Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Dini Konular
Genel Dini Konular
Dini Sözlük - Dini Kavramların Anlamları
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="ZeyNoO" data-source="post: 244520" data-attributes="member: 10904"><p><strong><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">D -1-</span></span></strong></p><p><strong></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂBBET-ÜL-ERD:</span> Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">İnsanlara vâd olunan öldükten sonra dirilmek ve azâb olunmak yaklaşınca, biz onlara yerden Dâbbe'yi (Dâbbet-ül-erd'i) çıkarırız. (Neml sûresi: 82) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâbbet-ül-erd çıktığında gökleri bir duman kaplayıp bütün insanlara gelip canlarını yakacak, herkes bunun acısından duâ edip; "Yâ Rabbî! Bu azâbı üzerimizden kaldır. Sana îmân ediyoruz" diyeceklerdir. (Yûsuf Nebhânî) Dâbbet-ül-erd çıkar sonra Mekke'de Safâ altından, Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">(M.Sıddîk bin Saîd) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal"></span></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DAĞLAMA:</span> Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş (güvenmemiş, O'ndan yüz çevirmiş) olur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Tevekkül edenler, falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvî etmez. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dağlamanın faydası kesin değildir. Çünkü tehlikeli yaralara sebeb olabilir. Üstelik dağlama ile elde edilecek fayda, başka ilâçlarla da te'min edilebilir. Bu bakımdan dağlamak uygun değildir. (İmâm-ı Gazâlî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DAHK (Dıhk):</span> Gülmek, kendi işiteceği kadar gülmek. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dahkı azaltınız. Zîrâ çok dahk kalbi öldürür. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Namazda kahkaha ile gülmek namazı ve abdesti bozar. Tebessüm, namazı da abdesti de bozmaz. Dahk, yalnız namazı bozar. (İbrâhim Halebî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DAHVE-İ KÜBRÂ:</span>Kaba kuşluk. Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki vakit. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Hanefî mezhebinde Ramazan orucu, nâfile oruç ve belli olan adak orucuna niyet etme zamânı, bir gün evvel güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün dahve vaktine kadardır. (Muhammed Hâdimî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DAHVE-İ SUGRA:</span>Güneşin bulutsuz havada bakamayacak kadar parladığı vakit. İşrâk vakti. (Bkz. İşrâk Vakti) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂİRE-İ HİNDİYYE:</span>Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâire-i Hindiyye'nin ortasına, yarıçapı uzunluğunda mikyâs denilen düz bir çubuk dikilir. Tam dik olması için çubuğun tepesi dâirenin üç değişik noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır. (Abdülhak Sücâdil) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DALÂLET:</span>Sapıklık, yoldan çıkma. Peygamber efendimizin ve Eshâbının bildirdiği doğru yoldan ayrılma, sapma. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâat ediniz. Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız. Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ' etmez (birleşmez). (Hadîs-i şerîf-Beyhekî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed'in (aleyhisselâm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. (Hadîs-i şerîf-Müslim) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Eshâb-ı kirâm Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işitip öğrendiklerini gençlere bildirdiler. Zamanla insanların kalbleri karardı. Hele bâzıları, yeni müslüman olanlar, Kur'ân-ı kerîmden kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çık armağa kalkıştılar. Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anladılar. İslâm düşmanları da bu bölünmeyi, parçalanmayı körükledi, böylece yetmiş iki türlü dalâlet ve sapıklık yolu meydana geldi. (Kutbuddîn İznikî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂLLE:</span>Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">İslâmiyet'te her kadının; hayız (âdet), lohusalık ve temizlik günlerini, bunların sayısını, zamânını bilmesi lâzımdır. Dâlle din husûsundaki gevşekliği ve ilgisizliği sebebiyle âhirette mes'ûl olacak, azâbı pek büyük olacaktır. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DANYAL ALEYHİSSELÂM:</span>İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu). </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyip isyân edince, Allahü teâlâ onlara zâlimleri musallat etti. Çeşitli belâlar gönderdi. Düşmanları tarafından yurtları işgâl edildi. Bir kısmı esir edilip bir kıs mı da öldürüldü. Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar'ın orduları Kudüs'e girip ele geçirdiler. İsrâiloğullarından pek çok kimseyi öldürdüler. Esir aldıkları yetmiş bin çocuğu da yanlarında götürdüler. Bu esir çocuklar arasında bulunan Danyal aleyhisselâmı Buhtunnasar sarayına aldı. Danyal aleyhisselâm onun sarayında büyüdü. Mecûsî (ateşperest) olan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmın kendi dinlerinden olmadığını anlayarak yanından uzaklaştırdı ve hapse attırdı. Buhtunnasar'ın gördüğü bir rüyâyı tâbir ettiği için hapisten çıkarıldı. Buhtunnasar, ona memleketin işlerini havâle etti. Çıkardığı fermanla ona saygı gösterilmesini emr etti. Buhtunnasar'ın adamları onu kıskandılar ve işten uzaklaştırılmasını istediler. İleri gelen adamlarının dediklerine a ldanan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmı kendi dîninden olmadığı için ateşe attırdı. Fakat Danyal aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla yanmadı. Daha sonra, Buhtunnasar'a yâhut Buhtunnasar'ın resmine secde etmediği için, içinde arslanların bulunduğu bir kuyuya atıldı. Fakat Allahü teâlânın koruması ile arslanlar ona hiç dokunmadı ve atıldığı kuyudan sağ sâlim kurtuldu. Buhtunnasar'ın ölümünden sonra, Üzeyr aleyhisselâm ile birlikte Kudüs'e geldi. Kendisine peygamberlik verildi. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini teblîğ etti. Bir müddet sonra, Ehvaz yakınında bulunan Sûs şehrinde vefât etti. (Nişâncızâde Mehmed Efendi, Taberî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-UL-UKBÂ:</span>Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret. Hani annen baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ul-ukbâya Yüzün dön, ilticâ eyle (sığın), Cenâb-ı zât-ı Mevlâya. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">(M. Sıddîk bin Saîd) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-UT-TEKLÎF:</span>Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Âhiret, dâr-ül-cezâdır, dâr-üt-teklîf değildir. (İmâm-ı Rabbânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-BEKÂ:</span>Ahiret, sonsuz kalınacak yer. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Resûlullah efendimiz kamerî sene hesâbı ile altmış üç, şemsî sene hesâbı ile altmış bir yaşında, dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya intikâl etti. Vefât ettiği odaya defnedildi. (M. Sıddîk bin Saîd) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-CELÂL:</span>Sekiz Cennet'in birincisidir. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâr-ül-Celâl beyaz incidendir. Kapısının üzerinde Kelime-i tevhîd, yâni Lâ ilâhe illallah yazılıdır. ( Erzurumlu İbrâhim Hakkı) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-CEZÂ:</span>Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Âhiret, dâr-ül-cezâdır. Dâr-üt-teklîf (iş yapılacak yer) değildir. (İmâm-ı Rabbânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-FENÂ:</span>Geçici âlem, dünyâ. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Mü'minler ölmezler. Ancak dâr-ül-fenâdan dâr-ül-bekâya geçerler. (İmâm-ı Gazâli) Göz yumup dâr-ül-fenâdan baş açık, çıplak endâm, Can atıp dâr-ül-bekâyaeyledi azm-i kirâm. (Beykozlu Muhammed Efendi) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-GURÛR:</span>İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-HARB:</span>İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edilmediği yer. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâr-ül-harbde îmâna gelen kimse, farzı, haramı işitince o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâr-ül-harbde, İslâm'ın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak müslümanlara vâcibdir. (Muhammed Bağdâdî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Düşman ordusu kuvvetli ise, sulh yapmak, mal vermekle bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları Dâr-ül-harb olursa, hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-İSLÂM:</span>İslâm memleketi. İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edildiği yer. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Düşmandan alınan ganîmet, Dâr-ül-İslâm'a getirilince askerin hakkı olur. Fakat taksîm edilmeden (bölüşmeden) önce mülk olmaz. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâr-ül-harbde (kâfir ülkesinde) îmâna gelenin Dâr-ül-İslâm'a hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâr-ül-İslâm'da yaşayan kâfirler ve başka memleketlerden gelen kâfir turistler, kâfir tüccarlar, muâmelâtta müslümanlarla aynı hak ve hürriyetlere sâhiptirler. (Muhammed Hâdimî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜL-KARÂR:</span>Sekiz Cennet'in sekizincisi. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂR-ÜS-SELÂM:</span>Sekiz Cennet'ten üçüncüsü. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ, Dâr-üs-selâma çağırır ve kimi dilerse onu doğru yola iletir. (Yûnus sûresi: 25) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DA'VET (Dâvet):</span></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">1.</span> Hak dîne çağırmak. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Ey Muhammed! Rabbininin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle dâvet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. (Nahl sûresi: 125) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâdan kendisine gelen emirleri insanlara açıklamak ve onları îmâna dâvetle emredildi. Dâvetini üç yıl gizli yaptı. Üç yıl sonra ilâhî emir üzerine, Allahü teâlânın emirlerini açık açık bildirmeye, kav mine İslâmiyet'i anlatmaya başladı. (Abdülhak Dehlevî, İbn-ül-Esîr) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler aleyhimüsselâm gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolunu şaşıran insanlara, O'nu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için o büyüklerin dâvet nûru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramazdı. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan bir âlettir. Fakat o büyüklerin dâveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">2.</span> İkrâm etmek için çağırma çağırılma. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükallah diyerek cevap vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Riyâ, gösteriş ve övünmek için yapılan dâvetlere gitmek câiz değildir. (Muhammed Hâdimî, İmâm-ı Gazâlî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Mü'minin dâvetine gitmek sünnet olduğu hâlde haram bulunan dâvete gitmemeli, haramdan, mekrûhtan sakınmak için sünneti terk etmelidir. (Abdülganî Nablüsî-Muhammed Rebhâmî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Dâvet Makâmı:</u>Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de dâvet makâmından bir pay ayırırlar. Yûsuf sûresinin; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, benim yolum budur. Sizi gafletten uyandırarak, Allahü teâlâya dâvet ediyorum. Ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız" meâlindeki yüz sekizinci âyeti bunu göstermektedir. (İmâm-ı Rabbânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂVÛD ALEYHİSSELÂM:</span>Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna ulaşır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefâ t etti. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dâvûd'a Zebûr'u verdik. (İsrâ sûresi: 55) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir. Allahü teâlânın peygamberi Dâvûd (aleyhisselâm) , elinin emeği ile kazanıp yerdi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına bir çok peygamber gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle amel etmeye dâvet etti. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygam berlerini dinlemediler ve ahlâkları tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârı Câlût'u onların başına belâ olarak gönderdi. Câlût İsrâiloğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan ve henüz genç yaşta olan Dâvûd aleyhisselâm Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden sonra, İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. Bir müddet sonraAllahü teâlâ onu İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderdi. Kendisine İbrânî dilinde olan Zebûr kitâbı verildi. Hem peygamber, hem sultan yâni hükümdâr idi. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">İnsanları Allahü teâlânın dînine dâvet etti ve adâletle hükmetti. Kudüs'te Mescid-i Aksâ adı ile Kur'ân-ı kerîmde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleymân aleyhisselâma vasiyyet ederek, yüz yaş ında âhirete göçtü. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ dağları, taşları, kuşları onun emrine vermişti. Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başladığı zaman, kuşlar havâdan ağaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma, demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mûcizesi vermişdi. Demirden zırh yapar elinin emeğiyle geçinir, devlet hazînesinden bir şey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi. Dâvûd aleyhisselâm her işinde Allahü teâlânın rızâsını gözetir, çok ağlar, çok ibâdet ederdi. Bir gün oruç tutar, bir gün iftâr ederdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyur, geri kalan vakitlerini ibâdet ile geçirirdi. (Nişancızâde Muhammed Efendi, Taberî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DÂYİN:</span>Borç veren, alacaklı. (Bkz. Borç) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DECCÂL:</span>Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kıyâmete yakın çıkacağı bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafından öldürülecek olan zâlim. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Geçmiş peygamberler, şaşı, kör, yalancı olan Deccâl'in büyük fitne ve belâ olduğunu haber verip, ümmetlerini, onun şerrinden, zarârından korkuttular. (Hadîs-i şerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Deccâl'in, Mekke ve Medîne hâriç ayak basmadığı hiç bir memleket yoktur. (Hadîs-i şerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Deccâl, peygamber olduğunu iddiâ edecek, herkesin îmânını bozmaya uğraşacak ve kendisine inanmayanlara zarar verecektir. Eshâb-ı Kehf, hazret-i Mehdî'nin yardımcıları olacak ve Îsâ aleyhisselâm bunun zamânında gökten inecek ve Deccâl ile harb ederken hazret-i Mehdî onunla berâber olacaktır. (Yûsuf bin İsmâil Nebhânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DEDİKODU:</span>Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek. (Bkz. Gıybet) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Sözün kısası şudur ki, dedikodu sözlere inanılacak, dostluk bunlara göre olacaksa, söz taşıyanların ellerinden kurtuluş olamaz. Bunun için de sağlam dostluk kurulamaz. Dedikodulara kulak vermeyiniz ve geçmişleri unutunuz! Böylece dostluk yıkılmasın, eski sıkıntılar aradan kalksın. (İmâm-ı Rabbânî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DEFN:</span>Cenâzenin yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Definden sonra cemâat dağılırken ölü bunların ayak sesini işitir. (Hadîs-i şerîf-Müslim) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Ölüyü defnetmek, cenâze namazı kılmak gibi ibâdettir. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Meyyiti (ölüyü), sâlihlere ve evliyâya (Allahü teâlânın sevdiği kullarının kabirlerine) yakın defnetmelidir. Rutûbetli yerlere defnetmek iyi değildir. (Tahtâvî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DEHR:</span>Zaman, devir. Âlemin (varlıkların) varlığının başlangıcından son bulmasına kadar olan bütün zaman. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DEHRÎ:</span>Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist. (Bkz. Ateist) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DELÂLET:</span></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">1.</span> İşâret etmek, göstermek. Doğru yolu gösterme. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Ey îmân edenler! Sizi acı bir azâbdan kurtaracak bir ticâreti göstereyim mi? Allahü teâlâ ve Resûlüne îmân edin, inanın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. (Saf sûresi: 10-11) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Hayra delâlet eden, hayrı yapan gibidir. (Hadîs-i şerîf-Keşfül-Hafâ) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">2. </span>Bir lafzın (sözün) bir mânâyı (anlamı) ifâde etmesi, göstermesi. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dînî bilgilerin delîlleri (kaynakları) dörttür: Birincisi sübûtu (varlığı) ve delâleti kat'î (kesin) olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevâtür, söz birliği ile bildirilmiş açıkça anlaşılan hadîsler böyledir. İkincisi, sübûtu kat'î olup, delâleti zan nî olanlar (kesin olmayanlar). Mânâsı açıkça anlaşılmayan âyetler böyledir. Üçüncüsü, sübûtu zannî, delâleti kat'î olanlar. Tek Sahâbînin (Peygamber efendimizin arkadaşının) bildirdiği açık ve anlaşılır hadîsler böyledir. Dördüncüsü, sübûtu da delâleti de zannîdir. Tek Sahâbînin bildirdiği açıkça anlaşılmayan hadîsler böyledir. Birincisi farz ile haramları, ikincisi ve üçüncüsü vâcib ile tahrîmen mekrûhu (harama yakın mekrûhu), dördüncüsü sünnet ile müstehâbı bildirir. (Molla Hüsrev-Serahsî-Hâdimî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delâlet-i Nass:</u>Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">"Ana-babana öf (bile) deme" meâlindeki İsrâ sûresi yirmi üçüncü âyet-i kerîmesi, açıkça ana-babaya öf demenin haramlığını delâlet-i nass ile bildirmektedir. Öf demenin haram oluşunun illeti (sebebi), eziyet vermektir. Bu illet, ana-babayı dövmede ve sövmede fazlasıyle bulunduğundan, âyette açıkça bildirilmeyen ana-babayı dövmenin, onlara sövmenin de haramlığı ile hükmolunmuştur. (İbn-i Melek, Serâhsî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DELİ:</span>Aklı olmayan. (Bkz. Cünûn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DELÎL:</span></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">1.</span> Kendisi bilinince başkası bilinen şey. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Rabbinin sun'una (işine) bir bakmadın mı? Gölgeyi nasıl uzatıp yaymıştır. O, eğer dileseydi, onu elbet sâkin kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delîl yapmışızdır. (Çünkü güneş olmasaydı, gölge bulunmazdı. Nur olmasaydı, zulmet bilinmezdi. Zîrâ her şey zıddıyla bilinir.) (Furkan sûresi: 45) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Red">2.</span> Din bilgilerinin elde edildiği kaynak, vesîka. (Bkz. Edille-i Şer'iyye) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Din bilgilerinin elde edildiği delîller dörttür: Bunlar; Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet, icmâ ve kıyâstır. (Abdülganî Nablüsî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Delîl, bir şeyin haram olması için aranır. Helâl olması için delîl aranmaz. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delîl-i Aslî:</u>Din bilgilerinin kaynakları olan Kitâb, sünnet, icmâ ve kıyâstan her biri. Aslî delîl. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delîl-i Fer'î:</u>Aslî delîllere bağlı ve onlardan elde edilen ikinci derecede delîller. İstihsân, İstishâb, İstislâh, Örf ve âdet, Sahâbî (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kavli (sözü), fer'î delîllerden bâzısıdır. (Bkz. İlgili Maddeler) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Müctehid (dînî kaynaklardan, delîllerden hüküm çıkarabilen) bir âlim, bir mes'elenin hükmünü aslî delîllerde açıkça bulamazsa, fer'î delîllere mürâcât eder. (Molla Hüsrev, Serâhsî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delîl-i Kat'î:</u>Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Namazı inkâr eden kâfir olur, îmânı gider. Çünkü namazın farz oluşu, delîl-i kat'î ile sâbittir, bildirilmiştir. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delîl-i Şer'î:</u>Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak. ( Bkz. Edille-i Şer'iyye) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Müctehîd (din ilimlerinde söz sâhibi) olmayanların sözleri, delîl-i şer'î olmaz. (Hâdimî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><u>Delîl-i Zannî:</u>Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Delîl-i zannî vâcib ile tahrîmen mekruhu (harama yakın mekruhu) bildirir. Tek Sahâbînin bildirdiği mânâsı açıkça anlaşılmayan hadîs-i şerîfler ise, müstehâbları bildirir. Müstehâbları yapan sevâb kazanır, yapmayan günâhkâr olmaz, sevâbından mahrûm ka lır. (Serâhsî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DELK:</span>Oğmak. Abdestte ve gusülde, yıkanan yerleri oğmak. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Delk, Hanefî mezhebinde abdestin sünnetlerindendir. (İbrâhim Halebî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Mâlikî mezhebinde abdeste ve gusle başlarken niyet etmek, abdestte ve gusülde her uzvu delk ve muvâlât (uzuvları aralıksız yıkamak) ve gusülde saçı hilâllemek, parmakları saçların arasına sokup ıslatmak farzdır. (Abdurrahmân Cezîrî) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DELLÂL:</span>Alıcı ile satıcı arasında vâsıta (aracı) olan ücretli kimse, komisyoncu. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dellâl, mal sâhibinin izni ile malı kendi sattığı zaman, komisyon ücretini mal sâhibinden alır. Müşteriden bir şey isteyemez. Eğer dellâl, mal sâhibi ile müşteri arasında aracılık yapıp, malı mal sâhibi satarsa, dellâl ücretini, âdete göre; mal sâhib i veya müşteri yâhut da her ikisi ortaklaşa verirler. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dellâl, işçi gibidir. Bunlar iş karşılığı değil, elindeki malı satarsa ücret alır. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DENDÂN-I SEÂDET:</span>Peygamber efendimizin Uhud muhârebesinde şehîd olan, kırılan mübârek dişinin bir parçası. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Dendân-ı seâdet, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Mehmed Reşâd tarafından yaptırılan kıymetli taşlarla süslü altın bir muhâfazada Topkapı Sarayında saklanmaktadır. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi) </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"></span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px"><span style="color: Teal">DEREZÎLER:</span>Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmektedir. </span></em></strong></p><p><strong><em><span style="font-size: 15px">Derezîler müslüman adını taşır. Fakat îmânları bozuktur. Ruhların bir bedenden bir bedene geçtiğine inanırlar. Şaraba, alkollü içkilere ve zinâya helâl derler. Öldükten sonra dirilmeğe, namaza, oruca, hacca inanmazlar. Ulûhiyyet yâni tanrılık insanda n insana geçer derler. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hakkında çirkin şeyler söylerler. İnanışları bozuk olduğu için, şehâdet kelimesini söylemekle müslüman sayılmazlar. İslâmiyet'e uymayan inanışlarından vazgeçmedikçe müslüman olmazlar. B unlar kitablı ve kitabsız kâfirlerden daha zararlıdırlar. (İbn-i Âbidîn) </span></em></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="ZeyNoO, post: 244520, member: 10904"] [B][SIZE=4][COLOR="Red"]D -1-[/COLOR][/SIZE] [I][SIZE=4][COLOR="Teal"]DÂBBET-ÜL-ERD:[/COLOR] Kıyâmetin büyük alâmetlerinden. Kıyâmetin kopmasına yakın çıkacak olan bir hayvan. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: İnsanlara vâd olunan öldükten sonra dirilmek ve azâb olunmak yaklaşınca, biz onlara yerden Dâbbe'yi (Dâbbet-ül-erd'i) çıkarırız. (Neml sûresi: 82) Dâbbet-ül-erd çıktığında gökleri bir duman kaplayıp bütün insanlara gelip canlarını yakacak, herkes bunun acısından duâ edip; "Yâ Rabbî! Bu azâbı üzerimizden kaldır. Sana îmân ediyoruz" diyeceklerdir. (Yûsuf Nebhânî) Dâbbet-ül-erd çıkar sonra Mekke'de Safâ altından, Dağ kadar bir hayvandır, ayırır iyiyi fenâdan. (M.Sıddîk bin Saîd) [COLOR="Teal"] DAĞLAMA:[/COLOR] Kızdırılmış mâdenle vücûdun bir yerini yakma. Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş (güvenmemiş, O'ndan yüz çevirmiş) olur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) Tevekkül edenler, falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvî etmez. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet) Dağlamanın faydası kesin değildir. Çünkü tehlikeli yaralara sebeb olabilir. Üstelik dağlama ile elde edilecek fayda, başka ilâçlarla da te'min edilebilir. Bu bakımdan dağlamak uygun değildir. (İmâm-ı Gazâlî) [COLOR="Teal"]DAHK (Dıhk):[/COLOR] Gülmek, kendi işiteceği kadar gülmek. Dahkı azaltınız. Zîrâ çok dahk kalbi öldürür. (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred) Namazda kahkaha ile gülmek namazı ve abdesti bozar. Tebessüm, namazı da abdesti de bozmaz. Dahk, yalnız namazı bozar. (İbrâhim Halebî) [COLOR="Teal"]DAHVE-İ KÜBRÂ:[/COLOR]Kaba kuşluk. Oruç müddetinin yarısı, öğleden bir saat evvelki vakit. Hanefî mezhebinde Ramazan orucu, nâfile oruç ve belli olan adak orucuna niyet etme zamânı, bir gün evvel güneşin batmasından başlayarak, ertesi gün dahve vaktine kadardır. (Muhammed Hâdimî) [COLOR="Teal"]DAHVE-İ SUGRA:[/COLOR]Güneşin bulutsuz havada bakamayacak kadar parladığı vakit. İşrâk vakti. (Bkz. İşrâk Vakti) [COLOR="Teal"]DÂİRE-İ HİNDİYYE:[/COLOR]Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet. Dâire-i Hindiyye'nin ortasına, yarıçapı uzunluğunda mikyâs denilen düz bir çubuk dikilir. Tam dik olması için çubuğun tepesi dâirenin üç değişik noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır. (Abdülhak Sücâdil) [COLOR="Teal"]DALÂLET:[/COLOR]Sapıklık, yoldan çıkma. Peygamber efendimizin ve Eshâbının bildirdiği doğru yoldan ayrılma, sapma. Allahü teâlâdan korkunuz! Sözümü iyi dinleyiniz ve itâat ediniz. Ben öldükten sonra gelecekler, çok ayrılıklar göreceklerdir. O zaman benim ve halîfelerimin yolumuza sarılınız. Dinde yeni ortaya çıkan şeylerden kaçınınız. Çünkü bu yeni şeylerin hepsi bid'attir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, doğru yoldan ayrılmaktır. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce) Ümmetim dalâlet üzerinde icmâ' etmez (birleşmez). (Hadîs-i şerîf-Beyhekî) Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed'in (aleyhisselâm) gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü bu yolda yapılan değişikliklerdir. Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Eshâb-ı kirâm Peygamberimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) işitip öğrendiklerini gençlere bildirdiler. Zamanla insanların kalbleri karardı. Hele bâzıları, yeni müslüman olanlar, Kur'ân-ı kerîmden kendi noksan akılları ve kısa görüşleri ile mânâ çık armağa kalkıştılar. Peygamber efendimizin bildirdiklerine uymayan şeyler anladılar. İslâm düşmanları da bu bölünmeyi, parçalanmayı körükledi, böylece yetmiş iki türlü dalâlet ve sapıklık yolu meydana geldi. (Kutbuddîn İznikî) [COLOR="Teal"]DÂLLE:[/COLOR]Âdet hâlinin kaç gün olduğunu unutan veya kaç gün olduğunu bilip ayın başında mı, ortasında mı, sonunda mı olduğunu kestiremeyen kadın. İslâmiyet'te her kadının; hayız (âdet), lohusalık ve temizlik günlerini, bunların sayısını, zamânını bilmesi lâzımdır. Dâlle din husûsundaki gevşekliği ve ilgisizliği sebebiyle âhirette mes'ûl olacak, azâbı pek büyük olacaktır. (İbn-i Âbidîn) [COLOR="Teal"]DANYAL ALEYHİSSELÂM:[/COLOR]İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerini insanlara tebliğ etti (duyurdu). İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmdan sonra kendilerine gönderilen peygamberleri dinlemeyip isyân edince, Allahü teâlâ onlara zâlimleri musallat etti. Çeşitli belâlar gönderdi. Düşmanları tarafından yurtları işgâl edildi. Bir kısmı esir edilip bir kıs mı da öldürüldü. Âsurlu hükümdârı Buhtunnasar'ın orduları Kudüs'e girip ele geçirdiler. İsrâiloğullarından pek çok kimseyi öldürdüler. Esir aldıkları yetmiş bin çocuğu da yanlarında götürdüler. Bu esir çocuklar arasında bulunan Danyal aleyhisselâmı Buhtunnasar sarayına aldı. Danyal aleyhisselâm onun sarayında büyüdü. Mecûsî (ateşperest) olan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmın kendi dinlerinden olmadığını anlayarak yanından uzaklaştırdı ve hapse attırdı. Buhtunnasar'ın gördüğü bir rüyâyı tâbir ettiği için hapisten çıkarıldı. Buhtunnasar, ona memleketin işlerini havâle etti. Çıkardığı fermanla ona saygı gösterilmesini emr etti. Buhtunnasar'ın adamları onu kıskandılar ve işten uzaklaştırılmasını istediler. İleri gelen adamlarının dediklerine a ldanan Buhtunnasar, Danyal aleyhisselâmı kendi dîninden olmadığı için ateşe attırdı. Fakat Danyal aleyhisselâm Allahü teâlânın yardımıyla yanmadı. Daha sonra, Buhtunnasar'a yâhut Buhtunnasar'ın resmine secde etmediği için, içinde arslanların bulunduğu bir kuyuya atıldı. Fakat Allahü teâlânın koruması ile arslanlar ona hiç dokunmadı ve atıldığı kuyudan sağ sâlim kurtuldu. Buhtunnasar'ın ölümünden sonra, Üzeyr aleyhisselâm ile birlikte Kudüs'e geldi. Kendisine peygamberlik verildi. İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini teblîğ etti. Bir müddet sonra, Ehvaz yakınında bulunan Sûs şehrinde vefât etti. (Nişâncızâde Mehmed Efendi, Taberî) [COLOR="Teal"]DÂR-UL-UKBÂ:[/COLOR]Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret. Hani annen baban nerde, bu dünyâ kimseye kalmaz. Gelenler hep sefer eyler, muhakkak dâr-ul-ukbâya Yüzün dön, ilticâ eyle (sığın), Cenâb-ı zât-ı Mevlâya. (M. Sıddîk bin Saîd) [COLOR="Teal"]DÂR-UT-TEKLÎF:[/COLOR]Kulların Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekle mükellef, sorumlu tutulduğu yer. Dünyâ. Âhiret, dâr-ül-cezâdır, dâr-üt-teklîf değildir. (İmâm-ı Rabbânî) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-BEKÂ:[/COLOR]Ahiret, sonsuz kalınacak yer. Resûlullah efendimiz kamerî sene hesâbı ile altmış üç, şemsî sene hesâbı ile altmış bir yaşında, dâr-ül-fenâdan (dünyâdan) dâr-ül-bekâya intikâl etti. Vefât ettiği odaya defnedildi. (M. Sıddîk bin Saîd) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-CELÂL:[/COLOR]Sekiz Cennet'in birincisidir. Dâr-ül-Celâl beyaz incidendir. Kapısının üzerinde Kelime-i tevhîd, yâni Lâ ilâhe illallah yazılıdır. ( Erzurumlu İbrâhim Hakkı) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-CEZÂ:[/COLOR]Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ. Âhiret, dâr-ül-cezâdır. Dâr-üt-teklîf (iş yapılacak yer) değildir. (İmâm-ı Rabbânî) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-FENÂ:[/COLOR]Geçici âlem, dünyâ. Mü'minler ölmezler. Ancak dâr-ül-fenâdan dâr-ül-bekâya geçerler. (İmâm-ı Gazâli) Göz yumup dâr-ül-fenâdan baş açık, çıplak endâm, Can atıp dâr-ül-bekâyaeyledi azm-i kirâm. (Beykozlu Muhammed Efendi) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-GURÛR:[/COLOR]İnsanın gönlünü cezbeden, çeken fakat ele geçtiğinde faydalanamadan kaybolup giden yer. Dünyâ. [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-HARB:[/COLOR]İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edilmediği yer. Dâr-ül-harbde îmâna gelen kimse, farzı, haramı işitince o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. (İbn-i Âbidîn) Dâr-ül-harbde, İslâm'ın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak müslümanlara vâcibdir. (Muhammed Bağdâdî) Düşman ordusu kuvvetli ise, sulh yapmak, mal vermekle bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları Dâr-ül-harb olursa, hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur. (İbn-i Âbidîn) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-İSLÂM:[/COLOR]İslâm memleketi. İslâm ahkâmının (kânunlarının) tatbik edildiği yer. Düşmandan alınan ganîmet, Dâr-ül-İslâm'a getirilince askerin hakkı olur. Fakat taksîm edilmeden (bölüşmeden) önce mülk olmaz. (İbn-i Âbidîn) Dâr-ül-harbde (kâfir ülkesinde) îmâna gelenin Dâr-ül-İslâm'a hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn) Dâr-ül-İslâm'da yaşayan kâfirler ve başka memleketlerden gelen kâfir turistler, kâfir tüccarlar, muâmelâtta müslümanlarla aynı hak ve hürriyetlere sâhiptirler. (Muhammed Hâdimî) [COLOR="Teal"]DÂR-ÜL-KARÂR:[/COLOR]Sekiz Cennet'in sekizincisi. [COLOR="Teal"]DÂR-ÜS-SELÂM:[/COLOR]Sekiz Cennet'ten üçüncüsü. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Allahü teâlâ, Dâr-üs-selâma çağırır ve kimi dilerse onu doğru yola iletir. (Yûnus sûresi: 25) [COLOR="Teal"]DA'VET (Dâvet):[/COLOR] [COLOR="Red"]1.[/COLOR] Hak dîne çağırmak. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Ey Muhammed! Rabbininin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle dâvet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. (Nahl sûresi: 125) Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâdan kendisine gelen emirleri insanlara açıklamak ve onları îmâna dâvetle emredildi. Dâvetini üç yıl gizli yaptı. Üç yıl sonra ilâhî emir üzerine, Allahü teâlânın emirlerini açık açık bildirmeye, kav mine İslâmiyet'i anlatmaya başladı. (Abdülhak Dehlevî, İbn-ül-Esîr) Allahü teâlâ, kullarına acıdığı için, Peygamberler aleyhimüsselâm gönderdi. Eğer bu büyük insanlar gönderilmeseydi, yolunu şaşıran insanlara, O'nu ve sıfatlarını kim bildirirdi? Beğendiklerini, beğenmediklerinden kim ayırabilirdi? İnsan aklı, noksan olduğu için o büyüklerin dâvet nûru ile aydınlanmadıkça bunları bilemez ve ayıramazdı. Anlayışımız tam olmadığı için, bu büyüklerin izinde gitmedikçe, bunları anlamakta şaşırır ve aldanırız. Evet akıl, doğruyu eğriden ayırmaya yarayan bir âlettir. Fakat o büyüklerin dâveti ile, haber vermeleri ile tamam olmaktadır. (İmâm-ı Rabbânî) [COLOR="Red"]2.[/COLOR] İkrâm etmek için çağırma çağırılma. Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah deyince, yerhamükallah diyerek cevap vermek. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim) Riyâ, gösteriş ve övünmek için yapılan dâvetlere gitmek câiz değildir. (Muhammed Hâdimî, İmâm-ı Gazâlî) Mü'minin dâvetine gitmek sünnet olduğu hâlde haram bulunan dâvete gitmemeli, haramdan, mekrûhtan sakınmak için sünneti terk etmelidir. (Abdülganî Nablüsî-Muhammed Rebhâmî) [U]Dâvet Makâmı:[/U]Vilâyet (evliyâlık) makâmının üstünde, peygamberlere mahsus bir makâm. Peygamberlerin izinde bulunanların en üstünlerine de dâvet makâmından bir pay ayırırlar. Yûsuf sûresinin; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki, benim yolum budur. Sizi gafletten uyandırarak, Allahü teâlâya dâvet ediyorum. Ben ve benim izimde bulunanlar çağırıcıyız" meâlindeki yüz sekizinci âyeti bunu göstermektedir. (İmâm-ı Rabbânî) [COLOR="Teal"]DÂVÛD ALEYHİSSELÂM:[/COLOR]Kur'ân-ı kerîmde adı geçen ve İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Hem peygamber, hem sultân yâni hükümdâr idi. Soyu Yâkûb aleyhisselâmın Yehûda adlı oğluna ulaşır. Süleymân aleyhisselâmın babasıdır. Kudüs'te doğdu. Orada yaşadı ve orada vefâ t etti. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Dâvûd'a Zebûr'u verdik. (İsrâ sûresi: 55) İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir. Allahü teâlânın peygamberi Dâvûd (aleyhisselâm) , elinin emeği ile kazanıp yerdi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî) Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmdan sonra, İsrâiloğullarına bir çok peygamber gönderdi. Bu peygamberler insanları Tevrât'ın hükümleriyle amel etmeye dâvet etti. Fakat zaman geçtikçe azgınlaşan İsrâiloğulları, Tevrât'ın hükümlerini değiştirdiler, peygam berlerini dinlemediler ve ahlâkları tamâmen bozuldu. Allahü teâlâ Amâlika kavmi hükümdârı Câlût'u onların başına belâ olarak gönderdi. Câlût İsrâiloğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Tâlût isimli bir hükümdâr gelerek memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Câlût'un üzerine yürüdü. Tâlût'un ordusunda bulunan ve henüz genç yaşta olan Dâvûd aleyhisselâm Câlût'u öldürdü. Tâlût'un ölümünden sonra, İsrâiloğullarının hükümdârı oldu. Bir müddet sonraAllahü teâlâ onu İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderdi. Kendisine İbrânî dilinde olan Zebûr kitâbı verildi. Hem peygamber, hem sultan yâni hükümdâr idi. İnsanları Allahü teâlânın dînine dâvet etti ve adâletle hükmetti. Kudüs'te Mescid-i Aksâ adı ile Kur'ân-ı kerîmde bildirilen büyük bir mescidin inşâsını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleymân aleyhisselâma vasiyyet ederek, yüz yaş ında âhirete göçtü. Allahü teâlâ dağları, taşları, kuşları onun emrine vermişti. Yanık sesiyle Zebûr'u okumaya başladığı zaman, kuşlar havâdan ağaçlara iner, hep birlikte, okunan Zebûr'u tekrar ederlerdi. Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma, demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mûcizesi vermişdi. Demirden zırh yapar elinin emeğiyle geçinir, devlet hazînesinden bir şey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, hazret-i Dâvûd'un huzûruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi. Dâvûd aleyhisselâm her işinde Allahü teâlânın rızâsını gözetir, çok ağlar, çok ibâdet ederdi. Bir gün oruç tutar, bir gün iftâr ederdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyur, geri kalan vakitlerini ibâdet ile geçirirdi. (Nişancızâde Muhammed Efendi, Taberî) [COLOR="Teal"]DÂYİN:[/COLOR]Borç veren, alacaklı. (Bkz. Borç) [COLOR="Teal"]DECCÂL:[/COLOR]Kıyâmetin büyük alâmetlerinden biri. Kıyâmete yakın çıkacağı bildirilen ve Îsâ aleyhisselâm ile hazret-i Mehdî tarafından öldürülecek olan zâlim. Geçmiş peygamberler, şaşı, kör, yalancı olan Deccâl'in büyük fitne ve belâ olduğunu haber verip, ümmetlerini, onun şerrinden, zarârından korkuttular. (Hadîs-i şerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn) Deccâl'in, Mekke ve Medîne hâriç ayak basmadığı hiç bir memleket yoktur. (Hadîs-i şerîf-Huccetullahi Alel Âlemîn) Deccâl, peygamber olduğunu iddiâ edecek, herkesin îmânını bozmaya uğraşacak ve kendisine inanmayanlara zarar verecektir. Eshâb-ı Kehf, hazret-i Mehdî'nin yardımcıları olacak ve Îsâ aleyhisselâm bunun zamânında gökten inecek ve Deccâl ile harb ederken hazret-i Mehdî onunla berâber olacaktır. (Yûsuf bin İsmâil Nebhânî) [COLOR="Teal"]DEDİKODU:[/COLOR]Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek. (Bkz. Gıybet) Sözün kısası şudur ki, dedikodu sözlere inanılacak, dostluk bunlara göre olacaksa, söz taşıyanların ellerinden kurtuluş olamaz. Bunun için de sağlam dostluk kurulamaz. Dedikodulara kulak vermeyiniz ve geçmişleri unutunuz! Böylece dostluk yıkılmasın, eski sıkıntılar aradan kalksın. (İmâm-ı Rabbânî) [COLOR="Teal"]DEFN:[/COLOR]Cenâzenin yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi. Definden sonra cemâat dağılırken ölü bunların ayak sesini işitir. (Hadîs-i şerîf-Müslim) Ölüyü defnetmek, cenâze namazı kılmak gibi ibâdettir. (İbn-i Âbidîn) Meyyiti (ölüyü), sâlihlere ve evliyâya (Allahü teâlânın sevdiği kullarının kabirlerine) yakın defnetmelidir. Rutûbetli yerlere defnetmek iyi değildir. (Tahtâvî) [COLOR="Teal"]DEHR:[/COLOR]Zaman, devir. Âlemin (varlıkların) varlığının başlangıcından son bulmasına kadar olan bütün zaman. [COLOR="Teal"]DEHRÎ:[/COLOR]Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist. (Bkz. Ateist) [COLOR="Teal"]DELÂLET:[/COLOR] [COLOR="Red"]1.[/COLOR] İşâret etmek, göstermek. Doğru yolu gösterme. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Ey îmân edenler! Sizi acı bir azâbdan kurtaracak bir ticâreti göstereyim mi? Allahü teâlâ ve Resûlüne îmân edin, inanın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşın. Eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır. (Saf sûresi: 10-11) Hayra delâlet eden, hayrı yapan gibidir. (Hadîs-i şerîf-Keşfül-Hafâ) [COLOR="Red"]2. [/COLOR]Bir lafzın (sözün) bir mânâyı (anlamı) ifâde etmesi, göstermesi. Dînî bilgilerin delîlleri (kaynakları) dörttür: Birincisi sübûtu (varlığı) ve delâleti kat'î (kesin) olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevâtür, söz birliği ile bildirilmiş açıkça anlaşılan hadîsler böyledir. İkincisi, sübûtu kat'î olup, delâleti zan nî olanlar (kesin olmayanlar). Mânâsı açıkça anlaşılmayan âyetler böyledir. Üçüncüsü, sübûtu zannî, delâleti kat'î olanlar. Tek Sahâbînin (Peygamber efendimizin arkadaşının) bildirdiği açık ve anlaşılır hadîsler böyledir. Dördüncüsü, sübûtu da delâleti de zannîdir. Tek Sahâbînin bildirdiği açıkça anlaşılmayan hadîsler böyledir. Birincisi farz ile haramları, ikincisi ve üçüncüsü vâcib ile tahrîmen mekrûhu (harama yakın mekrûhu), dördüncüsü sünnet ile müstehâbı bildirir. (Molla Hüsrev-Serahsî-Hâdimî) [U]Delâlet-i Nass:[/U]Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir. "Ana-babana öf (bile) deme" meâlindeki İsrâ sûresi yirmi üçüncü âyet-i kerîmesi, açıkça ana-babaya öf demenin haramlığını delâlet-i nass ile bildirmektedir. Öf demenin haram oluşunun illeti (sebebi), eziyet vermektir. Bu illet, ana-babayı dövmede ve sövmede fazlasıyle bulunduğundan, âyette açıkça bildirilmeyen ana-babayı dövmenin, onlara sövmenin de haramlığı ile hükmolunmuştur. (İbn-i Melek, Serâhsî) [COLOR="Teal"]DELİ:[/COLOR]Aklı olmayan. (Bkz. Cünûn) [COLOR="Teal"]DELÎL:[/COLOR] [COLOR="Red"]1.[/COLOR] Kendisi bilinince başkası bilinen şey. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Rabbinin sun'una (işine) bir bakmadın mı? Gölgeyi nasıl uzatıp yaymıştır. O, eğer dileseydi, onu elbet sâkin kılardı. Sonra biz güneşi ona bir delîl yapmışızdır. (Çünkü güneş olmasaydı, gölge bulunmazdı. Nur olmasaydı, zulmet bilinmezdi. Zîrâ her şey zıddıyla bilinir.) (Furkan sûresi: 45) [COLOR="Red"]2.[/COLOR] Din bilgilerinin elde edildiği kaynak, vesîka. (Bkz. Edille-i Şer'iyye) Din bilgilerinin elde edildiği delîller dörttür: Bunlar; Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet, icmâ ve kıyâstır. (Abdülganî Nablüsî) Delîl, bir şeyin haram olması için aranır. Helâl olması için delîl aranmaz. (İbn-i Âbidîn) [U]Delîl-i Aslî:[/U]Din bilgilerinin kaynakları olan Kitâb, sünnet, icmâ ve kıyâstan her biri. Aslî delîl. [U]Delîl-i Fer'î:[/U]Aslî delîllere bağlı ve onlardan elde edilen ikinci derecede delîller. İstihsân, İstishâb, İstislâh, Örf ve âdet, Sahâbî (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kavli (sözü), fer'î delîllerden bâzısıdır. (Bkz. İlgili Maddeler) Müctehid (dînî kaynaklardan, delîllerden hüküm çıkarabilen) bir âlim, bir mes'elenin hükmünü aslî delîllerde açıkça bulamazsa, fer'î delîllere mürâcât eder. (Molla Hüsrev, Serâhsî) [U]Delîl-i Kat'î:[/U]Mânâsı açıkça anlaşılan âyet-i kerîme ve tevâtürle bildirilmiş olan hadîs-i şerîf. Bunlar, farzlar ile haramları bildirirler. Kesin delil. Namazı inkâr eden kâfir olur, îmânı gider. Çünkü namazın farz oluşu, delîl-i kat'î ile sâbittir, bildirilmiştir. (İbn-i Âbidîn) [U]Delîl-i Şer'î:[/U]Dînî bilgilerin elde edildiği delîl, kaynak. ( Bkz. Edille-i Şer'iyye) Müctehîd (din ilimlerinde söz sâhibi) olmayanların sözleri, delîl-i şer'î olmaz. (Hâdimî) [U]Delîl-i Zannî:[/U]Mânâsı açıkça anlaşılmayan, tek bir mânâya, delâlet etmeyen âyet-i kerîme ve tek bir Sahâbî tarafından bildirilen, mânâsı açık hadîs-i şerîf. Delîl-i zannî vâcib ile tahrîmen mekruhu (harama yakın mekruhu) bildirir. Tek Sahâbînin bildirdiği mânâsı açıkça anlaşılmayan hadîs-i şerîfler ise, müstehâbları bildirir. Müstehâbları yapan sevâb kazanır, yapmayan günâhkâr olmaz, sevâbından mahrûm ka lır. (Serâhsî) [COLOR="Teal"]DELK:[/COLOR]Oğmak. Abdestte ve gusülde, yıkanan yerleri oğmak. Delk, Hanefî mezhebinde abdestin sünnetlerindendir. (İbrâhim Halebî) Mâlikî mezhebinde abdeste ve gusle başlarken niyet etmek, abdestte ve gusülde her uzvu delk ve muvâlât (uzuvları aralıksız yıkamak) ve gusülde saçı hilâllemek, parmakları saçların arasına sokup ıslatmak farzdır. (Abdurrahmân Cezîrî) [COLOR="Teal"]DELLÂL:[/COLOR]Alıcı ile satıcı arasında vâsıta (aracı) olan ücretli kimse, komisyoncu. Dellâl, mal sâhibinin izni ile malı kendi sattığı zaman, komisyon ücretini mal sâhibinden alır. Müşteriden bir şey isteyemez. Eğer dellâl, mal sâhibi ile müşteri arasında aracılık yapıp, malı mal sâhibi satarsa, dellâl ücretini, âdete göre; mal sâhib i veya müşteri yâhut da her ikisi ortaklaşa verirler. (İbn-i Âbidîn) Dellâl, işçi gibidir. Bunlar iş karşılığı değil, elindeki malı satarsa ücret alır. (İbn-i Âbidîn) [COLOR="Teal"]DENDÂN-I SEÂDET:[/COLOR]Peygamber efendimizin Uhud muhârebesinde şehîd olan, kırılan mübârek dişinin bir parçası. Dendân-ı seâdet, Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Mehmed Reşâd tarafından yaptırılan kıymetli taşlarla süslü altın bir muhâfazada Topkapı Sarayında saklanmaktadır. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi) [COLOR="Teal"]DEREZÎLER:[/COLOR]Anuştekin ed-Derezî adlı bir bâtınî dâî (propagandacı) tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Bunlar; Bâtıniyyeden ayrılarak ortaya çıkan, Fâtımî hükümdârı Hâkim bi-emrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imamlığına inanırlar. Kelimenin do ğrusu Derezî olup, yanlış olarak Dürzü denilmektedir. Derezîler müslüman adını taşır. Fakat îmânları bozuktur. Ruhların bir bedenden bir bedene geçtiğine inanırlar. Şaraba, alkollü içkilere ve zinâya helâl derler. Öldükten sonra dirilmeğe, namaza, oruca, hacca inanmazlar. Ulûhiyyet yâni tanrılık insanda n insana geçer derler. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hakkında çirkin şeyler söylerler. İnanışları bozuk olduğu için, şehâdet kelimesini söylemekle müslüman sayılmazlar. İslâmiyet'e uymayan inanışlarından vazgeçmedikçe müslüman olmazlar. B unlar kitablı ve kitabsız kâfirlerden daha zararlıdırlar. (İbn-i Âbidîn) [/SIZE][/I][/B] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Sarı kırmızı renkleri ile ünlü futbol takımımız?
Cevapla
Forumlar
Dini Konular
Genel Dini Konular
Dini Sözlük - Dini Kavramların Anlamları
Top