da batmak üzere olan Türk millî varlığının yeniden doğması ümidi ve buna olan inançtır. Hür ve bağımsız kalma isteği kuvvetle vurgulanıyor. Atatürk de istiklâl ve hürriyet benim karakterimdir der. Âkif, daha önce Türk istiklâli hakkında şunları söylemişti: Türklerin 25 asırdan beri istiklâllerini muhafaza etmiş bir millet oldukları tarihen müsbet (tarih bakımından ispat edilmiş) bir hakikattir. Hâlbuki Avrupa'da bile mebde-i istiklâli (bağımsızlığın başlangıcı) bu kadar eski zamandan başlayan bir millet yoktur. Türk için istiklâlsiz hayat müstahildir (imkânsızdır). Tarih de gösteriyor ki Türk, istiklâlsiz yaşayamamıştır! [B]Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl[/B] mısraında Türk ırkını kimsenin yok edemeyeceği imgesi vardır. Bu mısra, çok önemli gerçekleri içermektedir. Mehmet Âkif, Arnavut ırkından olmasına rağmen, Arnavut ırkçılığı yapmayıp, yüksek bir Türk ırkına mensubiyet şuuruyla Batılı ırkçıların Türk ırkını yok etmek istemelerine şiddetle tepki duymuştur. Burada Âkif, bazılarının zannettiği gibi Türk ırkçılığı yapmamış; tam tersine Batılı ırkçılığa karşı masum Türk ırkını savunma tavrı ortaya koymuştur. Irkçılık, kendi ırkını üstün görüp başka ırkları kötülemek ve hatta yok etmeye çalışmaktır. Bu bağlamda Mehmet Âkif, Türk ırkını yüksek görüp başka ırkları aşağılamıyor, onların Türk ırkı tarafından yok edilmesini istemiyor. Tam tersine barbar Batılı saldırgan ırkçılığa karşı Türk ırkını koruyor. Sonuç olarak Millî Mücadele sürecimiz, Batılıların, yani İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan gibi devletlerin Türk milletini bu coğrafyada ya yok etmek, yani soykırıma tabi tutmak ya da Orta Asya'ya geri sürmek istemelerine karşı bizim var olma, var kalma mücadelemizdir. Millî Mücadele süreci, o dönem için son Haçlı saldırılarına karşı bir savunma, kendini koruma mücadelesidir. [RIGHT][I]Nurullah Çetin[/I][/RIGHT] KAYNAKÇA [LIST] [*][SIZE=3]Zeki Sarıhan, Vatan Türküsü İstiklâl Marşı, Tarihi ve Anlamı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002[/SIZE] [*][SIZE=3]Hikmet Sami Türk, İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2004[/SIZE] [*][SIZE=3]Adalet Ergenekon Çil, Mehmet Âkif Ersoy ve İstiklâl Marşı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1989[/SIZE] [*][SIZE=3]Beşir Ayvazoğlu, İstiklâl Marşı Tarihi ve Anlamı, Tercüman Yayınları İstanbul 1986[/SIZE] [*][SIZE=3]Mehmet Çetin, İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2003[/SIZE] [*][SIZE=3]Mehmet Âkif Ersoy Özel Sayısı, Millî Kültür Dergisi, Aralık 1986[/SIZE] [*][SIZE=3]M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmet Âkif Ersoy, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002[/SIZE] [*][SIZE=3]Yaşar Çağbayır, Bayrak Mücadelemiz ve İstiklâl Marşı, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2009[/SIZE] [/LIST] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Turizmin başkenti olarak bilinen güneydeki ilimiz?
Cevapla
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm
Top