Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Eğitim
Belirli Gün Ve Haftalar - Yazılar
İstiklal Marşı - 10 Kıtanın Geniş Açıklaması
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="YoRuMSuZ" data-source="post: 324969" data-attributes="member: 1"><p>İstiklal Marşı - Birinci Kıtanın Açıklaması</p><p><strong><p style="margin-left: 20px">Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;</p></strong></p><p style="margin-left: 20px"><strong>Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.</p></strong></p><p style="margin-left: 20px"><strong>O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;</p></strong></p><p style="margin-left: 20px"><strong>O benimdir, o benim milletimindir ancak.</p><p></strong>Önce kıt’anın ifâdesini kelime kelime düz cümleye çevirelim. Birinci kıt’a, bir nazım birimi olarak altı cümleyi barındırıyor: 1.cümle: Korkma. 2. cümle: Yurdumun üstünde tüten son ocak sönmedikçe bu şafaklarda yüzen al sancak sönmez. 3. cümle: O benim milletimin yıldızıdır. 4. cümle: Parlayacak. 5. cümle: O benimdir. 6. cümle: O, ancak benim milletimindir. Bu altı cümle, Türkiye Türkçesi’nin günlük konuşma dili içinde düşünüldüğü ve yaşanan tarihî şartlar değerlendirildiği zaman daha kolay anlaşılacaktır: Büyük Türk milleti, korkma! Bir şafak vakti güneşi gibi göklerde süzülen ay yıldızlı bayrak, Türk milletinin son âilesinde yanan son ocak sönmeden, göklerden inmeyecektir. Anadolu’da tek bir Türk kalsa, devlet ve vatan kurtulacak; al sancak, Türk milletinin bir yıldızı olarak hep parlayacaktır. Bayrağa kimse göz dikemez; o benim ve benim milletimindir. İstiklâl Marşı’nın ilk mısralarında bayrağa hitap etmesi, çok mânidardır. Bayrak, istiklâli ve hürriyeti temsil eden en önemli remizlerden biridir. Her ülke ve her devlet, bayrağı ile anılır. Bu sembol, milleti ve devleti ile bölünmez bütünlüğün, bağımsızlık ve özgürlük zemininde sağlanmasına bir işârettir.</p><p></p><p> Türk bayrağı, atalarımızın kanlarını temsil eden kırmızı renk ile tabiata karşı gücümüze işâret eden hilâl ve yıldızdan oluşmuş bir bütünlüktür. Bu bayrağın meydana gelişi, binlerce yılın birikimidir. Asırların ilim ve irfanı, Türk an’anesi ve İslâm inancı, şehitlerimizin kanları ve ordumuzun kahramanlığı ile birleşmiş. Türk milletinin medeniyet anlayışını temsil makamında kırmızı zemin üstüne hilâl ve yıldız sembolleri, atalarımız tarafından bayrak olarak düşünülmüş.</p><p></p><p> “Korkma” hitâbı, tarihî kayıtlarda en çok tartışılan kelimelerden biri olmuştur. Hem vezninin müşterek oluşu hem de “korkma”, “çatma” kelimeleri ile Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’ndeki “saçma” hitabıyla başlamasına telmih etmesi, bu kelimenin edebî mâzî ile uygunluk taşıdığını da gösterir. Metnin yazıldığı tarihî şartlar ise, halkın nasıl bir panik içinde olduğunu gerçekçi bir bakışla gözler önüne serer. Hiç şüphesiz “korkma” hitâbı, Türk milletine güven vermek, cesaretini pekiştirmek, tarihte yaşadığı kahramanlıklara ulaştırmak isteğinin samimi bir yansımasıdır.</p><p></p><p> Türk milletine korkma denir mi? Türk milleti korkar mı? Bu soruların cevabını, Kurtuluş Harbi’nin o tehlikeli dönemlerinde yaşadıklarımızı düşünerek bulabiliriz. Biz biliriz ki Türk milleti korkmaz; ancak, vatanı tehlikeye girince çok büyük bir üzüntü ve endişe duyar. Medeniyetimizi, bilim ve teknik ile yenileyemediğimiz için, atalarımız kadar çalışkan ve gayretli olmadığımız için, koca Türk medeniyetinin geldiği Osmanlı döneminin son yılları, büyük kargaşalar ve çok kötü yenilgiler devridir. İstanbul’daki yöneticilerimiz, devletin İstanbul’dan değil Anadolu’dan kurtulması gerektiğini düşünmüşler. Aydınlarımız, bir halk hareketi olmadan mahvolacağımızı anlamışlar. Devlet adamlarımız, Mustafa Kemâl Paşa ile birçok genç subayımızı Anadolu’ya göndermişler. Milletimizin kahramanlığına inanan, gönlü İslâm ateşi ile yanan ve cumhuriyeti kurmaya azimli Anadolu halkı, başta Mustafa Kemâl olmak üzere ordumuza destek vermiş, savaşa hazırlanmıştır. Samsun’dan Amasya, Sivas, Erzurum, Ankara... gibi merkezleri gezen Mustafa Kemâl Paşa, Anadolu’daki askerimiz, subaylarımız ve milletimiz ile büyük bir dayanışma içinde çalışmıştır. İşgâl kuvvetleri, ordumuzun silahlarına el koymuş, Anadolu halkının fakir ve perişan bir hâle gelmesine sebep olmuştur. Bu şartlar içinde, Ankara’da meclis kurulmuş, hâkimiyet, saray ve padişahtan alınarak meclis yoluyla millete devredilmiştir. Cenâb-ı Hakkın yardımıyla, milletimizin fedakâr gayretleriyle, şehitlerimizin kanıyla Türk vatanı, büyük bir mücadeleye girmiştir.</p><p></p><p>Mehmet Âkif, ünlü Balıkesir Paşa Camii’ndeki (Şubat 1920) konuşmasından sonra İstanbul’a dönmüş ve Alemdağı güzergâhı üzerinden İnebolu’ya, oradan Ankara’ya ulaşmıştır. Ankara’dan Konya’ya ve sonra Kastamonu’ya giderek, halkı, Anadolu’da kurulan hükümete bağlanmaya çağırmıştır. 25 Kânun-ı evvel.1336 / 25. Aralık. 1920’de yeniden Ankara’ya dönen Âkif, birinci mecliste Burdur milletvekili olarak çalışmıştır. İşte bu vazife devam ederken 17.Şubat.1921’de İstiklâl Marşı’nı yazmış ve metin 12.Mart.1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Bu tarihte savaş devam etmektedir. Top sesleri, Polatlı yakınlarından duyulmakta; Ankara ve Türk halkı sıkıntı içinde, merakla beklemektedir. Büyük taarruz henüz yapılmamış; düşman orduları denize dökülmemiştir. Ordu silahsız, mühimmatsız, yiyeceksiz bir hâldedir. Moraller bozuktur. Anadolu, cumhuriyet, din, ırz, namus... tehlikededir. Bu şartlar altında “Korkma” hitâbı, çok gereklidir. </p><p></p><p> İstiklâl Marşı, gerçek hayatla iç içe olduğu gibi, tabiatla ve kozmik unsurlarla da bir bütünlük içindedir. Daha ilk kıt’ada hayâllerin tabiatla nasıl bütünleştiğine şahit oluruz. Sabah vakti, gökyüzü, hilâl, yıldız, Türk ailesi (ocak) ve Türk milleti, bu kıt’anın muhtevasını örer. </p><p></p><p>Milletin son ferdi şehid olmadan, son ocağı, son evi sönmeden bayrak inmez! Gökte yıldızın, şafakta hilâlin dalgalanması gibi Türk bayrağı, sonsuza dek dalgalanacaktır. Sabah vakti, geleneksel medeniyetlerin anlayışına göre, kutlu bir zamandır. Hem erkenden kalkıp bu dünyada işlerimizi düzenli ve verimli bir şekilde yapmaya başlamamızı temsil eder ve hem de şafakla birlikte Yüce Yaratıcı’nın birliğine imanı kuvvetlendirir. Dünya ve ukbâ ideallerine bir remiz olan şafak vakti, vatan ve bayrak kavramları ile bir başka ilâhî hüviyete bürünür. Metnin ilk mısralarında zaman birimi olarak sabah vaktinin seçilmesi tesâdüf değildir. Gecenin karanlığı, vatanımızın sıkıntılarını temsil eder ve kurtuluş, bayrağımız ile birlikte düşünüldüğünde bir şafak vakti güneşin doğuşu gibi algılanacaktır. Tabiat ve kozmik unsurların alegorisi ile çizilen bu tablo, ressamlara vereceği ilham ile birlikte düşünüldüğünde, gayet estetik ve bir o kadar da gerçekçi bir kompozisyona sebep olur.</p><p></p><p> Sabah, güneş, ay, gök gibi tabiat unsurları, Türk milleti ve Türk Bayrağı ile birleştirildiğinde, vatanımızın ve milletimizin, varlık plânında bütün dünyanın en önemli muhataplarından biri olduğu gerçeği ortaya çıkar. Türk milleti hesaba katılmadan bu dünyada hiçbir millet, hiçbir devlet, bir tasarrufta bulunamaz. Tabiata muhatap olan Türk milleti, bu kara günlerden kurtulup, aydınlık günlere ulaşacaktır. Mehmet Âkif’in mısraları, savaştan sonrasını basîret gözü ile gören bir aydının erken müjdesi olarak kabul edilmiştir. Bu müjde, aynı zamanda bir tarihî hakîkatin de göstergesidir. Türk milleti, tarihin pek çok karanlık dönemini, alnının akı ile kapatmış ve zor durumlardan kurtulmuştur. Yine kurtulacaktır. </p><p></p><p> İstiklâl Marşı metninin ilk kıt’asındaki muhtevâ yoğunluğu, birkaç satıra sığacak birikimlerden değildir. Burada ancak temsilî meseleler anlatılabilir. Muhtevâ yorumu için diğer kıt’aları da hesaba katarak, genel yorumlara ulaşmak gerekir. Birinci kıt’ada, sancak / ocak / parlayacak / ancak: -cak hecesi, üç harf benzeşmesi ile zengin kâfiyedir. Sancak, isim; ocak, isim; parlayacak, çekimli bir fiil; ancak, edattır. Birinci ve sonuncu mısralardaki kâfiyeleniş, zengin kâfiyenin, tunç kâfiye sayılan cinsindendir. Birinci, üçüncü ve dördüncü mısralardaki kâfiyelenişten evvel zikredilen “-a-” sesleri, kâfiye âhengini pekiştirir. Kâfiyedeki âhenk, geçmişte mukayyed kâfiye olarak bilinen bir sağlamlığa ulaşır.</p><p></p><p> İstiklâl Marşı, klâsik edebî sanatlar ile donatılmış, söylendiği çağın gerçek hayatını anlatan bir şiir olarak pek çok edebî sanatın kullanıldığı eşsiz bir manzûm örgüdür. On kıt’asında birden sehl-i mümtenî bulunur ki bu sözlerin söylenmesi kolay zannedilir, basit bir ifadede kolaycık söylendiği hissedilir ama incelenince hele bir nazîre yazmaya kalkılınca her mısraın sanatlı, her cümlenin üzerinde çok düşünülmüş olduğu görülür. Yine şiirin tamamında îcaz denilen bir teknik vardır ki, az sözle çok şey anlatmak sanatıdır.</p><p></p><p> Birinci dörtlük, edebî sanatların iç içe girmiş biçimiyle en yoğun kullanıldığı kıt’alardan biridir. Bu dört mısrada ondan fazla edebî sanat vardır.</p><p></p><p>1. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Korkma hitâbı, nidâ sanatına sebep olur.</p><p></p><p>2. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”: “Al sancak” kelime grubu, sönmez fiiline bağlandığı için bayrak yerine kullanılan al sancak [= lamba, ocak, ateş] ilgisi ile düşünülmüştür. Yanan veya ışık kaynağı olarak parlayan bir kelime kullanılmamış, bayrak da denmemiş, onun yerine al sancak kullanılmıştır. Kapalı istiâre sanatı ortaya çıkmıştır; aynı zamanda “dalgalanan al sancak” yerine “yüzen al sancak” ifâdesi kullanılması da “al sancak” kelime grubuna bağlanan ikinci bir istiâreye sebeptir. Bir üçüncü kullanım ise, bayrak kelimesi yerine al sancak kelimesinin kullanımı, bayrağın söylenmeyip onun renginin söylenmesi mecâz-ı mürsel sanatını düşündürür.</p><p></p><p>3. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Sönmez kelimesi, yok olmaz anlamında kullanılmıştır. Al sancağın sönmesi, onun artık istiklâli temsil edememesi demektir. Kapalı istiâre sanatı kullanılmıştır. “Bir ateş gibi yanan al sancak”; “Bir ocak gibi / bir güneş gibi parlayan al sancak” ifâdeleri söylenmemiş, onun olumsuzu “sönmez” kelimesi ile ortaya konmuştur.</p><p></p><p>4. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Yüzen kelimesi, “dalgalanan” sıfat fiili yerine kullanılmıştır. Al sancağın bir gemi veya bir insan gibi denizde yüzmesi hayâl edilmiştir. </p><p></p><p>“Dalgalanan al sancak” yerine “yüzen al sancak” ifâdesi, kapalı istiareye sebeptir. Çünkü benzetmenin ilgisi (yüzen) söylenmiş ama anlamda kuvvetli olan (yüzen) gemi veya (yüzen) insan gibi kelimeler zikredilmemiş onun yerine onlara benzetilen “al sancak” ve “yüzen” ifâdeleri kullanılmıştır. Kapalı istiâre böylece ortaya çıkmış olur.</p><p></p><p>5. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Şafak, denize benzetilmiş; “şafak” kelimesi, deniz kelimesi yerine kullanılmıştır; zira şafakta yüzülmez. Denizde, gölde, ırmakta, derede, havuzda yüzülür. Anlam bakımından kuvvetli olan ve “yüzülen yer” anlamındaki (meselâ) deniz gibi bir kelime söylenmediği için “şafak” kelimesinde de bir kapalı istiâre ilgisi düşünülmelidir.</p><p></p><p>6. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Şafak ve al sancak kelimeleri, sabah vakti şafakta doğan güneş gibi bayrağın dalgalanmasını düşündürür.</p><p></p><p> Burada güneş-bayrak alâkası kurulur. Anlam bakımından kuvvetli olan güneş söylenmediği ve al sancak zikredildiği için, bu sancağın şafakta ortaya çıkması kapalı istiâre sanatına sebep olur.</p><p></p><p>7. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Birinci mısra ile anlam ilgisi bulunan </p><p>“sönmeden” kelimesi, ocağın sönmesi ve evin yıkılması anlamlarının her ikisini de düşündürür ama asıl anlatılmak istenen uzak anlam dairesindeki </p><p>“evin yok olması, yıkılması, evdeki ağız tadının, düzenin bozulması” anlamı kastedilmiştir. Tevriye ve kinâye anlam daireleri söz konusudur. Akla gelen anlamlardan biri mecaz biri gerçek anlam olduğuna göre burada kinâye sanatı kullanıldığı hükmü daha makuldür.</p><p></p><p>8. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Ocak kelimesi, Türk âilesini, âilenin oturduğu evi kasteder. Evin bir parçası veya âilenin bir özelliği söylenmiştir; âile veya ev kelimesi söylenmemiştir. Parça bütün ilişkisiyle veya bir özelliğin söylenip o özelliğe sahip kelimenin söylenmemesiyle mecâz-ı mürsel yapılmıştır.</p><p></p><p>9. “Sön-”, “o benim”, “milletimin” kelimeleri birden fazla kullanılmıştır. Anlamda vurgu ve söyleyişte âhenk meydana getiren bu tekrarlarda tekrir sanatı söz konusudur.</p><p></p><p>10. “O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak”. Bayrak ve yıldız alâkası kurulmuş; bayrak, yıldıza benzetilmiştir. “Yıldız gibi parlayan bayrak” anlamı hatırlatılmış; “gibi” ve “bayrak” kelimeleri kullanılmamış; “yıldız” ve “parlamak” kelimeleri kullanılmıştır. Anlam bakımından kuvvetli olan kelime söylenmiş ve o kelimenin anlam ilgisi, benzetme yönü (parlamak) belirtilmiştir. Açık istiâre sanatı düşünülmelidir.</p><p></p><p>11. Bir insanın veya topluluğunun “yıldızının parlaması”, “ocağının sönmesi” asırlardır deyim olarak kullanılmakta, özlü sözler içinde bir kelâm-ı kibar mâhiyeti taşımaktadır. Bu yüzden, anlamı bir deyim, tâbir veya mesel ile anlatmak demek olan irsâl-i mesel sanatı ortaya çıkmaktadır.</p><p></p><p>12. “O benimdir, o benim milletimindir ancak” mısraında ifâdenin yarısında hem anlamın yönü hem de sahip olan öznenin kendisi değişmiştir. İlk ifadede al sancak, şairin iken, burada bir anlam kuvvetlendirmesine gidilmiş ve al sancağa sahip olan öznenin “millet” olduğu ifade edilmiştir. Bu yön değiştirmede iltifat sanatı düşünülebilir.</p><p></p><p>13. Kıt’anın tamamında farklı tenasüp gurupları kurulabilir: Sancak, ocak, yurt, millet; şafak, yıldız, parlamak kelimeleri bu gruplara örnektir.</p><p></p><p>14. Sönmek-tütmek kelimelerinde birbirinin zıttı anlamlar muhafaza edildiği için, bu iki kelimenin bir mısrada kullanılmasında tezat sanatı düşünülebilir.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="YoRuMSuZ, post: 324969, member: 1"] İstiklal Marşı - Birinci Kıtanın Açıklaması [B][INDENT]Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak.[/INDENT][/B] Önce kıt’anın ifâdesini kelime kelime düz cümleye çevirelim. Birinci kıt’a, bir nazım birimi olarak altı cümleyi barındırıyor: 1.cümle: Korkma. 2. cümle: Yurdumun üstünde tüten son ocak sönmedikçe bu şafaklarda yüzen al sancak sönmez. 3. cümle: O benim milletimin yıldızıdır. 4. cümle: Parlayacak. 5. cümle: O benimdir. 6. cümle: O, ancak benim milletimindir. Bu altı cümle, Türkiye Türkçesi’nin günlük konuşma dili içinde düşünüldüğü ve yaşanan tarihî şartlar değerlendirildiği zaman daha kolay anlaşılacaktır: Büyük Türk milleti, korkma! Bir şafak vakti güneşi gibi göklerde süzülen ay yıldızlı bayrak, Türk milletinin son âilesinde yanan son ocak sönmeden, göklerden inmeyecektir. Anadolu’da tek bir Türk kalsa, devlet ve vatan kurtulacak; al sancak, Türk milletinin bir yıldızı olarak hep parlayacaktır. Bayrağa kimse göz dikemez; o benim ve benim milletimindir. İstiklâl Marşı’nın ilk mısralarında bayrağa hitap etmesi, çok mânidardır. Bayrak, istiklâli ve hürriyeti temsil eden en önemli remizlerden biridir. Her ülke ve her devlet, bayrağı ile anılır. Bu sembol, milleti ve devleti ile bölünmez bütünlüğün, bağımsızlık ve özgürlük zemininde sağlanmasına bir işârettir. Türk bayrağı, atalarımızın kanlarını temsil eden kırmızı renk ile tabiata karşı gücümüze işâret eden hilâl ve yıldızdan oluşmuş bir bütünlüktür. Bu bayrağın meydana gelişi, binlerce yılın birikimidir. Asırların ilim ve irfanı, Türk an’anesi ve İslâm inancı, şehitlerimizin kanları ve ordumuzun kahramanlığı ile birleşmiş. Türk milletinin medeniyet anlayışını temsil makamında kırmızı zemin üstüne hilâl ve yıldız sembolleri, atalarımız tarafından bayrak olarak düşünülmüş. “Korkma” hitâbı, tarihî kayıtlarda en çok tartışılan kelimelerden biri olmuştur. Hem vezninin müşterek oluşu hem de “korkma”, “çatma” kelimeleri ile Fuzûlî’nin Su Kasîdesi’ndeki “saçma” hitabıyla başlamasına telmih etmesi, bu kelimenin edebî mâzî ile uygunluk taşıdığını da gösterir. Metnin yazıldığı tarihî şartlar ise, halkın nasıl bir panik içinde olduğunu gerçekçi bir bakışla gözler önüne serer. Hiç şüphesiz “korkma” hitâbı, Türk milletine güven vermek, cesaretini pekiştirmek, tarihte yaşadığı kahramanlıklara ulaştırmak isteğinin samimi bir yansımasıdır. Türk milletine korkma denir mi? Türk milleti korkar mı? Bu soruların cevabını, Kurtuluş Harbi’nin o tehlikeli dönemlerinde yaşadıklarımızı düşünerek bulabiliriz. Biz biliriz ki Türk milleti korkmaz; ancak, vatanı tehlikeye girince çok büyük bir üzüntü ve endişe duyar. Medeniyetimizi, bilim ve teknik ile yenileyemediğimiz için, atalarımız kadar çalışkan ve gayretli olmadığımız için, koca Türk medeniyetinin geldiği Osmanlı döneminin son yılları, büyük kargaşalar ve çok kötü yenilgiler devridir. İstanbul’daki yöneticilerimiz, devletin İstanbul’dan değil Anadolu’dan kurtulması gerektiğini düşünmüşler. Aydınlarımız, bir halk hareketi olmadan mahvolacağımızı anlamışlar. Devlet adamlarımız, Mustafa Kemâl Paşa ile birçok genç subayımızı Anadolu’ya göndermişler. Milletimizin kahramanlığına inanan, gönlü İslâm ateşi ile yanan ve cumhuriyeti kurmaya azimli Anadolu halkı, başta Mustafa Kemâl olmak üzere ordumuza destek vermiş, savaşa hazırlanmıştır. Samsun’dan Amasya, Sivas, Erzurum, Ankara... gibi merkezleri gezen Mustafa Kemâl Paşa, Anadolu’daki askerimiz, subaylarımız ve milletimiz ile büyük bir dayanışma içinde çalışmıştır. İşgâl kuvvetleri, ordumuzun silahlarına el koymuş, Anadolu halkının fakir ve perişan bir hâle gelmesine sebep olmuştur. Bu şartlar içinde, Ankara’da meclis kurulmuş, hâkimiyet, saray ve padişahtan alınarak meclis yoluyla millete devredilmiştir. Cenâb-ı Hakkın yardımıyla, milletimizin fedakâr gayretleriyle, şehitlerimizin kanıyla Türk vatanı, büyük bir mücadeleye girmiştir. Mehmet Âkif, ünlü Balıkesir Paşa Camii’ndeki (Şubat 1920) konuşmasından sonra İstanbul’a dönmüş ve Alemdağı güzergâhı üzerinden İnebolu’ya, oradan Ankara’ya ulaşmıştır. Ankara’dan Konya’ya ve sonra Kastamonu’ya giderek, halkı, Anadolu’da kurulan hükümete bağlanmaya çağırmıştır. 25 Kânun-ı evvel.1336 / 25. Aralık. 1920’de yeniden Ankara’ya dönen Âkif, birinci mecliste Burdur milletvekili olarak çalışmıştır. İşte bu vazife devam ederken 17.Şubat.1921’de İstiklâl Marşı’nı yazmış ve metin 12.Mart.1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Bu tarihte savaş devam etmektedir. Top sesleri, Polatlı yakınlarından duyulmakta; Ankara ve Türk halkı sıkıntı içinde, merakla beklemektedir. Büyük taarruz henüz yapılmamış; düşman orduları denize dökülmemiştir. Ordu silahsız, mühimmatsız, yiyeceksiz bir hâldedir. Moraller bozuktur. Anadolu, cumhuriyet, din, ırz, namus... tehlikededir. Bu şartlar altında “Korkma” hitâbı, çok gereklidir. İstiklâl Marşı, gerçek hayatla iç içe olduğu gibi, tabiatla ve kozmik unsurlarla da bir bütünlük içindedir. Daha ilk kıt’ada hayâllerin tabiatla nasıl bütünleştiğine şahit oluruz. Sabah vakti, gökyüzü, hilâl, yıldız, Türk ailesi (ocak) ve Türk milleti, bu kıt’anın muhtevasını örer. Milletin son ferdi şehid olmadan, son ocağı, son evi sönmeden bayrak inmez! Gökte yıldızın, şafakta hilâlin dalgalanması gibi Türk bayrağı, sonsuza dek dalgalanacaktır. Sabah vakti, geleneksel medeniyetlerin anlayışına göre, kutlu bir zamandır. Hem erkenden kalkıp bu dünyada işlerimizi düzenli ve verimli bir şekilde yapmaya başlamamızı temsil eder ve hem de şafakla birlikte Yüce Yaratıcı’nın birliğine imanı kuvvetlendirir. Dünya ve ukbâ ideallerine bir remiz olan şafak vakti, vatan ve bayrak kavramları ile bir başka ilâhî hüviyete bürünür. Metnin ilk mısralarında zaman birimi olarak sabah vaktinin seçilmesi tesâdüf değildir. Gecenin karanlığı, vatanımızın sıkıntılarını temsil eder ve kurtuluş, bayrağımız ile birlikte düşünüldüğünde bir şafak vakti güneşin doğuşu gibi algılanacaktır. Tabiat ve kozmik unsurların alegorisi ile çizilen bu tablo, ressamlara vereceği ilham ile birlikte düşünüldüğünde, gayet estetik ve bir o kadar da gerçekçi bir kompozisyona sebep olur. Sabah, güneş, ay, gök gibi tabiat unsurları, Türk milleti ve Türk Bayrağı ile birleştirildiğinde, vatanımızın ve milletimizin, varlık plânında bütün dünyanın en önemli muhataplarından biri olduğu gerçeği ortaya çıkar. Türk milleti hesaba katılmadan bu dünyada hiçbir millet, hiçbir devlet, bir tasarrufta bulunamaz. Tabiata muhatap olan Türk milleti, bu kara günlerden kurtulup, aydınlık günlere ulaşacaktır. Mehmet Âkif’in mısraları, savaştan sonrasını basîret gözü ile gören bir aydının erken müjdesi olarak kabul edilmiştir. Bu müjde, aynı zamanda bir tarihî hakîkatin de göstergesidir. Türk milleti, tarihin pek çok karanlık dönemini, alnının akı ile kapatmış ve zor durumlardan kurtulmuştur. Yine kurtulacaktır. İstiklâl Marşı metninin ilk kıt’asındaki muhtevâ yoğunluğu, birkaç satıra sığacak birikimlerden değildir. Burada ancak temsilî meseleler anlatılabilir. Muhtevâ yorumu için diğer kıt’aları da hesaba katarak, genel yorumlara ulaşmak gerekir. Birinci kıt’ada, sancak / ocak / parlayacak / ancak: -cak hecesi, üç harf benzeşmesi ile zengin kâfiyedir. Sancak, isim; ocak, isim; parlayacak, çekimli bir fiil; ancak, edattır. Birinci ve sonuncu mısralardaki kâfiyeleniş, zengin kâfiyenin, tunç kâfiye sayılan cinsindendir. Birinci, üçüncü ve dördüncü mısralardaki kâfiyelenişten evvel zikredilen “-a-” sesleri, kâfiye âhengini pekiştirir. Kâfiyedeki âhenk, geçmişte mukayyed kâfiye olarak bilinen bir sağlamlığa ulaşır. İstiklâl Marşı, klâsik edebî sanatlar ile donatılmış, söylendiği çağın gerçek hayatını anlatan bir şiir olarak pek çok edebî sanatın kullanıldığı eşsiz bir manzûm örgüdür. On kıt’asında birden sehl-i mümtenî bulunur ki bu sözlerin söylenmesi kolay zannedilir, basit bir ifadede kolaycık söylendiği hissedilir ama incelenince hele bir nazîre yazmaya kalkılınca her mısraın sanatlı, her cümlenin üzerinde çok düşünülmüş olduğu görülür. Yine şiirin tamamında îcaz denilen bir teknik vardır ki, az sözle çok şey anlatmak sanatıdır. Birinci dörtlük, edebî sanatların iç içe girmiş biçimiyle en yoğun kullanıldığı kıt’alardan biridir. Bu dört mısrada ondan fazla edebî sanat vardır. 1. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Korkma hitâbı, nidâ sanatına sebep olur. 2. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”: “Al sancak” kelime grubu, sönmez fiiline bağlandığı için bayrak yerine kullanılan al sancak [= lamba, ocak, ateş] ilgisi ile düşünülmüştür. Yanan veya ışık kaynağı olarak parlayan bir kelime kullanılmamış, bayrak da denmemiş, onun yerine al sancak kullanılmıştır. Kapalı istiâre sanatı ortaya çıkmıştır; aynı zamanda “dalgalanan al sancak” yerine “yüzen al sancak” ifâdesi kullanılması da “al sancak” kelime grubuna bağlanan ikinci bir istiâreye sebeptir. Bir üçüncü kullanım ise, bayrak kelimesi yerine al sancak kelimesinin kullanımı, bayrağın söylenmeyip onun renginin söylenmesi mecâz-ı mürsel sanatını düşündürür. 3. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak / Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Sönmez kelimesi, yok olmaz anlamında kullanılmıştır. Al sancağın sönmesi, onun artık istiklâli temsil edememesi demektir. Kapalı istiâre sanatı kullanılmıştır. “Bir ateş gibi yanan al sancak”; “Bir ocak gibi / bir güneş gibi parlayan al sancak” ifâdeleri söylenmemiş, onun olumsuzu “sönmez” kelimesi ile ortaya konmuştur. 4. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Yüzen kelimesi, “dalgalanan” sıfat fiili yerine kullanılmıştır. Al sancağın bir gemi veya bir insan gibi denizde yüzmesi hayâl edilmiştir. “Dalgalanan al sancak” yerine “yüzen al sancak” ifâdesi, kapalı istiareye sebeptir. Çünkü benzetmenin ilgisi (yüzen) söylenmiş ama anlamda kuvvetli olan (yüzen) gemi veya (yüzen) insan gibi kelimeler zikredilmemiş onun yerine onlara benzetilen “al sancak” ve “yüzen” ifâdeleri kullanılmıştır. Kapalı istiâre böylece ortaya çıkmış olur. 5. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Şafak, denize benzetilmiş; “şafak” kelimesi, deniz kelimesi yerine kullanılmıştır; zira şafakta yüzülmez. Denizde, gölde, ırmakta, derede, havuzda yüzülür. Anlam bakımından kuvvetli olan ve “yüzülen yer” anlamındaki (meselâ) deniz gibi bir kelime söylenmediği için “şafak” kelimesinde de bir kapalı istiâre ilgisi düşünülmelidir. 6. “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak”. Şafak ve al sancak kelimeleri, sabah vakti şafakta doğan güneş gibi bayrağın dalgalanmasını düşündürür. Burada güneş-bayrak alâkası kurulur. Anlam bakımından kuvvetli olan güneş söylenmediği ve al sancak zikredildiği için, bu sancağın şafakta ortaya çıkması kapalı istiâre sanatına sebep olur. 7. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Birinci mısra ile anlam ilgisi bulunan “sönmeden” kelimesi, ocağın sönmesi ve evin yıkılması anlamlarının her ikisini de düşündürür ama asıl anlatılmak istenen uzak anlam dairesindeki “evin yok olması, yıkılması, evdeki ağız tadının, düzenin bozulması” anlamı kastedilmiştir. Tevriye ve kinâye anlam daireleri söz konusudur. Akla gelen anlamlardan biri mecaz biri gerçek anlam olduğuna göre burada kinâye sanatı kullanıldığı hükmü daha makuldür. 8. “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Ocak kelimesi, Türk âilesini, âilenin oturduğu evi kasteder. Evin bir parçası veya âilenin bir özelliği söylenmiştir; âile veya ev kelimesi söylenmemiştir. Parça bütün ilişkisiyle veya bir özelliğin söylenip o özelliğe sahip kelimenin söylenmemesiyle mecâz-ı mürsel yapılmıştır. 9. “Sön-”, “o benim”, “milletimin” kelimeleri birden fazla kullanılmıştır. Anlamda vurgu ve söyleyişte âhenk meydana getiren bu tekrarlarda tekrir sanatı söz konusudur. 10. “O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak”. Bayrak ve yıldız alâkası kurulmuş; bayrak, yıldıza benzetilmiştir. “Yıldız gibi parlayan bayrak” anlamı hatırlatılmış; “gibi” ve “bayrak” kelimeleri kullanılmamış; “yıldız” ve “parlamak” kelimeleri kullanılmıştır. Anlam bakımından kuvvetli olan kelime söylenmiş ve o kelimenin anlam ilgisi, benzetme yönü (parlamak) belirtilmiştir. Açık istiâre sanatı düşünülmelidir. 11. Bir insanın veya topluluğunun “yıldızının parlaması”, “ocağının sönmesi” asırlardır deyim olarak kullanılmakta, özlü sözler içinde bir kelâm-ı kibar mâhiyeti taşımaktadır. Bu yüzden, anlamı bir deyim, tâbir veya mesel ile anlatmak demek olan irsâl-i mesel sanatı ortaya çıkmaktadır. 12. “O benimdir, o benim milletimindir ancak” mısraında ifâdenin yarısında hem anlamın yönü hem de sahip olan öznenin kendisi değişmiştir. İlk ifadede al sancak, şairin iken, burada bir anlam kuvvetlendirmesine gidilmiş ve al sancağa sahip olan öznenin “millet” olduğu ifade edilmiştir. Bu yön değiştirmede iltifat sanatı düşünülebilir. 13. Kıt’anın tamamında farklı tenasüp gurupları kurulabilir: Sancak, ocak, yurt, millet; şafak, yıldız, parlamak kelimeleri bu gruplara örnektir. 14. Sönmek-tütmek kelimelerinde birbirinin zıttı anlamlar muhafaza edildiği için, bu iki kelimenin bir mısrada kullanılmasında tezat sanatı düşünülebilir. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
En iyi yönetim şekli?
Cevapla
Forumlar
Eğitim
Belirli Gün Ve Haftalar - Yazılar
İstiklal Marşı - 10 Kıtanın Geniş Açıklaması
Top