Bir Düş Gördüm,Düştüm

yaren*

Herşey olması gerektiği gibi ;)
Özel üye
Bir düş gördüm, düştüm. Düştüğüm müydü düşümde gördüğüm, neydi de ben düştüm.

Ağladım ağladıkça yağmur yağdı. Yağmur yağdıkça ben ağladım.

Bir düş gördüm, düştüm. Düşlerim paramparça. Ben biliyordum, bu düşte düşeceğimi biliyordum da sanmıştımki sen…

Bir dilek tutmuştum içimden, geçmiş zamanların izini sürerken. Çok özledim açık hava el ele yürüyüşlerini. Vazgeçmekten vazgeçmeme sebep olan o sesi soluğu bekliyordum bende.
Ve ben o sesi soluğu sen sanmışım. Yanılmışım.

Örümcek ağı tutmuş biraz bakımsız, virane boşluklarımda karşılaştık seninle. Bana doğru çıkan merdiven boşluğundaydık. Karşılaştığımızda bütün ışıklar yandı. Dağınıklığımın kusuruna bakma bu kata kimse çıkmayalı epey oldu. İlk karşılaştığımızda ne söyleyeceğimin de provasını yapmıştım ama ne söyleyeceğimi unuttum, göz göze geldiğimizde, o bana çıkan merdiven boşluğunda.

Burada tek başıma sıkılmaya başlamıştım ve kendi yüksekliğimden bırakıverecektim kendimi o çok tanıdık sokağımın üzerine.

Yalnızlığıma karışacaksın, kalabalıklaşacağız sanmıştım. İki kişilik olacaktı, bildiğim bütün yemekler. İki kişilik olacaktı, tüm düşlerim ve dualarım. İki kişiye açılacaktı bunca zaman bir tek bana açılan kapılar. Yarımızı ödünç verecektik birbirimize belki de hediye edecektik. Bir yanım sen olacak ve ne giyersem çok yakıştıracaktım kendime çünkü çok yakışmıştın bu yanıma, yarıma.

Çok zaman olmuş kendimle karşılaşmayalı.
Ve çok zaman olmuş kendi resmimi aynalara çizmeyeli.

Biten cümlelerim değilmiş meğer kalemimin mürekkebiymiş. Bu son olsun nolur. Bir daha hiç bitmesin mürekkebim. Ben çok sevdim bu mürekkebin mavisini. Seni burada mürekkebe benzetmemin nedeni tamamen çok sevdiğimden mürekkep mavisini. Ve çıkmaz mürekkebin mavisi, bulaştımı üstüne başına ve mühür rengidir o. Mühürlü kaderim ol benim, üstüm başım mürekkep mavisi.

İşte ben böyle bir şey sanmıştım, sen gelirken.
Şimdi gidiyorsun.

Söz vermiştin, biliyordum tutamayacağını ama kandım işte. Kandırılmadım ben kanmak istedim. Biliyorum bu ne ilk nede son kanışım. Ne ilk düş nede son düşüşüm.

Biliyordum gidecektin ama beklediğimden daha önce gittin. Giderken, hoşça kal bile demedin. Hoş-ça kalmamı istemediğinden mi yoksa.
Yoksa ne… artık yoksadan sonraki kelimelerinde bir önemi yok. Yoksa ne… yoksa ne biliyim herhangi bir şeydir işte. Belki bunu da unuttun.

Önceleri gelirsin sandım, arkana döner bakarsın…

Önümüzde geniş caddelere uzanan aydınlık yollar vardı. Ben böyle düşlemiştim. Ne biliyim ben böyle bir şeydi düşlediğim.

Söz verdiğin gibi olmadı hiç bir şey. Sadakatsizliğinin gölgesi düştü sözlerine,tutunamadık. Yoruldum artık seyre dalarken, gidenlerin ardından bana kalan yalnızlığımı.

Bu kaçıncı.
Bu kaçıncı yarım yamalak kalışım…
Kaçıncı terk edilişim…
Kaçıncı inkar edilişim…
Kaçıncı yalnızlığım…
Saymıyorum artık hiç birini. Hiçbirinizi saymıyorum artık, hepinizi yok sayıyorum.

Önce elimi tutup sonra gözlerimden öpensiniz, ayrılıksınız yani.

Yitip giden düşler sokağındayım yine.
Aynı adres…
Aynı sokak…
Aynı düş…
Ardından aynı düşüş…

Yitip giden düşler sokağı merhaba ben geldim.

Yitiriyor gidenler düşleri.

Dilimin düşmanı mısınız siz? Benim söyleyeceklerim bitmeden nereye böyle.

Şaşırmadım biliyor musun kalmayışına sende kalmaya gelmemiştin, biliyordum çünkü. Eğer kalsaydın, kalabilseydin buna şaşardım. Hadi şaşırt beni. Şaşırt aklımdakileride, çık gel.

İki kişilikti hayallerimin başlığı. Bir kadının gözyaşları oldular sonra, iki damla kadardı iki kişilik hayallerinin üstüne düşen.

Gözlerimin bozulmuş contasından sızan suyla yıkama beni. Hayallerimi al gel yanıma. Düşlerimi ezip geçme.

Kanıyor sonbaharın yaprakları gibi savrulan ruhum. Takvim sayfaları düşüyor cümlelerime sensiz günleri anlatan. Ne kolay diyorlar bugünde bitti.

Saçlarımı tarıyorum,bir elimde tarak, bir elimde makas kırılan yerlerini kesiyorum, kırıklarını alıyorum. Makası kalbime doğrultuyorum sonra, kırılan yerlerini kessem kırıklarını alsam diyorum. Ruhumu çıkarıp assam bana hediye ettiğin kalbimin ardındaki sırtımda duran o paslı çivilere.

Sen bana yalan söyledin

Ezanlar şahit, sen dua gibi çıkarken ağzımdan kalbimin nasıl yandığına.

Beni gecenin eline bırakma, satma yıldızlara.

Çıkmaz sokakta oynadığımız bir oyundu aslında bu. Bana çıktığını zannettiğim merdiven boşluklarımda karşılaştığımızda anlamalıydım bunu. Bu çıkmaz sokakta oynadığımız bir oyundu benim merdiven boşluklarıma kadar uzanan.

Geniş caddelere uzanan geniş yolları da yoktu. Bir contası bozulmuş musluk vardı ip gibi akan birde musluğun altında delik bir kova.
Birde duvarları yıkık dökük eski bir kütüphane vardı, birkaç rafları dolduran kitaplar bana seni anlatan.

Sen başka bir evin yokuşunu çıkarken ben çıkmaz bir sokakta sana doğru yol almaya çalışıyorum,çıkmayacak olsa da. Yolunu şaşırdığından mıdır yoksa kaybolmak istediğinden midir bilmiyorum ama çok karşılaşır olduk, çıkmaz sokağın köşe başlarından.

Nasıl girdim ben bu çıkmaz sokağa. Bildim, sen bana yolu yanlış tarif ettin. Ben o sokağa vardığımda sen çoktan ordaydın. Ne karanlık, ne aydınlık bir gündü. Güneşin sıcaklığı sokağa düşmüyordu ama soğukta değildi. Elimden tuttun. Gözlerimi hiç kaçırmadım gözlerinden.
Elimi daha sıkı tuttun.

Aşınmış yollarda ayaklarımı sürürken, yere düşen yağmur damlaları asfaltı delip geçiyor. Kara delikler açılıyor,yollarıma tuzak oluyor. Ruhum sendeleniyor dengemi kaybediyorum. Aklımla kalbim ilk defa bir olmuş oyun ediyorlar bana. Çıkmaz bir sokakta senle körebe oynuyorum, ebeleneceğimi bile bile öyle ya bu yol bir yere çıkmaz. Duvarlara çarpıyor ruhum çığlık çığlığa. Sokağın başında yangın çıkıyor alevlerin ortasında kalıyorum. Yana yana yanıla yanıla sana yanıyorum.

Ben yanarken sen gittin.

Ne kolay gittin…
Ne kolay sustun…
 
Top