Siyonist Hareketin Kuruluşundan İsrail Devleti’ne Filistin (1897-1948)
Günümüzde uluslararası gündemin en üst sıralarında bulunan Filistin-İsrail sorununun çok eski bir geçmişi vardır. Sorunun günümüzdeki mevcut biçiminin, 19. yüzyıl sonlarından başlayarak 20. yüzyıl başlarında yoğunlaşan Yahudi göçü sonucunda, bu topraklar üzerinde 1948 yılında İsrail devletinin oluşturulması ile ilgili olduğu söylenebilir. Bu tarihten başlayarak meydana gelen Arap-İsrail çatışma ve savaşları veya İsrail'in giriştiği tek yanlı eylemler sonucunda, hemen hemen tüm Filistin toprakları İsrail'in işgali altına girmiş, bu topraklarda yaşayan insanların büyük çoğunluğu diğer Arap ülkelerindeki mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalmışlardır. 1948 yılında Arap ülkelerinin muhalefetine rağmen, İsrail'in kuruluşu BM tarafından onaylanmıştır. BM, bunu izleyen yıllarda, İsrail'in kuruluş aşamasındaki sınırlarının dışında işgal ettiği toprakları terk etmesi yolunda ve de özellikle Filistin mültecilerinin durumlarının iyileştirilmesi doğrultusunda sayısız karar almışsa da, bu konularda önemli bir gelişme sağlanamamıştır.
II. Dünya Savaşı ve İsrail’in Kuruluşu
II. Dünya Savaşı’nın nedenlerini ve olayların başlangıcını, I. Dünya Savaşı’nın çözümlenmeden bıraktığı veya getirdiği yeni sorunlar oluşturmaktaydı. Almanya’nın 1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırması üzerine İngiltere ve Fransa da 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş açtı. Böylece tarihin tanık olduğu en büyük savaş olan II. Dünya Savaşı başladı. Savaşın başlamasıyla Siyonistler ve İngilizler anlaşmazlığa düştüler. Savaş sırasında Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmayı amaçlayan Siyonistler, Arapları Almanların yanına itmek istemeyen İngiltere’nin muhalefetiyle karşılaştılar. Bununla birlikte savaş sırasında Yahudi toplumu gelişme fırsatı buldu. Mayıs 1942’de New York’ta Siyonist Konferansı gerçekleştirildi ve Ben Gurion sınırsız göç, Yahudi ordusu ve Filistin’in Yahudi devleti olması taleplerine destek buldu. Bu dönemde, Filistin’de en önemli problem manda rejimi ve Yahudilerin Filistin’e göçü meselesiydi. İngiltere göçe karşı çıkmasına rağmen, ABD Başkanı Truman, savaş sırasında Yahudilerin topraksız kaldığını ve Filistin’e girmelerine izin verilmesini istemişti.
ABD ve İngiltere temsilcilerinden oluşturulan komisyon, Nisan 1946 tarihinde manda yönetiminin devamı, 100.000 göçmenin kabulü ve mevcudu 65.000 olarak tahmin edilen İsrail Gizli Ordusu'nun silahsızlandırılması hususlarında karar almışsa da, bu girişim de başarısızlıkla sonuçlanmış ve konu 1947 yılında İngiltere tarafından BM’ye götürülmüştür. Kurulan Filistin Özel Komisyonu, Filistin’in Yahudi ve Araplar arasında ikiye bölünmesini, Kudüs’ün ise uluslararası bir statüye kavuşturulmasını önerdi. 29 Kasım 1947’de Filistin topraklarının en verimli bölümlerini oluşturan %56.47’si Yahudilere, verimsiz ve çöl alanlarından oluşan diğer kısmı da Araplara bırakıldı. Yahudiler derhal kendilerine verilen bölgeleri işgale başlarken her türlü şiddete başvurmaktan da geri durmadılar. BM tarafından yürürlüğe konan ve o sıralar Filistin’de %31’lik bir nüfusa sahip olan Yahudilere %56 oranında toprak veren bu karar Arap ülkeleri tarafından kabul edilmedi.
1897’de Siyonist hareketle başlayan ve İsrail devletinin kurulmasıyla yeni bir ivme kazanan Filistin topraklarına Yahudileri yerleştirme süreci, bugün toprakların asıl sahibi Filistinlileri ülkeleri dışında mülteci olarak yaşamak zorunda bırakmıştır. Filistin toprakları ile tarihi ve dini bağları olduğunu iddia ederek yola çıkan Siyonist hareket gerekli dış desteği de sağlayarak Filistinlilere ait topraklarda bir İsrail devleti kurmuştur
1936-1939 Olayları
1936'da bir araya gelen Arap liderleri Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi'ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin'e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını, Filistin'in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Bu rapor Filistinlilerin bağımsızlıklarını gölgeleyecek şekilde topraklarını ikiye böldüğü için Arapların ayaklanmasının daha da şiddetlenmesine neden oldu.
1936-1939 yılları arasında köyden kente bölgenin her yerine yayılan bu ayaklanmalar diğerlerinden farklı olarak Yahudileri değil, İngilizleri hedef almaktaydı ve bu Filistinlilerin haklı tepkilerini koydukları en büyük direniş hareketiydi. Batılılar, Filistin’de Yahudi olmayan halkın varlığından Arap isyanının (1936-1939) o ünlü direnişi ile haberdar olmuşlardı. Ortadoğu’daki dengeleri korumak isteyen İngiltere bu gelişmelerin ardından önemli bir tutum değişikliği ifade eden Beyaz Belge’yi yayınladı. Bu belgede esas olarak, Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının İngiliz siyasetinin parçası olmadığı, gelecek yıllarda yeni mültecilerin kabulünün Arap nüfusun onayına tabi tutulacağı açıklanmaktaydı. Filistin'de Arap ve Yahudilerden oluşan iki uluslu bir devlet kurulmasını ve göçmen sayısının beş yıl içinde toplam 75.000 olarak dondurulmasını öneren bu belge Siyonistleri şok etti. Filistin büyük ayaklanmasını durdurmayı amaçlayan bu belge farklı direniş grupları arasında bölünmeye yol açarak İngilizlerin umduğu sonucu sağladı ve ayaklanma kolaylıkla bastırılmış oldu. Bu belgeye tepki gösteren dönemin ABD Başkanı Herry Truman, İngiltere'den derhal 100.000 Yahudi’nin Filistin'e girmesine izin verilmesini ve göç limitlerinin kaldırılmasını talep etti.
İngiltere tarafından yayınlanan Beyaz Belge (White Document) Filistin’de yeni bir dönemin habercisi olmuştur. Siyonistler daha sonra „Kara Belge“ adını verdikleri bu yeni belgeden sonra artık İngiliz Manda yönetimini de faaliyetlerinde hedef almaya başladılar. Ancak Siyonist hareketin gelişimi için İngiliz mandası önemli bir fırsat olmuştu. İngiliz mandasının onaylandığı 1922 yılından 1940 yılına kadar Yahudi nüfusu 83.790’dan 467.000’e (bu dönemde 1.528.000 nüfusun üçte biri) ve Yahudi halkın sahip olduğu toprak da 60.100 hektardan 155.200 hektara çıktı.
Manda yönetimi
1917’de fiilen başlamış olan İngiliz yönetimi 25 Nisan 1920’de yapılan San Remo Konferansı’nda Filistin üzerinde İngiliz Mandası’nın kabul edilmesiyle garanti altına alınmış oldu. İki yıl sonra da Filistin tamamen İngiliz yönetimine bırakıldı ve Siyonist olduğu açıklanan Sir Herbert Samuel Filistin’e ilk İngiliz Yüksek Komiseri olarak gönderildi.
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin hemen ardından Balfour Deklarasyonu’ndan cesaret alan çok sayıda Yahudi Avrupa’dan Filistin’e göç etti. 1920 Eylül'ünde 16.500 kişilik bir Yahudi grubunun Filistin'e göç etmesi kararı alındı. Bu da Filistinler arasında Yahudi karşıtı söylemi güçlendirdi. Bunun akabinde 1921 yılının Mayıs ayında Kudüs’te büyük bir ayaklanma çıktı ve ayaklanma polis ve asker tarafından güçlükle bastırılabildi. Bölgeye gönderilen Haycraft Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre Yahudi karşıtı Filistin hareketinin nedeni, Yahudilerin göçü nedeniyle bölgede siyasi ve ekonomik dengelerin bozulması, Filistinliler arasında işsizliğin artması ve buna bağlı olarak Filistinlilerin geleceğe dair endişeleridir.
Arap liderlerinden oluşan delegasyon 21 Şubat 1922’de Londra’ya giderek Koloni Bakanlığı’na Filistin halkının Balfour Deklarasyonu’nu veya manda rejimini kabul etmediklerini ve ulusal bağımsızlık istediklerini bildirdi. Bu gelişmenin ardından İngiliz hükümeti 1 Temmuz’da, kendilerinin bütünüyle Yahudi bir Filistin yaratmak niyetinde olmadığını belirtmekle birlikte göç yoluyla Filistin’de Yahudi nüfusunun her geçen gün artmasına imkan veren Balfour Deklarasyonu’ndan taviz verilemeyeceğini bildiren Churchill Beyaz Bildirisi olarak nitelendirilen açıklamayı yayınladı. Bu bildiriyle eski Ürdün Filistin’den ayrıldı. Aynı yıl 21 Temmuz’da da Filistin mandası, Milletler Cemiyeti Konseyi tarafından onaylandı. İngiliz mandasının onaylanmasının ardından, 1923-1929 yılları arasında Filistin, nispeten sakin bir dönem geçirdi. Bu dönemde her iki toplum da, manda rejiminin sonunda Filistin’in geleceğinin halkların nüfuslarına ve sahip oldukları toprak oranlarına göre belirleneceğini anlamış oldu. Bu nedenle Filistinliler Yahudi göçünü haklı olarak engellemeye, Yahudiler de göç yoluyla buradaki nüfuslarının ve topraklarının artmasını sağlamaya yönelik faaliyetlere giriştiler.
1928 yılının ikinci yarısında ekonomik krizin de etkisiyle Filistinliler ve Yahudiler arasındaki düşmanlık yeniden canlanmaya başladı. Bunda hiç şüphesiz manda yönetiminin kuvvetli bir etkisi bulunmaktaydı. Manda, görünürde İngilizlerin Araplara ve Yahudilere karşı yükümlülükleri olduğu anlamına gelse de yönetimin belirlenmesinde Arap tarafın hiçbir dahli olmamış, İngilizler bu işi Yahudilerle halletme yoluna gitmişti. Aslında bu tavırla Filistin’deki Müslümanların varlıklarının bile kabul edilmediği açık bir şekilde ifade ediliyordu.
15 Ağustos 1929’da Ağlama Duvarı’nda Yahudiler bir gösteri düzenlediler ve Filistinliler de hemen ertesi gün bir gösteri düzenleyerek buna cevap verdiler. 1928-1929 olayları bölgede gerginliği artırdı. Bölgeye Mart 1930’da Walter Shaw liderliğinde gönderilen Araştırma Komisyonu Ekim ayında yayınladığı Beyaz Bildiri olarak adlandırılan raporda, gösterilerin nedeni; Filistinlilerin siyasi ve ulusal amaçları ile Yahudilerin çıkarlarının çatışması ve Filistinlilerin geleceğe dair duydukları ekonomik endişe olarak açıklandı. Siyonist hareket bunu Yahudi göçüne sınırlama getiren ve Filistinliler lehine görünen 1922 tarihli Churchill Beyaz Bildirisi’ne dönüş olarak yorumlamadı. Ancak bildirinin aksine, Almanya’da 1930’lardan itibaren Yahudi karşıtı hareketlerin gelişmesine paralel olarak, Filistin’e göç eden Yahudi sayısında önemli oranda artış oldu. Filistin’e göç eden Yahudi sayısı 1934’te 40.000 iken, 1935’te 62.000 oldu.
Bölgede Yahudi nüfusunun hızlı bir şekilde artması Arap muhalefetinin güçlenmesine neden oldu. 1931 yılının Aralık ayında Kudüs’te 22 ülke temsilcisi Siyonist tehlikeye karşı Müslüman Ülkeler Kongresi’nde bir araya geldiler. 1932 yılında İstiklal Partisi ve Ulusal Gençliğin Millet İdaresi (Congress Executive of Nationalist Youth) kuruldu. 1935 yılına gelindiğinde Yahudi nüfusunun artmasıyla kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürülen Filistinlilerin tepkisi doruk noktasına ulaştı. Bu zamana kadar birbirinden bağımsız olarak hareket eden altı Arap siyasi partisinden (İstiklal Partisi hariç) beşi bir araya gelerek işbirliği kararı aldı.