Türk Tarih Tezi

wien06

V.I.P
V.I.P
“Türk Tarih Tezi” bir millet olarak varolabilme çabasının ürünüdür. Tarihin bir ulus için öneminin farkında olan Atatürk tarafından desteklenen “Türk Tarih Tezi” çalışmaları Osmanlı tarih yazımının mirası olan İslam merkezli tarih yorumlarına ve Avrupa merkezli tarih yorumlarına karşı yazılmıştır.

“Türk Tarih Tezi” içerik olarak oluşturulan önermeler doğrultusunda Türklerin üstün insanlar olduğu, büyük Türk denizinin kıyılarında Orta Asya’da bir şehir uygarlığı kurduğu ve Avrasya’nın eteklerine uzanarak uygarlıklarını Hindistan’a, Çin’e, Akdeniz’e kadar yaydıklarını, Yunanistan’ı ve Avrupa’yı da buna dâhil ettiklerini içermiştir. Tarih tezi doğrultusunda yazılan 1930-1942 tarih ders kitaplarında Türklerin Orta Asya’ya kadar uzanan köklü bir geçmişlerinin olduğu vurgulanarak yeni Türk devletinin temelleri güçlendirilmeye çalışılmış, yetişecek nesillere milli bir tarih şuuru verilmek istenmiştir.

1930′larda ortaya atılan tezle içerik olarak Türk tarihi alanında yapılan önemli çalışmalara ulusçu bir yorum getirilerek Türk ulusunun üstün bir uygarlığa sahip olduğu ıspatlanmaya çalışılmıştır. Milliyetçi tarih anlayışının gerekliliğini bizzat destekleyen Atatürk tezde yer alan bilgiyi “ Türkün kapasite ve enerjisini, nefsine güven duygularını ve ulusal varlığa zarar verecek bütün akımlara karşı sarsılmaz dayamını besleyen kutsal bir ev”olarak görmüştür (Aykut, 1936, s.191). Konuşmalarının birinde de “…Türk çocukları kendileri için lazım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabilecek” (Kocatürk, 1999, s.176) diyerek yetişecek olan yeni neslin ulusal kimliğinin oluşumunda tarihe önemli bir görev yüklemiştir.

Tarihin vatandaşlık eğitiminde bir araç olarak kullanılması sürecinin XIX. yüzyılda milliyetçilik ve demokrasi fikirleriyle imparatorlukların yıkılıp yerine ulus devletlerin kurulmasıyla başladığı görülmektedir (Kafesoğlu, 1966, s.1-8). Yeni oluşan uluslarda birlik ve beraberlik oluşturarak yeni girişimlerde bulunmak için milli tarihten faydalanmak sık başvurulan bir yöntem olmuştur.

Türk Tarih Tezi’nin temel kabulleri şöyledir:

• Türkler brakisefal ve beyaz ırktandır. Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır.
• Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır.
• Göçler sonucu Türkler birçok yere yayılmış ve uygarlaşmayı tetiklemiştir.
• İtalya’da yaşamış Etrüskler Türk’tür.
• Irak’ın güneyindeki Sümer uygarlığını Türkler kurmuştur.
• Mısır medeniyetinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal Türklerdir.
• Maya, Aztek ve İnka Amerika uygarlıklarını Türkler kurmuştur .


Bu teze göre Irak, Anadolu, Mısır ve Ege medeniyetlerinin ilk kurucuları Orta Asyalı brakisefal ırkın temsilcileridir ki Hitit, Sümer, Etrüsk, Rum, Yunan, Macar vs. halklar Türk sayılmaktadır. Başka bir deyişle Maya, Aztek ve İnka Amerika uygarlıkları dahil olmak üzere Avrupa’dan Çin’e kadar uzanan coğrafyada yer alanların çoğu Türk’tür.

Türk Tarih Tezinin Oluşumu

Tezin oluşum süreci Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlamıştır. XIX. yüzyılın sonuna gelindiğinde Batılılar Türkleri barbar bir millet olarak görmekte idi. Avrupa’nın içinde bütün kötü vasıflara sahip olduğunu düşündükleri Türkleri suçlamak konusunda birlik oluşturmuşlardır. Balkan Savaşları sonunda neredeyse tamamıyla Avrupa’nın dışına atılmaya çalışılan Türklerin Anadolu’daki varlıkları bile tartışma konusu yapılmış, geldikleri yere Orta Asya’ya sürülmeleri istenmiştir.

Yetişecek olan yeni Türk nesli hakkında yapılan bu olumsuz ve genel değerlendirmelerden yeni Türk Devleti’nin kurulmasıyla sıyrılması gerektiğine inanan Atatürk yeni toplumu Osmanlı boyutlarından çıkararak yeni bir kimlik yaratmak gerektiğine inanmış, Türklerin Anadolu’daki medeniyetlerin doğal ve haklı mirasçısı olduğuna dikkat çekmiştir. Anadolu’ya tarih boyunca çeşitli göçler olduğu gerçeğini göz önünde bulunduran Katoğlu’na göre Mustafa Kemal bu göç zincirinin halkalarının tamamlanıp Türk kavmi ile bağlantısının kurularak Türk tarihinin temellendirilmesini ve Türkiye’nin köklü bir devlet olduğunun kanıtlanmasını istemiştir. Bu tez esas itibariyle Türk tarih ve kültürünün köklerini bugünkü Türkiye içinde olduğu kadar Orta Asya’da da arayarak Türklerin Orta Asya’dan geldiğini öne sürmektedir. Bu beklentilerden ve zorunlu koşullardan yola çıkılarak hazırlanan “Resmi Tarih Tezi”i ile müfredat programı ve ders kitapları oluşturulmuştur (2000, s.445). Osmanlı müesseselerinin yıkılması ile iktidarda olan tek parti yeni bir ulus devlet ile Behar’ın tanımına (1996, s.246) göre, “kendi ulusal tarihçiliğini” yapmıştır.

1920’lerde ve 1930’larda Müslüman ve özellikle Osmanlı boyutundan sıyrılmış bir kimlik yaratmak için Türklerin Asyalı kökleri övmek şeklinde Orta Asya’nın temel alındığı bir tezle Yunan ve Ermeni milliyetçilerine karşı Anadolulu Türk atalar bulunarak Anadolu’nun Türklüğünü savunmak şeklinde Anadolu’nun merkeze alındığı birbiri ile çelişen iki akım yan yana yürümeye başlamıştır. Bu ilk kaygıya Orhun yazıtları (7.yüzyıl) ile Türklerin doğudan batıya göç etmeleri gibi gerçek bir tarihsel süreç kullanılarak cevap verilmiştir. İkincisinde de Hititler Türk ataları olarak sunulmuş bu da yetmemiş Hititlere de Türk ataları bulunarak bu ataların Hitit uygarlığı gelişmeden önceki bir çağda batıya göç ettiklerini varsaymak gerekmiştir. Bu bağlamda “Orta Asya” ve “Anadolu” olmak üzere iki coğrafi alan etrafında bir Türk kimliği oluşturulmuştur. Araştırmalarda köken faktörü ciddi önem taşıdığı için “Antik Çağ”a özellikle tarih öncesine yönelme olmuştur (Copeaux, 2000: 32). Tarihçilik alanındaki araştırmalar Anadolu milliyetçiliğine dair önemli veriler elde edilmesine neden olurken bu zorunluluklar Copeaux’nun (2000) ifade ettiği gibi, tarih yazıcılığını bir savunma tarihçiliğine dönüştürmüştür (s.32). Bu açıdan 1931-1932 “tarih tezleri”nin bir takım ideolojik amaçlar doğrultusunda hazırlandığını söylemek mümkündür.

Tarih çalışmalarına başladığı dönemde Atatürk, Afet İnan’a 1928 yılında Türk ırkının sarı ırka mensup olduğunu ve Avrupa zihniyetine göre ikinci bir insan tipi olduğunu yazan Fransızca bir coğrafya kitabını göstererek bunun böyle olmadığını söyleyip üzerinde çalışmak üzere Afet Hanım’ı görevlendirmiştir (İğdemir, 1973, s.3). Afet Hanım’ın bu doğrultuda başladığı çalışmalar misyoner bir tarih anlayışını gündeme getirmiş olsa da Atatürk’ün hissettiği birtakım endişelerle Türk tarihini araştıracak ciddi bir örgüt kurulması gerekliliği görülmüş ve Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşuna karar verilmiştir (Katoğlu, 2000, s.444). Daha sonra Türk Tarih Kurumu adını alan Türk Tarih Tetkik Cemiyeti özerk bir statü ve bağımsız kaynaklarla 1932 yılında kurulmuştur. 16 üyeden oluşan ve Atatürk’ün koruyuculuğu altında işe başlayan heyetin ilk başkanı M. Tevfik (Bıyıklıoğlu), başkan yardımcıları İstanbul mebusu Yusuf Akçura, Çanakkale mebusu Samih Rıfat ve genel sekreter Aydın mebusu Reşit Galip idi. Diğer on kurucu üye ya mebus ya da parti üyesi olan kişilerdi. O dönemde çok sayıda tarihçi uzman olmadığından ve tarihin yazılması bir siyasi görev olarak görüldüğünden ulusçu liderler ve aktif siyaset adamlarının bir çeşit tarihçiler grubu olarak görev aldığını görmekteyiz (Behar, 2003, s.108).

O dönem koşulları içerisinde siyasetçi tarihçilerin yetiştirilmiş olması Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Özellikle devrimci değişimlerin olduğu yerlerde siyasi kadrolar yeni kuşakları eğitme misyonunu yüklenmiştir. Kimlikleri yeniden tasarlamak, yeni tarih yazımının formülünü oluşturmak onların işi olmuştur. Tarih yazımı girişimleri, ülkemizde de devlet-parti denetimi altında kurumsallaşmanın ilk adımlarını atmıştır. Bu durumu Copeaux (2000, s.46) “Türkiye’deki entellektüel yaşamın mutlak denetim altına alınması sürecinde önemli bir aşamadır. Artık tarihsel söylemin doğrudan üreticisi Kemalizm olmuştur” şeklinde yorumlamıştır. Bu bağlamda CHP’nin 1935 parti programında eğitim alanındaki önlemler arasında “Türk Tarih Tezi”ne yer verilmiştir.

Türk Tarih Tezi’ni Destekleyen Çalışmalar

Türk Tarih Tezi’nin ana unsurlarına yönelik yapılan dil, antropolojik, arkeolojik, etnografik çalışmalar Türkiye’deki bilimsel çalışmalara zemin oluşturup, hız kazandırmıştır.

Dil Bilimi ile İlgili Çalışmalar
Yeni tarih acele ile yerleştirildikten sonra tarih tezlerine yönelik araştırma çerçevesi oluşturacak bir üniversite kurumu oluşturulmaya çalışılmıştır. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) 1935 tarihli yasayla kurulmuş ve resmi açılış 9 Ocak 1936’da yapılmıştır. Fakültenin kuruluşu şu amaçlarında dil; Sümer, Akad, Sankrit, Çin ve Hint dillerinin yani Türkçeye akraba olarak görülen dillerin karşılaştırılmalı bir şekilde incelemesi, tarih; Orta Asya’dan gelen Türklerin tarihi zamanları da aşan uzun varlığını ve diğer uygarlıklara olan katkılarının kanıtlanmasını sağlamak, coğrafya; uygarlıkların beşiği olarak görülen ve Türklerin derin izleri taşıdığı öne sürülen Anadolu toprakları üzerinde çalışmalar yapılması ve bunların belgelenmesini sağlamak şeklinde tanımlanmıştır (Behar, 2003, s. 199). Türk Tarih Tezlerinin ana unsurlarından oluşan fakültenin tarih tezi ile ilgili çalışmalara bilimsel bir nitelik kazandırılacağı düşünülmüştür. Çok değerli yabancı profesörler; Sümer dili uzmanı Landsberger, Hititoloji uzmanı Guterbock fakültede ders vermiştir. Türk tarih tezine katkıda bulunan bu kişiler Türk kökenli olduğunu iddia ettikleri milletlerin dillerinin, bu gerçeğin sağlam kanıtı olduğunu savunmuşlardır. Diğer çok tanınmış bir profesör de Çin dili ve tarihini Türk tarihi ile karşılaştırmalı bir biçimde incelemiş olan Wolfram Eberhard’tır. Bir başka tanınmış Profesör Halasi Kun, yıllarca aynı fakültede Macarca ders vermiştir. Kun ve asistanı Eckmann birçok makale ve bir de Macarca-Türkçe sözlük yazmıştır. Tüm bu katkılar Türk Tarih Tezinin o günkü başarısını pekiştirmiştir (Behar, 2003, s.202). Bu arada Anadolu’nun merkezinde müzeler, kitaplıklar, opera ve tiyatrolar kurulmuştur.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Macar filolog Gyarmathi’nin “mukayeseli filoloji” dalındaki araştırmaları sonucu diller ve akrabalık olgusunun saptanması (Macarca ve Fincede olduğu gibi) ulusalcılığa yeni bir boyut eklemiştir (Ortaylı, 2001, s.108). Akyüz’e (2001) göre Atatürk, Batılı bir dilciden ilham alarak, Türkçe’nin dünya dillerine kaynaklık etmiş olabileceği yolunda “Güneş Dil Teorisi”ni ortaya atmıştır (s.312). 1936’da bu teorinin tüm dillerin Türkçe kökenli olduğunu kanıtladığı iddia edilmiştir. Dil çözümlemeleri yoluyla çok sayıda medeniyetin Türklerle bağlantısı kurulmuştur. Hititlerle akrabalık önkabülünü kanıtlamak için diller çözülmeye çalışılmıştır. Hiyeroglif denen Hititçe’nin çözülemediği, bilinen dillerle bir bağlantı kurulamadığı bu dönemde milliyetçi tarihçiler bu boşluğu doldurarak Hititlerin Orta Asya’dan göç etmiş eski Türkler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hititlerin keşfi Atatürk dönemi tarih yazımı için önemli bir dayanak oluşturarak iki önemli işlevi yerine getirmiştir. İlk olarak Orta Asya ile kurulan bağlantıya iyi bir kanıt teşkil etmiş; ikinci olarak da Anadolu ile ilgili yeni bir geçmiş oluşturmuştur (Copeaux, 2000, s.32). Hitit hiyeroglifisinin kısa bir süre Hint Avrupa ailesinden bir dil olarak tanımlanması onlar için çok önemli olmamıştır. Afet İnan, Ari denen dillerin temelinde Hintçe ve Persçe’den çok Türk dilinin köklerini aramak gerektiği fikrindedir. Bu doğrultuda Türklerle diğer uygarlıkların ilişkisini kanıtlamaya dönük yapılan etimolojik çalışmaların bunu kanıtlayacak düzeyde olmasına gayret edilmiştir.

Antropolojik Çalışmalar

Türkiye’de Türk Tarih Tezi çalışmaları üzerinde önemli etkileri bulunan Avrupalı Antropologlar içerisinde; Deniker, Quatrefages de Breaud, Topinard ve Villenoisy’nin adları sayılabilir. Bunlardan “İnsanlığın Evrimi” dizisinden çıkan “Les Races et I’Histoire -Irklar ve Tarih-” İsviçreli yazar Eugenne Pittard’i Kemalistlerin gözdesi yapmıştır. Pittard Türk göç dalgalarının Avrasya’yı işgal ettiklerini ve tüm neolitik uygarlıkları ilerlettiklerini kanıtlamak isteyenlere yeni bir araştırma perspektifi sunmuştur (Copeaux, 2000, s.32).

Afet İnan da Pittard ile birlikte çalışma fırsatı bulmuş, Pittard’ın çalışmalarının etkisi ile 1933’de Antropoloji kürsüsü kurulmuştur. Afet İnan yönetiminde 1937’de 40 bin Türk üzerinde yapılan antropolojik ölçümler Türk milliyetçiliği tarafından brakisefal kafa yapısına sahip grupların “Türklüğünü” kanıtlama yönünde önemli veriler olarak kullanılmıştır. Bu tür aşırılıklarla ciddi bilimsel çalışmalar yapılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalar o yıllarda okul kitaplarının içeriğini de belirlemiştir (Berktay,1983, s.2464). Bu durumun sonraki kuşaklara etkisi büyük olmuş ve dönemin kültür dergileri zihinlere işlemiştir.

Dönemin tarihçileri, Klasik Antik Çağ uygarlıklarının ya da tüm dünyanın Türk kökenli olduğu yolundaki iddiaları desteklemek için yukarıda Afet İnan örneğinde gördüğümüz gibi antropolojik, arkeolojik ve dil bilimsel kanıtlara başvurmuşlardır. Arkeolojinin de bu kadar önemsenmesinin nedeni pozitivist tarih düşüncesi içerisinde Colingwood’un da (1996, s.58) belirttiği gibi “ulusların kimliğini maddi olarak tanımlayabilme yeteneğine sahip” olmasıdır. Benzer fikirleri destekleyen ulusçuluk teorilerinde tanınmış bir yazar olan Anthony Smith “filoloji, antropoloji, tarih, sosyoloji, arkeoloji ve folklor gibi disiplinler etnik geçmişin idealleştirilmiş imgelerini bilginin geçerli araçlarıyla elle tutulabilir gerçeklere dönüştürebilir” (Behar, 2003, s. 205) diyerek bu bilim dallarının tarihe somut veriler sağladığını vurgulamaktadır. Ülkemizde 1937 anayasasına giren laiklik ilkesine kendini adayan laik aydınlar için ise arkeoloji ve filoloji ulusal tarih yazımında yeniden yapılanmanın güvenilir temellerini oluşturmaktadır. Özellikle bu iki disiplin tarih tezlerinin de iskeleti diyebileceğimiz bir yapı teşkil etmiştir (Behar, 2003, s.205).

Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Ders Kitaplarında Türklerle Bağlantı Kurulan Medeniyetler

Sümerler: Sümerlerin Türk olup olmadığı tartışmaları günümüze kadar devam etmiş ve halen bu konudaki belirsizlik netliğe kavuşamamıştır. Türk Tarih Tetkik Cemiyeti’nin (TTTC) yazdığı Tarih I ders kitabında yer alan “Etilerin esas dilleri de Elamlıca, Sümerce gibi Türkçe asıllardandır” (1932, s. 128) ifadesi Sümerlerin Türk olduğunun tartışmasız kabulü ve dolayısıyla diğer medeniyetlerin Türklüğünü ispatlamada bir ölçüt olarak alındığı göstermektedir.

Hititler: TTTC’nin Tarih I ders kitabında Hititler ile ilgili olarak “Etiler Anadoluya Hata adını vermişlerdir. Hata, Çin Şimalindeki ülkelere öteden beri Türkler tarafından verilmiş olan isimdir. Etilerin Anadoluya oralardan geldiği anlaşılmaktadır” (1932: 127) şeklinde yorum yapılmakta ve dildeki kelime benzerliklerinden yola çıkılarak Hititlerin Anadoluya göç eden Türkler olduğu görüşü ortaya atılmaktadır.

1932 yılında yapılan I.Türk Tarih Kongresi’nde Barthold’un “Sümerler ya da Hititlerin Türklerle akrabalığını düşündürecek hiçbir şeye rastlanmaz” (Copeaux, 2000, s.47) sözleri Türklerin geçmişi hakkında aydınlığa kavuşmayan karanlık noktaları ve kanıt/malzeme eksikliğini dile getirmektedir. Ele alınan ders kitaplarında, bu yargının aksine, birtakım benzetmeler ve yetersiz kanıtlardan hareket edilerek birçok uygarlığın Türk olduğu düşüncesinin benimsendiği sonucuna ulaşılmaktadır.

İskitler: TTTC’nin 1932 Tarih I ders kitabında İskitlerin Türklerle olan sosyo kültürel benzerliğine de vurgu yapılarak Türk medeniyetinin Yunan sanatını etkilediği öne sürülmüştür. 1939 yılında liselerde Tarih I ders kitabı olarak okutulan Günaltay’ın (1939, s.43) kitabında benzer ifadelerle İskitler hakkında şunlar yazılmıştır: “Bütün eski Türkler gibi İskitler de natüralizm dininin yüksek şekline çıkmış bulunuyordu… Başta Herodot olmak üzere eski Yunan ve Roma müellifleri İskitleri o asırların medeni milleti olarak tasvir ederlerdi”. İskitlerin kökeni hakkında bazı ip uçları veren Fransız tarihçi Grausset: “Şimdiki Rus Türkistan bozkırlarında göçebe olarak kalmış Kuzey İranlılar olup, daha güneyde İran düzlüğünde yerleşmiş yerleşik soydaşları Medler ve Persler…” şeklindeki ifadeler ile İskitler’in Kuzey İranlı olduklarını iddia etmiştir (Aksoy, 1998, s.39). İskitlilerin Kuzey İranlı mı yoksa Türk mü? oldukları sorusu farklı kaynaklarda çelişkiler içerisinde günümüze kadar devam etmektedir.

Mısırlılar: 1931’den itibaren TTTC’nin yazdığı Tarih I (1932) ders kitabında Mısır halkının nereden geldiği sorusuna cevap şu şekilde belirtilmiştir: “ Büyük bir medeniyet yapmış olan Mısır halkı nereden gelmiştir?… Mısırlılar, ihtimal Suveyş berzahile Asyadan gelmiş bir kavimdir… Pittard, Mısırlıların ırklarından bahsederken “bu ırkın taşıdığı Namü isminin Asyalı” demek olduğunu söylüyor s.103. …Bunlar bütün Türklerin ekseriyeti gibi brakisefal idiler… Mısır samilerinin medeniyet ve saltanatlarına kondukları Türklerin Mısırda mevcudiyetlerine delalet edebilecek bütün vesikaları ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptıklarına şüphe etmemek lazımdır (s.108).”

Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı gibi Mısırda medeniyet kuran, buradaki yerli halkla karışan ve yeni Mısır halkını oluşturanların brakisefal Türkler olduğu iddia edilmiştir.

Arkeoloji çalışmalarının aslına bakılacak olursa Anadolu topraklarının geçmişinde Türklerle bağlantı kurulmayacak birçok ırk ve kültürün yaşamış olduğu görülür. Kazılarda da tezin tersi bir durum ortaya çıkmıştır. Buna rağmen tez çelişkilere rağmen desteklenmeye çalışılmıştır. Türk arkeologlar Anadolu topraklarında bulunan arkeolojik kalıntılardan elde ettikleri ne varsa eski Türk tarihine ait olacağına inanmak istemişlerdir. Pragmatik kaygılarla Anadolu’da birçok uygarlığın yaşamış olması gerçeğini mutlak bir yorumla Türk kökenine bağlamaya çalışmışlardır. Bu durumu eleştiren Ortaylı’ya (2002) göre, Cumhuriyetçi bir yaklaşımla yakın tarih insafsızca karalanmış, dönem boyunca ulusalcı bir iklim Türk tarih yazıcılığını etkisi altına almıştır. XVIII. yüzyıl romantik milliyetçiliği XIX. yüzyılda yerini yayılmacı bir milliyetçiliğe bırakmıştır. Bu yayılmacı özlem sadece üstün olma çabasından değil, yaygın ve kalabalık bir ulus olma rüyasından da kaynaklanmıştır (s.108).

Bir zamanlar devletin resmi tarih görüşü haline gelen Türk Tarih Tezi doktrinin Güngör’e (1982) göre, ilmi gerçekleri anlatmaktan ziyade bir takım pratik ve geçici endişelerden doğduğu söylenebilir. Buna göre, yeni Türk hükümeti Türkleri Anadolu’dan da çıkarıp Orta Asya’ya çekmek isteyen Batı kamuoyu karşısında, bu toprakların ezelden beri kendilerine ait olduğunu, Anadoluculuk akımı ile daha evvel Hitit, Sümer vs. ataları tarafından iskân edildiğini, kısacası Türklerin de tıpkı Avrupalılar gibi en eski tarihten beri medeni olduğunu göstermek istemişlerdir (s.104).

Cumhuriyetin ilanından Atatürk’ün ölümüne kadar olan süreç içerisinde tarih resmi- ideolojik bir çalışma alanı haline gelmiştir. Devlet, siyasi rejimini ve milli kimliği algılayıp içselleştirerek yeni nesillerin kültürel ve zihinsel düzeyde birlik olmaları için tarih çalışmalarına büyük bir önem vermiştir. Yeni bir toplum yaratma mücadelesi içerisine giren ve siyasetçi kimliği taşıyan tarihçiler ile diğer tarihçiler bu çalışmaları Türk Tarih Tezi olarak yapılandırmışlar ve zaman zaman da marjinal söylemler ortaya koymuşlardır. Bu dönem herşeyden önce ilmi tarihçilik yapılması için Türk düşünce ve bilim hayatına gereken teknik bilgi ve donanımı sağlamıştır. Devlet bütçesinden bu işe pay ayrılması gelenek haline getirilmiş ve tarih tezleri konusunda sonraki dönemlerde görülmeyen serbest bir tartışma ortamı açılmıştır. İleri sürülen bu ve buna benzer tezler konjonktürel bağlamda analiz edildiğinde, arka planda çeşitli ideolojik amaçları gerçekleştirme beklentisinin bulunduğu çıkarımı yapılabilir. Tarihsel malzemenin bu doğrultuda kullanılması, çarpık ve gerçeklikten uzak bir tarih algısının oluşmasına, tarihe karşı duyulan ilginin azalmasına veya tepkisel bir tutumun ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Öğrencilere sağlam bir tarih şuuru verilebildiğini söylemek de güçtür. Güngör’ün (1984, s. 85) ifade ettiği gibi “objektif tarih olaylarıyla subjektif tarih anlayışını mümkün olduğu kadar birbirine yakınlaştırmaya çalışmak gerekmektedir”. Bu şekilde tarihin doğasında var olan belirsizlikler, şüpheler ve boşlukların açıkça ortaya koyulabilmesi ve araştırmaların çok boyutlu olarak gerçekleştirilmesinin tarih bilimine önemli katkılar sağlayacağı düşünülebilir. Tarihin belli amaçlar doğrultusunda manipüle edilen bir disiplin olmaktan çıkarılması gerekliliği kaçınılmazdır.

KAYNAKÇA
Aksoy, M. (1998). “Türkler’de At Kültürü ve Kımız”. Türk Dünyasi Tarih Ve Kültür Dergisi 142 (Ekim), 38 – 44.
Akyüz, Y. (2001). Türk Eğitim Tarihi. İstanbul: Alfa Basım Yayın Dağıtım.
Behar B. E. (2003) İktidar ve Tarih. İstanbul: İletişim Yayınları.
Behar B. E. (1996) İktidar ve Tarih. İstanbul: İletişim Yayınları.
Berktay, İ. (1983). “Tarih Çalışmaları”. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. İstanbul: İletişim Yayınları.
Collingwood, R., G. (1996). Tarih Tasarımı, (çev. K. Dinçer). Ankara: Gündoğan Yayınları.
Copeaux, E. (2000). Türk Tarih Tezinden Türk İslam Sentezine. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 59.
Günaltay, Ş. (1941). Tarih I. Ankara: Maarif Matbaası.
Güngör, E. (1982). Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik. Ankara: Ötüken Yayınları.
İğdemir, U. (1973). Cumhuriyetin 50. Yılında T.T.K. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Kocatürk U. (1999). Atütürk’ün Fikir ve Düşünceleri. İstanbul: Atatürk Araştırma Merkezi
Kafesoğlu, İ. (1966). Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri. İstanbul: Ayyıldız Matbaası.
Katoğlu, M., Akşin S. (2000). Çağdaş Türkiye 1908-1980. 4.cilt. İstanbul: Cem Yayınları.
Ortaylı, İ. (2001). Geçmişten Geleceğe. İstanbul: Türk Tarih Vakfı Yayınları.
Türk Tarih Tetkik Cemiyeti : (1932) Tarih 1. Tarihtenevelki Zamanlar ve Eski Zamanlar. İstanbul: Devlet Matbaası.


Yazının Yazarı: Kibar Aktin
 
Top