Islamcı yazarlar aşk'ta ihtilafa düştü

Mavi Gül

ѕση_¢ıqℓıк
Özel üye
İslami kesimin evlilik üzerine yazıları ve çok satan kitapları bulunan 3 önemli yazarı Sibel Eraslan, Yavuz Bahadıroğlu ve Cemil Tokpınar. Bu üç isim, aşk konusunda öyle bir ihtilafa düştüler ki... İstanbul’un değişik semtlerinde, camilerin duvarlarındaki panolardan fark ettim “aile irşad büroları”nı... Seminerler halinde düzenlenen programlarda aile içi iletişimden tüketici haklarına kadar bir dizi hayati konu...

Uzmanlar eşliğinde halka açık toplantılar halinde önemli bir işe başlamış Diyanet... Uzun yıllar boyu, sadece ahirete dair ve ölümle ilgili olarak görülen mabetlerin, aslında hayatın atan kalbine denk canlı bir ritme sahip olduğu gerçeğine gözlerimizi yumduk. Ölümler ve mezarlıklardan ibaret bir din algısı, mabetlerimizi hayatın içinden çıkarmıştı neredeyse...

Halbuki Kur’an Hayat Kitabı ve Resulullah (sav) Beşer’di... Biz katı bir diyalektikle, ayırdığımız hayat/ölüm sarkacında sınırlarımızı hep ölüme karşı güçlendirmeyi seçtik. Manevi, moral değerler, bir tür uyuşukluk bir tür geri kalmışlık hissiyatıyla dışlandılar... Başarıya fikse olmuş güncel hayatın içinde her şey bir yarışmaya, her şey sadece güçü olanın ayakta kaldığı bir arena müsabakasına dönüştü... Şimdiyse kanayan, sızlayan modern halimize bakarak, yeni bir çıkış yolu arıyoruz...

Aile ve evlilik denildiğinde herkes kendi durduğu yerden, tanıklıkları ve gözlemleri üzerinden çözümler üretmeye çalışıyor şüphesiz. Her şeyi, sonuna kadar mükemmel şekilde yaşamak dürtüsü sadece materyalistlere has bir çılgınlık değil. Biz muhafazakar ya da mütedeyyin kesimde de var aynı mükemmelcilik.

İkisi asla bir araya gelmezmiş gibi duran aşk ve evlilik bahsinde de öyle... Mesela Murat Belge geçtiğimiz hafta yapılan anayasa değişikliği tartışmalarına, kendi evlilikleri üzerinden bir örnekle açılım getirdi. Aynı kadınla uzun süreli evli kalmak bile bu kadar zor hatta imkansızken, aynı anayasa ile ne kadar gidebilir mealinde cümlelerdi bunlar...

Esprili ama bir o kadar da tedirgin edici, gerçekliği olan, çarpıcı bir benzetmeydi Belge’ninki... Tam karşı mahalleden Yavuz Bahadıroğlu Üstadın evlilik ve aile konusundaki pozitif hararetle devam eden yazılarını da takip ediyorsunuz. Bahadıroğlu, Belge’nin aksine aşk evliliklerinden yana...

Benim durduğum yerse, daha netameli bir alan. Hukuk, yolunda işleyen şeylerle uğraşmaz çünkü, benim dinlediğim ve masama gelen hayat öykülerindeyse; ne Belge’nin aşırı gerçekçi ve süper egoya has mükemmeli ne de Bahadıroğlu’nun aşk vurgulu romantik mükemmeli var... Ortada, ayakta durmaya çalışan, kırık ama çare arayıcı kişilerin dolandığı bir alacakaranlık kuşağı...

Bir mesele Diyanet’in ve müftülüğün gündemine girebilmişse, had safhada imdat çığlığı duyuluyor demektir. Bu yüzden müftülüklere bağlı olarak kurulan Aile İrşad Bürolarını çok önemsiyorum. Benim İslâmi kimliğim gereği durduğum yer, şüphesiz ki aileci bakış açısına dayalıdır.

Bu ilkesel olarak böyledir böyle olmasına da... Her an sokakta kurulmuş bir masada çalıştığım içindir belki, işlerin maneviyata önem veren kesimlerde de iyi gitmediğini bilecek bir pozisyondayım... Sevgili yol arkadaşım Cemil Tokpınar da affetsin, “Ömür Boyu Aşk” mevzu bir dua olabilir belki ama bunu bu kadar büyütmeye de gerek yok. Aşk olmasa da sürebilmeli evlilikler. Veya tam tersi aşk olduğu halde tarafları ve özellikle çocukları çeşitli travmalara sevk edebiliyorsa, aşka rağmen devam etmeyebilir aynı evlilik...

Evlilik dendiğinde, devam etmesi için en önemli sebeplerden birisi olarak çocukları görüyorum. Çünkü bir çocuğun yetişebileceği, yaşayabileceği en sağlıklı yer ailedir. Bu yüzden çiftler, karşılıklı aşkı yitirmiş olsalar da ve özellikle şiddet yoksa, o evlilik, çocukların büyüyüp yetişmesi için de olsa, asgari şartlarda devam edebilir diye düşünüyorum.

Yavuz Bahadıroğlu’nun evli çiftlere verdiği nasihatleri elbette ben de okuyorum. Hatta geçenlerde evlilikte aşk konusunda okuyucularına sunduğu testi ben de uyguladım... Ama belki kuşak farkıdır veya cinsiyet farkı, bilemem sebebini...

Evlilikte aşk konusunun abartıldığını düşünüyorum. Yani çiftlerin birbirleriyle arkadaş olması, hayatın zorluklarına karşı dayanışması, birbirlerine şefkati... Niçin her Allah’ın günü birbirlerine seni seviyorum demeleri ya da birbirlerine tutkuyla dokunma isteklerinden daha az değerli olsun? Al Yazmalım Selvi Boylum’daki soru müthiştir mesela, emek aşktan daha az değerli değildir... Kadınların çoğu bu yüzden içten içe Kadir İnanır’ı tutsa da hikayenin sonunda götürüp oylarını Ahmet Mekin’den yana kullanır, yani emekten, gayretten, sabırdan yana...

Aşk, hepimizin saygı duyduğu, pırıltısından gözlerimizin kamaştığı, bahsi geçtiğinde akan sularımızın durduğu muhteşem bir kavramdır elbette... Ama evliliklerimizin her anına eşlik edecek bir mükemmellik kıstası da olmasa gerek... Kardeşinizi niçin seversiniz, çocuğunuza çok kızsanız bile niçin seversiniz, anne babanız, arkadaşlarınız...

Çok mükemmel oldukları için mi sevilirler? Hayır... Severiz onları. Hatalarına eksikliklerine rağmen severiz...

Evliliklerdeki aşk vurgusu, gençler üzerinde derin bir beklentiye sebep veriyor. Bir sihirli değnek bekleniyor evlilik sonrasında. Çabuk yoruluyorlar, çabuk yoruluyoruz evliliklerden. Aşkı bulamamak canımızı sıkıyor, niçin Bahadıroğlu gibi niçin Tokpınar gibi değiliz diye soruyor kadınlar erkekler...

Elbette nikahta keramet vardır, böyle söylemiş bizden önceki tecrübeli çınarlar... Ama kerameti biraz da kendimizde aramak gerekmiyor mu? Bahadıroğlu’nun gayreti de bu yüzdendir sanırım, aşkı çiftlere has bir tutku olmaktan çıkarıp, hayata bakış açısı haline getirmek... Ama nasıl?

Müftülüklerin Aile İrşad Bürolarını hem çok önemsedim hem de meselenin gelip dayandığı ciddi boyut konusunda bir kez daha sarsıldım...


Sibel ERASLAN / Vakit
 
Top