Halk Türkülerinin ortaya çıkışı

Suskun

V.I.P
V.I.P

Türküler, anonim halk şiirinin en eski türlerinden biridir. Kelime olarak 16. yüzyılda Anadolu’da bulduğumuz türkü, anlam bakımından "Türk’e ait, Türk’e özgü, Türk’e mensup" anlamındadır. Bu terim sadece bir şiir biçimine değil, aynı zamanda özel ezgileriyle okunan edebî metinlere de ad olmuştur. Denilebilir ki, anonim özellik taşısın veya taşımasın, türkülerde belirleyici bir rol oynayarak hangi bölgeye ait olduğunu ortaya çıkaran öge, o türkünün ezgisidir, tavrıdır, havasıdır, ritmidir.

Türkülerin ortaya çıkışları iki yolla olmuştur ve günümüzde de olmaktadır. Ya çok kısa bir zaman içinde anonimlik özelliğini kazanmıştır ya da bir halk şairinin, bir aşığın söylediği parça sonradan türkü olarak tanınmıştır ve türküyü yakanın adını da şiirin sonunda vermektedir. Her iki durumda da, türkü özel bir ezgi eşliğinde okunmaktadır. Türkü yakma terimiyle bilinen, bu ortaya koyma olayı, çok farklı sebeplere bağlanmaktadır. Türküler öteden beri önemli olaylar üzerine yakılır. Genç bir adamın vurulması, taze gelinin ölmesi, bir genç kızın kaçırılması, askere gidenlerin durumu, gurbet ellere gidiş, uzun süren hastalıklar, hasret kalma, buluşma özlemi, ürün toplama, yayla yollarında göç, memleketteki güzellikler, evlenme sürecinde kına yakma, düğün, kız evinden erkek evine gidiş, mevsimlerin özellikleri, kent güzellemeleri vb. ana konular olarak türkülerde işlenmişlerdir. Türkü sözlerinin arasında anlamı pekiştiren, vurgulayan ve her parçanın hemen arkasından tekrar edilen "nakarat" bölümü, hiç değiştirilmeden söylenir.


Türkülerimizde dilimizin tadını bulduğumuz gibi, yaşanılan gerçeklerin acısıyla da karşılaşırız. İnsanlarımız beklentilerini, umduklarını, umutlarını türkülerle dile getirdiği gibi derdini, özlemini, acısını da onunla açığa vurur. Bazen kaderine, alın yazısına boyun eğmesini ifade eder, bazen de kaderine karşı çıkmasını...

Türkülerin en önemli özellikleri, bölgelerine göre belli bir ezgisinin ve ritmlerinin olmasıdır. Bu ana özelliklere bakarak türküler iki başlık altında incelenir:
1. Usullü türküler,
2. Usulsüz türküler.


Usullü türkülerin kırık hava adı ile tanındığını biliyoruz. Ege bölgesinde zeybek, Trakya ve Marmara bölgelerinde karşılama, Karadeniz kıyılarında horon terimleriyle bilinen usullü türkülere bazı şehirlerde farklı adlar verilir: Konya’da oturak, Eğin’de ala gözlü, Yozgat’ta sürmeli, Isparta’da ve Eğirdir’de datdiri, Kars ve Erzurum’da Sümmanî ağzı, Harput’ta şıkıltım vb.

Usulsüz türküler, belirli bir süreye veya ritme bağlı kalmaksızın nota değerleri ile usulü bulunmayanlardır. Bunların diğer adı olan uzun hava terimi daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Bölgelerdeki farklılıklara göre ayrıca bozlak, hoyrat veya horyat, kayabaşı, maya, türkmani, ağıt, divan, Çukurova adlarıyla da bilinmektedirler. Söz gelimi, divan kendine has ezgisi, ritmi ve ayak denilen sazlı bir bölümü içinde bulundurur. Divan ezgisiyle usta okuyucular gazel okur ama, halk daha çok on beş heceli halk şiirlerini sever. Bu divan türünü Atatürk’ün de çok sevdiğini, 1937 yılında Elâzığ’a geldiği zaman sesleriyle ün yapmış olan Hafız Osman ile Mehmet Akar’dan divanlar dinlediğini biliyoruz.


TÜRKÜ KAVRAMI

Türkçe söylenmiş şiir anlamına gelen "Türkü" nün "Türkî" sözünden geldiği görüşü ittifakla kabul edilmiş bir görüştür. Yani, "Türk" kelimesine Arapça "î" ilgi ekinin getirilmesiyle vücut bulmuştur. "Türk'e has" anlamına gelen bu söz halk ağzında "Türkü" şekline dönüşmüştür.
Türkü sözü muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle isimlendirilirler. Türküyü Azeri Türkleri mahnı, Başkurtlar halk yırı, Kazaklar türki, türik halık äni, Kırgızlar eldik ır, türkü, Kumuklar yır, Özbekler türki, halk koşiğı, Tatarlar halık cırı, Türkmenler halk aydımı, Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi derler.

Türkü terimi ilk defa XV. yüzyılda Doğu Türkistan'da aruz vezniyle yazılmış ve özel bir ezgi ile söylenmiş ürünler için kullanılmıştır. Burada değerlendirmeye çalıştığımız hece vezni ile söylenmiş türkülerin Anadolu'daki ilk örneğini ise, XVI. yüzyılda buluruz. Türkü şekline uygun ve türkü adını taşıyan sözünü ettiğimiz bu parça XVI. yüzyıl halk şairlerinden Öksüz Dede'ye aittir.

Birtakım araştırmacılar türküyü şöyle yorumlamıştır:
Cahit Öztelli: "Halkın iç âlemini yaşatan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan en dikkate değer edebî mahsuller türkülerdir...Genel olarak türkü adını taşıyan manzumelerde değişmez bir ölçü ve şekil yoktur. Yalnız saz şairleri tarafından sanat düşüncesiyle meydana getirilen türkülerde belli ve değişmez bir şekil vardır. Uzun bir geleneğe bağlı olan bu türkülerde kavuştak (nakarat) bulunması şarttır. Birinci dörtlüklerin 2. ve 4. mısraları ile sonraki dörtlüklerin 4. mısraları hep aynıdır.

Nihat Sami Banarlı: "Koşma şeklindeki bir manzumenin her dörtlüğüne bir (beşinci) veya bir (beşinci-altıncı) mısra ilavesiyle söylenilen bir halk şiiridir."

Muzaffer Uyguner: "Her mısraı kafiyeli üçer mısralı kıtalar ile gene kafiyeli ve iki beyitten müteşekkil ara nağmeleri olan ve çalınıp söylenen folklorik halk edebiyatı mahsulleridir."

Herbert Jansky, türküyü şu şekilde tanımlamaktadır: Türkü : "Büyük tarihi hadiseler karşısında halk kitlesinin sevinçlerini veya ümitsizliklerini; büyük şahsiyetler hakkındaki saygılarını veya nefretlerini; gençler arasında geçen hazin aşk hikâyelerini, millî hece veznini ölçü alan ve kalpleri fetheden mısralarla, derin bir muhteva içinde dile getiren edebî, aynı zamanda mûsiki bakımından ehemmiyete hâiz olan bu kendine öz bestelerle söyleyen; dar manâsıyla ise tarihi bir vesika mahiyeti gösteren Türk halk şiirinin en eski türlerinden biri".6


TÜRKÜLERİN DOĞUŞ VE YAYILIŞLARI

Türküler genellikle bir olay, bir arzu ve bir heyecan üzerine doğarlar.

Türküler, başlangıçta sahibi belli ürünlerdir. Ancak zamanla, türkünün asıl sahipleri unutulur ve sonraki nesiller tarafından halkın dilinde dolaşa dolaşa farklı coğrafyalara yayılır. Türküler böylelikle anonimleşirler. Önceleri mahallî hüviyet gösteren türküler, zamanla millî hüviyete bürünürler. Türkülerin anonimleşmesinde, daha ziyade göçler, kervanlar, askerî sevkler, gurbete iş için gidişler, gezgin halk şairlerinin faaliyetleri, yakın zamanlarda basın ve yayın organları rol oynar.

Yayılma sırasında türkülerin sözlerinde ve ezgilerinde bazı değişiklikler vukua gelir. Kimi zaman bu değişiklikler türküyü tanınmayacak hale getirir; öyle ki, bu eserler karşımıza bir başka türkü olarak dahi çıkabilir. Türkülerin bu derece çeşitlenmesinin asıl sebebi kişilerin kabiliyetleridir. Kaynak şahıslar, ezgilerin yapısında önemli ölçüde değişiklik yapabildiği gibi, bu değişikliği türkülerin sözlerinde de yapabilirler.

Bunun yanında halk hikâyelerinden ve saz şairlerinin şiirlerinden vücut bulmuş türküler de vardır.
Sözgelişi;
bugün Âşık Garip, Kerem, Köroğlu, Karacaoğlan, Gevherî, Dadaloğlu, Dertli, Ruhsatî ve Emrah'a ait pek çok şiir halkımızın dimağında türkü olarak yaşamaktadır. Aşıklar şiirlerini, çeşitli nağmelerle söylerler. Keza tasnif ettikleri hikâyelerin manzum kısımlarında da aynı yola başvururlar. TRT Repertuarında Kerem, Kesik Kerem, Gevheri gibi âşıkların adıyla geçen türkülerin olması bunun açık delilidir.

O yüzden gerek şekil gerekse konu bakımından türkü alanında âşıkların yaptığı katkı küçümsenemeyecek derecededir.
 
Top