Çerkes Hasırları

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
Sözlerime eski bir Çerkes temsili ile başlamak istiyorum. Kaynana gelinini denemek maksadı ile ondan kendisine börek yapmasını ister. Gelin hemen böreği yapıp kaynanasına getirir. Yaşlı kadın bir lokma ısırdıktan sonra böreği bırakır ve yemez. Gelini sorar: .

-Anne niçin yemiyorsun beğenmedin mi yoksa?

Yaşlı kadın cevap verir: tadı yok.

İnanın ne gerekiyorsa koydum içine her şeyini bir tamam hazırladım.

Hayır kızım her şeyi tamam değil, içerisine sevgi koymamışsın diye cevaplar yaşlı kadın ve devam eder "yemek yapmanın kadına özgü bir iş olmasının nedeni erkeğin midesini tıkamak için değildir o kadarını erkekler kendileri de yapabilirler oysa yemeği güzel kılan ona gösterdiğin özendir, bu özenin kaynağında sevgi yatar ve içerisinde sevgi olan her şey tatlıdır".

İşte el sanatları da böyledir.

Zamanın birinde ihtiyaçtan doğmuş bir eşyanın yapımına insan kendi bilgisini, emeğini, sevgisini içerisinde yaşadığı toplumun kültürünü ekleyerek onu daha güzel, daha kullanışlı bir biçime dönüştürür.

Halkların el sanatları işte bu sevgi ile yoğrulmuş değişimin ve dönüşümün bir tarihçesidir.

ÇERKES HASIRLARI

Hasır'ın ne zaman ve hangi toplulukta ortaya çıktığını bu gün pek kimsenin bildiğini sanmıyorum. Çok önceki uzak dönemlerde insanoğlunun ihtiyacı nedeni ile ortaya çıkan bu beceri zaman içerisinde gelişerek neredeyse bir sanat haline gelmiştir.

Bugün elimizde bulunan eski ve yeni hasırları bir arada inceleyip ikisi arasında bir karşılaştırma yaptığımızda o dönemlerde basit sergi amaçlı ile kullanılan hasırın bu gün yapılanlar ile kıyaslanamayacak kadar farklı olduğunu görüyoruz.

Çok eski hasırlar çoğunlukla kamışların birbirine tutturulması ile yapılan düz ve basit modeller olduğu halde daha geç dönemlere ait hasırların gerek yapılış tarzı ve gerekse modelleri bakımından daha karmaşık ve farklı olduğunu görürsünüz.

Bu ilk yapılan hasırları incelediğimizde ilk önce bahsettiğimiz bağlama modeli takip eden dönemde dikey örülen modeller ve daha sonrada kamışların çapraz örülmesi ile yapılan modeller geliyor.

İnsanoğlu yaşama, yiyecek ve giyinme ihtiyacını karşılayıp günlük yaşamında kullandığı eşyalara yöneldikçe ve bu ihtiyaçlarına ayırdığı zaman fazlalaştıkça ürettikleri de onun anlayışına paralel olarak gelişmeye, güzelleşmeye başlamıştır.

Tüm el sanatlarının çıkış noktası budur ve bu durum insanoğlunun gelişimi içerisinde demiri işleyen için de, ağacı işleyen için de giysi yapan için de ihtiyaç için üretilenlerin sanata dönüşmesine doğru yol alan bir süreçtir.

İşte bu nedenledir ki bu gün bahsini ettiğimiz eski hasırlar tıpkı eski el sanatlarımız, oyunlarımız, söylencelerimiz, eski halk şarkılarımız gibi bir folklorik değerdir.

Hasırın yapılışı kısaca şöyledir: Islak kamışlar gölgede fakat içlerinin küflenip rutubetlenmemesi için rüzgâr görebileceği bir yerde kurutulur.

Daha sonra bu kamışlar bir çizik halinde yarılarak iyice gevşeyinceye kadar suyun içerisinde yumuşatılır. Sonrada tezgâha yapılacak hasırın enine bağlı olarak dikey kamışlar gerilir ve çerçevesi örülür.

Çerçevenin oluşturulması sırasında mevcut modellerden herhangi birisi kullanılabilir (deri çevrimler, kesmeler, çapraz baklava dilimleri, balıksırtı, desteklenmiş çubuklar ve birbirine bakan yarımaylar biçiminde çeşitli modeller mevcuttur) bundan sonrası ise hasırı ören kişinin fantezilerine ve iç dünyasına kalmış bir şeydir, isterse basit bir örgü ile isterse karmaşık örgü ve modellerle işler.

Hasır yapımında tıpkı demir işleme, ağaç ve deri işleme, altın ve gümüş işleme sanatı gibi sınırlı sayıda insanın ve özelliklede ev hanımlarının bilip uğraştıkları bir beceri olarak devam ede gelmiştir.

Bu sınırlı ilgiye rağmen bugün birer sanat eseri olarak adlandırılabilecek güzellikte hasırlar yapılmıştır. Fakat bu materyallerin halk sanatı açısından değerini anlayıp onları muhafaza edecek bir araya toplayacak insanlar olmadığı için günümüze kadar korunabilenler mevcut olanın çok az bir kısmıdır.

Bu gün muhafaza altına alınmış ve müzede sergilenen hasır sayısı 60 kadardır ve bunların en eskisi 1862 yılında yapılmıştır. Üzülerek söylemeliyim ki daha öncesine ait elimizde hiç bir şey kalmamıştır.

Bu gün elimizde mevcut hasırları incelediğimizde bu sanatın iki ayrı stilde devam ederek bu güne geldiği kanaatini ediniyoruz.

Bunlardan daha eski olduğunu sandığımız stilde kurutulmuş kamışların sadece belirli bir kısmından yapılan ve tamamı değişik modellerle işlenmiş olan stildir.

Bu biçim daha çok Kabardey bölgesinde yapılan hasırlarda görüldüğü için bunu Kabardey modeli olarak ta adlandırabiliriz.

Urukh köyünden Dzıhmış Merjan'ın yaptığı 93 cm.ye 2 metre ölçülerinde olan buğday rengine yakın renkte ortası boydan boya çapraz örgü ve ince boğumlar biçiminde, kenarları baklava dilimi şeklinde örülmüş ve örgüleri deri çevrimlerle sarmalanarak kesmelerle bitirilmiş olan hasır bu bahsettiğimiz biçime güzel bir örnek olarak muhafaza edilmektedir. Aynı stilde fakat değişik modellerde yapılmış olan Sındıkue Latse, Bevıkue Fatimet, Sosmak Mariya ve Bırsekue Kule'nin yapmış oldukları hasırlar da bu stilin değişik örnekleri olarak mevcuttur elimizde.

Adıge hasırlarında dikkati çeken en önemli özellik kompozisyonu oluşturan modellerin arasındaki simetrik uyum ve dengenin sağlamlığıdır.

Fakat zaman zaman bu disiplinin dışına çıkan istisnalarda yok değildir. Mesela Kıeş| F.nin hasırları bu bahsettiğimiz farklı biçimlere en iyi örnektir. Onun dikey düşey çift örgülerle oluşturduğu modeller ilk bakışta diğerlerinden farklı fakat aynı zamanda ustaca bir el emeği ürünü olduğunu fark ettirir.

Modellerin kaynağı hakkında bir bilgi sahibi değilim ama yinede bunun eski hasırlar arasında tamamen farklı bir bakış açısı ve farklı bir boyut olduğu tartışılamaz.

Bizim ikinci stil olarak adlandırdığımız modeller ise bir kaç renkten oluşmakta olup bunlar güneşte yüksek ısıda sarartılan sarı renk, çamurumsu bir suyun içerisinde bekletilerek verilen kahverengi veya yine benzer bir suyun içerisinde bitki boyaları ile renklendirilen yeşilin ve mavinin tonları ve tıpkı derinin boyanması gibi boyanarak renk verilen siyahtan oluşan ve modelleri belirginleştirmek için içerisinde zaman zaman ince çubuklar beyaz veya siyah yün kullanılan hasır örme biçimidir.

Bu tip hasırların yapımında kaç tür malzeme kullanıldığı konusunda bir bilgi sahibi değilim fakat bu gün üç ayrı malzemeden oluşan hasırlar elimizde mevcuttur.

Bu bahsettiklerim yanı sıra Psıj bölgesinde gördüğüm ve Adıge stili olarak adlandırılan hasırlarda model ve motiflerle yetinilmemiş olduğunu bütününde veya belirli bir bölümünde resim işlenmiş hasırlar yapıldığını gördüm.

Bizim -Argen- dediğimiz hasır o bölgede ve Adıgey’de -Puable- olarak isimlendirilir, bence bizim de bu kelimeyi dilimize alarak kullanmamız daha uygun gibi geliyor.

Adıge stiline güzel bir örnek olarak kunçıkuehable'den Khut M. in yaptığı hasırdan biraz bahsetmek istiyorum. Kahverengi zemin üzerinde üst kısımda siyah kamışlardan örülü; üzerinde semaver, sağ tarafında tabağı içerisindeki bir çay bardağı, solunda şekerliği olan ve altında iki tabure bulunan bir masa resmi yeralan Onun altında bir somya biçimindeki yatak resmi olan bu hasırın kenarları ikişer örgü biçiminde yukarıya doğru çıkarak çatı şeklini alıyor ve en tepede bağlanıyor.

Namazlık olarak örülmüş olan bu hasırda din'e vurgu olarak yapılmış olan ibrik ve leğen biraz daha arka planda kalacak biçimde yapılmış olması, el sanatlarımıza dini motifler de girmiş olmakla birlikte bu tür desenlerin ve temaların genellikle ön plana çıkacak baskın motif olarak kullanılmadığını gösteren güzel bir örnektir.

Yine aynı izlenimi edinmemize neden olan bir başka namazlık ta Okepşiy' köyü’nde yapıldığı bilinen fakat kim tarafından yapıldığı anlaşılamayan hasırdır.

Adıge stilinin bir güzel örneği de. H.Şheplhokue'nin hasırıdır. Bu hasırda diğerleri gibi ortasında resim işlenmiş alt kısmı baklava dilimleri biçiminde altın sarısı kenarları ve ortası siyah dikey örgülerle boydan boya geçen üç farklı biçimin birleştirildiği güzel bir örnektir.

Üzülerek söylemek zorundayım ki Adıge el sanatları layık olduğu değeri görememekte el sanatlarına temel olan eski ev eşyaları gereği gibi muhafaza edilmemektedir.

Eski metal işlemeler, altın simli Çerkes motifli giysiler, ağaç oymalar, deri işlemeler, kılıçlar kamalar bıçaklar,ve benzeri eşyaların yapımını unuttuğumuz gibi mevcutları da muhafaza edemiyoruz.

Bütün dünyanın hayran olduğu Çerkes giysileri bile artık kullanılmamakta sadece folklorik bir öğe bir tiyatro kostümü olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.

Yine aynı şekilde kültürümüzün bir parçası olan hasat törenleri(vak|ue yih|ıa{tohum atmak için tarla sürümünde ve hasat zamanı yapılan tören]), beşik töreni([guşıe hephıe]bebeğin ilk beşiğe yatırılışı sırasında düzenlenir), beşik şarkıları, kahramanlık ve önemli olayları anlatan şarkılar, düğünlerimiz ve toplantılarımız gibi pek çok folklorik değerimiz yitip gitmekte ve yok olmaktadır.

Çerkes hasırlarını bu saydıklarımızdan biraz daha şanslı görüyorum çünkü kültür bakanlığı bu konuyu somut şekilde desteklemektedir.

Ayrıca Ğukıe Zamudin bu konuya özel bir ilgi göstererek eski Adıge hasırlarını toplamaya başlamış hepsini fotoğraflamış, oldukça zengin bir arşiv ve koleksiyon oluşturmuştur .

Sanatçı daha da ileri bir adım atarak kültür bakanlığının desteklediği "Argen" isimli bir atölye açmış ve bu sanatı yeniden canlandırmasının yanı sıra 20’den fazla öğrenci yetiştirmiştir.

Bu atölyede günümüz evlerinde kullanılabilecek dekoratif hasırlar, yolluklar, duvar panoları yapılmakta olup ürünlerin bir kısmı tüm Rusya genelinde sergilenmiştir.

Aynı şekilde Adıgey de Azemet Min Kutas Adıge hasırlarını toplayıp müzeye koymuş ve hepsini fotoğraflayarak bir albüm haline getirip bastırmıştır. Yine aynı şekilde k|uş| aslan da Adıge hasırlarına özel bir ilgi duyarak bunların bir araya getirilmesi için takdire değer bir çaba göstermiş ve bu konuda bir de tanıtım amaçlı kitap yayınlamıştır.

İşte bu faaliyetler Adıge hasırlarının muhafaza edilebilmesi ve bu sanatın devam edeceği konusundaki ümidimizi güçlendirmektedir.


jCj71.jpg
 
Top