Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Edebiyat / Kültür / Sanat
Edebiyat / Kitap
Elif Şafak tüm makaleleri
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="dderya" data-source="post: 799140" data-attributes="member: 112565"><p><span style="font-size: 22px"><strong>Seçkin salonlardan uzak...</strong></span></p><p>15 Mayıs 2009</p><p></p><p></p><p></p><p>TÜM dünyada nice edebiyatçıyı etkileyen köklü bir zaaftan söz etmek istiyorum bugün. Vahim bir hatamız, kadim bir yanılgımız var: Kendini diğer sanat(çı)lardan ayrı, hatta üstün görmek! Sanki müzik ya da sinema gibi alanlar alabildiğine popüler işler de -adeta kitlelerin afyonu-, edebiyat daha "yukarıda", daha "entelektüel", daha "derin," velhasıl daha bir dahadır işte. Kibirli bir yaklaşımdır bu. Ama pek çok yazar ve şair, tabii bu arada editör ve eleştirmen, bilerek ya da bilmeyerek, bu tavrı sürdürür. Böylece edebiyat korunaklı, steril, seçkin ve "Ali-Veli-bizim oğlan" arasında devam eden bir sohbete indirgenir. Sokağa sırtını dönmüş, yazar ile okur arasında duvarlar örmüş bir edebiyat anlayışı çıkar ortaya: "Seçkin salon edebiyatı!"</p><p>Yazarlık serüvenimin en talihli gelişmelerinden birini seçkin salon edebiyatından uzak durmam olarak görüyorum. Kendini okurdan, toplumdan ve diğer sanatlardan daha üstün ve ayrıcalıklı gören yaklaşımlarla karşılaştığımda, sessiz sakin adımlarla oradan uzaklaşıyorum. Ben edebiyatı "seçkinler" ve "avam" diye katı kategoriler kurduğu için değil, tam tersine, alabildiğine yatay ve akışkan düzlemler açıp insanları birbirine yaklaştırdığı için seviyorum.</p><p>Peki bahsettiğim bu salon edebiyatının olanca havasına ve şaşaasına rağmen "çayırda çimende edebiyat" diye bir başka yaklaşım olduğunu biliyor musunuz? 1960'lardan kalma yarı hınzır, yarı asi bir damar da var edebiyat aleminde. Hippi ruhlu edebiyat etkinlikleri de düzenleniyor bir yerlerde! Otoriteden ve ünvanlardan hoşlanmayan, şıkıdım salonlardan uzak duran, edebiyatın enerjisinin evvela okurdan geldiğine inanan, hiyerarşileri sorgulayan, alabildiğine rahat ve samimi, eleştirel ve mütevazi bir başka yaklaşım! İşte bu anlayışı koruyan sanatseverlerin en saydığı edebiyat etkinliği herhalde Hay Festivali'dir. Tüm dünyada "edebiyatın Woodstock"u olarak bilinir. Hay Festivali'nde geniş bir kırsal arazide kurulan çadırlarda yazarlar çizmelerini giyer, çamurlara bata çıka yürür, çay ve kahve eşliğinde eserlerinden bölümler okur, okurlarıyla buluşur. </p><p>Yapaylıktan ve gösterişten tamamen uzak bir ortamdır. Hay edebiyat festivali İngiltere'de yeşerdikten ve haklı bir ün sağladıktan sonra şimdilerde tüm dünyada "şubeler" açmaya başladı.</p><p>Bu hafta Hay-Granada'ya katılmak üzere İspanya'daydım. Dünyanın her yerinden çağrılmış yazar ve şairlerle beraber ben de okumalar, söyleşiler yaptım. Ayrılırken festivalin düzenleyicisi ve fikir babası kabul edilen Peter Florence'a sormadan edemedim: "Duydum ki Hay Kolombiya festivalinin ardından şimdi Hay Lübnan festivalini tasarlıyor-muşsunuz! Dünya edebiyatının en bilinen simalarını Beyrut'a götürecekmişsiniz. Peki ya İstanbul? Hay İstanbul Festivali olamaz mı? Uluslararası bir edebiyat festivali İstanbul gibi muzzam bir şehre ne kadar yakışır!"</p><p>Tebessümle bakıyor Peter Florence ve festival komitesindekiler. "Aslında bizler de nicedir İstanbul'da bir edebiyat festivali yapmak ister dururduk," diyorlar. "Hani aklımızda Şam, Moskova, Amman gibi şehirler de var, ama böyle dinamik ve samimi bir festival esas İstanbul'da olmalı. Kültürlerin, hikayelerin ve hayallerin buluşma noktası</p><p>İstanbul'da!"</p><p>Dünyaca ünlü şair ve yazarları İstanbul'a getirmek, Türkiye'deki edebiyatseverlerle buluşturmak güzel olmaz mı? Belki de bu edebiyatçılar buradan gittikten sonra en etkili hikâyelerini İstanbul hakkında yazacaklar. Ve Türk okurlar bu edebi buluşmalardan bambaşka bir ilham ve feyz alacaklar. Dünyaca ünlü bir edebiyat etkinliği şehr-i şehir İstanbul'a yakışır. Bilhassa seçkin salon edebiyatının dışında kalan genç bir festival! Sadece bir fikir uzaklığında Hay İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali. Madem ki bu şehir herkese parmak ısırtan caz festivallerine, film festivallerine evsahipliği yapabiliyor, bu da olur. Biz istersek olur. Yeter ki milletçe boş tartışmalarla kendimizi ve birbirimizi didiklemekten, yıpratmaktan vazgeçelim. Önümüzde keşfedecek kıtalar, fethedecek bir sanat ve kültür dünyası var!</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="dderya, post: 799140, member: 112565"] [SIZE=6][B]Seçkin salonlardan uzak...[/B][/SIZE] 15 Mayıs 2009 TÜM dünyada nice edebiyatçıyı etkileyen köklü bir zaaftan söz etmek istiyorum bugün. Vahim bir hatamız, kadim bir yanılgımız var: Kendini diğer sanat(çı)lardan ayrı, hatta üstün görmek! Sanki müzik ya da sinema gibi alanlar alabildiğine popüler işler de -adeta kitlelerin afyonu-, edebiyat daha "yukarıda", daha "entelektüel", daha "derin," velhasıl daha bir dahadır işte. Kibirli bir yaklaşımdır bu. Ama pek çok yazar ve şair, tabii bu arada editör ve eleştirmen, bilerek ya da bilmeyerek, bu tavrı sürdürür. Böylece edebiyat korunaklı, steril, seçkin ve "Ali-Veli-bizim oğlan" arasında devam eden bir sohbete indirgenir. Sokağa sırtını dönmüş, yazar ile okur arasında duvarlar örmüş bir edebiyat anlayışı çıkar ortaya: "Seçkin salon edebiyatı!" Yazarlık serüvenimin en talihli gelişmelerinden birini seçkin salon edebiyatından uzak durmam olarak görüyorum. Kendini okurdan, toplumdan ve diğer sanatlardan daha üstün ve ayrıcalıklı gören yaklaşımlarla karşılaştığımda, sessiz sakin adımlarla oradan uzaklaşıyorum. Ben edebiyatı "seçkinler" ve "avam" diye katı kategoriler kurduğu için değil, tam tersine, alabildiğine yatay ve akışkan düzlemler açıp insanları birbirine yaklaştırdığı için seviyorum. Peki bahsettiğim bu salon edebiyatının olanca havasına ve şaşaasına rağmen "çayırda çimende edebiyat" diye bir başka yaklaşım olduğunu biliyor musunuz? 1960'lardan kalma yarı hınzır, yarı asi bir damar da var edebiyat aleminde. Hippi ruhlu edebiyat etkinlikleri de düzenleniyor bir yerlerde! Otoriteden ve ünvanlardan hoşlanmayan, şıkıdım salonlardan uzak duran, edebiyatın enerjisinin evvela okurdan geldiğine inanan, hiyerarşileri sorgulayan, alabildiğine rahat ve samimi, eleştirel ve mütevazi bir başka yaklaşım! İşte bu anlayışı koruyan sanatseverlerin en saydığı edebiyat etkinliği herhalde Hay Festivali'dir. Tüm dünyada "edebiyatın Woodstock"u olarak bilinir. Hay Festivali'nde geniş bir kırsal arazide kurulan çadırlarda yazarlar çizmelerini giyer, çamurlara bata çıka yürür, çay ve kahve eşliğinde eserlerinden bölümler okur, okurlarıyla buluşur. Yapaylıktan ve gösterişten tamamen uzak bir ortamdır. Hay edebiyat festivali İngiltere'de yeşerdikten ve haklı bir ün sağladıktan sonra şimdilerde tüm dünyada "şubeler" açmaya başladı. Bu hafta Hay-Granada'ya katılmak üzere İspanya'daydım. Dünyanın her yerinden çağrılmış yazar ve şairlerle beraber ben de okumalar, söyleşiler yaptım. Ayrılırken festivalin düzenleyicisi ve fikir babası kabul edilen Peter Florence'a sormadan edemedim: "Duydum ki Hay Kolombiya festivalinin ardından şimdi Hay Lübnan festivalini tasarlıyor-muşsunuz! Dünya edebiyatının en bilinen simalarını Beyrut'a götürecekmişsiniz. Peki ya İstanbul? Hay İstanbul Festivali olamaz mı? Uluslararası bir edebiyat festivali İstanbul gibi muzzam bir şehre ne kadar yakışır!" Tebessümle bakıyor Peter Florence ve festival komitesindekiler. "Aslında bizler de nicedir İstanbul'da bir edebiyat festivali yapmak ister dururduk," diyorlar. "Hani aklımızda Şam, Moskova, Amman gibi şehirler de var, ama böyle dinamik ve samimi bir festival esas İstanbul'da olmalı. Kültürlerin, hikayelerin ve hayallerin buluşma noktası İstanbul'da!" Dünyaca ünlü şair ve yazarları İstanbul'a getirmek, Türkiye'deki edebiyatseverlerle buluşturmak güzel olmaz mı? Belki de bu edebiyatçılar buradan gittikten sonra en etkili hikâyelerini İstanbul hakkında yazacaklar. Ve Türk okurlar bu edebi buluşmalardan bambaşka bir ilham ve feyz alacaklar. Dünyaca ünlü bir edebiyat etkinliği şehr-i şehir İstanbul'a yakışır. Bilhassa seçkin salon edebiyatının dışında kalan genç bir festival! Sadece bir fikir uzaklığında Hay İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali. Madem ki bu şehir herkese parmak ısırtan caz festivallerine, film festivallerine evsahipliği yapabiliyor, bu da olur. Biz istersek olur. Yeter ki milletçe boş tartışmalarla kendimizi ve birbirimizi didiklemekten, yıpratmaktan vazgeçelim. Önümüzde keşfedecek kıtalar, fethedecek bir sanat ve kültür dünyası var! [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Edebiyat / Kültür / Sanat
Edebiyat / Kitap
Elif Şafak tüm makaleleri
Top