17. yy Klasik Türk Edebiyatı Nesir yazarları

Suskun

V.I.P
V.I.P
17. yy Klasik Türk Edebiyatı Nesir yazarları


17. yüzyıl klasik Türk edebiyatı; Nefi, Nabi ve Şeyhülislam Yahyâ gibi tanınmış divan şairlerinin yanında, Evliya Çelebi, Naima ve Kâtip Çelebi gibi önemli nesir yazarları da çıkarmıştır. Bu dönem, toplumsal ve iktisadi alanlarda büyük bir karmaşanın içine giren Osmanlı İmparatorluğu'nun Gerileme Dönemi'ne rastlar. Dönem içerisinde her ne kadar, belirli münşilerden (düz yazı yazanlardan) bahsedilse de; bu dönemdeki nesir yapıtlar klasik tarzla sınırlı değildir. 17. yüzyılda İstanbul’daki Floransa konsolosu sekreteri Filippo Argenti, İtalyan papazlarından Pietro Ferraguto (1580-1656) gibi yabancıların Türkçeyi iyice öğrenip, nesir alanında önemli Türkoloji çalışmaları yaptıkları bilinmektedir. Ayrıca “Cizvitlerin misyonerlik faaliyetleri için” matbaa kurdukları ve bu matbaanın 1703’te kapatıldığı söylenmektedir.

17. yüzyıl klasik Türk edebiyatında nesir geleneği, önceki yüzyıllarda ortaya çıkmış olan sade, orta ve süslü nesir üslubu kullanma alışkanlığını devam ettirmiştir.Bu yüzyılda en önemli mensur (düz yazı) yapıtlar, şair tezkireleri (biyografi), gezi yazıları ve bibliyografik eserlerdir. yüzyılın önemli mensur eserlerinden sayılan tezkireler, genellikle süslü bir dille meydana getirilmiştir.


Biyografik eserler

17. asır tezkireler bakımından zengin bir dönemdir. Bu dönemde Riyâzî Mehmet Efendi, Fâizî ve Rıza gibi müellifler (yazarlar) tarafından yazılan tezkirelere rastlanır. Bu tezkirelerin en önemlileri Riyâzî'ye ait olan, Riyâzü'ş-Şuarâ ve Fâizî'nin Zübdetü'l-Eş'âr adlı şairler tezkiresidir. Ayrıca bu dönemde yazılmış Rıza Tezkiresi de önemli bir başvuru kaynağı olup, Fatih'ten IV. Murat'a kadar olan şair padişahlarla 1591 tarihinden tezkirenin yazarı Rıza'nın dönemine kadar yetişen şairlere yer vermiştir.[5] Bunun yanında Güftî'nin Teşrifatü'ş-Şu'arâ adlı bir tezkiresi olsa da; bu eser mensur değil; manzum bir biçimde kaleme alınmıştır.

Dönemde bir diğer söz edilmesi gereken yazın ürünleri de zeyillerdir (ekler). Zeyiller daha önce yazılmış tezkirelere yapılan eklemeler olarak tanımlanır. Dönemin önemli zeyillerini Yümnî ve Seyrekzâde Âsım yazmıştır. Ayrıca Kanuni'den 1634'e kadar olan sürede yaşayan bilgin, şeyh ve şairlerin hayatının anlatıldığı Hadâiku'l-Hakâyık fî Tekmileti'ş-Şakâyık adlı biyografik eser Mecdî'nin Hadâiku'ş-Şakâyık'ına Nev'îzâde Atâyî tarafından yapılan zeyildir.


Riyâzî Mehmet Efendi (Riyâzî)

Riyâzî, 1572'de Birgili Mustafa Efendi'nin oğlu olarak Mekke'de doğmuştur.Yenişehir, Halep, Şam, Kudüs ve Kahire kadılıklarında bulunmuştur. 1644'te İstanbul'da ölmüştür. 1602 yılında doğan oğlu Riyâzî-zâde bir divan şairidir.


Riyâzü'ş-Şuarâ

Riyâzî, 17. yüzyılda yaşayan nesir ustalarından biridir. Bunun yanında klasik şiirle de uğraşmış, bir divan oluşturabilecek kadar şiir yazmıştır.[8] Yazarın düz yazı konusundaki ustalık eseri Riyâzü'ş-Şuarâ adındaki -tezkire türündeki- yapıttır. Riyâzü'ş-Şuarâ 1609'da tamamlanıp; dönemin padişahı 1. Ahmet'e sunulmuştur. Eserde 15. yüzyıldan başlanarak 17. yüzyılın ilk yarısına kadar yaşayan dört yüz dolayında şair, şiir örnekleriyle birlikte tanıtılmıştır. Şair ve bu eseri hakkındaki en önemli çalışma Prof. Dr. Namık Açıkgöz tarafından yapılan yüksek lisans tezidir.

Diğer eserleri: Riyâzî Divânı, Sâkînâme (Mesnevî), Düstûrü'l-Amel ve Siyer.


Kafzâde Fâizî

Fâizî veya Kafzade Abdülhay Çelebi; 1590 veya 1592 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelmiştir. Müderrislik gibi yönetimsel görevlerde bulunan Fâizî, Selanik kadılığı sırasında görevinden alınmıştır. Bu sırada başkent İstanbul'da çıkan ayaklanma ile Genç Osman öldürülmüştür. Bu olayın şairde derin izler bıraktığı ve şairin 32 yaşında ölümesinin sebebinin bu olaya karşı hissettiği acının olduğu iddia edilmiştir. Şair öldüğünde o dönem yazmakta olduğu Leyla vü Mecnun adlı mesnevisi de yarım kalmıştır. Döneminin usta şairlerinden biri olarak gösterilen şairin, Nefi ile karşılıklı hicivleri vardır. Şair şiir alanındaki başarısının yanında önemli bir nesir yazarı olarak da tanınmıştır.


Zübdetü'l-Eş'âr

Zübdetü'l-Eş'âr, Fâizî'nin antoloji nitelikli bir tezkiresidir. 15. yüzyılın ikinci yarısından, kendi zamanına kadar yaşamış 500 şair ve 14 kadın şairi alfabetik sıra ile ele almıştır. Bu esere ek olarak (zeyl) yazılmış Yümnî ve Âsım'ın tezkireleri vardır. Âsım'ın zeylinde 123 adet daha şair tanıtılır. Bir diğer ek olan Yümnî'nin zeyli ise şairin 1622'de vefatıyla birlikte tamamlanamamıştır. Bu ek daha sonra Ali Emiri Efendi tarafından tamamlanmıştır. Eser üzerindeki en önemli çalışma Yrd. Doç. Dr. Bekir Kayabaşı tarafından yapılan doktora tezi çalışmasıdır.

Diğer eserleri: Fâizî Divânı, Leylâ vü Mecnûn, Sâkînâme.




Gezi yazıları


Evliya Çelebi



Evliya Çelebi, 25 Mart 1611'de Unkapanı, İstanbul'da doğmuştur. Aslen Kütahyalı olup, ailesi İstanbul'un Fethi'nden sonra İstanbul'a taşınmıştır. Ayrıca kendisi aile soyunun Hoca Ahmet Yesevi'ye dayandığını söyler. Evliya Çelebi'nin babası Mehmet Zilli Efendi, sarayda kuyumcubaşılık yapmıştır.

Evliya Çelebi, sarayda iyi bir eğitim almış, Kur'an-ı Kerim'i ezberleyerek hafız olmuştur. Sarayda önemli bir mevkiye getirileceği bir sırada, kendi deyimiyle: 1630 yılının 10. Muharrem günü beyne'n-nevm ve'l-yakaza (uyku ve uyanıklık arasındaki bir rüyada) Muhammed bin Abdullah tarafından kendisine seyahat müjdelenmiş ve 50 yıllık seyahatine İstanbul'dan başlamıştır.

Seyahatnâme

Seyahatnâme, 10 ciltlik bir yapıttır. Eser dil, coğrafya, sosyoloji, folklor ve edebiyat yönünden bolca malzeme içerir. Evliya Çelebi, seyahatine İstanbul'dan başladığı için Seyahatname’nin birinci cildinde İstanbul’u anlatır. İstanbul’un kuruluşundan Evliya Çelebi’nin yaşadığı zamana kadar olan dönem; tasvirler ve hikâyelerle anlatılmaktadır. Çelebi gezisi boyunca; Rumeli ve Anadolu'yu gezmiş, birçok savaşa katılmıştır. Gezdiği yerler arasında Teselya, Selanik ve Arnavutluk gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun o dönemki sınırları içerisinde olan yerler de vardır. Seyahatnâme gezi içerikli bir kitap değildir, yer yer toplumsal eleştiriye de yer vermiştir. Örneğin kitapta yer yer: Yeniçeri ağası gece gündüz sarhoş bir hâldeydi. Askerleri de onu örnek alıyorlardı. Kale sahipsiz kalmıştı. Osmanlı Devleti'nde iç karışıklıklar oluyordu.
 
Top