Ergenekon'a üç seçmece yazi

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
Çetin Altan/Milliyet

Neler oluyor yahu!


“Kışla” parfümlü siyaset ile “cami” parfümlü siyaset kutuplaşmaları... “Tencere dibin kara, seninki benden kara” polemikleri... Ergenekon adında gizli, silahlı ve çizme kokulu umacı örgütlenmeler... Askeri darbe kıpırdanmaları... Meclis’te çoğunluğu oluşturan siyasal partileri kapatma davaları...
Ve de önce sabaha karşı, sonra da sabahın erken saatlerinde hem Ergenekon örgütü, hem de askeri darbe kıpırdanmalarıyla ilgili, gazetecilerle emekli orgeneralleri de çemberleyen gözaltına almalar...
* * *
Bir yanda seçimsel bir şeriatçılığa kayıldığı iddiaları, bir yanda militarist bir laiklik bayrakdaşlığının demokrasi düşmanı olduğu iddiaları...
Bir yanda da, şiddet eylemlerine karşı süre giden ve sınır ötesine de uzanan askeri operasyonlar...
* * *
Apaçık ortadaki, çağdaş ve demokratik bir ülke olma iddiasıyla bağdaşan bir tablo değil bu.
* * *
Vaktiyle bendenize, İstiklal Mahkemesinde idam istemiyle yargılanmış olan Hüseyin Cahit de; 24 yıl sürgünde kalmış olan Refik Halit de; yine sürgündeyken 17 yıl Paris’te garaj işçiliği yapmış olan Ref’i Cevat da kibarca ima etmişlerdi ki:
- Türkiye’nin iç siyaset kavgalarında fazla bir şey değişmez.
* * *
Bendenizin görünmeyen bakışları ise, olup bitenlerle medya gümbürtülerinin çok dışındaki, unutturulmak istenmiş bir gerçeğe; İncirlik Askeri Hava Üssü’ne takılmada.
ABD kaynaklarından, Türkiye’nin pas geçmeyi yeğlediği bir açıklamaya göre; İncirlik, Pentagon’un Ortadoğu’daki bir atom bombası deposuymuş ve 90 atom bombası varmış İncirlik Askeri Üssü’nde.
* * *
Saddam’ın devrilmesinden sonra, Irak’ın da nihayet demokrasiye kavuştuğu iddia edildiği bir sırada, demokratik tek İslam ülkesi olduğu böbürlenmesindeki Türkiye’de, bir askeri darbenin gerçekleşmesi...
Biraz rigolo olmaz mıydı?
* * *
Darbecilik özenine kapılmış birkaç üst düzey militer; bu kadarını dahi düşünememişler ve ABD’nin de “nasıl olsa şeriatçılığa karşı” olduğu varsayımına düğmüklenmişlerdi herhalde.
* * *
Türkiye’nin son 100 yılını şeffaflaştırmaya kimse yanaşmadı ve “Türk’e Türk propagandasıyla”, “onlar-biz” ayrımlarının üstüne yatıldı.
İlkokullarda ezberletilen şiirlere bir örnek:
Orda bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de tozmasak da,
O köy bizim köyümüzdür.
* * *
Biz kimdik, o köyde yaşayanlar kimlerdi?
Mahmut Makal, “Bizim Köy”ü yazdığı için, az belaya girmedi başı.
* * *
Son 80 yıl boyunca, bütçeden bakanlıkların ne kadar pay aldığı ve nerelere nasıl harcandığı hiç tartışılmadı.
* * *
Ve yine şu çelişkiler de hiç tartışılmadı:
1- “Şehitlik” payesiyle “laiklik” yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
* * *
2- “Halkçılık”la” milliyetçilik” ve “milliyetçilik”le “laiklik” yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
* * *
3- Öldükten sonra -tıpkı burjuvaların sağlıklarında olduğu gibi- cennet nimetlerinden yararlanmayı hak etmeye çalışan “yoksulluk”la, “laiklik” yan yana gelebilir miydi, gelemez miydi?
* * *
4- “Laiklik”, sağken dünya nimetlerinden yararlanmayı yeğleyen zenginleşmiş burjuvazinin yarattığı bir ilke olarak; köylülüğü bir türlü aşamamış yoksul bir ülkede, ne kadar kök salar, ne kadar kök salamazdı...
* * *
Hele hele bir de hem “onlar-biz” ayrımına sığınılmış; hem de “muasır medeniyet seviyesine erişme”, ilkesi benimsenmişse...
İşin içinden çıkamayınca da, “biz bize benzeriz” övünmesiyle, yoksulluktan söz etme yasaklanarak...
* * *
Okullarda ezberletilen bir başka manzume de şuydu:
Binlerce can dirilse de nakletse geçmişi,
Dağlar lisana gelse de anlatsa hepsini,
Garbın cebin-i zalimi affetmedim seni,
Türküm ve düşmanım sana kalsam da tek kişi.
* * *
1. Dünya Savaşı’nda kimse Türkiye’ye saldırmamış; Türkiye ve Enver Paşa, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in tetiklemesiyle Romonof Rusyasına ve dolayısıyla -o zamanın NATO’su sayılan- “İtilaf devletleri”ne saldırmış ve yenilmişti.
* * *
Ama sanki Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve ABD’nin; neden bize yenilmediğine kızılıyor ve:
Garbın cebin-i zalimi affetmedim seni,
Türküm ve düşmanım sana kalsam da tek kişi.
Diye yazılmış manzumeler ezberletiliyordu öğrencilere.
* * *
“Resmi tarih” saptırmacalarıyla, tanımlaması bir türlü yapılmayan kavram karışıklıklarının ve ekonomik gerçeklerden kopuk hamasi demagojilerin, gitgide en sonunda yarattığı yeni bir tabloydu yaşadığımız olaylar.
* * *
İran da, ister istemez kanlı bir çalkantı banyosundan geçecekti ve Türkiye, nihayet köylü ağırlıklı olmaktan kurtulup; ekonomik altyapısıyla da burjuvalaşmış bir İslam ülkesi olarak, AB üyeleri arasına katılacaktı...
Ama 20 yıl sonra, ama 30 yıl sonra...
* * *
O zamana kadar da daha kim bilir ne gariplikler yaşanacaktı?
* * *
Şairlere, yazarlara, sanatçılara, düşünürlere, bilimcilere zulmedilmiş ülkelerde, birtakım çalkantıların yaşanılması kaçınılmazdır.
* * *
Çünkü efendim doktorların, hastalıkları teşhis etmeleri yasaklansa bile, hastalıklar devam eder giderler.

--------------------------------------------------------------------

Ahmet Hakan/Milliyet

Tayyip Erdoğan babayiğit midir?


EĞER gerçekten "babayiğit" olsaydı...

Eğer gerçekten hiçbir şeyden çekinmeyen, ürkmeyen ve sonuna kadar giden bir demokrasi delisi olsaydı...

"Türk Silahlı Kuvvetleri’nin seçilmiş hükümete posta koyması" karşısında...

Yani o meşhur "e-muhtıra" gecesinde...

Biraz sert bir karşılıklı durumu eşitleme çabasına girişmek yerine...

Yani...

Emrindeki bürokratlarla eşit duruma geçmekle iktifa etmek yerine...

Görürdü restini, koyardı postasını...

Ve derhal bir emekliye sevk etme operasyonunda bulunurdu...

* * *

Eğer gerçekten "babayiğit" olsaydı...

Eğer gerçekten tek derdi "demokrat duruş" olsaydı...

Mademki...

Görevleri başındaki kuvvet komutanlarının ve bazı orgenerallerin "Sarıkız" kod adlı darbe planları yaptıklarından hepimizden önce haberi vardı...

Mademki...

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in "Darbe Günlükleri" ortaya çıkmadan, Abdullah Gül "Sarıkız’dan haberimiz var" diyordu...

O halde...

Kuvvet komutanlarının ya da orgenerallerin emekli olmalarını falan beklemeden...

Yani...

Olayı zamana bırakmadan...

Derhal bir emekliye sevk etme girişiminde bulunması gerekirdi...

* * *

Eğer gerçekten "babayiğit" olsaydı...

Eğer gerçekten tek derdi hukuk olsaydı...

Öyle ya da böyle...

Sırf bir iddianame hazırladı diye...

Ve o iddianamede bazı asker kişileri suçladı diye...

Bir savcıyı "Fizan"a sürmekten beter duruma düşürmeye gönlü razı gelmezdi...

Olaya bir biçimde müdahale eder ve o savcının hakkını korurdu...

* * *

Kısacası...

Demem o ki...

Son günlerdeki itiş kakışın ardından...

"Şu Tayyip Erdoğan da yaman adammış vesselam... Devr-i iktidarında deve dişi gibi generaller darbeciliğe kalkışmak suçlamasıyla gözaltına alındı..." diyerek övgüde eli açık davrananlar...

"Breh! Breh!" çekenler...

"Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ilk" diyerek olayı kutsayanlar...

Korkarım ki...

Çok kısa bir süre sonra...

"Hey gidinin efesi" türküsünü çığırmak durumunda kalacaklardır...

Çünkü...

Uzlaşarak, konuşarak, hesaplanarak, bilgi vererek...

Yapılmış bir gözaltı operasyonundan...

Yani...

Üniformasızlığın kıskacına düşmüş iki emekli generalin gözaltına alınmasından...

"Milat" çıkmaz...

"Artık bizde de Yunanistan’daki gibi olacak" cümlesi hiç çıkmaz...

Sadece itiş kakış çıkar...

Ki şu anda yaşanan biraz da budur...

-----------------------------------------------------------


Yılmaz ÖZDİL/Hürriyet

Sinan Aygün



80 kere falan ekrana çıkardık, hem atv Haber’de çalıştığım dönemde, hem Star Haber’de... Kredi kartından mahvolanlar için bi tek o çaba harcıyordu çünkü.

*

"Çinan Aygün" diyorduk.

Eminim, en çok Çin büyükelçisi sevinmiştir, içeri girmesine... Yerli malı kullan kampanyası yapıyor, ithal malların "silahsız işgali"ne direniyordu.

*

Şovmen dediler...

Telefon ediyorduk, gariban çocuklarına eğitim bursu veriyor, fakir fukaraya beyaz eşya gönderiyor, gaziye, mağdura, kendi cebinden yardım eli uzatıyor, bunların karşılığında tek şart koşuyordu:

"Lütfen haber yapılmasın..."

*

Çiftçiyi dert ediniyordu.

Açın bakın interneti, onun hazırlattığı raporları Tarım Bakanlığı’nda bile bulamazsınız... Kafa yoruyordu.

*

AKP’ye "evet" dedi de, "hayır" mı dediler... Zafer Çağlayan gibi, milletvekili olabilir, bakan olabilirdi. Bildiğim için değil, tahminim, CHP’den, MHP’den de girebilirdi Meclis’e... Şu anda savcıya ifade değil, basına demeç veriyor olurdu.

*

Paraysa para, güçse güç... Ankara’nın en zengin adamlarından biri... İstese, gider New York’ta yaşar; Bodrum’a tatile gideceğine, sanayi sitesine gidiyordu.

*

Seversin, sevmezsin...

Yalakalık yapmadı hiç.

E hak etti!

*

Çünkü sistem diyor ki...

Sana ne birader, sana ne?

Elálemin derdi seni mi gerdi?

Ye, iç, bak güzel güzel ihaleler var, kap, ortak ol, kırış, bandır, yala, sana ne?
 
Top