Sürdürülebilir Yaşam Nedir ?

Suskun

V.I.P
V.I.P
Sürdürülebilir Yaşam Nedir ?​

Eldeki bilgilere göre halen dünya nüfusu yaklaşık olarak 5,8 milyar
dolayındadır. Bu sayı gün geçtikçe daha da artmaktadır. Hızlı nüfus artışı, ister istemez
ilk planda akıllara besin güvenliği sorununu getirmektedir. Kullanılabilen doğal
kaynaklar, bunların potansiyelleri ve üretim güçleri düşünüldüğünde, artan nüfusun,
bütün insanlığın besin güvenliğini ciddi olarak tehdit etmeye başladığı görülmektedir.
Bugüne kadar çiftçiler, üzerinde tarım yapacakları arazileri bulmada ve onları
üretime hazırlamada ustaca yöntemler kullanmışlardır. Tarım alanlarında sulama,
teraslama, kurutma, nadasa bırakma ve kıyıları doldurarak toprak elde etme gibi yollarla
belli ölçüde de olsa herkese yetecek kadar ürün elde edebilmişlerdir. Bu yüzden besin
güvenliği fazlaca tehlikeye girmemiştir.
Ancak 20. yüzyılın ortalarından itibaren, tarıma dayalı yerleşim alanlarının
nüfusu, kentlere göre oransal olarak azalmaya başlamıştır. Bu durum çiftçileri,
insanların temel besin kaynağını oluşturan tahılların daha fazla üretimine zorlamıştır.
Çünkü kentlerde yaşayanlar tarımsal faaliyetlerle ilgilenemediklerinden besin
ihtiyaçlarını köylerden ve çiftliklerden karşılamak durumundadırlar. Özellikle
1950’lerden sonra, tarımla uğraşan insanlar, artan nüfusun besin gereksinimlerini
karşılayabilmek için, ancak tarıma uygun olmayan alanların (orman ve mera alanları)
tarıma açılması ve teknolojik gelişmeler sayesinde üretimi artırabilmişlerdir. Örneğin,
eski Sovyetler Birliği’nde tahıl üretim alanlarının zirveye ulaştığı 1979 yılında,
kullanılabilir toprakların toplamı 123 milyon hektara ulaşmış ve bu alanlarda her türlü
tarımsal araç ve gereç kullanılmıştır. Fakat 1995 yılına gelindiğinde aynı bölgelerde
kullanılabilir tarımsal toprakların toplamı 91 milyon hektara kadar gerilemiş ve tarımsal
araç-gereçlerin kullanımı çok fazla ilerleyememiştir. Çünkü, tarıma uygun olmayan
topraklar, bir süre kullanılınca verimsizleşmiş ve artık kullanılamayacak duruma
gelmiştir. Tarımsal araç-gereçler ise, üretimin artırılmasında belli bir etki seviyesinin
ötesine geçememiştir. Bu yalnızca eski Sovyetler Birliğine özgü bir durum değildir.
Dünyanın pek çok yerinde tarımsal alanlar, erozyon, plansız kullanım, aşırı gübreleme
ve ilaçlama sonucu tahribata uğramakta ve kullanılamaz hale gelmektedir. Tarım
alanlarının azalmasıyla birlikte elde edilen ürün de bu suretle dünya nüfusunun
gereksinimlerinin gerisinde kalmaktadır.

Toprakların, erozyon başta olmak üzere çeşitli şekillerde kaybının yanısıra
endüstrileşme yoluyla işgal edilmesi ise bir başka önemli sorundur. 1960’lı yıllardaki
geniş tarım alanlarının yarısını yitiren Japonya, Güney Kore ve Tayvan’da, endüstriyel
ve ekonomik faktörler etkili olmuştur. Asya ülkeleri endüstrileşmelerini hızlandırdıkça,
fabrikalarını, yollarını ve yeni kentlerini verimli tarım alanlarının üzerinde inşa
etmişlerdir. Örneğin Güney Çin’de, henüz yakın zamana kadar iki, ya da üç kez pirinç
hasadı yapılabilen topraklarda şimdi fabrikalar işlemektedir. Bu topraklar, yalnızca
Çin’in değil dünyanın en verimli topraklarındandır. Daha zengin insanların yaşadığı
yerlerdeki tarım alanları ise, alışveriş merkezleri, tenis kortları, golf sahaları ve özel
villâlarla doldurulmaktadır.
Gelişmekte olan pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de, verimli tarım
alanları endüstriyel yapılar tarafından işgal edilmektedir. Bu endüstriyel yapılar, kendi
yan kuruluşlarına ait binaların yapımını, yeni yerleşim yerlerinin doğup gelişmesini ve
ulaşım için karayollarının yapımını da beraberinde getirmektedir. Böylelikle geniş
boyutlu bir tarımsal alan tahribatı ortaya çıkmaktadır.
Dünyadaki tarım alanları, 1980’li yıllara dek genişlemiştir. Buna karşın örneğin,
1950 yılında kişi başına düşen tahıl üretim alanı 2,3 dekar iken 1995′’de 1,2 dekara
gerilemiştir. Ancak 1990’larda dünya tahıl üretimi 1950’lere göre üç kat artmıştır.
Bunda etkili olan faktör ise, toprakların sulanma olanaklarının aynı dönemlerde 2,5 kat
artmış olmasıdır. Sulamanın yansıra gübreleme ve ilaçlamanın da artması üretim miktarı
üzerinde etkili olmuştur.
Bitkisel tarım faaliyetlerinde üretim artışı, topraktaki bitki besin maddelerinin
yeterli düzeye çıkarılmasıyla, sulamanın bitkinin ihtiyacına göre ve zamanında
yapılmasıyla, hastalık ve zararlılara karşı gerekli mücadelenin yapılmasıyla sağlanabilir.
Ancak bu faaliyetlerde kullanılan araç-gereçler, gübre ve tarımsal ilaçlar bir ekonomik
harcamayı gerektirirler. Üretim için zorunlu olan bu giderlere “girdi” denir. Her
ekonomik faaliyette girdilerin mümkün olduğunca az ve sonuçta bu girdilere dayalı
üretimin ise fazla olması istenir. Diğer ekonomik etkinliklerdeki gibi, tarımda da girdi
miktarı çok fazla artarsa elde edilen net gelir azalır. Çünkü tarımsal üretimde “azalan
verim kanunu” geçerlidir. Bu durumda, bir yandan üretim için gereksiz yere yapılan
harcamalar artarken, bir yandan da aşırı toprak işleme, gübreleme ve ilaçlama ile toprak
erozyona ve kirlenmeye maruz kalır. Bu yüzden sırf üretim artışı için aşırı sulama,
gübreleme ve ilaçlama yapılmamalı, toprakların yapısının bozulmamasına özen gösterilmelidir. Aksi halde bir süre için belli bir düzeye kadar ürün artışı sağlansa bile,
daha sonra ürün miktarında önemli düşüşler meydana gelir.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de insanların geleceği büyük ölçüde tarım
alanlarının korunmasına bağımlıdır. İleride bir besin kıtlığı ile karşı karşıya
kalınmaması için gerekli önlemler bugünden alınmalıdır.



Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan, 1980
yılı dünya orman kaynaklarına ilişkin bilgilere göre, dünyadaki toplam orman alanı
yaklaşık 4,3 milyar hektardır. Orman alanlarının diğer alanlara oranı ise %32,3 tür. Bu
değerler son yıllara kadar pek fazla bir değişiklik göstermemiştir. Dünyadaki ormanların
ancak %20’si verimli ormanlardan oluşmaktadır. Günümüzde dünya orman varlığı pek
kötü sayılamaz. Ancak ormanların dünya üzerindeki dağılımının iyi olduğu da
söylenemez. Ormanların dünya yüzeyinde çoğunlukla tropikal kuşak ve kuzey yarım
küresinin bazı bölgelerinde bulunması önemli bir dengesizlik yaratmaktadır. İklim yönünden uygun olmayan bazı yerlerde hemen hemen hiç orman yoktur. Bu da, o
bölgelerde kuraklığa bağlı yoksulluğun başlıca nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Dünyada kişi başına 0,7 hektar (ha) orman düşmekle beraber bunun ancak 0,14
ha’ı verimli orman özelliği taşımaktadır. Türkiyede ise kişi başına düşen orman alanı
0,3 ha olup dünya ortalamasının epeyce altındadır. Avrupa ülkeleri arasında Finlandiya,
topraklarının %69’u ormanlık olan bir ülkedir. Finlandiya’yı, %53 ile İsveç ve %38 ile
Avusturya izlemektedir. Fransa’nın ise yüzölçümünün %20’si ormanlarla kaplıdır. Bu
değerler verimli orman miktarını ifade etmekte olup, anlaşılacağı gibi Avrupa
ülkelerinin hemen hemen tamamı orman varlıklarını koruyabilmişlerdir. Türkiye’de ise
toplam orman alanları ülke yüzölçümünün %25,9’u kadardır. Ancak bunun hepsi
verimli orman niteliğinde değildir.
1950’li yıllarda dünyamızın %25’i verimli ormanlarla kaplı idi. 1975’lerde bu
oran %20’ye düşmüştür. Dünyadaki nüfus artışı dikkate alındığında ve kullanılan orman
kaynaklarına bakılarak bir çıkarım yapıldığında 2000’li yılların başında bu oranın
%17’ye ineceği düşünülmektedir. Eğer etkin önlemler alınmazsa, 2020’lere doğru
sadece %14 olacaktır. Bu arada tropikal bölgelerdeki ormanların %40’ı kaybedilecektir.
Ormanlarla birlikte bitki ve hayvan türlerinin de %20’si yok olacaktır.
Türkiye bitki, ağaç çeşitliliği ve orman alanı yönünden yoksul sayılamayacak bir
ülkedir. Ülkemizin toplam orman alanı 20,2 milyon hektardır. Bunun 8,8 milyon hektarı
iyi verimli orman niteliği taşımaktadır. Diğer bir ifade ile ormanlarımızın %44’ü
verimlidir. Verimli olan ormanlarımız ülke yüzölçümümüzün %11,4’ü kadardır. Bu da
kişi başına 0,14 hektar verimli orman düştüğü anlamına gelmektedir. Özellikle
Karadeniz Bölgesi ormanlar yönünden iyi durumdadır. Buna karşın İç Anadolu ve
Güneydoğu Anadolu bölgeleri orman bakımından en yoksul yörelerimizdir. Buralardaki
orman alanı, tüm diğer ormanlarımızın ancak %10’u kadardır.
Günümüzde ormancılık, artık yeni bir anlayışla ele alınmaya başlamıştır.
Ormanlar, üzerinde emek harcamayı gerektiren çok önemli bir zenginlik kaynağı olarak
görülmektedir. Yeterli olmasa da buna ilişkin çeşitli çabalar sürdürülmektedir. Ülkemiz
orman varlığı açısından çok kötü durumda olmamakla birlikte verimli ormanlarımız
yeterli değildir. Ormanları koruma ve geliştirme yönünde çeşitli çabalar harcanırken
sosyo-ekonomik bazı sorunlar yüzünden, verimli bir orman işletmeciliği
yapılamamaktadır. Bu da ormanlarımızı nicelik ve nitelik yönünden düşürmektedir.
Örneğin, ülkemizdeki ormanların, hayvanlar için mera alanı olarak kullanımı, kaçak
kesimler ve tarla açma, önemli tahribat nedenlerinin başında gelmektedir.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Birleşmiş Milletler Çevre
Programı (UNEP) yetkililerinin açıklamalarına göre, 1990’lardan itibaren her yıl
dünyada 17,5 milyon hektar orman yok edilmektedir. Buna karşın kaybolan her
hektarlık orman alanının yerine ancak 1 hektarlık orman oluşturulabilmektedir.
Orman yokluğunun ekonomik darlığa ve ekolojik dengesizliğe neden olacağı
bilinirken insanların bu kadar sorumsuzca davranmasının sebebi nedir? Bu soruyu
yanıtlamak çok güç değildir. Ormanlar, çoğunlukla emek harcanmadan kendiliğinden
yetişen doğal varlıklardır. Elde edilmesi kolay ve kullanıldığı alanlar da çok fazladır. Bu
yüzden, çok emek harcanmadan kullanılabilen bu varlık, zaman zaman başlı başına bir
ekonomik gelir kaynağı olarak görülerek, kaçak ve aşırı kesimlerle tüketilmektedir.
Aynı zamanda hayvan otlatmada da ormanlardan yararlanma ve bu alanları uygun
olmayan bir şekilde tarım alanlarına dönüştürme isteği de ormanları tahrip etmektedir.
Özetle, ormanların yok oluş nedenleri şöyle sıralayabilir:
• Tarla ve yerleşim yeri açma, kaçak kesimler,
• Yangınlar,
• Keçi otlatma,
• Şehirlerin ve endüstrinin yol açtığı kava kirliliği nedeniyle ağaçların ölümü,
• Yanlış politik kararlar,
• Yetersiz yasal düzenlemeler ve eksik uygulama.

Ormanlardan Yararlanma ve Ormanları Koruma Yolları
Ormanlardan yararlanma, artık ormanları koruma anlamına gelmektedir. Çünkü,
günümüzdeki orman tahribatı, bundan böyle ormanlardan yararlanmanın, onları
korumak ve geliştirmekle eş anlam taşıması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bir şeyden
yararlanabilmek için, öncelikle onu koruma ve geliştirmenin gerekli olduğu açıktır.
Ormanların korunması amacıyla yok olan ağaçların yerine yenilerinin dikilmesi,
bu konuda yapılan çalışmaların önemli bir bölümünü oluşturur. Yok olan ormanların
hızlı bir şekilde tekrar yerine getirilmesini amaçlayan ağaçlandırma çalışmaları
ülkemizin çeşitli bölgelerinde yoğun bir şekilde sürdürülmektedir. Gelecekte orman
ürünlerinden daha fazla yararlanma ve ekonomik kalkınma için bu türlü çalışmaların
aralıksız sürdürülmesi ve etkin koruma önlemlerinin alınması kaçınılmazdır.
Ormanları etkin olarak korumanın çözüm yollarından biri de, orman alanları
üzerindeki nüfus baskısını azaltmaktan geçmektedir. Bugün için, bir hektarlık orman
alanına Okyanusya’da yaklaşık olarak 0,2 kişi düşerken bu, Avrupa’da 3,1 ve Asya’da
5,7’dir. Türkiye’de ise bir hektarlık orman alanına yaklaşık 3,1 kişi düşmektedir. Ancak bu sayılar belirtilen yerlerin ortalama değerleridir. Bazı ülke ve bazı bölgelerde
yoğunluk çok daha fazladır. Bu durum, ormanların yok olmasını önemli ölçüde
hızlandıran etkenlerden biridir. Kuşkusuz ki orman ürünlerinden her şekilde
yararlanılacaktır. Ancak plansız ve bozuk bir ekonomik yapının ihtiyaçları karşısında,
yalnızca eldeki ormanları bir gelir kaynağı olarak görmek, onun sonunu hazırlayacak en
büyük yanlıştır.
Ormanları koruma ve geliştirme yönünde yürütülen projeler, geniş boyutlu
düşünülmek zorundadır. Bir bölgedeki iklim, bitki örtüsü gibi doğal unsurların yanında,
o bölgede yaşayan başka canlıların durumu da gözden geçirilip iyileştirilmelidir.
Biyolojik çeşitliliğin korunmasına özellikle önem verilmelidir.
Ormanlar üzerinde en büyük etkiyi insanlar yapmaktadır. Koruma projelerinde
bir bölgede yaşayan halkın istek ve beklentileri mutlaka hesaba katılmalıdır. Halkı,
ormanları yok etmeye zorlayan koşullar ortadan kaldırılmadıkça, çalışmaların başarı
oranı istenilen düzeyde olmayacaktır.
Sonuç olarak, sürdürülebilir ormancılık da küresel çapta düşünülecek projelerle
gerçekleştirilebilir. En pratik çözüm yolu ise, ülkeler ve bölgeler arası ekonomik
gelişmişlik düzeyleri arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmaktır.



Dünyada otlatma için değerlendirilen meraların alanı yeryüzünün %28’i
kadardır. Buna karşın işlenmeyen alanlar dünya yüzeyinin yaklaşık olarak %50’sini
kaplamaktadır. Ülkemizde otlatmaya ayrılan arazi ise yaklaşık 21,5 milyon ha ile
toplam arazi varlığımızın %27,6’sını oluşturmaktadır. Dünyadaki ve Türkiye’deki mera
alanları, otlak gereksiniminin önemli bir kısmını karşılayabilmektedir. Ancak meralarla
ilgili birçok sorunlar da vardır.
Meralar, daha çok hayvan otlatılması için kullanılan alanlardır. Bunun yanında
meraların toprak erozyonunu önleme işlevi de vardır. Ancak aşırı otlatma ve hayvan
yoğunluğu yüzünden pek çok yerde meralar bozulmuş ve işlevlerini yeterince yerine
getiremeyecek duruma gelmişlerdir. Böylelikle toprak erozyonu da hızlanmıştır. Mera
olarak yararlanılması gereken pek çok alan, tarımsal amaçla kullanılmaktadır. Aynı
zamanda, meralar yerleşim yeri ve sanayi alanı olarak da amacı dışında kullanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ortada, arazi kullanım planlaması sorunu vardır. Bu ve benzeri sorunlar, mera alanlarının verimini ve yararlanma düzeyini düşürmektedir.
Meraların yararlılık düzeylerini belirlemedeki en uygun ölçütlerden biri, bu
alanlarda ne kadar ot yetiştiğini saptamaktır. Avrupa ülkelerinde mera alanlarından bir
büyüme döneminde 500-700 kg/da kuru ot elde edilmektedir. Buna karşın Türkiye’de,
bölgelere göre değişiklik gösterse de ortalama verim çok düşüktür. Türkiye’nin en az
kuru ot yetişen meralarındaki yıllık verim, 30 kg/da, en yüksek olan yerlerinde ise 90
kg/da’dır.
Meraların yeterliliği ve verimliliği ile ilgili olarak başka ülkelerin de sorunları
bulunmakla beraber, bu sorunlar ülkemizde daha yoğun yaşanmaktadır. Bu da ülkede
ciddi sosyal ve ekonomik sıkıntılara yol açmaktadır. Çünkü, ülkemiz nüfusunun %40’ı
tarım sektöründe çalışmaktadır. Oysa ki ABD ve Avrupa’da bu oran %4 ile %10
arasında değişmektedir.

Meraların Kullanımı ve Korunması
Meralar, orta derecede eğimli ve çok eğimli arazilerde bulunan bitki örtüsü
çeşididir. Mera alanlarını, toprak işlemeli tarım alanları olarak görmemek gerekir. Aksi
halde hayvan beslenmesinde bol ve ucuz yem kaynağı olan bu alanların giderek
azalması ve sonunda yok olması sorunuyla karşılaşabiliriz. Bu ise yetiştiricileri daha
pahalı olan yem kaynakları bulmak ve tarımsal ürünleri hayvan yemi olarak kullanmak
zorunda bırakabilir. İnsanların bile ciddi beslenme sorunları varken, bu konuda pahalı
arayışlara girmek ve üretilen tarım ürünlerini hayvanlar için kullanmak pek çıkar bir yol
olarak gözükmemektedir. Kaldı ki geviş getiren hayvanların beslenmesinde mutlaka
kaba yem kullanılması gerekmektedir.
Türkiye açısından bakıldığında mera alanlarının yeterli düzeyde olduğu
söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 44 milyon ha olan mera alanları günümüzde
yaklaşık 21 milyon ha’a gerilemiştir. Bu kadar mera alanı da aslında verimli bir şekilde
kullanıldığında yeterli olabilir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun
verilerine göre bu miktar meradan ancak 8-9 milyon ha’ı verimli ve kaliteli mera niteliği
taşımaktadır. Bir yandan meraların bozuk oluşu, öte yandan hayvan sayısının fazlalığına
ilaveten meraların erken, düzensiz ve ağır otlatılması koşullarında meralarımız sürekli
baskı altında kalmakta ve giderek daha da bozulmaktadır. Bu baskıyı gidermenin en
çıkar yolunun, diğer önlemlerin yanısıra, tarımda yem bitkilerine yer vermek ve doğal
yem alanlarını çok iyi korumaktan geçtiği bilinerek gerekli önlemler alınmalıdır.
Meraları sadece alan olarak korumak da yeterli değildir. Bu alanların mutlaka
verimli bir biçimde kullanılması gerekir. Verimli kullanmanın bir yolu da otlatma
zamanının iyi ayarlanması ve erken otlatmadan kaçınılmasıdır. Yurdumuzda otlatma
zamanı ile ilgili olarak belli bir kural yoktur. Otların yeşermeye başladığı ilkbahar
döneminden, soğukların başladığı sonbahara kadar aşırı bir otlatma uygulaması vardır.
Bu ise bitki büyümesini engellemekte, ot gelişme hızını düşürmektedir. Hatta bitki
örtüsünün giderek seyrelmesine neden olmaktadır. Çünkü erken otlatma sonucunda
bitkilerde yeterli fotosentez yapabilecek yeterli yaprak kalmadığından, bitkinin kökleri
beslenemediği gibi, ıslak toprakta otlanan bitkiler, koparak değil kökünden çıkarak
hayvanın ağzına gittiğinden tamamıyla yok olur.
Sürdürülebilir bir meracılık için işin bilimsel ve teknik gereklerine mutlaka
uyulmalıdır. Bunun yanında sürdürülebilir bir yaşam için, kaynakların kendi kendini
yenileyebilir durumda tutulmasına özen gösterilmelidir. Bu açıdan bakıldığında mera
alanlarının yeterli, verimli ve aşırı hayvan baskısından uzak durumda
bulundurulmasının bir ön koşul olduğu ortadadır. Ülkemizde bu koşula ne yazık ki,
yeterince uyulduğu söylenemez. Ancak son zamanlarda ülkemizde yapılan bazı örnek
proje uygulamaları, korunduğunda ve geliştirilmeye çalışıldığında, meralarımızdan çok
olumlu sonuçlar alınabileceğini göstermiştir. Ancak bu uygulamaların bütün
meralarımıza yaygınlaştırılması ve ot veriminin diğer ülkeler düzeyine çıkarılması için
daha yapılacak çok şey olduğunu dikkatten uzak tutmamak gerekmektedir.
Avustralya gibi, mera alanlarının fazla olduğu bir ülkede bile, ekilen arazilerin
yaklaşık %53’ünde yem bitkileri tarımı yapılmaktadır. Bu durum, hayvanlar için otun
dışında, diğer kesif yem maddelerinin de üretilmesini sağlamakta ve meraların aşırı
kullanımını önlemektedir. Kuşkusuz ki Avustralya’nın koşulları kendisine özgüdür.
Ama yine de meraları koruma yönünden bu ülkedeki uygulamalar bir örnek
oluşturabilir. Türkiye’de ise tarım alanlarının ancak %3’ünde yem bitkisi üretilmektedir.
Tarım arazilerinin büyük bölümünü yem bitkileri için ayırmak ülkemiz için belki uygun
olmayabilir. Fakat yem bitkileri yetiştirilmesine daha fazla alan ayrılamayacaksa
sürdürülebilir bir mera yönetimi ve hayvancılık için gerekli olan yem maddelerinin
seçeneklerini bir başka şekilde mutlaka bulmak zorundayız.
 
Top