Bir iç yangını "özlemek"

yaren*

Herşey olması gerektiği gibi ;)
Özel üye
Elinden kayıp gidenleri, tutamadıklarını, tutunamadıklarını özler galiba insan en çok...

Bir karlı günde, ölüm uçuşuna gittiklerini bilmeden, kafeslerinden artarda uçan iki minicik kuşun tüylerinin yumuşaklığına dudaklarını değdirmeyi...

Yerine koyamadıklarını, koyamayacağını bildiklerini özler...
Bir adamı, ya da kadını özler... Tanıdığı, sevmeye çalıştığı diğer tüm kadınlar ve adamlar da; o bir tek kişiyi aradığını bilerek
veya bilmeyerek...

Özlem dindirilemez giderilemez bir şeydir oysa... Odak noktasını bir yerden alır sonra dallanıp budaklanır...
Hatta sarpa sarar kimi zaman...
Havaalanları hep özlem kokar...Bavullar gidip gelirken, özlem taşıdıklarındandır onca ağırlıkları... Ağır bir yüktür özlem, kolay taşınamayan... Taşınır taşınmasına da ne bileyim, yoruluyor insan....

Kırmızı başlıklı kızın, henüz kurda dönüşüp de kırmızı başlıklı kurt olmadığı, Külkedisi için prensin yollara düştüğü,
henüz külkedilerinin değerli olduğu... İnsanların gaflet uykularından bir türlü uyanamadıkları değil de uyuyan güzellerin bir buse ile kolayca uyanabildikleri masalları özleriz... hep onlara inanmak istediğimizdendir belki....masalın bile kendi gerçeği içinde, mutlu sonları dileriz olamayacağını bilsek de...

Özlemek vazgeçmemektir, vazgeçememektir belki de... Kovulduğumuz kapılardan girmek için bir baca deliği aramak, kimi zaman iğne ile kuyu kazmak, dipsiz kuyulara boşa kova sallamak...
Sessiz gecelerde, anıların tozlu tavan aralarından, gün ortasında kalabalık bir ortamda burnumuzun direğini sızlatan kokudan, taşınırken elimize geçen eski bir fotoğraftan yola çıkıp bir hikaye yazabilmektir özlemek...

Özlemek, sahiplendiğimizin aksine sahipsiz bir duygudur... biraz başıboş kaldığında, hem yolunu hem yönünü şaşıran...
şaşırdığımız, hiç de değil derken, tam tersini yaparken yakalandığımız... arsız ama riyasız....

Özlemek, puslu sabahlarda henüz gidilmemişken başlar... gidilip dönülemeyeceği baştan bilinen, sessiz anlaşmaların korkunç yalnızlığında derinleşir... tüm dönülememişliği ve dönmeyenleri de kapsayarak, yutara koyulur karanlığı... koyu karanlıktır özlemek...

Gurbette, dilini özler insan... seslerin içinde kaybolup giderken; anlamını yitirmiş sözcüklerin, ıssız şehirlerin tanımsız sokaklarında anadilinde duyacağı tek bir cümlenin sıcağına hasret, kendine bile yabancılaşırken bulur ya kendini, bir yerlere sığamaz olur, boğulur... yakıcıdır özlemek...
Yüreğine de sığamaz, sığdıramaz her ne ise taşıdığı... ne gündüze ne geceye, düşlerinden taşar köpük köpük... el ayak çekilince, derinden ince bir sızı duyulur... ince bir sızıdır özlemek...

Yıllar boyu göremesen de unutamamaktır... dünmüşçesine son görüşme... son noktayı koymamaktır kurulan cümlelere...
ucunu açık bırakmaktır sevdaların... gün ola devran döne diyebilmektir... dirençsiz beklemektir öylece....
Mutlu olmaktır rastlanılan gece düşlerinin sabahlarında... zaten hiç gidilememiştir ki ondan, oradan... özlemek, yalnızlığı çoğaltmaktır... tuhaf biçimde içimizi acıtan....

Özlem, en çok masallara yaraşır....hem ulaşılmaz masal kahramanları yaratabildiğimiz, hem de yel değirmenleriyle savaşabildiğimiz için... Özlemek, bu güne dek söylenmiş tüm masallardır.

Siz kimleri, neleri, nereleri özlüyorsunuz? düşlerinizde nasıl yapıyorsunuz yolculuklarınızı...düşe kalka ilerlerken bu yaşam yolunda, durup bir kendinize bir geride kalan her şeye, herkese bakıyor musunuz?

Yüreğinizin derinliklerine cesurca bakabilmenin adıdır özlem...biliyor musunuz?
 
Top