• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Enerji ve Doğal Kaynakların Sosyo-Ekonomik ve Stratejik Önemi

Suskun

V.I.P
V.I.P
Enerji ve Doğal Kaynakların Sosyo-Ekonomik ve Stratejik Önemi

Türkiye'nin Konumu

İnsanlık tarihi boyunca gücün önemi hep var olmuştur. Güçlü bir devlet olmak geçmişte; toprak genişliği, sömürge çokluğu, ordu ve ekonomik açıdan değerlendirilmiş, günümüz dünyasında ise dayanıklı bir ekonomi, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını verimli kullanma gibi ölçütler de önem kazanmıştır. Enerji bu açıdan ekonominin, bağımsızlığın ve gelecek garantisinin önemli bir temel taşı olmaktadır.
Enerji sektörü her ülke ekonomisinin temel sürücü gücü olmuştur. Enerji üretim ve kullanım teknolojilerine ilişkin alınacak yatırım kararları ileriye dönük değiştirilemez etkiler yaratmaktadır. Yani ülke ekonomisinin özellikle sanayisi bakımından randımanlı olabilmesi için enerjiyi; ucuz, kaliteli ve sürekli kaynaklardan sağlaması gerekmektedir.
Enerjinin elde edilmesinde kullanılan doğal kaynakların dünya üzerinde dağılımının özellikle Ortadoğu coğrafyası üzerinde toplanmış olması, Türkiye'nin devamlı olarak dış tehditlere açık olmasına sebep olmaktadır. Özellikle ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında "Demokratikleştirme" adı altında güttüğü emperyalist politika Türkiye'yi de zamanla kapsamına alarak ulusal çıkarlarına tehdit konumuna gelmektedir.
Devlet elinde bulunan kimi önemli kuruluşlarsa yolsuzluklara sahne olmuş, çıkarılan yasalar ve yapılan kadrolaşmacı atamalar sonucunda içten çökertilerek zarar eder duruma getirilmiştir. Bu durum kimi zaman bahane edilerek kimi zaman da zarar bile etmeyen hatta Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlayan stratejik kuruluşlarımız özelleştirme adı altında gözden çıkarılmıştır.

Dünyada Enerjinin Durumu
Son yıllarda kaydedilen verilere göre, Dünya nüfusunun 6 milyarı aşmış olması enerji tüketimimin artmış olmasına ve nüfus oranının giderek artması da enerji kaynaklarının daha önemli bir hale gelmesine sebep olacaktır. Bu öngörü içerisinde dünyada kullanılan enerji kaynakları zamanla tükenme noktasına gelecek ve insanlığı yeni kaynaklar aramaya doğru yönlendirecektir. Günümüzde mevcut ve kullanılabilir kaynaklara göz attığımızda 1999 yılı verilerine göre petrolden üretilen enerji %39,4 doğalgazdan üretilen enerji %23 kömürden elde edilen enerji %22,4 hidrogüçten üretilen enerji %7,1 nükleer santrallerden üretilen enerji %6,6 ve diğer kaynaklardan üretilen enerji %0,7'lik paya sahiptir. Bu veriler bize fosil yakıtların halen önemli bir enerji kaynağı olduğunu göstermekte ve enerji kaynağı arayışında olan ülkelerin Ortadoğu bölgesine olan ilgilerinin sebebini özetlemektedir. Dolayısıyla ülkemizin de içinde bulunduğu bu bölge jeopolitik ve stratejik önemini korumaktadır. Aşağıdaki grafikten de görüleceği gibi fosil yakıtlar halen birincil enerji üretim kaynağı olarak kullanılmaktadır.

dunyaenerjiarzi.gif


Türkiye'nin Durumu
Ülkemizde yeraltı kaynakları üzerine emperyalist ülkelerce oynanan oyunlar Osmanlı Devleti zamanında başlamış çeşitli madenlerimiz yurtdışına alçıtaşı olarak kaçırılmıştır. Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemde sağlanan önemli ilerlemelere rağmen Türkiye madencilik ülkesi olarak tanımlanamamış ülke ekonomisinde madencilik sınırlı düzeylerde kalmıştır. Ülkemizin yeraltı kaynakları zengin olmasına rağmen devletin düzenli bir madencilik politikasına sahip olamaması enerji sektöründe zamanla dışa bağımlılığı getirmiş 2000 yılı verilerine göre tükettiği yaklaşık 76 milyon ton kömürün %90'ını kendi üretirken, 30 milyon ton ham petrolün %91'ini, 12,6 milyar metreküp doğal gazın %93'ünü ithal etmiştir. Keza, tükettiği 120 TWS (terawatt saat)'lik elektriğin 5 TWS' ini Bulgaristan ve Gürcistan gibi komşularından almıştır.
Bilinen son değerlere göre dünyanın kullanılabilir 80 yıllık petrol, 70-80 yıllık doğalgaz, 200 yıllık kömür rezervi kalmıştır. Birincil enerji kaynağı olarak geçen bu yakıtlar ülkemizin enerji ihtiyacının (Tablodan da görülebileceği gibi) yarısından fazlasını karşılamaktadırlar. Ülkemizde var olan enerji talebinde, üretiminde ve dış alımında artışlar gözlenirken, enerji talebinin yerli üretimle karşılanmasında azalış gözlenmektedir. Yerli üretimle karşılanan enerji ihtiyacı 1990 da %47,7 iken 2000 yılında %33 olmuş ve 2023 de %23,6 ya düşmesi beklenmektedir. Bu ne sürdürülebilir kalkınma ne de sürdürülebilir enerji politikasıdır.

turkiyegenelenerjiarzi.gif


Türkiye'nin bilinen rezervleri incelendiğinde başta toplam dünya rezervini yaklaşık %64'ünü oluşturan bor tuzları geliyor. Ülke ayrıca; linyit, mermer, trona, barit, krom, manyetiz gibi madenler açısından da zengindir. Buna karşın; petrol, doğalgaz ve taşkömürü gibi rezervler açısından yetersiz olmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin sahip olduğu rüzgâr, güneş, jeotermal ve hidrogüç enerji potansiyeli yadsınamayacak kadar büyük öneme sahiptir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bu durumda, iktidara gelen hükümetler devlet eliyle oluşturulan kuruluşları ya hantallaştırarak yararsız hale getirmekte ya da özelleştirerek ülkenin ipini çekmektedir. 1980'li yıllarda diğer temel kamu hizmetlerinde olduğu gibi, enerji sektöründe de özelleştirme uygulamalarına başlanmıştır.
Sonuç olarak, bütün bu uygulamaların sektörü son 20 yılda ciddi bir kargaşa ortamına ittiği görülmektedir. Sektörde özelleştirme gerekçesi olarak sunulanlar dikkate alındığında;

* Kamu finansman sıkıntısı nedeniyle enerji sektöründe özelleştirmenin bir zorunluluk olduğu,
* Özelleştirme sayesinde sektörde tekelleşme olgusunun önüne geçilerek sermayenin tabana yayılacağı,
* Sektörde rekabet unsurunun oluşmasıyla elektrik fiyatlarının ucuzlayacağı,
* Bu sayede sanayi üretiminin artacağı,
* Yurttaşların elektriği ucuza satın alması nedeniyle ekonomik bir ferahlamanın sağlanacağı,
* Netice olarak elektrik enerjisinin kesintisiz kaliteli ve ucuz olarak sunumunun yapılacağı iddia edilmiş, ancak bunların hiçbiri gerçekleşmemiştir.

Bugün tüm bu yapılanların sonucu olarak, iddia edildiği üzere ne nükleer santral kurulmadığı için karanlıkta kalınmış, ne TEK'in ikiye, ardından TEAŞ'ın üçe bölünmesiyle kamunun işleyişi ve verimi artmış, ne de bir dizi özelleştirme modelleri ve çıkartılan onlarca yasa ve yönetmelikle sektör daha işler kılınabilmiştir. Sektöre ilişkin olarak gündeme gelen yolsuzluk soruşturmaları ise bütün boyutları ile kamuoyunun uzun süre gündeminde yer almıştır.


TÜRKİYE'NİN ENERJİ SORUNLARI
Türkiye 2001 yılı itibariyle; dünya nüfusunda %1.1, ekonomisinde %0.68, enerji tüketiminde %0.86 paya sahiptir. Açıkça anlaşılıyor ki, kişi başına az üretebiliyor ve az enerji tüketiyor. Ekonomisini büyültmesi bunun içinde enerji tüketimini arttırması gerekiyor. Öte yandan Türkiye, ekonomik üretim açısından, enerjiyi ve elektriği verimli kullanamıyor.
Türkiye'nin enerji sorunları sıralanacak olursa;

* Finansman yetersizliğine sahiptir; mevcut ekonomik koşullarda enerji alanına yatırım için gerekli kaynak bulunamamaktadır.
* Bürokratik engeller ve hukuki altyapı eksikliği mevcuttur
* Kaçak kullanım ve yolsuzluklar engellenememektedir
* Kurumlar arasında işbirliği ve eşgüdüm eksikliği görülmektedir; Devlet Su İşleri, Elektrik İşleri Etüt idaresi, Türkiye Kömür İşletmeleri ile TEAŞ ve TEDAŞ arasında gerekli eşgüdüm sağlanamamaktadır.
* Kararlı bir devlet politikası yoktur; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; elektrik sektöründeki geleceğe dönük yatırımlarında hala Viyana Otomatik Sistem Planlaması (WASP) modelini kullanmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının üye ülkelerin enerji bakanlıklarına ücretsiz olarak dağıttığı bu model 20. yüzyılın son çeyreğinde nükleer güç santrallerini aday teknoloji olarak tanıtmayı başarmıştır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bir ülkenin gelecekteki enerji sistemini planlamak için sadece geçmişin teknolojilerini dikkate almaktadır. Bunun sonucunda Bakanlığın yatırım çözümlerinde sadece nükleer, hidrogüç, akaryakıt ve kömür santralleri seçenekleri görülmektedir. Bu teknolojilerin kanıtlanmış sorunlarını aşmak için geliştirilen yeni enerji teknolojileri, karar verme sürecinde varlıkları tanınmadığından, seçenek olarak göz önüne alınmamaktadır. Bu yaklaşım, sanayileşmiş ülkelerde çok düşük pazar değeri olan, geçmişin kirli ve verimsiz teknolojilerinin gelişmekte olan ülkelere taşınması için uygun koşulları sağlamaktadır.
* Ar-Ge çalışmalarıyla ilgili kaynak ve teşvikler yetersizdir, Ar-Ge kültürü zayıftır; Üniversitelerimiz ve sanayi arasında verimli çalışabilecek bir Ar-Ge kurumu henüz etkinleşmemiş, geleceğin teknolojik atılımları için gerekli projeler sadece kişisel çabalarla yürütülmek üzere tek başlarına bırakılmıştır.
* Teknolojik ve bilimsel altyapı yetersizliği mevcuttur
* Kamuoyu bilinci ve örgütlenme eksikliği vardır
* Teknoloji üretimi ve uygulamaları için gerekli ara eleman eğitimi yetersizdir; mevcut teknik okullar ve üniversitelerde yetiştirilen ara elemanlar uygun pozisyonlara ya yeterli sayıda olmamakta veya teknolojiyi kullanabilecek yetiye sahip olmamaktadır. Kısacası eğitim sistemi aksaklıkları bütün konularda olduğu gibi enerji konusunda da kendini göstermektedir.
* Tarafsız, uzman kurumlar ve denetleyici-planlayıcı kurumlar eksiktir
* Petrol ve doğal gaz rezervleri azdır
* Enerji üretiminde ve enerji alımında dışa bağımlılık ulusal çıkarları tehdit edecek boyuttadır. Özellikle doğalgazda yaşadığımız sorunlar bunun en somut örneğidir. İthal ettiğimiz doğalgazın %66'lık bir bölümünü elektrik enerjisi üretiminde kullanmamız ise bu soruna ayrı boyut katmaktadır.
* Ülke sanayimiz yetersizdir; Özellikle madencilik ve enerji üretimi açısından yeterli yatırımın yapılamamakta ve bu alanda yeteri kadar Ar-Ge çalışmaları desteklenmemektedir. Ayrıca ülkemizde ihtiyacı karşılayacak derecede türbin ve jeneratör üretimi mevcut değildir.
* Enerji kullanım verimi düşüktür; bölgesel üretim tesisleri kurmak yerine ülkenin doğusunda üretilen enerji batısına taşınmakta bundan dolayı iletimde büyük kayıplar verilmektedir. Batıda bulunan özellikle rüzgâr potansiyeli kullanılmamaktadır.
* Ülke kaynaklarından enerji üretimi ihmal edilmiştir; buna bağlı olarak dışa bağımlılık oranı her geçen gün artmakta ve ulusal çıkarları tehdit eder duruma gelmektedir.

ENERJİ KAYNAKLARI VE ÜRETİM YOLLARI
Toplumların refahı açısından stratejik bir girdi olması itibariyle enerjinin; ihtiyaç duyulan miktarlarda ve ani artışlar göstermeyen ekonomik fiyatlarla sağlanması, temin açısından darboğazların yaşanmaması ve tüketimin, "sürdürülebilir kalkınma" kavramı çerçevesinde doğayla uyumlu biçimlerde başarılması gerekiyor. Dünyada bulunan enerji üretim tekniklerini bu mantıkla inceleyecek olursak, aşağıda maddeler halinde değinilen tekniklere bakıldığında Türkiye'nin enerji politikasını değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

Fosil Yakıtlar
Dünyadaki fosil yakıt rezervlerinin şimdiki tüketim hızlarıyla; yaklaşık 200 yıl yetecek kadar 1 trilyon ton kömürünün, 80 yıl yetecek kadar 250-350 milyar ton (2-3 trilyon varil) petrolünün, 70-80 yıl yetecek kadar 150 trilyon metreküp doğalgazının olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi fosil yakıtların üretimi ve tüketimi açısından ülkeler arasında bir orantısızlık gözlenmektedir. Bu durum enerjiye bağımlılığı yanında getirmekte ve küresel anlamda enerji savaşlarının nedenini ortaya koymaktadır.
Diğer bir açıdan, fosil yakıtların kullanımından doğan çevresel etkiler de dünya iklimini olumsuz etkilemektedir. Bu etkilerin önüne geçilebilmesi için geliştirilen çeşitli formüllere ise (Özellikle Kyoto Protokolü) tüketimde çok büyük paylara sahip olan ABD karşı çıkmaktadır.


Nükleer Enerji
Son yıllarda özellikle ülkemizde nükleer santrallerin kullanımının büyük kâr getireceğinden bahsedilmekte ve en son teknolojik yeniliklere bağlı olarak güvenliğin sağlanabileceği vurgulanmaktadır, bu açıdan da geleceğe dönük projeler geliştirilmektedir. Fakat nükleer santraller bahsedildiği gibi kârlı bir yatırım değildir. Çünkü enerji üretiminde ilk kuruluş maliyetlerinin yanı sıra son birim maliyetleri önemlidir. Son birim maliyetiniz ne denli düşük olursa mal ve hizmet üretiminde rekabet gücünüz o denli artar. Bu yüzden üretimde verimliliği artırma ve olabildiğine ucuz elektrik enerjisi üretilmesi genel kabul gören bir ilkedir. ABD gibi çok yüksek teknolojiye sahip bir ülkede ortalama elektrik enerjisi maliyeti kWh başına 2,5 cent iken, ABD nükleer santrallerinde ortalama elektrik enerjisi maliyeti 7,5 centtir. Avrupa nükleer santrallerinde ise kWh başına ortalama maliyet 8 ile 12 cent arasında değişmektedir. Görüldüğü gibi nükleer santrallerden üretilen enerji hiçte ucuza mal olmamaktadır.
Ayrıca Nükleer santraller başta güvenlik ve atık sorununu çözememiş olması nedeniyle geleceğin değil geçmişin teknolojisidir. Daha önce nükleer silah teknolojisinde kullanılması nedeniyle göze batmayan atıklar, Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle ortalıkta kalmıştır. Ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer santral, yılda yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretir. Bu atıklar ve tükenmiş yakıt çubukları, 20-30 yıl reaktörlerin içindeki ya da yanındaki havuzlarda tutularak radyasyon düzeyinin düşmesi beklenir. Yarılanma süreleri binlerce yılla ölçülen radyoaktif elementleri içeren bu atıkların insana ve çevreye zarar vermeden korunabilmesi ABD bütçesinin dahi kaldıramayacağı boyuttadır. Nükleer enerjinin en yaygın olarak kullanıldığı Amerika'da, radyoaktif atık sorunu had safhalara ulaşmıştır. Toplam 45 bin depolama sahasında üç milyon metreküpten fazla yer kaplayan bu radyoaktif maddelerin depolandığı sahaların temizlenmesi için ortalama 300 ila 500 milyar dolarlık bir bütçenin ayrılması gerekmektedir ki, bu da bugüne kadar nükleer enerji santralleri için yapılan harcamaya hemen hemen eşittir. Bu konu ile ilgili olarak 1990 yılına kadar ABD'de üç milyar dolar harcanmış ve 1983'ten beri %80 artan nükleer atık maliyeti ton başına 325.000 dolara çıkmıştır. 1987 yılında yüksek seviyeli radyoaktif atıkların depolanması için Yucca Dağları'nda çalışmalara başlanmıştır. Toplam inşaat maliyetinin 26 milyar dolar olduğu bu tesiste, sadece yer seçimi için 6 milyar dolar harcanmış ve 1998'de tamamlanması planlanan sahanın açılışı 2010 yılına ertelenmiştir. Ayrıca Almanya'da kuruluşunun 26. yılında kapatılan Maine Yankee reaktörü, nükleer güç santralleriyle üretilen gücün ne kadar pahalı olduğuna bir örnektir. Bu santralin sökülmesinin maliyeti çok yüksek olduğundan, bulunan çözüm bu güç santralinin kısımlarının veya tamamının nükleer santrallerin yeni müşterilerine satılmasıdır. Almanya tüm nükleer reaktörlerini kapatmaya karar vermiştir. Fakat önemli olan bu işlem için kaç yıl gerekeceğidir. Almanya teknik kapasitesi ve finansal kaynakları ile bu atıklardan 20-25 yıldan önce kurtulamamaktadır. Bu aynı duruma başka ülkelerin düşmemesi için yeterli bir uyarıdır.
Diğer bir yandan santralde gerçekleşebilecek en küçük bir sızıntı veya kaza insanlarda ve çevrede yıllar boyu telafi edilemeyecek hasarlar bırakmaktadır. Buna en güzel örneği Çernobil faciası ile verebiliriz, bu kaza sonucu halen ülkemizde insanlar radyasyondan etkilenmekte ve kanser olup hayatını kaybetmektedir.
Yukarıda özetlediğimiz çerçeve içerisinde halen Türkiye gündeminde Nükleer Santrallerin yapının bulunması ise ne ekonomik açıdan nede çevresel açıdan mantığa uygundur.

Rüzgâr Enerjisi
Yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde rüzgâr enerjisi önemli mali kazanımlara ve avantajlara sahiptir. Rüzgâr türbinlerinin inşaat ve işletme maliyetleri daha şimdiden önemli ölçüde azalmıştır. Danimarka'da rüzgâr enerjisi maliyetleri 1981 ile 1995 yılları arasında 2/3 oranında düşmüştür. Rüzgârla üretilen elektrik maliyetleri kWh başına bugünkü 4,7 sent değerinden daha da azalacak ve 2020 yılında üretilen birim elektrik başına maliyetler 2,5 sente kadar gerileyecektir. Bu durum rüzgâr enerjisini, büyük ölçekli hidrolik dâhil olmak üzere, günümüzün tüm yeni üretim teknolojileri ile rekabet edebilir hale getirecektir. Aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi dünya üzerinde rüzgâr ile elektrik üretimi gün geçtikçe artmaktadır.
Ortalama bir sahada modern bir rüzgâr türbini üç dört ay içerisinde imalatında kullanılan miktarda enerjiyi üretebilmektedir. Rüzgâr çiftlikleri kolayca sökülebilmekte ve arazi kolayca eski haline getirilebilmektedir. Rüzgâr türbinlerinin geri kazanılabilirlik oranı artmakta ve böylece hurda makinelerden daha çok enerji kurtarılabilmektedir. 20 türbinden oluşan tipik bir rüzgâr çiftliği yaklaşık 1 km 2 alan kaplar ama bu alanın sadece %1-1,5 ini kullanmaktadır. Geri kalan alanlar çiftlik için ya da doğal alan olarak kullanılabilmektedir. Bunun gibi bir proje 6500 ila 10000 arasında evin elektrik gereksinimini karşılayabilmektedir.
Türkiye'deki rüzgâr enerjisi potansiyeli, teorik olarak Türkiye'nin elektrik ihtiyacının tamamına yakınını karşılayabilmektedir. Türkiye'nin rüzgâr enerjisi teknik potansiyeli 83.000 MW düzeyindedir. Görüldüğü gibi ülkemizde boşa esen ve değerlendirilmeyi bekleyen yüksek bir rüzgâr potansiyeli mevcuttur.

Hidrolik Enerji
Hidrolik enerji özellikle ülkemizde elektrik enerjisi üretiminde en önemli kaynaklardan birisidir. Aşağıdaki grafikten de görüleceği gibi ülkenin enerji ihtiyacının %38,44'ünü karşılamaktadır. Türkiye'nin yağış rejiminin düzensiz oluşu birçok açıdan yapılabilirliği bulunan projelerin hayata geçirilememesine sebep olmaktadır. Buna rağmen özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini kapsayan GAP projesi hem bölgede bulunan hidrogüç potansiyelini değerlendirmekte hem de bölge topraklarının sulamaya açılarak tarımsal açıdan da verimini arttırmaktadır. Fakat bu projenin de büyük kısmının henüz tamamlanamamış olması ülkemizin sularının boşuna akmasına sebep olmaktadır.


turkiyekuruluguc.gif

Ülkemizin teknik ve ekonomik açıdan değerlendirilebilir hidrogüç potansiyeli 124,5 milyar kWh'tir. 1997 yılı başı itibari ile mevcut duruma bir göz attığımızda, Türkiye'de 124,5 milyar kWh olarak bulunan potansiyelinin, şimdiye kadar sadece 36.342 milyar kWh'lik bölümünün kullanıma sunulduğu görülmektedir. Yani gelişmiş olan ülkelerin hemen hemen tümünde bu potansiyelin büyük bir bölümünün değerlendirilmiş olmasına karşın, Türkiye'de ise sadece %29'luk bir kullanım söz konusudur. Aşağıdaki tabloda ise teknik ve ekonomik hidroelektrik potansiyelinin değerlendirilmesine ilişkin şimdiye kadar yapılmış olan çalışmaların bir özeti verilmiştir.

hidroprojeleri.gif


Hidrojen Enerjisi
Yenilenebilir enerji kaynakları içinde hidrojenin önemi her geçen gün hızlı bir şekilde artmaktadır. Yıldız ve gezegenlerde serbest halde bulunan hidrojen dünyada ise serbest halde bulunmamaktadır. Bununla birlikte hidrojen birincil enerji kaynakları ile değişik hammaddelerden üretilebilmekte ve üretimde dönüştürme işlemleri kullanılmaktadır. İkincil bir yakıt olmasına karşın, özellikle rüzgâr veya güneş enerjisinden kolaylıkla ve masrafsız olarak elde edilebileceği için, rüzgâr-güneş-hidrojen sistemi olarak adlandırılan bu yöntem geleceğin yakıt üretim sistemi olarak kabul edilmekte olup konu üzerinde teknolojik çalışmalar dünya çapında devam etmektedir. Bu yöntemle elde edilen hidrojenin oksijenle birleşmesi sonucu büyük bir enerji elde edilmekte ve atık ürün ise su olmaktadır. Görüldüğü gibi böyle bir sistemin devamlı kullanılabilmesi güneşin var olmasına dayanmaktadır ve atık ürün olarak suyun çıkması ise dünyanın ekolojik dengesine hiçbir zarar vermemektedir.
Fakat hidrojen temininde kullanılabilecek her yenilenebilir ve temiz enerji kaynağının farklı çevresel etkilere ve sorunlara neden olmayacağı söylenemez. Bu noktada karşımıza hem sodyum bor hidrür (NaBH 4 ) bileşiği ile hidrojen kaynağı olabilen hem de kendinden enerji elde edilebilen elementler arasında birinci sırada yer alan Bor elementi çıkmaktadır. Bor bu özelliği ile şimdiden geleceğin petrolü unvanını kazanmıştır. Dünya üzerindeki toplam Bor rezervlerinin %63-70 civarının Türkiye de olduğu bilinmektedir bu açıdan ülkemiz geleceğin teknolojisini ayaklarının altında barındırmaktadır fakat Bor kullanılarak yapılacak enerji üretimine yok denecek kadar az yatırım ve araştırma yapmaktadır.
Hidrojeni günümüzde yakıt pillerinde kullanılmak suretiyle son derece verimli sessiz ve sürekli elektrik enerjisi üretmek mümkündür. Yakıt pilleri, cep telefonlarından dizüstü bilgisayarlara, otomobillerin ve denizaltıların çalıştırılmasından, şehirlerin ihtiyacı olan elektriğin üretilmesine kadar hemen hemen her yerde kullanılabilirler. Yakıt pilleri prensip olarak suyun; oksijen ve hidrojene ayrışması için kullanılan elektroliz cihazının tersi şeklinde çalışır. Yani bu sefer sisteme hidrojen ve oksijen verildiğinde, kimyasal olarak bunlar birleştiğinde enerji ve atık olarak da su açığa çıkar. Ayrıca hidrojen gazı, doğalgaz veya hava gazına benzer şekilde boru hatları vasıtasıyla her yere kolaylıkla ve güvenli olarak taşınabilmektedir. Doğalgaz için kurulan yeraltı boru dağıtım şebekesinin ileride çok az bir değişiklikle hidrojen için de kullanılması mümkündür. Hidrojenin diğer önemli bir özelliği ise depolanabilmesidir. Günümüzde üretilen enerjinin depolanabilmesi büyük bir sorun olurken hidrojeni depolayabilmek ve istenildiği zaman enerji vermesini sağlamak mümkündür.
Hidrojen enerjisi konusunda Türkiye'de çok önemli bir adım atılmış "Uluslararası Hidrojen Enerjisi Birliği" (IAHE) Başkanı ve Miami Üniversitesi Temiz Enerji Enstitüsü Direktörü, Türk bilim adamı Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu'nun yıllar süren çabaları nihayet sonuç vermiş ve Dünyada tek olan "Birleşmiş Milletler Uluslar arası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi"nin (UNIDO-ICHET) İstanbul'da kurulmasına başlanmıştır. Ayrıca yakıt pili teknolojisi konusunda İTÜ, ODTÜ ve YTÜ' de çalışmalar yapılmakta ve dünya çapında başarılara imza atılmaktadır.
Hidrojen enerjisi birçok açıdan geleceğin enerji kaynağı olmaya aday bir teknolojidir. Bu enerji kaynağına geçiş için dünyada pek çok ülke yoğun bilimsel çalışmalar yapmaktadır. Türkiye'de yaptığı çalışmalara hız vermeli ve enerji bağımsızlığının kilit teknolojisini uygulanabilirlik açısından geliştirmelidir.

Güneş Enerjisi
Güneş enerjisi güneşten gelen ve yeryüzünde 0-1100 W/m 2 değerlerinde bir ısı etkisi yaratan yenilenebilir bir enerjidir. Bu enerji ile ısıtmadan soğutmaya çok farklı ısı etkisinin kullanıldığı uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Ayrıca değişik teknolojiler ile elektrik enerjisi üretimi de gerçekleştirilebilmektedir. Günümüzde güneş enerjisi ile çalışan otomobiller geliştirilmekte ve bunlar trafikte kullanım alanı bulabilmektedir. Bu tip teknolojilerin dışında güneş enerjisini kullanan hesap makinelerinden ev elektriğini karşılayan tekniklere veya üretim santrali olarak kullanılan tekniklere kadar güneşten her alanda faydalanılabilmektedir. Ülkemizde güneş enerjisi yaygın olarak evlerin sıcak su ihtiyacını karşılamada kullanılmaktadır.
Güneş enerjisinden elektrik santrallerinde elektrik üretilirken kullanılan teknik; güneşten gelen ısıl enerjinin önce mekanik ardından da elektrik enerjisine dönüştürülmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu teknolojinin yanında Fotovoltaik hücreler yardımıyla da elektrik üretilebilmektedir, bu yolla üretilen enerjinin maliyeti 0,1 $/kWh düzeyindedir. Güneş pili olarak adlandırılan bu teknolojide üretilen enerji hemen kullanılması gerektiği ve güneş olmadığı zaman çalışmadığı için dezavantajlara sahiptir.
Ülkemiz güneş enerjisi bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından yapılan çalışmaya göre Türkiye'nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat (günlük toplam 7,2 saat), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh/m 2 -Yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m 2 ) olduğu tespit edilmiştir.
Güneş enerjisi kullanımının ülke enerji politikalarında yer verilmesi; enerji dış alımlarını azaltabileceği gibi, fosil yakıtlardan kaynaklanan çevre kirliliğinin de azalmasını sağlayacaktır.
Yukarıda sayılan yenilenebilir enerji kaynaklarının dışında "Jeotermal Enerji", "Biokütle ve Biogaz Enerjisi" ve "Dalga ve Gel-Git Enerjisi" de önemli yer tutmaktadır. Bu enerji kaynakları da Fosil yakıtlar karşısında gelecekte alternatif olabilecek yapıdadırlar ve geliştirilip ülkemizde aktif olarak üretimde kullanılmayı beklemektedirler.

4. TÜRKİYE'NİN ENERJİ SORUNLARINA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE ENERJİ POLİTİKASI
Yukarıda anlattığımız enerji üretim teknolojilerinin ışığında Türkiye'nin enerji sorunlarına eğilecek olursak; Türkiye de bu sorunların çözümünde öncelikli olarak izlenmesi gereken politikaları şu şekilde özetleyebiliriz;

* Türkiye enerji arzı maliyetlerini ekonomik gelişmeyi baskılamayacak veya enerji ihtiyaçlarını yoksulların erişimi dışına itmeyecek düzeylerde tutmalıdır.
* Enerji politikalarında planlama ve karar vermede çok merkezli yapı terk edilerek ulusal düzeyde; uzman kişi ve kurumların katılımıyla oluşturulacak, siyasi iktidarların yağmalamasına maruz kalmayacak fakat denetlemeye açık bir yapıda şekillenecek "Ulusal Enerji Planlaması Kurumunu" hayata geçirilmelidir.
* Bu kurum için özerk bir yapı benimsenmeli, planlama, araştırma, yatırım gibi faaliyetlerde gerekli kaynak sağlanmalıdır.
* Devlet; planlama, denetleme ve özel teşebbüsler için yol gösterici olma özelliğini kullanarak özel sermayeye de ön ayak olmalıdır.
* Ulusal ve uluslar arası içerikli Ar-Ge konularına daha fazla kaynak ayırmalıdır.
* Yenilenebilir enerji teknolojilerinin Dünya'daki ve Türkiye'deki gelişimini takip edecek ulusal çapta uzman bilim adamlarından oluşan bir "Enerji Ar-Ge Kurumu" kurulmalıdır. Bu kurum gerekli teknolojik ve bilimsel yapıları bünyesinde bulundurmalı ve devamlı araştırma-geliştirme yapıp son teknolojiye önayak olarak Türkiye'nin enerji politikasını şekillendirmelidir.
* Kısa vadede değil uzun vadede ekonomik kazanımlar getiren yatırımlara yönelmelidir.
* Enerji güvenliği bakımından dışa bağımlılıktan kaçınmalı ve yerli kaynaklara öncelik vermelidir.
* Buna paralel olarak enerji hammaddesi çıkarılmasına, yurt içinde işlenmesine ve üretilmesine yapılan yatırımlar arttırılmalıdır.
* Enerji arzı döngüsündeki arama, çıkarma, üretim, taşıma ve tüketim faaliyetlerinde çevreyi korumalıdır.
* Enerji üretimi iletimi ve dağıtımında verim ve etkinliği artırmalı, bölgesel üretim ve dağıtım politikasıyla iletim ve dağıtımda kaybolan enerjinin en aza inmesini sağlamalıdır.
* Verimlilik ve tasarruf tekniklerini konut/hizmet, ulaşım ve sanayi sektörlerinde yaygın ve yoğun bir şekilde kullanmalıdır.
* Ülkenin sahip olduğu enerji üretim tesislerini modernleştirilip daha ekonomik hale getirmelidir.
* Özelleştirme adı altında stratejik öneme sahip olan devlet kuruluşlarını gözden çıkarmamalıdır.
* Jeopolitik sorunlar, kartelleşme, enerji fiyatlarının aşırı derecede yükselmesi, doğal afetler ve çevresel baskılar gibi enerji güvenliğini tehdit eden risk konularını belirleyerek enerji senaryoları oluşturmak ve bu olası sorunlara yönelik planlarını hazırlamalı, kısacası risk yönetimini yapmalıdır.
* Özellikle küçük hidroelektrik santral teknolojisinde yetkinlik kazanarak, ekonomik hidrolik potansiyelin tümünü devreye sokmalıdır.
* Rüzgâr, güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik teknolojileri geliştirmeli ve enerji üretiminde bu kaynaklara yer vermelidir.
* Ülkemizin sahip olduğu rüzgâr potansiyeli etkin bir şekilde kullanılmalı, en kısa zamanda rüzgâr haritası çıkartılarak rüzgâr santrali kurulması için uygun bölgeler tespit edilerek devlet tarafından yatırımlara başlanmalıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve yaklaşık 3500 km kıyı şeridi olan Türkiye, özellikle Marmara kıyı şeridi ve Ege kıyı şeridi ile sürekli ve düzenli olarak rüzgâr alan bir ülkedir. Bu sebeple önceliği Ege ve Marmara bölgelerine vererek hızla rüzgâr enerjisi yatırımlarına başlanmalıdır.
* Güneş enerjisinde en çok oranda yararlanma konusunda teşvik edici bir politika benimsenmelidir. Fotovoltaik pil teknolojisi henüz elektrik enerjisi üretimi için ekonomik değildir. Ancak özellikle güneyde su ısıtmada güneş enerjili sistemler teşvik edilmeli ve bu işler için harcanan elektrik enerjisinden tasarruf sağlanmalıdır.
* Sadece yüzde 2.97'sinden yararlanılan ülkemizin 2450 MW'lık jeotermal potansiyelinin tümüyle kullanılması konusunda gerekli yatırımlara gidilmelidir.
* Hidrojen, yakıt hücreleri, enerji depolama gibi ileri enerji teknolojilerindeki Ar-Ge etkinliğini arttırıp, ekonomiklik kazananları uygulamalıdır.
* Sahip olduğu Bor rezervlerinin kullanımı konusunda bağlayıcı ve engelleyici anlaşmalara imza atmamalı, çıkarılan madenleri yurt dışına işlenmemiş halde satmak yerine Bor teknolojisini geliştirip her alanda kullanılabilen bu madeni ülke içinde değerlendirerek geleceğine sahip çıkmalıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye geleceğin petrolü olarak nitelendirilen Bor rezervlerinin %70'ine yakınına sahiptir ve bu rezervler tüm dünyaya 400 yıl yetebilmektedir.

5. SONUÇ
Türkiye içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ancak kendi öz kaynaklarını kullanarak sıyrılabilir ve geleceğini sağlam temeller üzerine kurar, bundan dolayı üzerinde oturduğu enerji potansiyelini görmeli ve geç kalmadan fosil yakıtlara bağımlılıktan kurtulmalıdır. Türkiye'nin enerji sorunlarını çözmeye tek bir mucize yöntem yoktur, her türlü teknik uygun olduğu alanlarda planlamalı bir şekilde uygulanmalıdır. Yatırımlara ve araştırmalara hız vererek; rüzgâr, güneş, hidrojen, jeotermal ve hidrogüç ile enerji üretimini aktif şekilde gerçekleştirilmelidir. Ayrıca Ar-Ge çalışmalarını ve sanayi-üniversite işbirliğini etkin şekilde kullanarak en son teknoloji yakalanmalıdır.
 
Top Bottom