Bir taşın üzerinden karşı kıyıya atlamak sizi yaşamınızın hiç bilmediğiniz bir kıyısına götürebilir mi? Bir hafta sonu yürüyüşü insanın hayatını değiştirebilir mi? Benim hayatım bir taşın üzerinden atlarken değişti. Sanırım size herşeyi baştan anlatmalıyım. Beş yada altı sene önceydi. İstanbul'da yaşıyordum. Gezmek benim için Boğaz'da yemek yemek, denizi seyretmek, bir parkta yürümek ve bildik tatil yörelerinde tatilimi geçirmekle sınırlıydı. İyi anlaştığımız bir arkadaş grubumuz da vardı, her şey yolunda görünüyordu. Bir pazar günü başımızı alıp hiç bilmediğimiz bir yerlere gitmek istedik. Fikir nasıl doğdu, nasıl gelişti, ilk nereye gittik, bilmiyorum. Ama yürüyüş, bir gün hayatımın en büyük keyiflerinden biri oldu.
Bazen bir derenin içinde saatlerce yürüyüp hedefimize varmadan geri dönmemeyi öğrendik. Bazen bir uçurumun kenarında korkuyu tatdık. Bazen uçsuz bucaksız bir yaylada dünyanın ne kadar büyük bizimse ne kadar küçük olduğumuzun farkına vardık. Bir köylünün konukseverliğinde yok olduğunu sandığımız, içimizdeki iyi bir şeyleri bulduk. Bir kayanın üzerinde içilen sıcacık bir çayda dünyanın en güzel dostluklarını, en güzel sohbetlerini, en güzel anılarını tatdık. Arabamız çamura saplandığında çaresizliğimizi yenmeyi öğrendik. Karda, dakikalarca uğraştıktan sonra minicik bir alevi canlandırıp ateş yakabilmenin o inanılmaz sevinciyle karşılaştık. Karanlıktan, arılardan, böceklerden sisten korksak da hep güçlü kalmayı nasıl başarabildiğimize kendimiz de şaşırdık. Başkalarını da kendimiz kadar düşünmeyi öğrendik, yemeğimizi, suyumuzu paylaşırken.
Hep, o tepenin ardında, şu patikanın sonunda, bu derenin bitiminde ne var merakıyla yılmadan hep daha ileriye gitmenin heyecanını yaşadık. Karlarla kaplı bir orman yolunda mukavvalardan yaptığımız kızaklarda çocukluğumuzu buluverdik aniden. Bir derenin sonunda birdenbire karşımıza çıkan şelalenin coşkulu sularına karışıp uzaklara gitmek istedik. Karlar ve sisler altındaki yaylada bir masalı yaşadık beraber, kelt şarkıları söylerken. Burası gerçek dünya olamazdı, o kadar güzeldi ki. Hızla akan bir dereden nasıl karşıya geçeceğiz diye planlar yaparken "diğer" dünyanın kaygılarının, hayal kırıklıklarının, mutsuzluklarının, kavgalarının, aslında ne kadar uzakta ve anlamsız olduklarını düşündük. Tamamen kaybolup, nerede olduğumuzu bilmeden yeniden yolu bulabilmenin O ürpertici ve çekici hissini yakaladık. Bir tepenin kenarından aşağıdaki vadiye kendimizi bırakıp uçmayı düşledik rüzgarla beraber. Bazen uçsuz bucaksız bir yaylada bütün dünyayı ayaklarımızın altında ve bizim sandık yalnızlığımızın keyfiyle.
O kadar güzel o kadar yalın ve o kadar güçlüydü ki, doğaya hayran olmayı ona saygı duymayı ve onun bir parçası olmayı öğrendik. Yavaşça, derinden ve hiç sezdirmeden yüreğimin bir parçası oldu o yaylalar, dereler, kanyonlar ve ağaçlar. Bana hayatı, bana "içimdeki gerçek beni" öğrettiler. Her yeni macerada aslında içimde her şeyi değiştirebilecek gücün ve direncin bulunduğunu da keşfettim. Ben şanslıydım çünkü o gücü keşfetmenin belki de en güzel yolunu bulmuştum. Yürürken attığınız her adım, üstünden atlayarak arkanızda bıraktığınız her taş belki de sizi hayatınızın karşı kıyısına taşıyacak ve o kıyıda bulacağınız yeni "siz" mutlaka herşeyi değiştirecek.
Bazen bir derenin içinde saatlerce yürüyüp hedefimize varmadan geri dönmemeyi öğrendik. Bazen bir uçurumun kenarında korkuyu tatdık. Bazen uçsuz bucaksız bir yaylada dünyanın ne kadar büyük bizimse ne kadar küçük olduğumuzun farkına vardık. Bir köylünün konukseverliğinde yok olduğunu sandığımız, içimizdeki iyi bir şeyleri bulduk. Bir kayanın üzerinde içilen sıcacık bir çayda dünyanın en güzel dostluklarını, en güzel sohbetlerini, en güzel anılarını tatdık. Arabamız çamura saplandığında çaresizliğimizi yenmeyi öğrendik. Karda, dakikalarca uğraştıktan sonra minicik bir alevi canlandırıp ateş yakabilmenin o inanılmaz sevinciyle karşılaştık. Karanlıktan, arılardan, böceklerden sisten korksak da hep güçlü kalmayı nasıl başarabildiğimize kendimiz de şaşırdık. Başkalarını da kendimiz kadar düşünmeyi öğrendik, yemeğimizi, suyumuzu paylaşırken.
Hep, o tepenin ardında, şu patikanın sonunda, bu derenin bitiminde ne var merakıyla yılmadan hep daha ileriye gitmenin heyecanını yaşadık. Karlarla kaplı bir orman yolunda mukavvalardan yaptığımız kızaklarda çocukluğumuzu buluverdik aniden. Bir derenin sonunda birdenbire karşımıza çıkan şelalenin coşkulu sularına karışıp uzaklara gitmek istedik. Karlar ve sisler altındaki yaylada bir masalı yaşadık beraber, kelt şarkıları söylerken. Burası gerçek dünya olamazdı, o kadar güzeldi ki. Hızla akan bir dereden nasıl karşıya geçeceğiz diye planlar yaparken "diğer" dünyanın kaygılarının, hayal kırıklıklarının, mutsuzluklarının, kavgalarının, aslında ne kadar uzakta ve anlamsız olduklarını düşündük. Tamamen kaybolup, nerede olduğumuzu bilmeden yeniden yolu bulabilmenin O ürpertici ve çekici hissini yakaladık. Bir tepenin kenarından aşağıdaki vadiye kendimizi bırakıp uçmayı düşledik rüzgarla beraber. Bazen uçsuz bucaksız bir yaylada bütün dünyayı ayaklarımızın altında ve bizim sandık yalnızlığımızın keyfiyle.
O kadar güzel o kadar yalın ve o kadar güçlüydü ki, doğaya hayran olmayı ona saygı duymayı ve onun bir parçası olmayı öğrendik. Yavaşça, derinden ve hiç sezdirmeden yüreğimin bir parçası oldu o yaylalar, dereler, kanyonlar ve ağaçlar. Bana hayatı, bana "içimdeki gerçek beni" öğrettiler. Her yeni macerada aslında içimde her şeyi değiştirebilecek gücün ve direncin bulunduğunu da keşfettim. Ben şanslıydım çünkü o gücü keşfetmenin belki de en güzel yolunu bulmuştum. Yürürken attığınız her adım, üstünden atlayarak arkanızda bıraktığınız her taş belki de sizi hayatınızın karşı kıyısına taşıyacak ve o kıyıda bulacağınız yeni "siz" mutlaka herşeyi değiştirecek.