Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="YoRuMSuZ" data-source="post: 324847" data-attributes="member: 1"><p><h3>BİR OKUYUCU OLARAK MEHMET ÂKİF</h3><p>Yakından tanıyanlar, Mehmet Âkif'i, hayatının değişik dönemlerinde ya birisinden bir kitabı okuyan ya da birisine bir kitabı okutan kişi olarak anlatmaktadırlar. Etrafıyla sürekli bir okuma alışverişi içindedir o. Bu alışverişi sağlamak için gerektiğinde, İstanbul'un bir semtinden uzak başka bir semtine evini taşımaktan geri durmaz. Âkif'in, yakın dostlarıyla, haftanın belirli günlerini ayırdığı okuma zamanları vardır. Bu okuma ilişkilerinin eğitimle bağlantılı bir yönünün bulunduğu muhakkak. Fakat asıl, yaratıcı muhayyileyi harekete geçiren yönüne dikkat çekmek istiyorum ben. Ayrıca, okutucu-kitap-okuyucu formülüyle ifade edebileceğimiz söz konusu okuma biçimi, şahıslarla sınırlı kalmayan bir boyuta sahiptir.</p><p></p><p>Mehmet Âkif'i topluca ele alınca içimize doğan, bir kişilikle karşı karşıya olma duygusudur. Âkif'i tanımak, bu sağlam, sıkı, sahih kişiliği tanımak demektir. Şair ve yazar Âkif'in nasıl bir okuyucu olduğunu anlamaya, bu kişiliğin bir boyutunu oluşturan okuyuculuğuna bakarak onu içerden tanımaya çalışalım.</p><p></p><p>İsterseniz önce kütüphanesinden başlayalım. Tanığımız Mithat Cemal Kuntay, şarlatan olmayan bir kütüphane olarak tanımlıyor Âkif'in kitaplığını ve ekliyor: Bu ufacık kütüphanede okunmadık tek kitap yok. Sayıca fazla olmayan bu kitaplar hangileriydi? Bunu bugün tam bir liste hâlinde ortaya koyacak bilgiye sahip değilsek de, okuduğundan haberdar olduğumuz kitaplarına bakınca, Âkif'in okuma ilgilerinin boyutlarını aşağı yukarı hissedebiliyoruz. Yakınında bulunanların Âkif hakkında yazdıkları yazı ve kitaplarda, bazılarının isimleri dağınık hâlde yer alan bu eserler, Âkif'in okuma ilgilerinin Türkçe, Fransızca, Arapça ve Farsça'nın imkânlarını kullanan, hem doğuya hem de batıya doğru açılan ilgiler olduğunu gösteriyor.</p><p></p><p>Âkif-kitap ilişkisine tekrar dönelim. Şişirme olmayan kitaplığındaki eserleri nasıl okuyordu Âkif? Cevabı Mithat Cemal veriyor: <em>Kitabı önce toptan sonra tenkit ederek okur, dördüncü okuyuşta intihaplarını yapardı. Az eseri çok okurdu. O gece bir aralık, bir kitabı bitirmek kolay değildir, dedi.</em></p><p></p><p>Okumayla ilgili çözümlemelerimizin bu aşamasında belki de önce okumanın temel donesini oluşturan kitap üzerinde durmalıyız. Mithat Cemal'in Âkif için söylediği tarzdaki bir okumada, okunan kitabın bazı özelliklere sahip olması gerekir. Her kitap böylesi bir okumaya cevap verecek yüksek vasıfları taşıyamaz çünkü. Buradan okuyucunun bir özelliğine gidiyoruz: Seçicilik... Böylece Âkif'in kütüphanesinin hacmi de bir yere oturmuş oluyor. Bu az sayıdaki kitabın seçilmiş eserlerden meydana geldiğini düşünebiliriz. Bir okuyucu için seçme öncelikle, eseri ve yazarı seçme demektir. Âkif örneğine bakarak okunan metinden bir iç seçme yapma anlamını taşıdığını da söyleyebiliyoruz. İyi okuyucular söz konusu edildiğine göre, bu iç seçmenin okuyucudan okuyucuya değişebilen, zevke dayalı bir boyutunun bulunduğuna işaret etmemiz lâzım. Zevk sahibi okuyucuların okudukları kitaplardan yaptıkları seçmeler, esere nüfuz etme güçlerini de gösterir. Mithat Cemal'in Âkif için söylediği Edebiyatın en ücra yerlerini biliyordu. sözleri Âkif'teki nüfuz derinliğini göstermesi bakımından anlamlıdır.</p><p></p><p>Âkif'in okumasının eğitimle ilgili bir tarafının bulunduğuna işaret etmiştim. Bu tarafıyla okuyucu bir öğrenicidir. Kitabı bütün girdisi çıktısıyla sonuna kadar tanımak; metnin okuyucuya açılmadık bir yönünün kalmaması anlamında bir öğrenmedir bu. Okuyucunun kitabı bütünüyle avucunun içine alması, onu bu yönden bitirmesidir. Ancak şunu hemen belirtelim ki yüksek vasıflar taşıyan bir sanat eseri için bitirme sözünün görece bir anlam taşıması kaçınılmazdır. Bir sanat eserini, bir sanat metnini bütünüyle bitirmek mümkün değildir. Yeni bir bakış, farklı bir çerçeve içine yerleştirerek bakmak, daha önce farkına varılmayan bir boyutuyla diriltecektir o eseri. </p><p></p><p>Zihnî aktivite bakımdan çalışkan bir okuyucudur Âkif. Mithat Cemal'den izleyelim: Okurken de yazarken de başının bütün melekeleriyle çalışkandı. Okudum' demesi anladım' demekti. Bu konuda Âkif için baş vurabileceğimiz bir başka tanık Ömer Rıza Doğrul da şöyle diyor:</p><p></p><p>Âkif gibi okuyana nadir tesadüf olunur. Bir eserden ne öğrenmek mümkünse hepsini öğrenmeden ve lâyıkıyla öğrenmeden, unutmayacak bir hâlde öğrenmeden eseri bırakmazdı. Okuduğu her eseri birkaç kere okumaktan çekinmez, iyice anlamadığı her noktayı erbabına müracaat ederek lâyıkıyla anlamadan eseri bırakmazdı.</p><p></p><p>Erbabına müracaat etmek bir yönüyle bizi yine aynı noktaya sevkediyor: Öğrenme faaliyeti... Yaratıcı muhayyilenin ürünü olan eserlerde bu yön, daha çok, eserin içine oturduğu kültürel dokuyu ifade etmektedir.</p><p></p><p>Tekrar başa dönerek okuma ediminin okuyan-eser (metin) olarak belirlenebilecek basit biçimi yanında okuyan-metin-okutan şeklinde formülleştirilebilecek üçlü durumuna işaret etmek istiyorum. Âkif, hayatının çeşitli dönemlerinde erbabından bazı eserleri okuduğu gibi (Mesela Musa Kazım Efendi'den Şeyh Bedrettin'in Vâridat'ını okumuştur.) kendisi de yetişme kabiliyeti gördüğü gençlerle ilgilenmekten geri durmamış, onlara bazı kitapları okutmuştur (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Emin Erişirgil, Mahir İz isimleri sayılabilir ilk anda). Mahir İz, böyle bir okuma başlangıcını şöyle anlatıyor: Aynı vapura bindik. İkbal bana Peyami Meşrık'ı göndermiş, ben iki kere okudum, güzel kitap. İstersen bir kere de beraber okuyalım' dedi; memnuniyetle şükranlarımı bildirdim. Salı günlerini buluşma günü olarak kararlaştırdık. Bir salı kendileri geliyor, bir salı ben gidiyordum. Kitabı ben okuyor, o dinliyordu. Âkif, hem teklifi yaparken hem de uygulama aşamasında, işin bir hocaöğrenci ilişkisi görünümü kazanmamasına, teklifsiz bir şekilde gerçekleşmesine dikkat ederek büyük bir tevazu örneği de vermiş oluyor.</p><p></p><p>Mahir İz'in hatıraları arasında ilgi çekici bir üçlü okuma örneği daha var. Onu da alıntılayarak bu konunun başka bir yönü üzerinde durmak istiyorum. Bizim evde muallim arkadaşlarımızla her akşam yapılan toplantıya bir gece bir düğün münasebetiylekimse gelmedi. Ben de yalnız oturmaktansa Dergâh'a [Ankara'daki Tacettin Dergâhı kastediliyorÂ.K.] gittim. Baktım, Üstad bir sedirin üstünde bağdaş kurmuş, Münir Bey de karşısındaki bir yer minderinde diz çökmüş, elindeki Hâfız Divanı'nı okuyordu. Ben kapının yanındaki bir yer minderine oturdum, dinlemeye başladım. Münir Bey durakladıkça Âkif Bey gazeli kaldığı yerden alıyor ve ezbere tamamlıyordu. Elinde kitap yoktu. Bu hâl, ders bitinceye kadar belki üç, beş, on kere devam etti. Ben Âkif Bey'in hafızasına hayran kaldım. Ertesi sabah bize gelince bu hayretimi kendisine açtım. Münir'e onsekizinci okutuşumdur' dedi. Yani on yedi kişiye daha evvel okutmuş, on sekizincisi Münir Bey'miş.</p><p></p><p>On sekiz sayısına ulaşacak kadar bir kitabı başka birine okutmak. Bu okutmalar Âkif için de birer okumadır aynı zamanda. Burada okuyanların her seferinde değişiyor olmasını da düşünmek lazım. Âkif, bir yönüyle öğretici konumundadır bu okumalarda. Fakat Âkif'i okutanokuyucu durumuyla ele alalım. O, şahıs olarak bir bilgi taşıyıcısı ve aktarıcısı değildir yalnızca. Bir şair (sanatçı) duyarlılığına sahiptir aynı zamanda. Ayrıca söz konusu olan metin (Hafız Divan'ı) de önemlidir. Sıradan bir eser değildir o. Şöyle bir tablo çıkıyor önümüze: Üstün vasıflar taşıyan bir sanat eseri, yaratıcı muhayyileye sahip bir büyük şair tarafından, her seferinde yeni bir algılayıcı muhayyileye sunulmaktadır. Bireysel olarak bu okutmanın (okumanın) Âkif'in sanatçı kişiliğine katkısını tahmin etmek güç olmasa gerek. Kendi orijinalitesini keşfetmiş bir şair için, etkilenme denemez bu katkıya; onun buluşçu tarafının beslenmesidir bu okuma. Metin okumayı bir dış akış olarak değerlendirirsek, sanatçının kendi iç akışı beslenip tazelenecektir bu anda.</p><p></p><p>Yukarıdan beri üzerinde durduğumuz ve bir yönüyle Âkif'in hayatındaki kişisel biçimlerini ortaya koyduğumuz bu okuma şeklinin, bir başka yönden bakıldığında, Mehmet Âkif'in dışında gelişen bir çerçeveye sahip olduğu görülmektedir. Topluma ait kültürel yaşantı dairesidir bu. Söz konusu okuma modelini, o bağlamın bir unsuru olarak da kısaca ele almamız gerekiyor. </p><p></p><p>Birgün Ahmet Hamdi Tanpınar Yahya Kemal'e Neydi bu eskilerin hayatı acaba, nasıl yaşarlardı? diye sorduğunda Gayet basit. der Yahya Kemal; Pilâv yiyerek ve mesnevî okuyarak. Medeniyetimiz pilâv ve mesnevî medeniyetiydi. Bu sözlerdeki Yahya Kemal'e has sadeliğe dikkat çekmek isterim. Yahya Kemal, eski hayatı, üstün bir sadeleştirme gücüyle, iki unsur etrafında canlandırıyor. Bir insan portresini, maddesi ve manasını besleyen iki öğeyle şekillendiriyor. Vazgeçilmez bir öğesi olarak toplumumuzun mutfak kültürünü temsil eden pilavı şimdilik bir yana bırakalım. Konumuz bakımından okuma edimine işaret eden mesnevîyi ele alalım. Gerçi ilk elde mesnevî burada bir türü adlandırıyor. Ancak, tür adını kendine özel ad hâline getirmiş olan Mevlâna'nın eserini de çağrıştırmış oluyor. Mevlâna'nın Mesnevi'si, Âkif'in on sekizinci defa bir talebesine okuttuğunu öğrendiğimiz Hafız Divanı gibi, eski kültürümüzün klasikleri arasındadır. Bunlara Sâdi'nin Bostan ve Gülistan'ını da ekleyebiliriz. Adını andığım bu eserler, ehli tarafından, bahsettiğim okutma yöntemiyle, yüzyıllar boyunca okunagelmiş eserlerdendir. Şerh yazma geleneği de bu okuma zincirinin bir parçası gibidir. </p><p></p><p>Bu hatırlatmalardan sonra Mehmet Âkif'e dönerek dönemin yatay bir kesitini alırsak, Âkif'in böyle bir okuma terbiyesinin ucunda duran konumunu da tespit etmiş oluruz. O, kendi kültürel kaynaklarıyla içten bir ilişkinin adamıdır. Dönemi ve Âkif'in moderne açılan yüzü düşünülürse onun, milletine ait kültürel kaynaklar karşısındaki bu konumunun başlı başına bir önem taşıdığı ortaya çıkacaktır. Âkif'in geleneksel kültürle ilişkisinin içten yanına özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bildiklerini iyi bilme bu okuma terbiyesini tanımış olan yazarların bir özelliğidir. Sağlam, sıkı yapı sözlerimizin karşılığıdır bu özellik. </p><p></p><p>Âkif'in kendi kültür değerlerimiz karşısındaki içerden konumuna işaret ettik. Buna ilave olarak içerden fakat içine kapalı değil diye de eklememiz gerekir. Onun, Fransızca ile sembolleştirdiğimiz, kişiliğinin batı kültür ve edebiyatına açık boyutunu hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekir.</p><p></p><p style="text-align: right"><em>Alim Kahraman</em></p><p></p><p>KAYNAKÇA</p><ul> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Mithat Cemal, Mehmet Âkif, İstanbul 1939. </span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">M. Emin Erişirgil, İslâmcı Bir Şairin Romanı, İstanbul 1956. </span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul 1975. </span></li> <li data-xf-list-type="ul"><span style="font-size: 12px">Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, İstanbul 1963.</span></li> </ul></blockquote><p></p>
[QUOTE="YoRuMSuZ, post: 324847, member: 1"] [HEADING=2]BİR OKUYUCU OLARAK MEHMET ÂKİF[/HEADING] Yakından tanıyanlar, Mehmet Âkif'i, hayatının değişik dönemlerinde ya birisinden bir kitabı okuyan ya da birisine bir kitabı okutan kişi olarak anlatmaktadırlar. Etrafıyla sürekli bir okuma alışverişi içindedir o. Bu alışverişi sağlamak için gerektiğinde, İstanbul'un bir semtinden uzak başka bir semtine evini taşımaktan geri durmaz. Âkif'in, yakın dostlarıyla, haftanın belirli günlerini ayırdığı okuma zamanları vardır. Bu okuma ilişkilerinin eğitimle bağlantılı bir yönünün bulunduğu muhakkak. Fakat asıl, yaratıcı muhayyileyi harekete geçiren yönüne dikkat çekmek istiyorum ben. Ayrıca, okutucu-kitap-okuyucu formülüyle ifade edebileceğimiz söz konusu okuma biçimi, şahıslarla sınırlı kalmayan bir boyuta sahiptir. Mehmet Âkif'i topluca ele alınca içimize doğan, bir kişilikle karşı karşıya olma duygusudur. Âkif'i tanımak, bu sağlam, sıkı, sahih kişiliği tanımak demektir. Şair ve yazar Âkif'in nasıl bir okuyucu olduğunu anlamaya, bu kişiliğin bir boyutunu oluşturan okuyuculuğuna bakarak onu içerden tanımaya çalışalım. İsterseniz önce kütüphanesinden başlayalım. Tanığımız Mithat Cemal Kuntay, şarlatan olmayan bir kütüphane olarak tanımlıyor Âkif'in kitaplığını ve ekliyor: Bu ufacık kütüphanede okunmadık tek kitap yok. Sayıca fazla olmayan bu kitaplar hangileriydi? Bunu bugün tam bir liste hâlinde ortaya koyacak bilgiye sahip değilsek de, okuduğundan haberdar olduğumuz kitaplarına bakınca, Âkif'in okuma ilgilerinin boyutlarını aşağı yukarı hissedebiliyoruz. Yakınında bulunanların Âkif hakkında yazdıkları yazı ve kitaplarda, bazılarının isimleri dağınık hâlde yer alan bu eserler, Âkif'in okuma ilgilerinin Türkçe, Fransızca, Arapça ve Farsça'nın imkânlarını kullanan, hem doğuya hem de batıya doğru açılan ilgiler olduğunu gösteriyor. Âkif-kitap ilişkisine tekrar dönelim. Şişirme olmayan kitaplığındaki eserleri nasıl okuyordu Âkif? Cevabı Mithat Cemal veriyor: [I]Kitabı önce toptan sonra tenkit ederek okur, dördüncü okuyuşta intihaplarını yapardı. Az eseri çok okurdu. O gece bir aralık, bir kitabı bitirmek kolay değildir, dedi.[/I] Okumayla ilgili çözümlemelerimizin bu aşamasında belki de önce okumanın temel donesini oluşturan kitap üzerinde durmalıyız. Mithat Cemal'in Âkif için söylediği tarzdaki bir okumada, okunan kitabın bazı özelliklere sahip olması gerekir. Her kitap böylesi bir okumaya cevap verecek yüksek vasıfları taşıyamaz çünkü. Buradan okuyucunun bir özelliğine gidiyoruz: Seçicilik... Böylece Âkif'in kütüphanesinin hacmi de bir yere oturmuş oluyor. Bu az sayıdaki kitabın seçilmiş eserlerden meydana geldiğini düşünebiliriz. Bir okuyucu için seçme öncelikle, eseri ve yazarı seçme demektir. Âkif örneğine bakarak okunan metinden bir iç seçme yapma anlamını taşıdığını da söyleyebiliyoruz. İyi okuyucular söz konusu edildiğine göre, bu iç seçmenin okuyucudan okuyucuya değişebilen, zevke dayalı bir boyutunun bulunduğuna işaret etmemiz lâzım. Zevk sahibi okuyucuların okudukları kitaplardan yaptıkları seçmeler, esere nüfuz etme güçlerini de gösterir. Mithat Cemal'in Âkif için söylediği Edebiyatın en ücra yerlerini biliyordu. sözleri Âkif'teki nüfuz derinliğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Âkif'in okumasının eğitimle ilgili bir tarafının bulunduğuna işaret etmiştim. Bu tarafıyla okuyucu bir öğrenicidir. Kitabı bütün girdisi çıktısıyla sonuna kadar tanımak; metnin okuyucuya açılmadık bir yönünün kalmaması anlamında bir öğrenmedir bu. Okuyucunun kitabı bütünüyle avucunun içine alması, onu bu yönden bitirmesidir. Ancak şunu hemen belirtelim ki yüksek vasıflar taşıyan bir sanat eseri için bitirme sözünün görece bir anlam taşıması kaçınılmazdır. Bir sanat eserini, bir sanat metnini bütünüyle bitirmek mümkün değildir. Yeni bir bakış, farklı bir çerçeve içine yerleştirerek bakmak, daha önce farkına varılmayan bir boyutuyla diriltecektir o eseri. Zihnî aktivite bakımdan çalışkan bir okuyucudur Âkif. Mithat Cemal'den izleyelim: Okurken de yazarken de başının bütün melekeleriyle çalışkandı. Okudum' demesi anladım' demekti. Bu konuda Âkif için baş vurabileceğimiz bir başka tanık Ömer Rıza Doğrul da şöyle diyor: Âkif gibi okuyana nadir tesadüf olunur. Bir eserden ne öğrenmek mümkünse hepsini öğrenmeden ve lâyıkıyla öğrenmeden, unutmayacak bir hâlde öğrenmeden eseri bırakmazdı. Okuduğu her eseri birkaç kere okumaktan çekinmez, iyice anlamadığı her noktayı erbabına müracaat ederek lâyıkıyla anlamadan eseri bırakmazdı. Erbabına müracaat etmek bir yönüyle bizi yine aynı noktaya sevkediyor: Öğrenme faaliyeti... Yaratıcı muhayyilenin ürünü olan eserlerde bu yön, daha çok, eserin içine oturduğu kültürel dokuyu ifade etmektedir. Tekrar başa dönerek okuma ediminin okuyan-eser (metin) olarak belirlenebilecek basit biçimi yanında okuyan-metin-okutan şeklinde formülleştirilebilecek üçlü durumuna işaret etmek istiyorum. Âkif, hayatının çeşitli dönemlerinde erbabından bazı eserleri okuduğu gibi (Mesela Musa Kazım Efendi'den Şeyh Bedrettin'in Vâridat'ını okumuştur.) kendisi de yetişme kabiliyeti gördüğü gençlerle ilgilenmekten geri durmamış, onlara bazı kitapları okutmuştur (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Emin Erişirgil, Mahir İz isimleri sayılabilir ilk anda). Mahir İz, böyle bir okuma başlangıcını şöyle anlatıyor: Aynı vapura bindik. İkbal bana Peyami Meşrık'ı göndermiş, ben iki kere okudum, güzel kitap. İstersen bir kere de beraber okuyalım' dedi; memnuniyetle şükranlarımı bildirdim. Salı günlerini buluşma günü olarak kararlaştırdık. Bir salı kendileri geliyor, bir salı ben gidiyordum. Kitabı ben okuyor, o dinliyordu. Âkif, hem teklifi yaparken hem de uygulama aşamasında, işin bir hocaöğrenci ilişkisi görünümü kazanmamasına, teklifsiz bir şekilde gerçekleşmesine dikkat ederek büyük bir tevazu örneği de vermiş oluyor. Mahir İz'in hatıraları arasında ilgi çekici bir üçlü okuma örneği daha var. Onu da alıntılayarak bu konunun başka bir yönü üzerinde durmak istiyorum. Bizim evde muallim arkadaşlarımızla her akşam yapılan toplantıya bir gece bir düğün münasebetiylekimse gelmedi. Ben de yalnız oturmaktansa Dergâh'a [Ankara'daki Tacettin Dergâhı kastediliyorÂ.K.] gittim. Baktım, Üstad bir sedirin üstünde bağdaş kurmuş, Münir Bey de karşısındaki bir yer minderinde diz çökmüş, elindeki Hâfız Divanı'nı okuyordu. Ben kapının yanındaki bir yer minderine oturdum, dinlemeye başladım. Münir Bey durakladıkça Âkif Bey gazeli kaldığı yerden alıyor ve ezbere tamamlıyordu. Elinde kitap yoktu. Bu hâl, ders bitinceye kadar belki üç, beş, on kere devam etti. Ben Âkif Bey'in hafızasına hayran kaldım. Ertesi sabah bize gelince bu hayretimi kendisine açtım. Münir'e onsekizinci okutuşumdur' dedi. Yani on yedi kişiye daha evvel okutmuş, on sekizincisi Münir Bey'miş. On sekiz sayısına ulaşacak kadar bir kitabı başka birine okutmak. Bu okutmalar Âkif için de birer okumadır aynı zamanda. Burada okuyanların her seferinde değişiyor olmasını da düşünmek lazım. Âkif, bir yönüyle öğretici konumundadır bu okumalarda. Fakat Âkif'i okutanokuyucu durumuyla ele alalım. O, şahıs olarak bir bilgi taşıyıcısı ve aktarıcısı değildir yalnızca. Bir şair (sanatçı) duyarlılığına sahiptir aynı zamanda. Ayrıca söz konusu olan metin (Hafız Divan'ı) de önemlidir. Sıradan bir eser değildir o. Şöyle bir tablo çıkıyor önümüze: Üstün vasıflar taşıyan bir sanat eseri, yaratıcı muhayyileye sahip bir büyük şair tarafından, her seferinde yeni bir algılayıcı muhayyileye sunulmaktadır. Bireysel olarak bu okutmanın (okumanın) Âkif'in sanatçı kişiliğine katkısını tahmin etmek güç olmasa gerek. Kendi orijinalitesini keşfetmiş bir şair için, etkilenme denemez bu katkıya; onun buluşçu tarafının beslenmesidir bu okuma. Metin okumayı bir dış akış olarak değerlendirirsek, sanatçının kendi iç akışı beslenip tazelenecektir bu anda. Yukarıdan beri üzerinde durduğumuz ve bir yönüyle Âkif'in hayatındaki kişisel biçimlerini ortaya koyduğumuz bu okuma şeklinin, bir başka yönden bakıldığında, Mehmet Âkif'in dışında gelişen bir çerçeveye sahip olduğu görülmektedir. Topluma ait kültürel yaşantı dairesidir bu. Söz konusu okuma modelini, o bağlamın bir unsuru olarak da kısaca ele almamız gerekiyor. Birgün Ahmet Hamdi Tanpınar Yahya Kemal'e Neydi bu eskilerin hayatı acaba, nasıl yaşarlardı? diye sorduğunda Gayet basit. der Yahya Kemal; Pilâv yiyerek ve mesnevî okuyarak. Medeniyetimiz pilâv ve mesnevî medeniyetiydi. Bu sözlerdeki Yahya Kemal'e has sadeliğe dikkat çekmek isterim. Yahya Kemal, eski hayatı, üstün bir sadeleştirme gücüyle, iki unsur etrafında canlandırıyor. Bir insan portresini, maddesi ve manasını besleyen iki öğeyle şekillendiriyor. Vazgeçilmez bir öğesi olarak toplumumuzun mutfak kültürünü temsil eden pilavı şimdilik bir yana bırakalım. Konumuz bakımından okuma edimine işaret eden mesnevîyi ele alalım. Gerçi ilk elde mesnevî burada bir türü adlandırıyor. Ancak, tür adını kendine özel ad hâline getirmiş olan Mevlâna'nın eserini de çağrıştırmış oluyor. Mevlâna'nın Mesnevi'si, Âkif'in on sekizinci defa bir talebesine okuttuğunu öğrendiğimiz Hafız Divanı gibi, eski kültürümüzün klasikleri arasındadır. Bunlara Sâdi'nin Bostan ve Gülistan'ını da ekleyebiliriz. Adını andığım bu eserler, ehli tarafından, bahsettiğim okutma yöntemiyle, yüzyıllar boyunca okunagelmiş eserlerdendir. Şerh yazma geleneği de bu okuma zincirinin bir parçası gibidir. Bu hatırlatmalardan sonra Mehmet Âkif'e dönerek dönemin yatay bir kesitini alırsak, Âkif'in böyle bir okuma terbiyesinin ucunda duran konumunu da tespit etmiş oluruz. O, kendi kültürel kaynaklarıyla içten bir ilişkinin adamıdır. Dönemi ve Âkif'in moderne açılan yüzü düşünülürse onun, milletine ait kültürel kaynaklar karşısındaki bu konumunun başlı başına bir önem taşıdığı ortaya çıkacaktır. Âkif'in geleneksel kültürle ilişkisinin içten yanına özellikle dikkat çekmek istiyorum. Bildiklerini iyi bilme bu okuma terbiyesini tanımış olan yazarların bir özelliğidir. Sağlam, sıkı yapı sözlerimizin karşılığıdır bu özellik. Âkif'in kendi kültür değerlerimiz karşısındaki içerden konumuna işaret ettik. Buna ilave olarak içerden fakat içine kapalı değil diye de eklememiz gerekir. Onun, Fransızca ile sembolleştirdiğimiz, kişiliğinin batı kültür ve edebiyatına açık boyutunu hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekir. [RIGHT][I]Alim Kahraman[/I][/RIGHT] KAYNAKÇA [LIST] [*][SIZE=3]Mithat Cemal, Mehmet Âkif, İstanbul 1939. [/SIZE] [*][SIZE=3]M. Emin Erişirgil, İslâmcı Bir Şairin Romanı, İstanbul 1956. [/SIZE] [*][SIZE=3]Mahir İz, Yılların İzi, İstanbul 1975. [/SIZE] [*][SIZE=3]Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, İstanbul 1963.[/SIZE] [/LIST] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Tarih
Cumhuriyet Tarihi
Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm
Top