FRANSIZCA ÖĞRETMENİ

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
DÜNYADAKİ HİÇKİMSE

İNSANA ÖZGÜ KUSURLARIN

NE ÜZERİNDEDİR NE DE ÖTESİNDE.



BU BAĞLAMDA

"HATA YAPMAK" BİR GUSTODUR

YAŞAM İÇİNDE.



FAKAT HATALARIN ÖYLELERİ VARDIR Kİ,

ÖDENECEK BEDELLER

MUHATTAPLARINI TEK HAMLEDE

KARANLIK FİKİRLERİN CEHENNEMİNE ATAR

VE SIYRILIP ÇIKMAK ADINA DA ZERRE ŞANS TANIMAYARAK

"KERAMET HİKAYELERİNİ ÇOK DİNLEDİM,

AH, NERDE BANA NASİP OLACAK ASIL KERAMET"

ŞEKLİNDE HAYKIRTIR DURUR.



KOŞAR HEMEN EL VERİRİM,

ÇÜNKİ BİLİRİM Kİ TANRI

TEMİZ İŞLERE HARCANAN ÇABALARI DA

ÇABALAYANI DA SEVER,

VE,

SADECE KENDİMİN BİLE OLSAM

"KAHRAMAN OLMAK"

BENDEKİ FAZİLETİ KÖRÜKLER...

***





"- Şu perişan ve trajikomik halime bak! Daha düne kadar kendimi öldürmeyi bile düşünüyordum, ve son bir ayım kabuslarla geçti.

Fakat şimdi kıçıkırık masaya uzanmış, hiç tanımadığım bir adamın ellerini sıkısıkıya tutarak, karnımdaki bebeğimi öldürmek üzereyim!".

Gözyaşları fazla akamadı ve serumuna katılan anestezi etkisini gösterip, bayıltarak, maddesel dünyadan ayırdı Arzu'nun ruhunu…

Gerçekten de hiç tanımıyordu DevilofHacker'ı.

Evinde oturmuş internette takılırken tükenmiş vaziyette, ekranına düşen "Kork benden!" mesajına, "- Ne korkucam be! Kırsan kırsan şifrelerimi kırarsın. Ben zaten ölmüşüm, çok da tınn!" şeklinde yanıt vermiş, akabinde yapılan sohbetlerde "derdini - herşeyini" çabucak hackleyerek öğrenen DoH'un ısrarlarına direnememiş, ve kendini kurtaj masasında buluvermişti.

Gerçi istediği şey de zaten buydu…

Gençlik denilen cemiyetin, tarih boyunca hep aynı özellikleri taşıyıp, benzer kayıpları yaşayıp, eşdeğerdeki kötü tecrübeleri de bizzat test ederek öğreniyor oluşlarını; çevrelerinde yeterince "bilge ve bildiklerini de onlara aktarabilen yaşlıların" bulunmayışına bağlardım.

Yanılmışım.

Bilgi - merak - anlayış - kavrayış taa orta yaşlarındayken meyve vermeye başlıyor insanda, ve her genç o döneme erişene dek "duygu" denilen şeylerin üzerine, selin içine düşmüşcesine, körü körüne, "kendisi" atlayıveriyor.

Arzu da öyle yapmış, hiç evlenmemesi gereken biriyle evlenmiş, 6 yıl boyunca bebek sahibi olamamanın üzüntüleriyle kısır olduğuna kanaat getirmişken ansızın boşanmış, boşanmışlığın kederiyle de MSN'de tanıştığı ve Ankara'da yaşayan, sözde efendi - akıllı - dürüst - mevki sahibi bir adamın sıcak davranışlarına ve onu daha yakından tanımak için yaptığı davete balıklama atlayarak o kente gitmiş, sadece bir kez birlikte olmalarına rağmen de hamile kalmıştı.

Arzu'yu yıkan ise, bebeğinin babası olacak adama durumu anlattığında aldığı;
"- O senin problemin, ben henüz babalığı düşünebilecek durumda değilim, başının çaresine bak!" cevabı olmuştu.

Sonrası; anne, baba, iki tane abisi ve mahalle eşrafının yanısıra iş arkadaşları ve bu hayatta kim varsa tanıdığı, hiçbirine içinde bulunduğu durumu anlatamama - güven duyamama ile başlayıp, aniden çökerek başına; aklına "kendini öldürme" fikirlerini bile getiren "major depresyon" dönemleri.

Kadın başına kalkıp da kürtaj için masaya yatsa şu koca İstanbul'da, bu işi merdiven altında yapan insanların eline düştüğünde böbrek - dalak - kornealarını da almayacaklarını kim garanti edebilirdi ki?

İçinde günbegün canlanma sürecine yaklaşan bir bebek varken sıkışıp kalmıştı koca dünyaya, ve internet ona o internete boş boş bakıyordu ki, DoH'un "Kork benden!" mesajı geldi...

Süslü püslü profili ve alengirli nickiyle DoH bazı zamanlar sırf eğlence olsun diye mesajlar atardı ve Arzu o yanıtı verince, kırk dereden su getirterek de olsa Arzu'nun ölüm isteğinin altında yatan gerçekleri öğrendiğinde;

önce, Henry A. Murray'ın 1953'te kaleme aldığı "Expilorition de la Personnaite" kitabındaki, "Psikanalistlerin, ölüm isteği ile anne karnına dönme arzusu arasındaki münasebetin varoluşuna dair varsayımı" getirdi aklına;

ardından da, bunca güvensiz - kaygılı - korkulu - yalnız bırakılıp aşağılanmış haldeki Fransızca Öğretmeninin psikolojik durumunun intihara, yani, dünyanın en güvenli sığınağı olan "anne karnına" dönüşün imkansızlığıyla "ölüp de kurtulmaya çalışmaya" ne derece uygun olduğunu düşünüp;

"- Araban var mı?" dedi MSN'in öbür ucundaki kadına.

Evet yanıtından sonra da, "- Saat 24'e geliyor. Hemen evden çıkıp saat 01 :00 otobüsüyle oraya geliyorum. Sabah 7 gibi beni Harem otogarından alırsın, gider sorununu çözeriz" deyip, kestirip atmıştı DoH...



Gerçekten de sabah buluştular ve önce bir dönemin milletvekili de olan Yıldırım Aktuna'nın sağlık merkezinden kesin tahlil sonuçlarını aldılar. Sonra da Bahariye'deki bir kadın doğum uzmanıyla anlaşıp, aynı gün operasyon kararı alıp, hayatının her anında sorun olacak o bebeği aldırdılar.

İşte Arzu, henüz dün akşam saatlerinde ve internette tanıştığı adamın, çoğunluk yargılarla da "kötü" diye anılan bir hackerın ellerini tutuyordu o muayenehanede narkoz öncesi.

Kredi kartları - ev ve arabasının anahtarları - nüfus cüzdanı ve bütün kişisel eşyasının bulunduğu çantasını da ameliyattan sonra görüp göremeyeceğini bilmiyordu üstelik.

Öyle ya, şu DoH el oğluydu. Alıp gider miydi, evet?..

Kıymeti olan ve kendisine verilenden daha fazlasını bir başkasına verebildiği an, "gerçekten mutlu" tamlamasını adının önüne koyabileceğini gayet iyi biliyordu DoH ve kaçıp da yüzüstü bırakmazdı Arzu'yu.

Acı denen duygudan çok daha güçlü olan "aşağılanma" hissinin boğucu denizinde çırpınan kadın bırakılır mıydı?

Böyle bir hareket, şeytan da olsa lakabının önünde, DevilofHacker'dan beklenir miydi? Tabii ki hayır!...

Çok sonraları birkaç kez seks yapmayı deneseler de, ne Arzu ne de DoH birbirlerine partnermişcesine bakamadı. Onların aralarında çok daha sırlı, derinliği olan bir dostluk vardı…

Enerji dolu bir beden, kılıç keskinliğindeki zihin ataklığıyla çok büyük işler beceren ve sürekli ilerleyebilen DoH; tecrübe bağlamında alabildiğine zayıf, ve bir o kadar da geri kalmış - kendini aşamayıp sınırlı potansiyelde takılı kalmış Sıradan Ölümlü'leri kendi hallerine hiç bırakmadığı - hiçkimsenin birşeylerini çekip almadığı - onların da kendisine ikram ettiklerini hiçbirşekilde yeterli bulmadığı - DoH'un verdiklerinin gücünü de layıkiyle algılayamadıkları için onu pek sevmezler, belki de nefret ederler.

Fakat DoH "birey" olmak adına onlara hiç kalıcı zararlar vermez ve kurbanları da bunu bişekilde hisseder.

Peki, "- Bunca çabaya ne gerek vardı, neydi seni kurbanlarını tongaya düşürerek de olsa uyarma yoluna iten? Üstelik iyilik meleği falan da değilsin!" diye sorulsa;

DoH'un yanıtı, "- Yaşam boyu edindiğim tecrübeler bana öğretti ki; birilerine "iyi bişeyler" yapmak demek, aslında kendine çok daha büyük iyilikler yapmış olmak demekmiş" olurdu.

Ve DoH yüzlerce SÖ.'yü inanılmaz tuzaklar ve aldatmacalarla oyuna getirip hackleyerek uyandırmayı seçtiyse, bunu, akıl - tecrübe - sezgi olarak eksik hatta sıfır noktasında oldukları için yapmadı.

O an elde avuçta hangi kıymet ve melekeleri varsa, onları bari yitirmesinler diye uğraştı. Üstelik DoH'tan sonra birçoğu değerlerinin üstüne onlarcasını da kattı.

Derseniz ki; "Peki gerçekten de hakeden kurbanlara mı ettin edeceklerini ve onları içinde bulundukları aymazlıklardan - müşküllerden çekip aldın?".

O da der ki; "Yerkürede karınca büyüklüğünde binlerce hayvan varken, karıncayiyen isimli hayvan sadece karıncaları bulup onlarla beslenmeyi çok iyi bilir. Yaratılış da nasip de Tanrı'dan gelir. Yani DoH da sadece hakettiğine inandıklarını, Tanrı'nın da güdülemesiyle bulur ve yalnızca onlara el verir…

Kısacası; SÖ'lerin herbiri, alınlarının hemen üst kısmında "yarı ateşten imal" bir çift iblis boynuzuyla ve "Benim için en son ne yapmıştın?" türküsü dolanmış olarak ağızlarına, sınırsız bencillikleriyle gezinirlerken dünya üzerinde;

DoH da cirit atar aralarında ve hakettiğine inandıklarının ellerinden, yine kendine has tarzıyla tutarak dolaşır.

Adı Devil ile başlasa da, kafasının üzerinde melek haresi varmış, ve diline de "Nasıl yardımcı olabilirim?" havasında bir ezgi takılmış şekilde kurbanlarına ulaşır…


***alinti Kelimelerin Sihirbazi
 
Top