• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

75 - Ardahan

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
ARDAHAN

Yüzölçümü: 5.576 km²
Nüfus: 170.117 (1990)
İl Trafik No: 75

Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesindeki sınır illerinden olan Ardahan, sınırları içerisindeki Damal Dağları'nda beliren Atatürk silüeti ile ünlüdür. Her yıl Haziran ayının 15 ile Temmuz ayının 15?ine kadar saat 18?den itibaren Karadağ sırtlarında Atatürk?ün bu silueti net olarak yaklaşık 20 dakika izlenmektedir. Ardahan'da bu tarihlerde Atatürk'ün İzinde-Gölgesinde Damal Şenlikleri düzenleniyor.

COĞRAFYA
Kuzeyde ve doğuda Gürcistan toprakları, güneyde Kars, batıda Artvin ve Erzurum illeriyle sınırlıdır. İlin en önemli akarsuyu Kura ırmağı, en büyük gölü üçgen biçimli Çıldır gölüdür. Van gölünden sonra Doğu Anadolu Bölgesinin ikinci büyük gölü olan Çıldır, lav akıntısı sonucunda oluşmuş bir "lav seti gölü"dür. Suları tatlı olan göl aralık ve nisan ayları arasındaki dönemde yer yer donmaktadır.

Karasal iklime hâkim olup kışları uzun, sert ve kar yağışlı, yazları ise kısa ve serindir. Yalnızca etrafı dağlarla çevrili olan ve ortalama 900 m. yükseklikte bulunan Posof ilçesi mikroklimatik iklim koşullarına sahip olup, kışları yumuşak ve yağışlı, yazları ise sıcak geçmektedir.

TARİHÇE
Ardahan ili, 27 Mayıs 1992?de çıkarılan yasayla, Türkiye Cumhuriyeti?nin 75. ili olarak kurulmuştur.

Ardahan Kalesi?nde yapılan araştırmalar, yörede Eski Tunç Çağı?na ait kalıntıları ortaya koymaktadır. Eski adı Artan?dır. Ardahan Kalesi uzun yıllar, Osmanlı topraklarını Kafkasya yönünden gelen saldırılara karşı korumuştur. 1878 Ayastefanos Antlaşması?yla Rusya?ya verilen yöre, 1918 Brest-Litovsk Antlaşması?yla geri alınmıştır. Yerleşim, 26 Nisan 1919?da Gürcülerin işgaline uğramış, 23 Şubat 1921?de Türkiye topraklarına katılmıştır.

İLÇELER:
Ardahan (merkez), Çıldır, Damal, Göle, Hanak, Posof.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
TARİHÇE


BAŞLANGIÇTAN İLK İSLÂM FETHİNE (646) KADAR

Yukarı Kura boylarının, yazılı belgelerde anılarak "'Tarih Çagı'na girmesi, "İlk Türkler'den sayılan ve Sümerlilerle soydaş olan "yuvarlak başlı (Brekisefal), bitişken-dilli Hunilerin" torunlarının Van Gölü çevresinde güçlü bir devlet kurmaları zamanında görülmektedir. Sümerlilerin icat ettiği çivi yazısını kullanan, Van Gölü çevresindeki bu devletin ülkesine, Güney komşuları Asurlular, M.Ö.1280 yılından beri "Yukarı El-Ulke" anlamında "Ur-Artu" diyorlardı. Urartular ise baş tanrılarına göre kendilerini "Khaldi" diye anıyorlardı. Eski Van (Tuşpa) şehrini merkez edinen Urartulardan Kral II. Sardur (M.Ö. 753-735), Çıldır Gölü Güneybatısındaki Taşköprü Köyü kayalığına kazdırdığı buraların fethi*ni anlatan yazıtında, Çıldır-Ardahan ve çevresini, "Ukhiemani" beyliğinden aldığını anlatır. Başka bir yazıtında da Çoruh Irmağı boyunda (Bayburt'tan Batum'a kadar, Artvin ve Ardanuç dahil) "Kulhi" ad*lı güçlü bir kavmi yendiğinden bahseder. II. Sardur'un yazıtlarında yer alan her iki kavim de, Aryani (Ortaasya) kökenli kavimlerdir.
II. Sardur'un oğlu Kral I. Rusa/Ursa (753-713) zamanında, Kafkaslar ve Karadeniz'in Kuzeyinde M.Ö.2000 yılından beri yaşayan ve sonraki Hazar ve Bulgar Türklerinin mensubu bulunduğu "Kıpçak-lar'm ataları olan "Kimmerlerin" ülkesi, aynı soydan gelen "Sakalar'in akınına uğramıştı. Saka (İskit) Türkleri M.Ö. 720 yılında Kimmerlerin Doğu kolunu Kafkas sıradağlarının Güneyine sürdüler. Sarı saçlı, kumral, gök gözlü Kuman/Kıpçak tipinde olan Kimmerlerin İskit Türkleri'nin önünde Kura, Çoruh, Araş ve Yukarı Fırat ırmakları boyuna yayılarak yerleşmeleriyle Ardahan'ı da içerisine alan böl*gede, Türklük hayatı başlamış oldu (M.Ö.720).
İlk olarak Yunanca yazılıp M.S. V. yüzyılda Gürcü diline çevrilen "' Kartlis-Çkhovreba" adlı tarihin baş*larında Kimmerlerin gelip Ardahan'ı da içerisine alan Kafkasların Güneyine hakim oluşlarını anlatır. Makedonyalı İskender'in ordusuna karşı koyan "Yaman savaşçılar" dediği Kimmerlerin Ardahan yöre*sindeki "KamaraDağı' civarında verdikleri mücadeleyi yücelterek anlatır.
M.S. 680 yılında İskit Türkleri, hükümdarları Bartatua öncülüğünde, çok kalabalık göçler hâlinde Kafkas geçitlerini aşarak, itaat etmeyen Kimmerleri Kızılırmak boylarına sürdüler.İskitlerin hükümdarı kışlık başkent yaptığı, Kura'a sağdan karışan Terter çayı boyundaki Partav ve*ya Barda şehrine adını vermişti. Sakalar'ın bütün Kura, Araş ve Çoruh bölgesine olan hakimiyetleri Heredot Tarihinde, Türklerin hakimiyeti diye gösterilmektedir.
Ardahan bir süre sonra I. Kongrede alınan karar gereği II. Kongreye ev sahipliği yapmaya hazır*lanmaya başladı. 7-9 Ocak 1919'da daha geniş bir katılımla II. Ardahan Kongresi toplandı. İlk Kong*reye katılanların yanında Ahıska, Çıldır, Oltu, Kars, Ahılkelek, Kağızman ile Şüregel'den gelen davet*li delegeler, bu tarih öncesinde hazır bulundular. Kongrenin reisi yine Halit Beydir. II. Ardahan Kongresi'ne katılan birçok önemli davetlinin başında Şura Hükümeti Cumhurbaşkanı Cihangirzade İbrahim Bey gelmektedir.
II. Ardahan Kongresi çalışmaları, ilkine göre daha kapsamlı idi. İngiliz ve Ermeni tehdidinin baş*lamak üzere olduğu bir sırada Doğuda başka bir deyişle Elviye-i Selase'de çıkan en cesur ses olma özelliğine sahiptir. Bu Kongrede alınan karalar ise şunlardır:
1. Güneybatı Geçici Millî Kafkas Hükümeti kurulmalıdır. Bunun için Millî Şura temsilcilerinin se*
çip göndereceği delegelerle Kars'ta Büyük Kongre toplanması sağlanmalıdır.
2. İngilizler, Mütareke hükümleri içerisine alınmıştır. Ordudaki silâhlar halka dağıtılmalıdır. Gür*
cü ve Ermeniler asla memleket içerisine sokulmamalıdır. Trabzon'da İstikbal ve İkbal, Batum'da Sa-
day-ı Millet ve Erzurum'da Albayrak gibi milli yayınlar çıkarılmalıdır.
3. Eldeki silahlar kesinlikle teslim edilmeyecek, III. Tümen 1914 sınırları gerisine çekilecek, Gü*
neybatı Kafkasya Hükümeti'ne her türlü önderlik Halit Bey tarafından yapılacaktır.
4.Vakit kaybetmeden Milli Şura Hükümeti ile temas ile temas kurulmalıdır.Bu bölgelerden gelecek temsilciler ile II. Ardahan Kongresi toplanmalıdır.
I. ve II. Ardahan Kongreleri, Doğu Anadolu Kongreler grubu içerisinde yer almaktadır. Burada ve sonra Kars'taki toplantı son derece önemlidir. Bir müddet sonra da Erzurum'da önce vilâyet ve son*ra da Mustafa Kemal Paşa'nın katıldığı büyük kongre toplanacaktır. Böylece, Ardahan'da başlatılan Hukuk savaşı bütün doğuyu içine alacaktır.
Gürcüler yukarıda da belirtildiği gibi Ardahan istikametinde ilerleyerek 20 Nisan 1919'da Arda*han'ı işgal ettiler. Kongre sonrasında oluşan Şurayı da dağıttılar. Ayrıca Gürcüler Ardahan civarında*ki Seyduran ve Dikan köyleriyle, Göle'deki Arpaşen köyünü tahrip ettiler. Ardahan ve havalisinde 1000 kadar insanı katlettiler.
Bu olaylar olduğu sırada İngilizler Kars'a girerek 13 Nisan 1919'da Millî Şura Hükümeti'ne son verdiler.
İngilizlerin delaletiyle Gürcü ordusu Kura ırmağının sol tarafını işgal ederken, şehrin sağ yakada kalan kesimi de Ermenilere verildi.
Yöre halkı Ermeni ve Gürcülerin arasında kalmıştı.

KURTULUŞ VE ŞANLI BAYRAĞIMIZA KAVUŞMA (23 ŞUBAT 1923)


Ardahan, uzun zamandan beri beklediği kurtuluş ve şanlı bayrağı*mıza kavuşma hülyasını 23 Şubat 1321 günü gerçekleştirdi. Gürcü bir*liklerinin şehri boşaltmasının ardın*dan, öğleden sonra Yüzbaşı Osman Bey'in komutasındaki Türk birlikleri şehre girdi. Halkın içten karşılaması, Allah'a yapılan şükürler, kesilen kurbanlar çok güzel bir havayı aksettiriyordu. Ardahan'a Türk Bayrağı çekildi. TBMM, Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Pa*şa'ya bir teşekkür telgrafı çekti. Fevzi Paşa da Kazım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta "Ardahan ve Artvin 'i kurtaran Şark Ordumuzun kahraman komutanlarım ve askerlerini tebrik ederim" diyordu.24 Şubat 1921'de Ardahan Livası adına Hamşioğlu Celal ve İsa, ileri gelenlerden Mehmet Ali ve Karaman imzalarını taşıyan bir telgraf Kâzım Paşa'ya teşekkür olarak gönderildi. Aynı mealde bir telg*raf da TBMM'ne gönderildi.
Şark Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 24-26 Ekim tarihleri arasında Ardahan'ı ziyaret et*miş, beraberindeki heyete Ermeni ve Rusların burada yaptıkları kıyımları anlatmıştır.
ARDAHAN'IN MUTASARRIFLIK YAPILMASI (1921)
Ardahan anavatana katıldıktan sonra, 7 Temmuz 1921 tarih ve 133 sayılı kanunla, vilâyet ile kaza arasında bir yönetim olan Mutasarrıflık haline getirildi.
Eylül 1924'te Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa yanında eşi Latife Hanım olduğu halde Karade*
niz gezisine çıkmıştı. Bu sırada merkez üssü Erzurum olan deprem felâketi nedeniyle gezisini kese*
rek Erzurum'a geldi. 7 Ekim 1924 günü Kars'a gelen Mustafa Kemal Paşa, olağanüstü bir coşkuyla
karşılandı. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa gezi programına Ardahan'ı da almıştı. Fakat tam
bu sırada çıkan Musul-Kerkük hadiseleri Gazi'nin Programını tamamlamasına engel oldu. O sebeple
Mustafa Kemal Paşa, Başvekil İsmet Paşa'ya şu telgrafı göndermişti: _
" Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine
Kars Vilâyeti kazaları ve Ardahan Vilâyeti, davet ve arz-ı tazimat için Kars'a hususi heyetler göndermişlerdi. Bütün serhat vilayetlerimizi görmeye, vaktin müsait olmadığına pek müteessirim. 06.10.1924 Salı, M.Kemal"
Çok fazla istemesine rağmen mühim yurt sorunları nedeniyle Gazi Paşanın Ardahan ziyareti böy*lece gerçekleşememiş oldu.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
ARDAHAN'IN KAZA HALİNE GETİRİLİŞİ
1926'ya kadar vilâyet statüsünde bulunan Ardahan 30 Mayıs 1926 tarih ve 877 sayılı kanun ile ka*za haline dönüştürüldü. Bu karar 26 Haziran 1926 tarih ve 404 numaralı Resmî Ceride'de ilan edil*miştir. 877 numaralı kanun "Teşkilat-ı Mülkiye" kanunu adını taşımaktadır. Bu kanunun Ardahan'ı il*gilendiren 1 numaralı cetveli şöyledir.
"İsimleri belirtilen 1 numaralı cetvelde yazılı olan Üsküdar, Beyoğlu, Ardahan, Çatalca, Gelibolu, Genç, Er*gani, Siverek, Kozan, Muş ve Dersim kazaya çevrilmiştir."

ARDAHAN'IN İL OLMASI (1992)
Ardahan, yarım yüzyıldan fazla, tam 66 yıl Kars iline bağlı bir ilçe olarak yer aldı. 27 Mayıs 1992 ta*rih ve 3806 sayılı kanun ile tekrar 1921'deki gibi bir İl haline getirildi. Ardahan'ın Bakanlar Kurulu Kararıyla il yapıldığı 3806 sayılı kanunun 1. Maddesi şöyledir:
Madde 1- Kars iline bağlı Ardahan ilçe merkezi olmak ve ekli (13) sayılı listede adları yazılı ilçe, bucak, kasaba ve köyler bağlanmak suretiyle Ardahan adı ile "İL" kurulmuştur

I. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASINDA ARDAHAN
I. Dünya Savaşına Osmanlı Devletinin katılmasından sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa Kafkaslara doğru büyük bir harekat başlattı. Amaç, Kafkaslarda kaybedilen toprakların alınması idi. Sarıkamış harekâtının başladığı günlerde Alman subayı Stange'nin kontrolündeki milis güçler Artvin, Ardahan ve Tiflis'i ele geçirmek için ileri harekâta geçtiler. 25 Aralık 1914'te Artvin üzerinden Yalnızçam ge*çidini geçen Türk ordusu, 29 Aralık günü Ardahan'a girdi.
Ardahan'ın kendileri açısından öneminin farkında olan Ruslar, 3 Ocak günü hücuma geçti. Arda*han'da bulunan Türk milis kuvvetleri, daha fazla dayanamayacaklarını anlayınca şehri boşaltmak zo*runda kaldılar. Böylece Ardahan'ın hürriyet sevinci bir hafta sürmüş oldu. Durumu daha iyi anlayan Ruslar, Ardahan'daki kuvvetlerini üç kat arttırdılar.
Osmanlı ordusunun Sarıkamış'tan harekete geçtiği haberi Ardahan'da yeni bir sevinç dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. Harekât Allahuekber dağlarının Sarıkamış cihetinden başlamıştı. Dağ*ların kuzey yönü ise Ardahan ve Göle yaylasına bakıyordu. Harekâtın başarılı olması durumunda Ar*dahan kurtarılacaktı. 14 Ocak 1915 gecesi, Osmanlı ordusu harekâta başladı. Tarihe, "Sarıkamış Faci*ası" olarak geçen bu harekât esnasında, Osmanlı Ordusunun büyük bir bölümü soğuk ve açlıktan şehit oldu. Harekât başarısızlıkla sonuçlanınca, harekâtın ikinci ayağını oluşturan Göle-Merdinik ve Ardahan hattı iptal edildi. Enver Paşa, harekâtı durdurarak İstanbul'a döndü.
Ardahan'ın bir haftalığına Türklerin eline geçişi, bütün Türkiye'de çok büyük sevinç yaratmıştır. İstanbul gazeteleri, olayı hemen okurlarına duyurmuş İstanbul ve İzmir'den Ardahan'a kutlama telg*rafları yağmıştır. Ayrıca Güneyden Antep, Maraş, Urfa ve Mardin'den de Ardahan'a kutlama mesajla*rı gönderilmiştir.
Ardahan'a I. Dünya Savaşı sırasındaki kıtlık ve felâket günlerinde kardeş ellerden yardımlar yapıl*mıştır. "Baku Müslüman Cemiyet-i Hayriyesı' Ardahan ve ilçelerinde birer şube açmış, çok sayıda yetime el atmıştır. Yine Azerbaycan'da yardım amacıyla faaliyet gösteren "Kardaş Kömeği" de Ardahanlı fakir ve hastalara çok büyük yardımlar yapmışlardır.
Bu dönemin Ardahan açısından dikkat çekici en önemli özelliği bölgeyle ilgisi olmayan Ermenile*rin Rus işgali sırasında bölgeye yerleşme ve etnik temizlik yapma faaliyetleridir. Ruslar, sürekli olarak Ermenilerin Ardahan ve Kars taraflarına yerleşmelerini teşvik ettiler. 1855'te yürürlüğe giren Rus Ara*zi Nizamnamesi hayata geçirildi. Toprak mülkiyeti kaldırıldı, arazi devletin malı oldu. Bu uygulama*dan amaçlanan, burada Türk ve Müslüman nüfusun hukukî dayanaklarını koparmaktı. Her türlü di*nî eğitim engellendi. Türk nüfus zorunlu olarak çalışmaya zorlandı. Amele sıfatıyla çalıştırılan Arda-hanlıların ücretleri ya ödenilmedi ya da hukuka aykırı gerekçelerle önemli ölçüde azaltıldı. Ardahan Türkleri'nin bu kara günlerde tek dostu Bakülü Kömekciler idi.

BREST-LİTOVSK ANTLAŞMASI VE ARDAHAN'DA YENİ DÖNEM

1917'de Rusya'da Bolşevikler ihtilâl yaptılar. Çarlık rejimi yıkıldı. Yeni hükümet kayıtsız ve şartsız sa*vaştan çekildiğini ilân etti. Rusya Hükümeti 3 Mart 1918'de Osmanlı Devletiyle barış yaptı. Müzakereler sırasında, Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa, çok mükemmel bir konuşma yaparak, Elviye-i Selâse yani Kars, Ardahan ve Batum meselesini gündeme getirdi. Hakkı Paşa Kars-Ardahan ve Batum'un Türk yurdu olduğunu vurgulamış, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında bir kısmının savaş tazminatı olarak Çar*lık Rusyası'na terk edilmek zorunda kalındığını söylemiştir. Rusya delegasyonundan Sokolnikov, öneri*ye karşı çıkmışsa da bölge halkının kendi geleceklerini belirleme fikrine ses çıkarmamışlardır.
Sovyet heyeti üyesi L. M. Karahan, Brest-Litovsk'tan 4 Mart 1918'de çektiği telgrafında, Kars-Arda*han ve Batum'un Türkiye'ye bırakıldığını yazıyordu. Yalnız Elviye-i Selâse'den çekilme plânının uy*gulanması gerekiyordu. Trabzon Konferansı bu konudaki çalışmaları devam ettirdi.
I. Dünya Savaşı esnasında Rusların kontrolünde bölgede etnik temizliğe girişen Ermeniler, Ana*dolu'daki ilk büyük kıyımlarını Ardahan ve çevresinde yaptılar. Çıldır, Göle, Hanak ve Ardahan köy*lerinde giriştikleri katliamlarda 150 Türk köyünü yağma ve talanla yerle bir ettiler. Çoğu kadın ve ço*cuk yaklaşık 20.000 Türkü katlettiler. Aşağıda kısa bir bölümü aktarılan ağıtlar 1915 Ardahan kırgını*nı anlatmaktadır:
Brest-Litovsk antlaşması ile Ardahan'ın düşman işgalinden kurtuluşu istanbul'da büyük sevinçle karşılandı.
Brest-Litovsk barışıyla ortaya çıkan Ardahan ve Kars'ın kurtuluş sevinci fazla uzun sürmedi. Birin*ci Dünya Savaşı'nda Osmanlı împaratorluğu'nun müttefikleri yenilip savaş dışı kalınca, Osmanlı Dev*leti de çok ağır hükümler taşıyan Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. Mondros Müta*rekesine göre Osmanlı Devleti, Elviye-i Selase'yi boşaltmak zorundaydı. Büyük devletlerin gizli mak*sadı bölgede kendi himayelerinde bir Ermenistan devleti kurmaktı. I. Dünya Savaşı sonrası popüler olan Wilson Prensipleri'ne göre her millet yaşadığı yerde Self-Determinasyon hakkına sahipti. Yani nüfus olarak çoğunlukta oldukları yerlerde kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptiler. Büyük devlet*lerin himayesinde olan Ermeniler, bölgede aleyhlerine olan nüfus dengesini lehlerine çevirebilmek amacıyla katliamlara, yani bir etnik temizlik harekâtına giriştiler. Ayrıca Gürcülerin de Ardahan üze*rinde talepleri vardı. Ermeniler, Kars dahil bütün Güney Kafkasya'nın tarihî olarak Ermenistan hu*dutları içerisinde olduğunu iddia ediyorlardı.
Gürcüler 20 Nisan 1919'da Ardahan'ı işgal ettiler. Göle'ye kadar ilerleyen Gürcüler bu sırada Ar*dahan'da konuşlanmış bulunan Millî Kuvvetler tarafından püskürtüldüler. Aynı anda harekete geçen eli kanlı Ermeni çeteleri, yörede binlerce silahsız ve savunmasız Türkü katlettiler.

KARS MİLLİ İSLÂM ŞURASI VE CENUBÎ GARBİ KAFKAS HÜKÜMETİ
"Şura" kelimesi Osmanlı Dünyasına yeniliklerden sonra girmiş bir kelimedir. Konuşmak ve karar vermek için toplanma anlamına gelmektedir. Mütareke sonrası Osmanlı Devleti'nin bölgede varlığı sona erdiğinden, büyük devletlerin himayesinde, bölgeyi Ermenistan'a dahil etme çabaları başladı. Bölgede ezici bir çoğunluğa sahip olan Türk-Müslüman halk, Wilson ilkeleri doğrultusunda oluşacak fiilî bir durumu engellemek amacıyla Kars, Batum, Ardahan, Oltu ve Doğubayezid'i içerisine alacak olan bağımsız bir Türk Devleti kurma çabalarının içerisine girdiler, işte Kars Millî islâm Şurası, Oltu islâm Şurası ile I. ve II. Ardahan Kongreleri, bu sürecin çok önemli parçalarıdır. Mütareke sonrası Kars'taki aydınlar bir araya gelerek Kars Milli İslâm Şurası'm teşkil ettiler. 5 Kasım 1918 ile 19 Nisan 1919 tarihleri arasında çalışmalarını sürdüren bu yerel hükümet, kısa da olsa millî varlığımızın orta*ya konması açısından önemlidir, ingilizlerin destekleyeceği bir Ermeni devletini oluşturacak gelişme*lerin önüne geçmek isteyen Kars ve Ardahanlı aydınlarca 5 Kasım 1918'de "Kars Millî İslâm Şurası Mer-kez-i Umumisi" teşekkül ettirildi. Daha sonra çalışmalarını hızlandıran şura 18 Ocak 1919'da "Cenub-i Garbi Kafim Hükümeti Muvakkata-i Milliyesf adını aldı. 19 Nisan'da ingilizler tarafından bu hüküme*te son verilerek kurucuları ve ileri gelenleri Malta'ya sürgüne yollandı.
Kars'ta olduğu gibi Ardahan'da da Milli Kuruluşlar göze çarpmaktadır. "Ardahan Milli İslam Şura*sı" bir avuç vatansever aydının gayretleriyle kurulmuş ve Kars ile aynı paralelde hareket etmiştir. Kars'ın faaliyetlerine ingilizlerce son verilmesi üzerine Gürcüler de harekete geçerek, Ardahan Milli İslam Şurası'nı 26 Nisan 1919'da askeri yöntemlerle dağıttılar.

ARDAHAN KONGRELERİ
Kongre kelimesi, batı kökenlidir. "Toplantı" anlamına gelmektedir. 1918 Mondros Mütareke-si'nden sonra istanbul ve vatanın birçok yerinde "hukuku" korumak amacıyla sık sık millî toplantılar yapılmıştır. 5 Kasım 1918'de Kars'ta îslâm Şurası meydana getirilmiş ve 14 Kasım 1918'de bir kongre toplanmıştı. Bunu Ahıska, Ahılkelek ve Ardahan kongreleri izledi. Ahıska ve Ahılkelek'in Gürcüler-ce işgalinden sonra Millî Kongre, Japonya'ya başvurarak tanınmak istedi. Batum'un İngilizlerce işga*linden sonra I. Ardahan Kongresi çalışmaları başladı. Böylece Türkiye'deki kongreler edebiyatında, Ardahan, öncelikli yerini almış oldu. Ardahan kongreleri daha sonra yapılacak olan Erzurum ve özel*likle Sivas Kongresi'ne önemli bir örnek teşkil etmiştir. Kurtuluşa, bağımsızlığa ve Cumhuriyete gi*den yolun temelini atmıştır.
I. Ardahan Kongresi. 3-5 Ocak 1919'da toplanmıştır. Başkanlığını III. Tümen Komutanı Halit (Karsıalan) Bey yapmıştır. Halit Bey, Enver Paşa komutasındaki I. Kafkas Ordusu'nda bulunmuş de*ğerli bir komutandı. Kongredeki diğer üyeler ise şunlardı: Cafer (Erçıkan) Bey, Dr. Hakkı Cenap, Dr. Fuat Sabit, Dr. Abidin (Ağacıkolu), Filibeli Hilmi, Arif Bey, Rasim (Acar), Cafer Bey (Bu zat aslen Er*zurumlu olup eski Teşkilât-ı Mahsusa mensuplarındandı ve Ebulhindili Cafer diye tanınırdı. Özellik*le Ermenilerin korkulu rüyası idi.)
Dr. Fuat Sabit, İttihatçıların Erzurum'daki kilit isimlerindendi. Arif Bey Orduda Baytarlıkta bulun*muş bir yarbaydı. Ardahan Kaymakamı Rasim (Acar) Bey, ise yörede köklü bir aile olan Hamşioğul-larına mensuptu.
Kongre, Rasim Bey'in konağında toplandı. Bu konak, bugün Ardahan İl Sağlık Müdürlüğü olarak hizmet vermektedir.
Kongreye katılan üyeler tecrübeli kimselerdi. Ardahan ve çevresinde meydana gelecek oldu bitti-lere karşı kesinlikle direnme kararında olan kimselerdi. I. Ardahan Kongresi 3-5 Aralık 1919 günleri arasında devam etti ve Kongrede şu önemli karalar alındı:
1. Mondros'ta dikte ettirilen kararlara uyulmamalıdır.
2. Eldeki silâhlar teslim edilmeyecektir. Hatta yeni bir mücadele için her çare denenerek yeniden
silahlanmaya gidilecektir.
3. Ahıska ve Elviye-i Selâse (Kars, Ardahan, Batum) düşman işgalinden yeni kurtulmuştur. Buralar
hiçbir şekilde terk edilmemelidir. Anavatan için Boğazlar son derece elzemdir. Limanlar ve demiryol*
ları düşman kontrolüne bırakılmamalıdır. Zafere ulaşıncaya kadar yılgınlık gösterilmemelidir. Her*
kesin uyum içerisinde çalışması gerekmektedirOSMANLI DÖNEMİ
Ardahan ve çevresi kesin olarak 1573 tarihinden itibaren Osmanlı topraklarına tamamen katılmış*tır. 1552 tarihli Terakki Defterinde, Ardahan'ı ilk defa Sancak olarak görüyoruz. 1554 tarihinde ise Ardahan Sancak Beyi olarak Mehmed Beyin adı zikredilmektedir. Bu durumda Ardahan Sancağının ilk sancak beyi olarak Mehmed Beyi kabul etmek durumundayız. Hicri 963, Miladî 1 Aralık 1555'te Meh*med Bey Hınıs Sancağına tayin edilmiştir; ne var ki yerine Ardahan'a kimin atandığı belli değildir. 1558 tarihli Terakki Defterlerine göre 1558 yılında Ardahan'a Ardanuç Sancakbeyi Kara Mehmed Bey'in tayin olunduğunu tespit ediyoruz. Bu kayıtlardan ve daha sonra yapılan atamalardan anlaşıla*cağı gibi Ardahan Sancağı, Ocaklık Sancaklık olamayıp, normal sancaklar statüsündeydi.
Ardahan'ın Sancak olmasını müteakip tahrir edildiği anlaşılıyor. Nitekim Başbakanlık Arşivindeki 313 numaralı tapu defterinde, Ardahan Sancağının Erzurum zaimlerinden Ömer tarafından Tecdid-i Kitabet edildiğini ve bu sancağın dirliklerinin 1557'den itibaren Defter-i Cedidi-i Hakani'ye (Yeni defter) kaydedildiğini ve sahiplerinin ellerine tezkere (İşletme ve İşleme Ruhsatnamesi/bir nevi ta*pu) verildiğini tespit ediyoruz.
Sancağın dirliklerinin tespit edildiği bu defterde ayrı birer Sancak olan Kamhıs ve Peneskired'in de Ardahan'a bağlandığını görüyoruz.
Ardahan Sancağında 1574 yılında ikinci bir tahririn (arazi düzenlenmesi) yapıldığım görüyoruz.
1575 tarihinden itibaren Ardahan Sancağının, Ardahan-ı Büzürg yani Büyük Ardahan adını aldı*ğını görmekteyiz. Ardahan Kalesinin 1559'dan itibaren inşa edilmeye başlandığını ve kalenin tam ola*rak 1578 yılında bugünkü şekline kavuştuğunu görmekteyiz. Ardahan Kalesinin Batıdaki büyük kapı*sında bulunan 65x71 cm'lik sert kızıl taş üzerine kabartma nesih yazı ile üç satırlık kitabe de Kanuni Sultan Süleyman'ın saltanatının son zamanlarında konulmuştur. Kitabede şu ifade edilmektedir

"BUNİYE Bİ-EMRİ ES SULTAN'ÜL AZAM MEVLA MÜLUKÜ'L ARAP, VE'R-RUM VE'L ACEM, SAHİ-BÜ'L-BERR VE'L-BAHR ESSULTAN SÜLEYMAN İBN-İ SELİM HAN HALLADALLAHU MÜLKEHÜ Fİ ŞEHRİ ŞEVVAL 963."
(Arap, Anadolu ve Acem Meliklerinin bağlı bulunduğu karalar ve denizlerin sahibi Selim Han oğ*lu Büyük Sultan Süleyman'ın emri ile yapıldı. Allah onun ülkesini ebedi kılsın. Ağustos 1566)
Ardahan Kalesi, Kanuni Sultan Süleyman devrinde mükemmel bir şekilde hizmete sokulmuş, ka*pısına da yukarıda belirtilen Arapça Kitabe konmuştu. Devrin önemli devlet adamlarından Ayaş Pa*şa, kale içinde Ulu Camii/Cami-i Kebir inşa ettirmişti. Zamanla haraplaşmaya başlayan caminin tami*ri için 1699 yılında Ardahan kadısına şu hüküm yazılmıştır.
K^4zdahan J\uu)LSLtıa hüküm ki,
an kaû ası ahaûisi gaâüb, kade-'ı mezbuze dahiûinde 3e mütatr ■^/tuas fDaşanuı bina eu(Le3ityi Clami-i J\jzbizin üç zita miktat-ı nitri tamizde kalbiz bina oâmaifiıp, muzuz-1 eififam ita keszet'i emtaz-3an müntehim oâup mezetnete muhtaç otmakta, Lızatfhı şezz 2en üzezine vazıâub şezziâe kcşjbâundukça, ancak 50 kuzuş iia tatniz otunuz, 2euu tahmin iâe şezziâe keföfi ue hüccet otunup, vakfen müsaadesi otmakta, şezz ite Uımiz oâunmak için uatcâmısüz.
Aiisan 1699

Hükümden anlaşıldığına göre Ulu Camii ayrıca Ayaş Paşa'nm ayırdığı vakıflara sahipti.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
XVIII. YÜZYILDA ARDAHAN/ÇILDIR EYALETİ
Osmanlı yazarlarından Hezarfen Hüseyin Efendi'nin verdiği bilgilere göre Ardahan bir ara Kars Eyaletinde, sonrada Çıldır'daki taksimat içerisinde yer almaktadır. Onun yazdığına göre Kars Eyaletine bağlı Livalar şunlardır:
Liva-ı Kars
Liva-ı Zaruşat
Liva-ı Keçivan
Liva-ı Hoçuvan
Liva-ı Ardahan-ı küçük (Göle) dir. *
Hezarfen Hüseyin Efendi Eyalet-i Çıldır ve Ardahan hakkında şu bilgileri yazmaktadır.
"Liva-yı Ardahan-ı Büzürg; Hass mir-i liva, ber vech-i yurdluk ve ocaklık, dörtyüzaltmışiki bin akçadır. Ze*amet dokuz, tımar yüzseksenaltı."
Evliya Çelebi de Erzurum 'da gümrük görevlisiyken Ardahan ve dolaylarını görmüş ve gezi, notlarında yöreye ait bilgiler vermiştir. Kara Ardahan, Göle ve Kazan hakkında şunları kaydetmektedir. "Kara Ardahan Kalesi Se*lim Hanı evvel fethidir. Çıldır Ey aleti 'nde Sancak Beyi tahtıdır. Beyinin hassı 200.000 akçedir: Sancağında 8 tımar, 87'zeamet vardır. Alabeyisi, çeribaşısı, dizdarı ve 200 kalfa neferatı vardır.
Beyin atlılar ile 1000 kadar askeri olur. 150 akçalık paye ile şerif kazadır. Nakibul Eşrafı yoktur. Müflisi Ahtska 'dadır. Kalesi yalçın bir kaya üzerinde kare şeklinde Şeddadi bir kaledir. Bir taraftan havalesi yoktur. Yet
mişiki kulesi, üç kapısı vardır. Ardahan çevresinde olan kaleler; Vale, Gümek, Acaris, Kinzo, Kazan Kalesi. Bu kalelerin hepsi Lala Paşa fethidir. Mektepleri, çarşıları ve hanları vardır. Su ve havası soğuktur. Bağ ve bahçe*leri görünmez. Meyve ve sebzesi Tortum ve Acara'dan gelmektedir. Ardahan ahalisi mümin sünnet ehli ve garip dostu insanlardır. Ekserisi tarımla uğraşmaktadır. Dağlarında güzel meyvesi olur. Bu kale Erzurum 'un kuzeyin*de beş konaklık yerdedir. Ardahan, Kars 'a da bir konaktır."
Evliya Çelebî Ardahan'dan sonra Küçük Ardahan'ın merkezi Göle'ye dair de şunları anlatmakta*dır. "Buradan yine batıya taşlık yerlerden geçerek, Göle kalesine geldik. Ahıska toprağında Gürcistan Beylerinden Levend Han binasıdır. Tahrir, Selim Han üzre Çıldır Eyaletinde sancak beyi tahtıdır. Beyinin hass-ı Hümayu*nu, kanun üzre 300.000 akçadır. Alaybeyi, Çeribaşısı kale dizdarı ve askerleri vardır. Kale Selim Han fethi olup, yalçın bir kaya üzerindedir. 150 akçalık kazadır. Camii ve hanı, hamamı vardır."
Ardahan, Kars, Ahıska ve Çıldır gibi merkezler yine bu asrın sonunda merkezden atamalar yoluy*la idare edilmiştir. Bazen ocaklık ve yurtluk sahibi ve ahalinin "Atabey" diye isimlendirdiği kimseler de yönetimde yer almışlardır. Bunlar XVIII. yüzyılda bir ekol teşkil etmişler ve sosyal hayata damgaları*nı vurmuşlardır.
1702-1703'DE ÇILDIR EYALETİ
Osmanlı Devlet adamlarından Halil Paşa 1702'de Erzurum Beylerbeyliğine atandı. Bu dönem Os*manlı devlet adamlarından Defterdar Sarı Mehmet Paşanın da layihasında belirttiği gibi Büyük ve Kü*çük Ardahan'ın da içerisinde bulunduğu civardaki tüm sancaklar Çıldır Eyaleti içerisinde toplanarak Halil Paşaya bağlandı.
1694 ile 1732 tarihleri arasında Çıldır Eyaletine bağlı Sancak sayısı 14'tür. Defterdar Sarı Mehmed Paşanın "Zübde-i Vekaiyat" isimli eserinde yazdığına göre bu 14 sancak içerisinde Ardahan şu kısımlar*dan oluşmaktaydı:
1-Nahiye-i Hoçuvan der Liva-ı Ardahan-ı Küçük 2-Nahiye-i Şimal der Liva-ı Poshov 3-Nahiye-i Mise der Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 4-Nahiye-i Güney der Liva-ı Poskhov 5-Karye-i Hamaş der Liva-ı Ardahan-ı Büzürg 6-Nahiye-i Germücük der Liva-ı Ardahan-ı Küçük 7-Karye-i Çardak der Liva-ı Ardahan-ı Küçük
Bu örnekler ile XVIII. yüzyıl başlarında Ardahan ve çevresi hakkında özellikle yerleşim yerleri açı*sından fikir edinebilmemiz mümkün olabilmektedir. 1694 ile 1732 yılları arasında bu yerlerde isim*leri geçen kişilerden bazıları şöyledir:
Süleyman, Mehmed, Ahmed, Mustafa Veled-i Mehmed, İsmail, Osman Mirza, Abdal, Mehmed, Mah-mud, Resul, Hızır, Abdülbaki Veled-i Derviş, Ali Mirza, İdris, Abdurrahman, İdris Veled-i Süleyman.
Bu defterde, diğerlerinde görüldüğü gibi Ocaklık, Yurtluk ve çiftlik olarak verilen araziler de mev*cuttur. Gelir ise 22.000 akçe ile sınırlı kalmaktadır.
ARDAHAN VE ÇILDIR (1722-1732)
XVIII. yüzyıl başlarında Ardahan, "Ardahan-ı Büzürg" yani Büyük Ardahan olarak belgelerde geç*mekte ve Çıldır dahilinde gösterilmektedir. Sancak Beyi Yahya'nın ölümü üzerinde bu sancak idare*sinde kısa dönemli bir problem çıktı. Yahya'nın babası Süleyman idareden vazgeçmesine rağmen da*ha sonra bir ariza gönderdi. Altı ay müddetle Ardahan'ın idaresini elinde tuttu. İstanbul onun bu ha*reketinden memnun olmadı ve Erzurum Beylerbeyliğine bir Emirname gönderilerek duruma müda*hale edilmesi istendi. Bunun üzerine Yahya'nın oğlu Hafız İbrahim Babasının haklarına sahip olarak Sancak Beyliğine getirildi.

1791 yılında Çıldır Beylerbeyi Süleyman Paşa'nm aniden ölümü üzerine yerine îshak Paşa getiril*di. Çıldır Beylerbeyliğine İshak Paşa'nın getirilmesi Ardahan da dahil olmak üzere Çıldır'a bağlı bu*lunan Sancaklar ve buralar ahalisinin hiç hoşuna gitmedi. İshak Paşanın tepki çekmesine neden olan en önemli olay askeri birliklerin içerisinde Hıristiyanları da kullanmak istemesidir. Tepkilerden bu*nalan İshak Paşa Ardahan Kalesine geldi ama kendisini istemeyen ahali tarafından şehre sokulmadı. Diğer Sancaklarda Ardahan örneğinde olduğu gibi birlikte hareket ederek İstanbul'a şikayet üzerine şikayet göndermeye başladılar. Neticede İshak Paşa görevden alınarak yerine Şerif Paşa atandı. Adı geçen bu İshak Paşa bugün Doğubayezid'de bulunan İshak Paşa sarayını yaptıran ve ona adını veren kişidir.
XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA ARDAHAN VE ÇILDIR OLAYLARI
18 Aralık 1800 yılında Çar Paul'ün manifestosu ile Gürcistan resmen Rusya'ya katılmıştı. Böylece Ruslar, İran ve Türkiye yani Osmanlılar ile komşu oldu. 1807'de Ruslar kalabalık bir orduyla sınırı geçip Ahıska'ya doğru ilerlemeye başladılar. 1807 ve 1810 yılları arasında Ruslar Osmanlılara karşı birtakım başarılar kazandılar.
1810 yılında Osmanlılar karşı bir hareketle Gürcistan üzerine yürüdüler. Bu haberi alan Rusların
İtalyan asıllı generali Palucci, Ahılkelek üzerine yürüdü ve buradaki Türk Kuvvetlerini bozguna uğ*
rattı.
1811 yılında bölgede Ruslar'a karşı Osmanlı-İran ittifakının gerçekleşmesi Rusların daha fazla iler-
leyememelerine neden oldu.
16 Mayıs 1812'de imzalanan Bükreş antlaşmasıyla Osmanlı Devleti 1807'den itibaren Kafkaslarda kaybettiği topraklarına yeniden kavuştu.
1816 yılında İsyan eden Acara'lı Ahmet meselesi devleti epeyce uğraştırdı. Ardahan ve Çıldır'da bulunan askeri kuvvetler, Acara'lı Ahmed'in tedibi için epeyce uğraştılar.
İLK RUS İSTİLASI (1828-1829)
1829'da Ardahan, Kars, Ahıska ve Erzurum dolaylarında ön plâna çıkan bir komutan vardır. Bu ko*mutan, Salih Paşa'dır. Rus generali Paskeviç, Kaçar hanedanını mağlûp edip Revan'ı (Erivan) aldık*tan sonra buralara Ermeni göçü başladı. Bugünkü Büyük Ermenistan hayalinin kökleri Revan'm düş*mesinden sonra Ruslarca başlatılan iskân politikasına dayanmaktadır. Batıya doğru ilerleyen Paskeviç Ahıska'yı kuşattı. Kahramanca direnen Ahıska halkı, gıda ve iaşesinin bitmesi neticesinde Ruslar'a teslim oldu. 17 Ağustos 1828'de Ahıska'ya giren Ruslar, şehri yerle bir ettiler ve halka akla gelmedik zulümler yaptılar.
Kars'ı ele geçiren Ruslar bu sefer Ardahan'ı da ele geçirmenin plânlarını yapmaya başladılar. Zira Ardahan, Erzurum'a giden yol üzerinde idi. Ordu Komutanının emri ile Ardahan üzerine yürüyen Genaral Muravyev, 22 Ağustos 1828'de şehri aldı. Böylece Ardahan ilk işgal acısıyla tanışmış oluyor*du. Ardahan'ın düşmesinde, muhtemelen Ahıska'nın düştüğü feci durum önemli rol oynamıştı. Rus dehşetinden korkan Aıdahanlılar canlarını kurtarabilmek için yurtlarını terk etmek zorunda kalmış*lar, Oltu-Narman üzerinden Erzurum'a bir sel gibi akmışlardı.
1829'da Ardahan ve çevresinde savaşlar yeniden başladı. Acaralılar Nisan 1829'da Suskap/Aşık Zü-lâli Köyü yakınında Ruslar'a yenildiler. Salih Paşa bunun üzerine Hakkı Paşa'yı Posof a yolladı. Arda*han üzerinden Posof istikametinde giden Türk kuvvetleri, yine Suskap civarında Ruslar'a yenildiler. Yalmzçam civarında bulunan 8.000 kişilik Osmanlı kuvveti de Ruslar karşısında tutunamayarak dağıl*mıştı. Ruslar artık Ahıska ile Yalnızçam arasındaki güvenliği tam olarak sağlamışlardı. Erzurum önün*deki Ardahan-Posof savunma hattını kıran Ruslar 25 haziran 1829'da Erzurum'u ele geçirdiler.
Ruslar 1829 sonbaharına doğru Ardahan ve Erzurum dahil olmak üzere bütün önemli merkezleri ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine Osmanlı Devleti acilen barış istedi.

EDİRNE ANTLAŞMASI (14 Eylül 1829)
Edirne Antlaşması, bölgedeki savaşa fiili olarak son verdi. Çıldır, Ahıska, Ahılkelek savaş tazmina*tı olarak Rusya'ya terk edildi. Buna karşılık Ardahan, Göle, Oltu, Poskhov, Şavşat, Livana Osmanlıla*ra geri veriliyordu. Bu antlaşmadan sonra Ruslar, Ermenileri sınır gerisine çekmeye başladılar. Asıl amaçları Ardahan ve Kars karşısında tampon hudut teşkil etmekti.
Edirne antlaşması, Ardahan için yeni bir devrin başlamasına sebep olmuştu. Çünkü Ahıska ve Ahıl*kelek'in Rusların eline geçmesiyle Ardahan Osmanlı devletinin kuzeydoğudaki son toprağı yani Ser*hat Şehri durumuna düşmüştü. Artık bu tarihten sonra Türk topraklarına gelecek ilk saldırıyı Arda*han göğüsleme durumunda olacaktı. Bu dönemi Ulemadan Ahmet Dursun Efendi, Natıkî mahlasıy-la yazdığı şiirlerinde işlemektedir. Bu şiirlerin bulunduğu yazma bugün Beyazıd Devlet Kütüphane*si'nin Türkçe Yazmalar bölümünde 1225 sayılı tasnifinde bulunmaktadır.
İKİNCİ RUS İSTİLÂSI (1855-1856)
Osmanlılar muhtemel bir Rus tehlikesine karşı devrin en geçilmez savunma hatlarını Ardahan-Kars ve Erzurum hattında inşa etmeye başladılar. Çarlık ordusunun karargâhı ise 1829 sözleşmesi ile Rusya'ya bırakılan Ahıska'da bulunuyordu. Ardahan'daki Osmanlı Komutanı Ali Paşa idi. Karade*niz'deki Rus-Osmanlı mücadelesi Ardahan'ın bulunduğu bölgede yeni bir Osmanlı-Rus savaşının çık*masına neden oldu. Sinop'ta Osmanlı Donanması Ruslarca yakılınca devlet Rusya'ya savaş ilân etti. Özellikle bu sırada Avrupa basını bölgedeki Rus-Osmanlı çekişmesiyle yakından ilgileniyor, Ardahan ve etrafındaki durumu Rus kaynaklarına dayanarak okuyucularına ulaştırıyorlardı. Ardahan'daki Os*manlı kuvvetleri tam bir teyakkuz halindeydiler.
24 Mayıs 1855'te Genaral Muravyev, sınır noktası Arpaçay'ı geçti. Çok kanlı çatışmalara sahne ola*cak Kars Kalesi kuşatıldı. Rusların bir kolu da Erzurum istikametine yöneldi. Hemen hemen bütün Doğudaki harp hali Ardahan için endişe verici idi. Nitekim Kars'tan gönderilen ve Ahıska'dan gelen kuvvetlerle birleşen Ruslar Ardahan'ı ele geçirdiler. Osmanlı kuvvetleri zorunlu olarak Göle'ye ora*dan da Oltu'ya çekildiler. Ardahan yıllar sonra bir Ramazan ayının sonlarında Rus çarlık ordularının kahredici pençesine düştü (11 Haziran 1855). Osmanlı kaynaklarında bu dönemde Ardahan'ın el de*ğiştirmesine ilişkin şu bilgiler verilmektedir:
"Ardahan Garnizonu, ana kuvvetlerle irtibatın kesildiğini görünce, kaleyi terk etti. Ardahanlılar kendi başla*rına kaldıklarını görünce 11 Haziran'da fazla kan dökülmesini engellemek için teslim olmaya karar verdiler. Ge*neral Kovalevskiy bunu kabul etti. Kalenin eski bedenleri tahrip edildi. Askerî düzene ait ne varsa yıkıldı. Böyle*ce Ardahan Rusların eline geçmiş oldu."
Osmanlı-Rus savaşında, Ardahanlılardan Hacı Hüseyin Paşa ve kardeşi Hasan Bey'in gösterdiği kahramanlıklar bölge ahalisi tarafından takdirle karşılanmıştır.
Birkaç gün sonra İstanbul'daki Takvim-i Vekayii gazetesi Ardahan'ın düşüşünü "çok acı bir haber" şeklinde okuyucularına duyurdu.
Serasker Zarif Paşa da hatıralarında, Ardahan'ın düşüşünü, "istanbul, kapısız kaldı" şeklinde dile ge*tirmektedir.
Osmanlı orduları, Çarlık orduları karşısında bir önceki savaşta olduğu gibi yine bütün cephelerde yenilince, devlet acilen barış istedi ve taraflar Paris'te barış masasına oturdular.
PARİS BARIŞ ANTLAŞMASI (30 Mart 1856)
İşgal altındaki Ardahan'ın kaderi, bir yıl suma Paris Antlaşmasıyla belirlendi. İngiltere'nin zorla*masıyla Rusya, Kars ve öteki Osmanlı arazisini boşaltacaktı. 30 Mart 1856'da yürürlüğe giren antlaş*mayla Ruslar, Kars ve Ardahan'ı boşalttılar.
Ardahan, bu tarihten sonra tekrar Osmanlı idaresine geçti. 1877-1878 (93 Harbi) Savaşlarına ka*dar sükunet havasına kavuşmuş oldu.

ÜÇÜNCÜ RUS İSTİLASI (1877-1878)
XIX. yüzyılın son yarısında korunma yapılarından kaleler önemini kaybetmeye başladı. Artık yer*leşim merkezleri ve önemli merkezler tabya denilen yapılarla korunmaya başlandı.
Osmanlı Devleti'nde de boğazlar ve sınırlarda bu tür yapılara ihtiyaç duyuldu. Batum, Erzurum, Kars ve Ardahan'da Tabya denilen tahkimli yapılar kuruldu.
Ardahan'daki tabyaların sayısı Kars ve Erzurum'dakinden azdı. En stratejik noktalara para ve in*san gücü seferber edilerek büyük tabyalar yapıldı. Ardahan civarına yapılan tabyaların hepsi Ardahan Kalesinin Güney, Doğu ve Kuzey istikametinde olup, şehre ve Kura düzlüğüne hakim idi. înşa edilen bu tabyaların isimleri şöyle idi: Ramazan, Emiroğlu, Senger, Kaz, Kaya tabyaları.
Rus komutanı Devel, 27 Nisan 1877'de Çıldır'ın merkezi Zurzuna'yı ele geçirdi. Oradan Arda*han'a doğru ilerledi. Bu esnada Posof da bir başka Rus kolu tarafından ele geçirilmişti. Genel hücum, 16 Mayıs 1877'de başlatıldı. Osmanlı ordusunun mukavemeti yetersiz kalınca Ruslar, Ardahan'a doğ*ru ilerlemeye başladılar. Gölebert Tepesini de geçen Rus ordusu Ardahan Kalesi'ni yakından muha*saraya aldı. Ardahan komutanı Hüseyin Sabri Paşa, Gölebert Tepesinin kaybedilmesinden sonra, 16 Mayıs'ı 17 Mayıs'a bağlayan gece, beklenmedik bir kararla Ardahan'ı boşalttı. Kalede kalan Mehmet Bey, Ruslara direnme kararında yok. Fakat Ermeniler, yine hıyanetlerini göstererek kumandanın, as*kerlerin çoğu ile şehri boşalttığını Ruslara haber verdiler. Az sayıdaki Türk askerinin direnişi fayda vermedi. Ruslar Ardahan'a girdiler (17 Mayıs 1877). Ardahan'ın yönetimi Albay Komarov'a bırakıldı. Böylece Ardahan'da 40 yıl sürecek olan esaret ve hasret dönemi başlamış oluyordu.
Ardahan'ın düşmesinin sorumlusu olarak gösterilen Hüseyin Sabri Paşa, Divan-ı Harp'te yargılan*dı ve suçlu görülerek sürgüne gönderildi.
İŞGALDEN SONRA BARIŞ (Mart, Haziran, Temmuz 1878)
93 Harbi sonucunda Kars ve Erzurum Rus pençesine düştü, Ardahan'da istila edildi. 3 Mart 1878'de İstanbul'un banliyösü durumundaki Yeşilköy'de Ayestefanos'ta Osmanlı ve Rus tarafları bir araya gelerek Yeşilköy antlaşmasını imzaladılar. Buna göre Kars, Ardahan, Batum ve Eleşkirt savaş taz*minatı olarak Rusya'ya bırakılıyordu. Böylece kara günler ve vatan hasreti başlamış oluyordu.
Gerçekten de binlerce yıllık Türk diyarı Serhat Ardahan'ın düşüşü bütün Türk kamuoyunda bü*yük infial uyandırmıştı.
Ardahan'ı topraklarına katan Ruslar, şehri bir vali aracılığıyla yönetmeye başladılar. Bu tarihten sonra kurtuluşa kadar Ardahan tarihinde kayda geçen hadiseler ve iz bırakan olaylar, birtakım kurak*lık ve kıtlık olaylarıdır. Örneğin 1895 yılında Meşe Ardahan tarafında vuku bulan bir dolu hadisesi halkı önemli ölçüde maddî ve manevî zarara uğratmıştır. Hanak'lı Halk Şairi Ahmet Mazlumî, bu ola*yı destan şeklinde dile getirmiştir.
1907 yılında yurt çapında meydana gelen bir kuraklık Ardahan'da da hissedilmiş, yemsizlikten bü*
tün hayvanlar telef olmuş, "1907 Saman Destanı" böyle bir zamanda söylenmiştir.
1908 yılında meydana gelen bir hayvan hastalığı salgını çok sayıda hayvanın telef olmasına sebep
olmuş, zaten ekonomik açıdan fakir olan bölge halkı için hayatı daha da zorlaştırmıştır.
1878 Ardahan'ın Rusların eline geçmesinden sonra haritalar düzenlendi ve Kars-Aidahan, Çar'ın topraklan arasında gösterilmeye başlandı. 1912 yılında Osmanlı ve Rus temsilcileri bir araya gelerek kesin sınırları bir daha tespit ettiler. 1912 sınırlarından sonra karakol noktaları bir daha belirlendi. Artık Kars ve Ardahan gibi yerlerden Erzurum'a gidilmesi için pasaport alınması gerekiyordu.
1068 güzünde iç karışıklıkları yatıştıran Sultan Alparslan, II. Batı Seferine çıkarken, barışı bozup Bizans'ın kışkırtmasıyla akınlara başlayan Apkaz-Kartli Kralı IV. Bagrat'ın ülkesine yöneldi. Tiflis'i Ca-feroğulları Emirliği'nden alıp, orada kışladıktan sonra 1069'da karlar erirken ordusuyla Ardahan'a geldi. Buradan kuzeyde Meşe Ardahan/Vardosan (Yamaçyolu) çevresine gelince (bugün halkın Ca-muşkıran Fırtınası dediği) "(ibrelin beşi" 18 nisan günü çıkan kar fırtınasında çok zorluk çekildi. Sel*çuklu kaynakları bu bölgeyi şöyle tanıtıyor. Kenan oğlu Nemrud'un sakin olduğu ve oradan kule ya*parak göklere çıkmak istediği memleket (Yani Uğuz efsanesinde de adı geçen Hanak kesimi) alına*rak harap edildi. Onun Doğu yanındaki memleketi de (Büyük Ardahan) alarak, burada bir mescit yaptıran Sultan, 1069'da (Mayıs ortasına yakın) IV. Bagrat'ın barış isteğini kabul edip onu tekrar ha*raca bağladıktan sonra, Gence üzerinden İran'a döndü.
1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İstanbul'un yanı başındaki İznik şehrini alarak Türkiye-Selçukluları Devletini kurdu. Kısa bir zaman sonra ihtilâller ile bunalan Bizans'ın içişlerine karışacak ve onlardan haraç alacak güce erişti. Bu sırada Araş ve Ardahan'ı da içine alan Kura boyları da yeni Türkmen göçleriyle doluyordu. Aynı dönemde, güçlenen Apkaz-Kartli Kralı II. Giorgi, Kars ile Meşe Ardahan'ı geri almıştı. 1080 yılında Sultan Melikşah, Danişmendli Emir Ahmet Başbuğluğu'nda bir orduyu buraya göndererek, bir yıldır işgal edilen Kars ve Meşe Ardahan'ı geri aldı.
Apkaz-Kartli kaynağı "Kartlis-Çkhovrebd''da, Ardahan Sancağının bütününün fethedildiği Kol Zafe-ri'ni müteakip, bu yerlere Türkmen göçlerinin gelip yerleşmeleri şöyle anlatılıyor:
"Bu sırada Anadoluya Turki-Koçevniki göçebeler ve sürülerimle yerleşmeye giden iki büyük emir, yollarını de*ğiştirip çekirge gibi ülkemize yayılıp, işgal ettiler. Savşet, Acara, Samshe (Ardahan, Posof, Ahıska, Ahılkelek ve Çıldır çevresi) hep Türkler'le doldu. Dağlara, mağaralara kaçan Hıristiyan ahali, giderek azaldı; kilise ve manastırlar sahipsiz kaldı."
ARDAHAN SANCAĞI BÖLGESİNİN 1080 FETHİNDEN SONRAKİ KISA TAKVİMİ
1124 yılında Kıpçaklar Erzurum'daki Saltuklu Emirliğine bağlı Çavakhet'ten (Ardahan ve Artvin kesimi dahil) İspir'e kadar hudut sayılan yerleri alıp buralara yerleştirildiler. Böylece 1118 ve müte*akip yıllarda gelip yerleşenlere eski Kıpçak, 1195 ve sonrasında gelenlere ise yeni Kıpçak denmeğe başlandı. Bu çağda Ardahan-Ahıska Kıpçaklarının beyi "Beka" (Türkçe Böke/Ejder), Posof taki Cak-su Kalesinde oturuyordu.
1225 yılında Harezmşah hükümdarı Çelaleddin Mengüberti, komşu Müslüman ülkelere akınlar yaparak çok zararlar veren Apkaz-Gürcistan ordularını Haziran 1225'te Revan'ın güneyinde Gerni'de yenmiş ve Ardahan ile Kars'ı almıştı.
1239'da Moğol Cengiz İmparatorluğunun İran Genel Valisi Baycu Noyan, Ardahan'ı da içine alan bütün Araş ve Kura boylarını fethedip buraları Cengiz İmparatorluğu'na tabi kıldı. 1243 Kösedağ sa*vaşında yararlılığı görülen Caklı Sargis'e Ardahan ve Ahıska hakimliği verildi. ■■
1267 İlhanlı hükümdarı Abaka Han, kardeşi ile girdiği taht mücadelesinde çok yararlılık gösteren Caklı Sargis'e Ardahan ve Ahıska valiliğini verdi. Buralara Atabek Ülkesi denmeye başlandı. Atabek-lik ülkesinde yazı dili Kartvelce, konuşma dili ise Türkçe olarak devam etti. Bugün de Ahıska, Posof ve Şavşat ağzı dediğimiz; ban/ben, san/sen, babay/baba, anay/ana vs. gibi yüzlerce Kıpçak ağzı söz*leri öteden beri buralarda kullanılmakta ve başka bir dil bilinmemektedir.
1334'te T. Beka'nın torunu I. Korkore Atabek unvanını alarak İlhanlılar ve Celayırlılardan sonra Karakoyunlular'a tabi oldu. Böylece Ardahan ve çevresinde Karakoyunlular dönemi başlamış oldu.
1386'da Kars'ı uzun ve zorlu bir kuşatmadan sonra alabilen ve aldıktan sonra yağma ettiren Timur, ordusuyla Tiflis'e giderken Ardahan'da bulunan Kıpçaklı Atabekler de ona tabi oldu. 1405'te Timurmur'un ölümünden sonra Atabekler ülkesi yine Karakoyunlular'a tabi oldu. O zaman Ardahan ve çev*resi Nahçıvan Valiliğine bağlı olduğundan buraların haracı oraya ödeniyordu.
1463'te Karakoyunlular, kendilerini sıkıştıran Apkaz Kralına karşı Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'dan yardım istediler. Uzun Hasan, Temür Bek idaresindeki bir orduyu yardıma gönderdi. Ka*rakoyunlular, Akkoyunlular'ın yardımıyla düşmanlarını mağlûp ettiler ve Ardahan dahil idarelerin-deki yerler Akkoyunlular'a tabi oldu.
1472 yazında Akkoyunlular'a itaatten çıkan Atabek-Bahadur ile Kartli Kralı ülkesine sefer eden Uzun Hasan, Ahıska ve Tiflis'i alıp, iki ülkeyi de Tiflis'e tayin ettiği kendi valisine bağladı. İşte bu sıra*da Ardahan Türkmenleri denilen ve çoğu yaylakçı ve kışlakçı olup, giyimleri, kuşamları ve dokumaları ile, Oğuz töre ve geleneğini yaşatan, Hanak-Damal/Meşe Ardahan'daki Türkmenler, Uzun Hasan tara*fından Maraş-Altı'ndaki yerlerinden getirtilerek, hudut korucusu olarak buralara yerleştirildiler.
1477 Yılındaki Akkoyunlu seferi tesiriyle, Yukarı Kura ve Çoruk boylarındaki Kıpçaklı Atabekler ül*kesi, Caklılar sülalesi elinde beş beyliğe bölündü.
1) Merkezi Ahıska olup; Azgur, Altunkale/Adigön/Koblıyan, Poskhov ve üç Ardahan'ı da içine
alan anakol Samshe
2) Merkezi Çıldır Akçakalası olup; Ahılkelek'i de içerisine alan Çavakhet,
3) Merkezi Imerhev olup yukarı Acara'yı da içine alan Şavşet-Maçakhalet,
4) Merkezi Ardanuç olan ve Artvin, Borçka ve Gönye'yi (Batum) içerisine alan Kalarçet,
5)Merkezi Oltu olan ve Şenkaya, Bardız ve Narman'ı ihtiva eden Tao.
1479'da bu beş Atabeklikten üçüncüsü Fatih döneminde Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Trabzon sancağına bağlanan bu Atabekliğin halkı da gönüllü Müslüman olmaya başladı.
1514 yılında Yavuz Sultan Selim Çaldıran seferine giderken Çıldır'dan İspir'e kadar olan yerlere hükmeden Caklı Mirza Çabuk Bey sefer gidişi ve dönüşü esnasında Osmanlı ordusuna önemli ölçü*de iaşe yardımında bulundu.
1551'de Erzurum Beylerbeyi Sarı İskender Paşa ordusuyla Şah Tahsmab'a bağlı Atabek II. Kayhus-rev'in ülkesine yürüdü. 13 Mayıs'ta Ardanuç fethedildi. Ana koldan ilerleyen Paşa, Göle, Hanak, Ar*dahan ve Hoçuvan kesimlerini alarak, Osmanlı hududunu Çıldır ile Poskhov'da Kısır ve Ilgar dağla*rına dayadı.
Atabekler hükümetinin son yurdu III. Sultan Murad çağında Safevi-Osmanlı savaşları sonucunda Osmanlı Devleti'ne bağlandı. Diyarbekir'den getirilen Osmanlı Devleti'ne sadık Kürt aşiretleri Göle ve Hoçuvan'a yerleştirildi. Bu aşiretlerin kökeni de anonim Oğuz kaynakları Şerefname ve îskender-name'ye göre Oğuzlara dayanmaktadır.
8 Ağustos 1578'de yüz bin kişilik ordu ile Ardahan'dan çıkan Serdar Lala Mustafa Paşa, İran'ın Çıl*
dır hududundaki Begrehatun düzünde konakladı. Bu sırada İranlıların hakimiyetine yüz çeviren ve
iki oğlu ile Altım Kal'a hakimesi olarak Adigön'de bulunan, Atabek II. Khushurev'in ölümüyle dul
kalan Dedis İmed Hatun'un elçisi ve itaatnamesi Serdar'a ulaştı. Serdar'ın emriyle o gün şafakla Posk-
hov'a giren Ardahan Sancakbeyi Abdurrahman, Vale kalasını da savaşsız fethetti.
9 Ağustos 1578 sabahı hududu geçip Şeytan Kalesi'ni topla alan Osmanlı Ordusu ilerlerken, gece*
den pusuya yatmış kalabalık İran ordusuyla Çıldır Gölünün Kuzeyindeki düzlükte kanlı bir savaşa gir*
di. Muharebeyi Osmanlı ordusu kazandı. Çıldır Meydan Muharebesi, 1514 Çaldıran Savaşından beri
İran'la yapılan ikinci muharebeydi. Aynı gün Abdurrahman Beyin Ardahan Sancağı hdaki askerleri
Ahıska, Tümük, Hırtıs ve Ahılkclck kalelerini işgal etti; bu arada Çıldır Akçakale'si de alındı. Lala
Mustafa Paşa, itaat edip Müslüman olan İmed Hatun'un Müslüman olan oğluna Mustafa adını verdi.
Anadilleri temiz Türkçe olan Atabekler Ülkesi halkı da Müslüman oldu. Bundan sonra kurulup geli*
şen Ahıska ve Ardahan medreselerinden birçok şair, bilgin, paşa yetişti. Çıldır Eyaleti 1647'de Evliya
Çelebi'nin tanık olarak belirttiği gibi, Anadolu'nun İran hududunda erler yatağı olarak serhadlık et*
ti. Bu durum 1828 deki Rus istilâsına kadar sürdü.
Ayrıca bölgenin Ardahan Sancağı ke*siminin, "Bun-Türkler" (Otokton-Yerli Türkler) tarafından idare edildiğini yazmaktadır.
Bartatua'nın oğlu (bazı kaynaklara göre torunu) ilk Türk Cihangiri Afrasyab unvanlı Alp-Er Tun-ga olup Karpat dağlarından Doğuda Çin'e kadar Doğu Avrupa ile Asya'ya hakim olmuştu. Çinlilerin "Su", Hintlilerin "Sakya", Heredot Tarihinde "Basilik", Ermeni ve Süryani kaynaklarının dedikleri Sa-ka-İskit Türklerinin Ardahan Sancağı kesimine yerleşen Urugları şunlardır:
1. Merkezi Lorı/Loru Kalesi olan Borçalı kesimi,
2. Bir güçlü oymaktan adını aldığı anlaşılan "Artahanlar" (Bugün halk arasında ve Osmanlı resmi belgelerinde belirtilen: Küçük Ardahan/Göle, Büyük veya Kara Ardahan ve Meşe Ardahan/Hanak Kesimi),
3. Çıldır Gölü ve Ahılkelek ile Ahıska kesimini içine alan ve "ÇWlar anlamına gelen eski Türkçe bir ad ile anılan oymak. (Çin-Çavat kelimesi Kâtip Çelebi'nin Cihannüma isimli eserinde de geçmekte olup bugün bile yörenin yerli halkını belirtmek için kullanılan bir kelimedir. Anlamı Çin Türkistan'ından gelme demektir).
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
KÜLTÜR

HALK MUTFAĞI

Anadolu'da her yörenin kendine has yemek kültürü ve damak zevki olduğunu görürüz. Bu kültür, yörenin coğrafi ve iklim özelliklerini üzerinde taşır. Bu nedenle Ardahan'da da tarım ve hayvancılığa dayalı bir mutfak kültürü gelişmiştir. Yörenin yemek kültürü ağırlıklı olarak tahıl, et ve hayvansal ürünlere dayanmaktadır. Tahıl ürünü olarak en çok arpa ile buğday kullanılır. Kaz etinin yörede ayrı bir yeri bulunmaktadır. Sığır ve ko*yun eti de yaz aylarında taze, kış aylarında da kavurma olarak fazlaca tüketîlmektedir. sebze cinsîn*den gıda maddelerinin başında ise patates, kuru fasulye ve soğan gelir. Yörenin kendine özgü birçok yemek çeşidi bulunmaktadır. Bunlardan çorba olarak ayran aşı, hel-le aşı ve püşrük aşını, hamur işi olarak bişi, mafiş, kayıtma, hingal, kete ve katmeri, tatlı olarak da, baklava, lokum tatlısı, irmik helvası, un helvası ve hasutayı sayabiliriz.

ETLİ MANTI MALZEMELERİ:1Kilogram kıyma, 2 baş soğan, 2 yumurta, yeteri kadar un, tuz , su, kıymaya katmak için karabiber, kimyon ve nane.
YAPILIŞI: Unu 2 yumurta tuz ve suyla kulak memesi kıvamından daha sert bir hamur elde edilir. Üç dört pazıya bölünür.Yufkalar halinde açılarak karelere bölünür. Diğer tarafta kıyma baharat, soğan ve tuzla hazırlanır. Karelere fındık büyüklüğünde yerleştirilir. Üçgen şeklinde kapatılır. Bir tencerede su tuz ilave edilerek kaynatılır. Kaynayan suya mantılar atılır.15-20 dakika bu şekilde pişirilir. Pişen mantıları süzdürerek servis tabağına alınır. Üzerine önce yoğurt sonra kızdırılmış tereyağı dökülerek servis yapılır.

FESELLİ MALZEMELERİ: Un, su, maya, tuz,
YAPILIŞI: Malzemeler birleştirilir. Yoğrularak hamur haline getirilir. Kulak memesi yumuşaklığında yoğrulur. Biraz bekletilir. Hamur küçük küçük kesilerek künt (pazı) yapılır. Oklava ile yufka halinde açılır. Yufkanın içinin yağlayarak rulo halinde bükülür. Tekrar yuvarlak hale getirilir. Yeniden açılır istediği incelikte olabilir. Sacda kısık ateşte pişirilir, isteyen tekrar yağlayabilir.

KATMER MALZEMELERİ: Un, Su, tuz, yağ, maya
YAPILIŞI: Malzemeler karıştırılıp yumuşak hamur haline getirilir. İyice yoğrulur. 10 Dakika bekletilir.Hamur küçük küçük kesilerek künt (pazı) yapılır. Oklava yardımı ile ince yufkalar açılır.Yufkalar tek tek yağlanarak üst üste dizilir. 6 yufka dizilir.rulo halinde bükülerek yuvarlak haline getirilerek tepsi büyüklüğünde elle açılır, üzerine yoğurt yada yumurta sürülerek 200 derece kızgın fırına sürülür. Pişmeye bırakılır. Fırından çıkartılan katmer ılındıktan sonda dilim halinde kesilerek servis yapılır.

KESME AŞI MALZEMELERİ: 1 kg un, tuz , 2 yemek kaşığı salça , karabiber, nane ve kekik, 2 yemek kaşığı tereyağı
YAPILIŞI: Un içine tuz ve su konularak kulak memesinden daha sert bir hamur yoğrularak 2 yada 3 pazı yapılır. Pazının biri diğerlerinden daha küçük olarak ayrılır. Pazılar biraz dinlendirilir. Fazla ince olmayan yufkalar açılır. 5-6cm uzunluğunda kesilir bu şeritler daha sonra enine eriştelik doğranır. Bir tencerede suya tuz ilavesiyle kaynatılır. İçine erişteler atılarak pişirilir. Diğer taraftan ayırdığımız küçük pazıyı küçük parçalara ayırıp yuvarlayarak l er cm uzunluğunda doğranır.(halk dilinde nuğul denir.) Tavada yağ eritilir. Nuğullar yağda kızartılır.Salça ve diğer baharatlar katılır, yemeğin üzerine dökülüp sıcak servis yapılır.

GEVREK MALZEMELERİ: Un, kaymak, tuz (Malzemeler isteğe yada kişi sayısına göre ayrılır.ölçüsüzdür)
YAPILIŞI: Bir kapta kaymak, un ve tuz konularak kulak memesinden biraz yumuşak hamur hazırlanır. Yumurta büyüklüğünde kütler (pazı) hazırlanır. Oklavayla açılan yufkalar bir taraftanda orta ısıda hazırlanmış olan saçta pişirilir. Servisi peynir, çay, yada salatayla yapılır.

PİŞİ MALZEMELERİ: Un, tuz, maya, su.
YAPILIŞI:Bütün malzemelerin katılımıyla kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edilir. Mayalanmaya bırakılır. Hamur mayalanınca, derince ve büyük bir tavanın yarısına kadar yağ doldurulur, bu yağ yüksek ateşte kızdırılır, hamurdan pazılar alarak oklava yardımıyla tavanın genişliğinde açılır, ortasından delinir. Kızgın yağda kızartılır. Servisi sıcak yapılır.

AYRAN ÇORBASI MALZEMELERİ: ½ Kg. Un, 1 yumurta, 250 gr. Süzme yoğurt, tuz, nane, kırmızı biber, 2 yemek kaşığı tereyağı, su
YAPILIŞI: Un, yumurta, tuz suyla kulak memesinden daha sert yoğrulur, yufkalar açılır, eriştelik doğranır, bir taraftan tencereye 3 lt. su konur, tuz ilave edilerek kaynatılır. İçine erişteler atılarak pişirilir, diğer taraftan süzme yoğurt suyla açılarak ( yemeğin suyu fazlaysa bu sudan da alınıp kullanılabilir) kalınca bir ayran haline getirilir. Pişen yemeğe katılır, diğer taraftan tereyağı bir tavada eritilir, içine nane ve kırmızı biber katılır, ayran aşının üzerine dökülür, sıcak servis yapılır.



YÖREMİZDE EFSANELER

KÜR ÜZERİNDEKİ UĞUZ TAŞI EFSANESİ

Ahıska Nekeleye köyü Hırtıs arasında Ardahan'dan gelen Kura suyunun üzerinde Uğuz taşı denen iki kapı boyunda bir kesme taş vardır. Uğuzlar'dan iki kardeş o koca kaya gibi taşı bir taş ocağından keserek buraya köprü kurmak için getiriyorlar. Bunlar taşı kesip Kura'nın kıyısına koyduktan sonra öğle yemeği için evlerine giderler. Bu sırada Uğuzlar'a göre ufak yapılı bir adam da onların evine konuk gider.Uğuz'un atının torbası bir Somar (320-330 kg. kadar) arpa alır. O ufak adam Uğuz'un gözünün koca bir kilim gibi duran atın torbasını doldurduktan sonra gücü yetmediğinden atın başını eğdirir ve kolaylıkla arpa dolu torbayı hayvanın başına takar. Uğuz'un anası bunu görünce oğullarına der ki "Sonunda dünyayı bunlar ele geçirip yiyecekler". Bu durumu gören iki Uğuz kardeş de ufak adamın gücü ile büyük işleri başardığını bu at torbası olayında gözleri ile gördüğünden Kura üzerinde kurmak istedikleri taş köprüyü yapmaktan vazgeçerler. Sonradan o uzun ve dev yapılı Uğuzlar saflık ve hile bilmezliklerinden zamanla yok olup giderler. Uğuzlar sık sık uyumazlarmış. Uyudukları zaman da yedi gün aralıksız uyurlarmış. "Uğuz'un uykusuna yattığı" sözü buradan kalmadır.


ÇILDIR GÖLÜ DİBİNDEKİ ESKİ ŞEHİR
Eskiden Çıldır Gölü'nün dibinde bir şehir varmış. Buranın beyi Akçakala'da otururmuş. Çukurda kurulmuş olan bu şehrin, dokuz burma musluklu çeşmesi varmış. Bey "Gece gündüz çeşmeden su alanlar sakın çeşmeyi kapatmayı unutmasınlar yoksa şehri su basar" demiş. Şehirde kadın erkek bu buyruğa uyarmış. Bir gün akşamın karanlığı basmışken çeşmeden su doldurmakta olan bir kıza yedi yıldır gurbette olan ağabeyinin geldiğini müjdelemişler. Dokuz burma musluklu çeşmenin bir musluğundan su dolduran kız sevindiğinden evine koşup giderken burmayı kapatmayı unutur. O gece karanlığında çukur yerlerdeki evleri su basarken artık dokuz burmalı çeşmenin yeri de belli olmaz. Evi biraz yüksekte olanlar işin farkına varınca çoluk çocuğun elinden tutarak hiçbir eşya almadan yokuş yukarı kaçarlar. Ertesi gün şehirden ancak kilisenin kümbeti görülür ve akşama kadar onlarda sular altında kalır. Şehirden sağ kurtulup kaçanlar Akçakala adasına gelirler. Çıldır gölü işte dibindeki o dokuz burmalı çeşmenin suyundan ortaya çıkmıştır. Eğer (güneydeki) Taşbaşından bu gölün ayağı Zarşat'a doğru akmasaydı Akçakala adası ile öteki köyleri de su basardı.

UĞUZ ÇAYIRI VE UĞUZ DAĞI EFSANESİ
Eskiler der ki Gürcülükten bile önceleri Cınıvızlar (Cenevizli-Romalılar) daha görünmeden Uğuz dağı ile çevresindeki yaylalarda Uğuz (Oğuz) denilen çok iri yapılı bir millet yaşarmış. Bu Uğuzlar'ın bir beyi varmış ki bütün Ardahan ve Cavk da denilen Akhılkelek ile Zegan (Posof'un Ilgar ve Cin Dağı kesimleri ile Şavşat sınırlarındaki Arsiyan dağı etekleri) bunun mülkü imiş. Bu Uğuz'un dağı ile çevresinde ve Kura suyu üzerindeki kışlaklar bu beyin has otlağı imiş. Öteki dağlar ve anılan yerlerde o zamanlar hep çamlık ve ormanlık imiş. Uğuz dağının yanında her yıl 300 araba ot biçilmekte olan Uğuz'un çayırını bu bey her yaz bir Uğuz'a biçtirirmiş. Biçen adam buralarda yaylayan ve çok iri birisiymiş. Bu Uğuz, Uğuz çayırının 300 arabalık otunu bir günde hem biçer hem de yığarmış. Uğuz bir yaz günü buraları tırpan ile biçerken bacısı kendisine öğle yemeği getirir. Sıcakta biçen*le uğraşırken kendi terinin buğusu gözlerini bürüyen Uğuz çayırın gür bir yerinde kızgın kızgın çalışır. Bu sırada omzunda heybesiyle öğle yemeği getiren ve yanına yaklaşan bacısını gözü görmez ve otlarla birlikte onu da ikiye biçer ve bunu yaparken bile farkına varmaz. Kol başına geldiğinde bel den çıkarttığı masatını tırpanına vurmaya çalışan Uğuz bir de görür ki tırpanı al kana boyanmış. "Bir hayvanın canına mı kıydım" diyerek yazıklanırken hemen o kol boyunu dolaşır. Bir de ne görsün öğle yemeğini getirmiş olan bacısını ikiye biçmiş. Hiddetle masatı yere vurur aktaştan olan mastın yarısı çayıra saplanır. Bugün dışarıda kalan kesimi bir adam boyundan yüksektir. Ellerini yere vurup tırpanı da bırakarak hemen bacısının iki parçasını birleştirip masatın dibine gömer. Kendisi kederinden Uğuz dağının tepesine çıkar ve orada ölür.

KURŞUN ASKER EFSANESİ
Posof ilçesine bağlı secede de Kahraman Mehmetçik hudut karakolunda nöbetçidir. Kulağına sesler gelir ve karşı tepeden düşman görünür. Arkadaşları duysun diye silah atar, onlar gelinceye kadar düşman sarar. Ruslar kurşun yağmuruna tutulur. Bu köye "Kurşun Çavuş" denmiştir.

TEKÇAM EFSANESİ
İlimizin merkeze bağlı Ovapınar Köyü dağlarında bulunan ormanlık bir alan zamanla yok olur, ancak bir tane çam ağacına kimse dokunmaz. Geceleri ağacın etrafında mumların yandığını gören yöre halkı bu çam ağacının kutsal olduğuna inanır ve dilek dilemek için buraya gelir. Ancak bir gün çevredeki köylerden birinde yaşayan bir adam ağacı kesmeye karar verir. Ağacın yanına gelerek baltasıyla kesmeye başlar ve baltayı vurduğu yerden kan gelir. Ağacı kesmeye kararlı olan adam vazgeçmez ve ağacı keserek evine ***ürür. O günün akşamında bu bölgeye görülmemiş derecede bir yağmur yağar ve adamın yaşadığı köyden bir sel geçer. Sel köyden sadece bu adamın evini ve ailesini ***ürürken, başka kimseye zarar vermez Bugün ağacın bulunduğu yerde "Tekçam" denilen bir çeşme akmakta ve yöre halkı yağmur yağmadığı zaman buraya gelerek yağmur duası etmektedir.

:)

Eskiden hocalar maaş alamazlarmış, üç hoca bir eve misafir olmuşlar, akşam yemeği hafif yenir.Birisi yatsıdan sonra acıkmış, sayıklama numarası yapmış;
"Kapan geldi üç molla, dosta hediye yolla , yassuluğa helva gele,topar laha" demiş, ev sahibi cevap vermiş;
"Senin dediğin hağdur, o da bizde yoktur. Kavuğunu koltuğuna sığdur.Sayığla , dur sayığla."


MERTEK:)
Ölüm döşeğinde yatan adam çocuklarını çağırarak;
-Ben öldükten sonra mezarımın üzerini eski merteklerle (evlerin üzerini örtmekte kullanılan tahta) örtün der.
Çocukları bunun köylü tarafından hoş karşılanmayacağını ve kendileri için bir ayıp olduğunu söyleseler de adam eğer vasiyetini getirmezlerse hakkını helal etmeyeceğini söyler ve bir müddet sonra ölür. Bunun üzerine çocukları babalarının vasiyetini yerine getirir ve mezarın üzerini eski merteklerle örterler.
Toprağa verilen adamın yanına melekler gelir ve ilk sorgusunu yapacaklarını söylerler. Hazırlıklı olan adam meleklere çıkışarak;
-Bu ne biçim iştir kardeşim, kaç defa hesap vereceğiz.Beni hatırlamıyorsunuz, şu üzerimdeki tahtaları da mı görmüyorsunuz?Diyerek melekleri geri gönderir.

BUJLANMA:)

Annesi hastalanan adam, oldukça yaşlı olan annesini doktora ***ürür.Hastasını muayene eden doktor, nineye;
-Şikayetin ne teyze , diye sorunca,
Yaşlı kadın:
-Ayağlarım bujlaniyir oğlum der.
Bu yöresel terimden hiçbir şey anlamayan doktor bu sefer oğluna sorar.Adam
-Yani doktor bey,demek istediki;Ayağlarım gejerleniyir,tikine duramiyirim.

Gejerlenme-Bujlanma=Uyuşma

TÜRKÜLER
DİMME

Ardahan'ın yollarında
Güller açar bağlarında
Öyle bir yar sevmişim ki
Orıüç ondört çağlarında Eyvah dimme dimme nazlı yar dimme
Ben özüm sarhoş sen şarap verme Dimmeyi ben çayda gördüm
Elinden bir fayda gördüm
İki öptüm bir sevdim
Ondan vefayı da gördüm Eyvah dimme dimme nazlı yar dimme
Ben özüm sarhoş sen şarap verme Semavarı alıştırın
Maşa alıp karıştırın
Yarim benden küsüp gitmiş
Onu benle barıştırın Eyvah dimme dimme nazlı yar dimme
Ben özüm sarhoş sen şarap verme Semavarı al eyledim
Şekeri bal eyledim
O yar gelecek diye
Koçu kurban eyledim Eyvah dimme dimme nazlı yar dimme
Ben özüm sarhoş sen şarap verme

BU GELEN NAHIR MIDIR
Bu gelen nahır mıdır, Ay maral maral maral
Saralan tahıl mıdır, Kız mısın gelin maral
Dediler yarin gelir, Ay maral maral maral
Menzili yakın mıdır, kız mısın gelin maral
Bu dağda maral gezer, Ay maral maral maral
Telini tarar gezer, kız mısın gelin maral
Dağ bizim maral bizim, Ay maral maral maral
Avcı burda ne gezer, kız mısın gelin maral

GÖLELI GELİN
Hele sen Göle'nin neyini gördün
Altmış kız gelinin boyunu gördün
Sürüden ayrılan koyunu gördün Göle'li gelin, elleri kınalı gelin
Göle'li gelin edalı gelin
Kaşları gözleri sürmeli gelin On parmağın onu birden kınalı gelin
Göle'nin dağları, bağlı meşeli
İçlerinde biter, gül menevşe
Yardan ayrılması çetin bişedir. Göle'li gelin edalı gelin
Kaşlari gözleri sürmeli gelin On parmağın onu birden kınalı gelin
İçlerine girsem ne derler
Sevmedikleriyle alay ederler, Göle'li gelin edalı gelin
Kaşları gözleri sürmeli gelin Göle'nin dağlan, kardan geçilmez
Soğuktur suları bir tas içilmez Göle'li gelin edalı gelin
On parmağı birden kınalı gelin.

ÇAYDA ÇINAR AĞACI (TELLO)
Çayda çınar ağacı tello
Çift gezer iki bacı tello
Büyüğü hele mele tello
Küçüğü can ilacı tello Hop tello can tello can tello
Yaktın beni suna can tello Suda balık yan gider tello
Açma yaram kan gider tello
Buna tabib neylesin tello
Ecel gelmiş can gider tello Hop tello can tello can tello
Yaktın beni suna can tello Arpa çayın kenarı tello
Aktı söndü feneri tello
Ben bu derdi çekemem tello
Bölüşek yari yari tello
Hop tello can tello can tello
Yaktın beni suna can tello

ARDAHAN
Nasıl Metedeyim Ardahan seni
Düz ovan geniş, gezmek isterim
Bahar gelince çayır çimen açılır
Sanki gül bahçesi, türlü çiçek açılır. Yağ peynirinden, Anadolu geçinir.
Malı koyunları sürü sürü geliyor
Yaylan senindir, gönül eğliyor
Kız gelinin halay tutmuş oynuyor Dadalar sabaş söylüyor, davulcu vuruyor
Yayla suyun serin akıyor, neşe saçıyor
Nuri bu sözleri, böyle söyledi.
Gezdi dağı, bucağı gönül eğledi.

TOYUĞUM

Benim toyuğum ağıdı balam
Derisi dolu yağıdı balam
Dün bu zaman sağıdı balam
Seni yanaşın toyuğu tutan
Oğlanasan toyuğu çalan Benim toyuğum çil çildi
Kanatları tel tel idi.
Toyuğ değil bir fil idi.
Seni yanaşın toyuğu tutan.
Oğlanasan toyuğu çalan. Zübeyde hala çıhdı dama
Bir sağa bahdı bir de sola
Toyuğu tuttu attı dama
Adlanasan toyuğu tutan.
Oğlanasan toyuğu çalan.

AĞITLAR
1915 ARDAHAN AĞITI

Ardahan'ı dağıttılar
Onbin altın nakd ettiler
Bazıları kaçtı gece,
Kimi zehir diller içe,
Nazlı nazlı kız gelini,
Tipiler tuttu yolunu,
Camii, mescid doldu şivan
Kırdı nafı "Agop" "İvan"
Kırdılar bütün erleri,
Soldu açılmış gülleri
Beylerini çağırttılar
Yandı günahtan Ardahan
Yandın fizahtan Ardahan
Karlı dağlar açtı gece
Ne günler gördün Ardahan
Hani şenliğin Ardahan
Kazaklar büktü belini
Kız, gelin hani Ardahan
Yetim meskeni Ardahan
Orda kuruldu bir divan,
Hani zenginlerin Ardahan
Misafir seven Ardahan
Kazakları görüp sızlar,
Neler gördün sen Ardahan
Oldun hep viran Ardahan
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
GEVREK MALZEMELERİ: Un, kaymak, tuz (Malzemeler isteğe yada kişi sayısına göre ayrılır.ölçüsüzdür)
YAPILIŞI: Bir kapta kaymak, un ve tuz konularak kulak memesinden biraz yumuşak hamur hazırlanır. Yumurta büyüklüğünde kütler (pazı) hazırlanır. Oklavayla açılan yufkalar bir taraftanda orta ısıda hazırlanmış olan saçta pişirilir. Servisi peynir, çay, yada salatayla yapılır.

Yemeklerin hepsi birbirinden güzel ama benim favorim bu =D Yok böyle birşeyy yaa.. Bide anneannem yaptı mı o güzel elleriyle..ımmm :) Kendimi yemekten alıkoyamıyorum :P Yanında bal-kaymak olursa bide yeme de yanında yat :P Olsa da yesek şimdii ..:D
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
ARDAHAN
ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ

EVLENME :

Kız Saraflama (Zarraflama) :
Evlilik çağına gelen erkek çocuğun ailesi, çocuklarına ve ailelerine uygun bir gelin bulma arayışına girerler. Gelin adayı genellikle, evlilik çağına gelen evladın beğendiği, ailenin uygun bulduğu veya yakın çevreden tanıdıkların tavsiye ettikleri bir kız olur. Uygun aday bulunduğunda erkek tarafından kadınlar bir bahane bularak kız evine gider, kızın kendi aileleri için münasip olup olmadığını araştırırlar. Bunun içinde çeşitli oyunlar denerler. Kızın gözlerinin sağlamlığını öğrenmek için iğneye iplik taktırırlar; uzaktan konuşmaya çalışarak kulaklarının iyi işitip işitmediğini, evin temizliğine bakarak kızın çalışkan olup olmadığını öğrenirler. yemeklerine bakarak maharetli olup olmadığını anlarlar.
Kız İsteme :
Uygun gelin adayı bulunduğunda kız tarafına haber gönderilerek kız istemeye gidilir. Erkek tarafı münasip bir dille ziyaretin amacını dile getirir. Bunun üzerine kız tarafı düşünmek için süre ister. Bu süre içerisinde yakınlarının düşüncelerini alır ve erkek tarafı hakkında gerekli araştırmaları yapar. Eğer yapılan araştırmalar müspet olursa erkek tarafına haber gönderilerek yeniden davet edilir.


Beh Takma :
Bu davet üzerine erkek tarafından kız istemeye giden kişiler, tekrar kız evine giderler. Erkek tarafı kız evine giderken yanlarında �beh� denilen ve manevi değeri olan eşyalardan oluşan bir hediye paketi götürür. Kız tarafı da aynı şekilde kendi �beh� ini hazırlar. Kız tarafı gerekli ikramları yapar ve sonunda karşılıklı olarak �beh�ler verilerek şerbet içilir.
Söz Kesme :
Söz kesme olayı genelde �beh takma� işinden 3-4 hafta sonra olur. Söz kesme işinde nişan tarihi, çeyiz miktarı başlık parası, şişlik ve diğer eşyalar konuşulur, düğüne ne kadar atlı getirileceği karara bağlanır. Bu iş her iki tarafın vekil ettiği kişilere tarafından karara bağlanır.
Nişan :
Erkek tarafı söz kesme sırasında belirlenen tarihte, kararlaştırılan nişan hediyelerini alarak kız evine gider.Nişan veya düğün için erkek tarafından kız tarafına gidenlere �atlı� denir. Bu isim, bu kişilerin kız evine atla gitmelerinden kaynaklanır. Nişan için erkek tarafı genellikle altın, bilezik, yüzük gibi ziynet eşyaları ile elbiselik ve ayakkabı gibi giyecekler götürür. Kız tarafı da kızın kendi el emeği olan çorap, atkı, kazak, başlık gibi eşyalardan misafirlere hediye eder. Ayrıca bu hediyelerden damat adayına da gönderilir. Nişan sırasında gelin misafirlere nişan şerbeti ikram eder, atlılar da karşılığında �şerbet parası� olarak bir miktar para verirler
Başlık-Şişlik:
Geleneksel düğünlerde erkek tarafından kız tarafına ödenen �başlık� geleneği, günümüzde artık sürdürülmemektedir. Başlıkla birlikte erkek tarafı, düğün hazırlıkları için kız tarafına �etlik ve şişlik� olarak koyun, sığır ve yemeklik eşyalar verir.
DÜĞÜN ( TOY ) :

Atlı Yığma : Düğün hazırlıkları tamamlanıp düğün günü geldiğinde davet edilen atlılar erkek evinde toplanırlar. Yaşlılar aşıkların bulunduğu odaya, gençler ise davul-zurnanın çalındığı yere götürülür. Atlılar düğün evinin uzağında karşılanır, atlı havası ile düğün evine getirilir, düğün evindeki eğlenceden sonra akşam vakti gelince de komşular tarafından gece yatısına götürülür. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra kız evine doğru yola çıkılır. Kız evine yaklaşıldığında o yörenin delikanlılarınca gelenler karşılanır.
Kına Gecesi :
Kına gecesi, gelinin baba evinde geçireceği son gece olup, bu gecede gelinin eline kına yakılır. Kına yakılmadan önce gelen misafirlere çerez, şeker, helva gibi ikramlarda bulunulur. Sonra gelin; kına yakılacak odaya tabaklar içinde yanan mumlar taşıyan genç kızların eşliğinde gelir ve orta yerde bir sandalyeye oturtulur. Gelinin kınası başı bozulmamış ( dul olmayan ) bir kadın tarafından hazırlanır. Genç kızlar ve kadınlar ayrılık, hasret kokan mani ve türküler söylerler. Odadakiler mani ve türkülerini söylerken gelinin kınası yakılır ve yine başı bozulmamış bir kadın tarafından sarılarak bağlanır.
Nikah töreni bittikten sonra çeyiz yayma işlemine geçilir. Çeyiz sandıkları ve bohçaları odanın orta yerine konulur. Erkek ve kız tarafının çeyizleri ayrı ayrı yazılarak değerleri belirlenir. Bu liste iki nüsha olarak hazırlanır. İmam, muhtar ve iki şahit tarafından imzalanarak biri erkek tarafına diğeri kız tarafına verilir.
Gelin Götürme :
Kız evinden oğlan evine hareket günü geldiğinde, sabah erkenden araçlar hazırlanır. Araç olarak kışın at kızakları(zanka) yazın ise atlı arabalar hazırlanır. Gelin evden çıkarken � gelin ağlatma � havaları çalınır. Kızın annesi hem ağlar hem de kızına öğütler verir. Kızın erkek kardeşi ise gelinin beline gümüş kemer bağlar. Kemeri bağlayana toy babası veya sağdıç tarafından bahşiş verilir. Gelinin yüzü al renkli ipek bir duvak ile örtülür ve gelin, iki yengesi tarafından itina ile getirilerek gelin arabasına bindirilir. Dualar ile yola çıkarılarak oğlan evine getirilir.
Gelin Karşılama :
Gelin alayı düğün evine geldiğinde gelinin ayağını basması için bir bakır kazan ters çevrilir ve üzerine tahta kaşık veya çay bardağı konulur. Gelin inerken buna basar ve kırmaya çalışır. Kıramaması uğursuzluk sayılır.Gelin iki yenge tarafından arabadan indirilirken damat ve sağdıç, daha önce hazırladıkları bozuk para ve çerezleri onların çevresine atarlar. Bu arada gelin inerken kaynana da gelinin önünde oynar. Gelin eve geldikten sonra çalgılar çalınır, oyunlar oynır. Gece damadın arkadaşları ve gelen atlılar sağdıcın evinde toplanır, güvey tıraşı yapılır. Bu eğlenceler gece yarısına kadar sürer.
Duvak Açma :
Ertesi gün kuşluk vaktinde duvak açma töreni yapılır. Gelin düğün yerinde ortada bir sandalyeye oturtulur. Başında duvağı bulunur. Çalgılar çalar, oğlan sağdıcı �beşaçılan�, �karabağ� ve � hançerbarı� oyunlarından birini gelinin etrafında dönerek oynar. Bir yandan da elindeki hançer ile gelinin duvağını yavaş yavaş açar.
Gelinin Takdimi ve Yüz Görümlüğü :
Duvak açma töreni bitip herkes dağıldıktan sonra ev halkı toplanır. Kız yengesini temsilen bu işi yapacak kadınlardan biri orta yere gelir, elini havaya kaldırarak çalgıcıları susturur. Ya sözle ya da türkü makamı ile şöyle der:


Gelin diyer yoktur atam
Koyunum yok koça katam.
Bu söz üzerine kayınpeder öne çıkarak :
Men kaynatan senin atan,
Gelin hoş geldin hoş geldin,
Yavrum hoş geldin hoş geldin,
Bize hoş geldin hoş geldin,
Dedikten sonra �Benim tarafımdan gelin kızıma on tane kuzulu koyun, nesilden nesile onun olsun� diyerek gelinin yüz görümlülüğünü verir.Bu olay sırayla kaynana, kayınbirader ve görümce için de yapılır. Yüz görümlülükleri verilerek yenge ve sağdıçlar da alınarak bar tutulur ve düğün sona erer.
Sini Kaldırma :
Ardahan�da yerli köylerinde yapılan geleneksel düğünlerdeki adetlerden biri de �Sini Kaldırma�dır. Kız tarafında yapılan eğlencelerden biridir. Kız babası köy halkına ve erkek tarafından gelen misafirlere ziyafet vermek için hazırlıklar yaparken, gelin de kız sağdıcının evinde hazırlanır. Bu arada gelin ve damadın akrabaları, köy halkı ve çalgıcılar kız sağdıcının evinin önünde toplanırlar. Kızın giysilerinden yedi adet alınarak yedi bakır siniye konur ve üzeri renkli ipekten örtülerle örtülür. Yedi sini yedi delikanlıya verilir. Önde davul zurna, onun arkasında kız sağdıcı-gelin-oğlan yengesi bulunur. onların arkasında da sırayla sinileri taşıyan gençler, korumalar ve köy halkı olmak üzere bir konvoy oluşturulur. Oğlanın yengesinin, gelin ve kız sağdıcının başları kapalı olur. Ziyafetin verileceği yere doğru yola çıkılır. Yol boyunca çeşitli oyunlar oynanır, havaya fişekler atılarak ziyafet yerine gelinir. Bu olaya �Sini Kaldırma� denir.
Şah Bezeme :
Sini kaldırma olayına benzer bir gelenek de Terekeme (Karapapak) köylerinde düğünlerde yapılan �Şah Bezeme� geleneğidir. Bu geleneğin uygulandığı köylerde �Şah� denilen 70 cm uzunluğunda, yanlarına ağaç görünümü vermek için 7 veya 9 dal çakılan ağaçtan yapılma bir araç bulunur ve en son düğün kimin evinde yapılmışsa bir sonraki düğüne kadar orada saklanır. Şah, düğünlerde meyve ve şekerlerle belli bir usule göre süslenir. Oğlan şahı ve kız şahı olmak üzere iki şah bezenir. Oğlan şahının masraflarını damadın sağdıcı, kız şahının masraflarını ise kız sağdıcı karşılar.Şah bezeme işini, bölgede bu konuda uzman olan bir kişi yapar. Bunun karşılığında da kendisine münasip hediyeler ödenir. Şah bezenirken Türkler için önemli kabul edilen 3-7-9 ve 40 sayılarına dikkat edilir, Şah�ın dallarına 7,9 veya 40 çeşit meyve, şeker vs asılır.
Kız şahı sade olmasına rağmen erkek şahı oldukça ihtişamlı ve görkemlidir. Kız şahı, kına gecesinin ertesinde kız sağdıcının evinden, sağdıcın erkek kardeşi ve yakınları tarafından çalgılar ve pehlivanlar eşliğinde alınarak oğlan sağdıcının bulunduğu kız evine getirilir. Kız şahını teslim alan oğlan sağdıcı, kız sağdıcına �Hilat� denen münasip bir hediye verir. Sonra da şah üzerindeki meyve ve şekerlerin bir bölümünü orada bulunanlara ikram ederken bir bölümünü de damat için ayırır.
Oğlan şahı ise daha şatafatlı bir törenle getirilir. Gelinin oğlan evine inmesinden sonra damat, sağdıç ve arkadaşları sağdıcın evine gider, orada eğlenirler. Düğün akşamı toy babası gelir ve bağırarak şah alayının kurulmasını ister. Bunun üzerine meşaleciler gündüzden hazırlanan meşaleleri yakarak yolun sağında ve solunda sıralanırlar. Yolun ortasında; önde davul-zurna, bunların arkasında şah ve şah bekçileri, damat ve sağdıç, korumalar olmak üzere şah alayı oluşturulur. Damat ve sağdıcın ağzı mendil ile kapatılır. Konvoyun arkasına orada hazır bulunan köy halkı geçer, damadın evine kadar oyun ve türküler eşliğinde gelinir.
TARLA SÜRME (KOTAN VE MOĞDAMLIK) :

Ekonomisi tamamen tarım ve hayvancılığa dayanan yöremizde tarımsal faaliyetlerin de kendine has özellikleri ve güzellikleri vardır. Teknolojik gelişmelerin henüz yöreye gelmediği dönemlerde, işler tamamen insan ve hayvan gücü ile yapıldığı için oldukça zor olur ve uzun zaman alırdı. Bu zorlukları aşmak için insanlar; kendi aralarında yardımlaşırlar, işleri eğlenceli hale getirmek için de mani ve türküler söyler, birbirlerine şakalar yaparlardı.
Bu geleneklerimizden biri de kotan sürme ve moğdamlık geleneğidir. Yörede daha önce pullukla sürülen tarlalar daha sonra Rus köylülerinin yöreye getirdiği �kotan� ile yapılmaya başlanmıştır. Kotan toprağı çok derin ve geniş işlediğinden duruma göre kotana 8 ile 12 çift öküz koşulması gerekmektedir. Bu kadar öküz her ailede bulunmadığından birkaç aile birleşerek tarlalarını ortak sürerler. Yörede bu duruma �moğdamlık � denilir. Kotan � karakotan � ve � demirkotan � olmak üzere iki çeşittir. Karakotana 10-12 çift öküz veya manda koşulur, demir kotana ise 8 çift öküz veya manda koşulur. Kotanlar iki bölümden oluşur: Toprağı süren kısma kotan, önündeki tekerlekli kısma ise horazan denir.Kotan sürme gündönümünden sonra ( 22 Haziran ) başlar ve ot biçimine kadar sürer ( Ağustos ayına kadar ). Halk takviminde de bu döneme kotan ayı denir.
Kotan sürümü zor ve külfetli olduğundan birden fazla kişinin çalışması ile yapılır. Kotanda çalışan kişiler macgal, hodağ ve öküzcü olmak üzere üç gruba ayrılır. Macgal kotanın yetkili kişisidir. Kotanı sapından tutarak yönetir. Kotanın sapına � mac � denir ve �macgal� ismi de buradan gelir. Hodağ ise kotanda öküzleri süren çocuklara denilir ve sayıları, koşulan hayvan sayısına göre değişir. Görevleri öküzleri boyunduruğa koşmak, sürmek ve boyunduruktan açmaktır. Her hodağ iki çift öküzden sorumludur. Hodakların en kıdemlisine ise �Harazan Hodağı� denir. Öküzcüler ise öküzlerin bakımından, otlatılmasından ve kotanın bekçiliğinden sorumludurlar. Öküzcü, gece öküzcüsü ve gündüz öküzcüsü olmak üzere ikiye ayrılır.
Halk takvimine göre kotan ayının gelmesi ile birlikte herk etmek üzere kotana çıkılır. Kotana çıkma günü perşembe ve cuma olarak seçilir. Bu günün sabahında kotana gidecek öküz ve manda (camuşlar) gündüz öküzcüsüne teslim edilir. Kotan sürmede gereken malzemeler arabaya yüklenir. Hep birlikte tarlaya gidilir. Genelde İlk olarak kotan sahibinin tarlasına gidilir. Kotan sürmeye �kuş ötümü� ile başlanır. Kuş ötümü imsaktan yarım saat önceye denk gelir ve bu da gece iki buçuk üç civarıdır. Kotan sürme işi günde 16 ile 18 saat sürer ve akşam güneşi ile sona erer. Aralarında moğdamlık kuran kişiler gün hesabı üzerinden anlaşırlar. Kotan sürümünde tarla sahibi kim ise yemeği de o getirir. Kotan sürme işini daha eğlenceli kılmak ve uyku gelmesini önlemek için değişik şakalar yapılır, mani ve türküler söylenir.
Kotan sürerken söylenen şiirlere ise �horavel� denir. Horeveller macgalın �hey hey hey � demesi ile başlar ve kıtanın sonunda hep birlikte �hoo hoo hoo � denir. Horeveller bazen �güzelleme� bazen �atışma ve sataşma �şeklinde olur. Bazen de neşe verici, uyku dağıtıcı özellikte olur. Kotan sürme işinin tamamlanıp bitirilmesine �Kotan Açma� denir. İşler tamamlanınca o gece tarlada yatılır. Sabah olunca kotan çalışanları çevreden çiçek, kımı ve yemlik gibi yenilen bitkilerden toplarlar. Eşyalar toplanır ve arabaya yüklenir. Öküzler kotana koşuldukları sıraya göre koşulurlar. Macgal arabanın en iyi ve en rahat yerine oturur. Öküzlerin boyundurukları çiçeklerle süslenir ve türküler söylenerek eve doğru yola çıkılır. Kotan sahibinin evine gelinir, yemek yenilir. Macgal, çocukların gözlerinden öperek gönüllerini alır. Herkes malzemesini alarak evlerine döner.
SAYILI GÜNLER :

Halk arasında, yıl içerisinde dönüm noktası olarak kabul edilen bazı sayılı günler vardır. Bu günler ya uzun yıllar gözlemlenen hava olayları ya da bu dönemlerde önemli bir olayın yaşanması sonucunda ortaya çıkmıştır. Halk arasında sayılı günler şunlardır:
Gün Dönümü:
Gün dönümü kiraz ayının 9. günüdür (22 Haziran). Bu tarihten sonra hava iyice ısınır. Bu nedenle sebze ekimi bu tarihten sonra yapılır.
Eyyam-Bahur:
Halk takvimine göre kotan ayının 18. günü başlayan (Ağustosun ilk haftası) haftada bunaltıcı sıcaklar yaşanır. Bu günlerde çobanlar sürülerini gölgelik yerlerde tutmaya çalışır.
Erbain:
Kasım mevsiminin ilk 44 gününde havalar pek sert olmaz ve bu döneme �pastırma yazı� denir. Bu tarihten sonra başlayan ve 40 gün süren kuru ayaz ve şiddetli soğukların yaşandığı �Erbain� dönemi (Kara kışın 9. günü) başlar. Ölümlerin en çok bu dönemde yaşandığına inanılır.
Hamsin:
Erbainden sonra gelen 50 günlük dönemdir. Havalar bu dönemde oldukça değişkendir. Halk arasında �Hamsin, kâh üşü,kah ısın.� sözü buradan doğmuştur. Halk takvimine göre zemheri ayının 18� inde (31 Ocak) başlar, döl dökümünün başında (21 Mart) sona erer.
Hıdrellez Tipisi:
Halk takvimine göre zemheri ayının 27�sinde (10 Şubat) başlayan ve yaklaşık 1 hafta süren tipilere �Hıdrellez Tipisi� denir.
Cemreler:
ilkbaharda yaşanan; havada, suda ve toprakta meydana geldiğine inanılan sıcaklık yükselmelerine denir. Birinci cemre gücük ayının 13�ünde (20 Şubat) havaya düşer. Havada bir hafta kaldıktan sonra gece yarısı suya düşer. Suda bir hafta kaldıktan sonra toprağa düşer ve bu tarihten sonra havalar ısınır.
Berd�ül Acüz- Kocakarı Soğukları- Nenenin Gıdikleri- Harç-Borç:
Bu dönem gücükün son dört günü ile döldökümünün (mart) ilk üç gününü kapsar. Normalde havaların ısınmaya başlamasına rağmen bu haftada hava çok soğuk olur. Bunun da bir hikayesi vardır:
�Çok eski tarihlerde, bir köyde oğlakları (Gıdik) çok sevdiği için koyun yerine keçi besleyen bir nine yaşarmış. Her yaz yaylaya çıkan nine, bir sene zamanı gelmediği halde havaların ısınmasına aldanarak gücük ayının sonunda yaylaya çıkar. Bir iki gün yaylada kalır ve havaların sıcak olması hoşuna gider. Bunun üzerine kış ayı ile alay eder ve kış ayı 4 gün 4 gece kar yağdırıp tipi estirir (gücükün son dört günü). Ancak nine ve oğlakları (Gıdik) ölmeyince kış, döl dökümü ayından (mart) üç gün borç alır, 7 gün 7 gece fırtına estirir, nine ve gıdikleri ölür.
Mart�ın Dokuzu- Leylek Fırtınası:
Halk takvimine göre döl dökümü (mart) ayının sekizini dokuzuna bağlayan gece Hacı Leylek gelir. Gelirken de beraberinde kar ve tipi getirir. Bir gün önce iyi olan havalar o gün soğuk olur.
Abril�in Beşi :
Yağmur ayının beşi (18 Nisan) hava çok soğur. Bu gece genç hayvanlar hariç, bütün hayvanlar ahırlarda beslenir. Zira bu soğukta kıştan yeni çıkan ve bünyeleri zayıf olan hayvanların dayanamayacağına inanılır. Bu günün diğer bir ismi de Camuş (Manda Kıran) dır.
Sitte-İ Sevr:
Yağmur ayının 9�unda (21 Nisan) başlayan ve 6 gün süren soğuk ve fırtınalı günlere denir. Bu günlerle ilgili olarak �Sitte-i Sevür, kapıyı çevür.� diye bir cümle bulunmaktadır.
YAĞMUR YAĞDIRMA GELENEKLERİ:
Ekonomisi tamamen tarım ve hayvancılığa dayanan yörede, hava koşulları büyük önem taşımaktadır. İlkbahar ve yaz aylarında havaların yağışlı olması tarımsal üretimde verimi arttırırken hayvan hastalıklarının azalmasına ve hayvansal ürünlerin artmasına neden olur. Bu yüzden kurak geçen dönemlerde insanlar yağmur yağması için çeşitli çarelere başvurmuştur. Bunların arasında; yağmur duasına çıkma, garip mezarından bir taş alarak suya bırakma, godi godi gezdirme, siyah bir eşek bularak suda yıkamayı sayabiliriz.
Yağmur Duası :
Yağmur yağmadığı zaman insanlar perşembe veya cuma günleri yağmur duasına çıkarlar. Yağmur duası için şehitlik, türbe veya o yörede kutsal olduğuna inanılan yerlere gidilir. Yağmur duasına gitmeden bir gün önce koyunlar ve inekler yavrularından ayrılır. Herkesten ekonomik durumuna göre yiyecek malzemesi alınır ve bunlar duanın yapılacağı gün kadınlar tarafından dua yerinde pişirilerek yemekler hazırlanır. Dua perşembe günü yapılacaksa öğle namazından sonra, cuma günü yapılacaksa cuma namazından sonra camiden çıkan cemaatle birlikte dua yerine gidilir. Dua okunur ve çobanlar tarafından getirilen hayvanlar yavruları ile buluşturulur. Sofralar kurulur, yemekler yenir, sahipsiz kedi ve köpeklerin payları ayrılır. Kuraklığın durumuna göre bu olay birkaç defa tekrar edilir.
Godi Godi Gezme :
Yağmurun yağması için başvurulan çarelerden biri de �Godi Godi Gezme�dir. Bu olay kuraklığın durumuna göre çocuklar veya büyükler tarafından yapılmaktadır. Süpürge veya kepçeden bir bebek yapılır, kapı kapı dolaşılarak yiyecek toplanır. Toplanan yiyecekler pişirilip bir kısmı fakirlere dağıtılır, bir kısmı da hep birlikte yenir ve dualar edilir.
Hazırlıklar tamamlandıktan sonra kafile başkanı, taşıyıcılar, arap ve diğer görevlilerden oluşan kafile �Godi Godi� gezmeye başlar. Önder kafilenin başkanıdır ve idare onun elindedir. Toplanan yiyecekleri muhafaza eder, pişirilmelerini sağlar. �Çömçe Gelin� yapılmışsa tek başına taşır. Taşıyıcılar; ellerinde taşıdıkları kaplara topladıkları yiyecekleri koyar ve dolaşırlar.
Arap; kafilenin en ilgi çekici üyesidir. Arap rolünü alan kişi elini yüzünü kömür ile karalar, üzerine uzun bir entari giyerek Araplara benzer. Bunların dışında Süpürge Gelin�i taşımak için görevliler bulunur. Kafile önde, taşıyıcılar arkada yola çıkılır. Dolaşmaya en mert evden başlanır ve sırasıyla tüm köy dolaşılır. Kafile bir kapıya geldiğinde kapı çalınarak, hep bir ağızdan tekerleme söylenir:
YÖRESEL YEMEKLER:

Çorbalar Yemekler Tatlılar Hamur İşi
Un çorbası
Kesma Aşı
Höre Aşı
Keleçoş
Cinar çorbası
Kelemkeşir çorbası
Puşruk Aşı
Ayran Çorbası
Süt Çorbası
Evelik Çorbası
Pışırık Aşı
İşkembe Çorbası
Kaygana
Peynir Eritme
Mısır Papası
Haşil
Gaşo
Könbe
Sinor
Bozbaş
Lalanga
Evelik Sarması
Buglama
Kelle paça
Kuymak
Hasuda
Kurut
Lokma
Un helvası
Sütlaç
Şekerleme
Etli Hengel
Kayıtma
Gevrek
Lokum
Bişi
Feselli
Kete
Mafiş
Kül pağaça
Karnı çırık
Pileki ekmek
Gaçabur
Erişte
Kesme makarna
YÖRESEL GİYİM:


ERKEK GİYİM BAYAN GİYİM
Akalık
Mugay papak
Körüklü Çizme
Kilot pantolon
Deri Papak
Sallama Kemer
Arkalık - Mahmud
Bezment
Badış Çorap
Çalçuha
Karabağ Çarık
Arkalık
Dinge
Poturlu Entari
Yelek
Gümüş Kemer
Abbası Kemer
Kundra Ayakkabı
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Ardahan'ın bütün yörelerinde hemen hemen aynı oyunlar oynanır. Enstrüman olarak genellikle davul ve zurna, Kafkas oyunlarında ise Akordeon ve Nagara adı verilen davul kullanılır. Ardahan yöresi genelde halay ve bar şekli oyunlar oynar. Bu oyunların oynandığı toplumsal olaylar ise şöyle sıralanabilir; düğün, nişan, asker uğurlama, üzüntü, sevinç gibi duyguların ifade edildiği durumlar. Yöremizde oynanan belli başlı oyunlar ise şunlardır.

BAR OYUNLARI TEK OYUNLAR
Ağır Bar
Sallama
Temur Ağa
Nare
Lorke
Şeker Oğlan
Kaçıke
Tavuk Barı
Gazelo
Hoş Bilezik
Haran
Döne
Kıskanç
Kürdün Kızı
Ardahan'ın Yolları
Hafif Bar
Paşa Göçtü
Sarı Seyran
Ondört
Şeyh Şamil
Ay Gizli Bir Mezara Doldurur
Beş Açılan
Karabat
Hanım Yaylada

NELERİ İLE ÜNLÜ:
Kaşar Peyniri, Çıldır Gölü

İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Ardahan İli yaklaşık 3000 yıllık bir geçmişe sahip olup, M.S.628 yılında Hazar Türklerinin bir kolu olan Arda Türklerinin eline geçerek Ardahan adını almıştır.
 
Top