Denizli Antik Kentleri (Ege Bölgesi)
Hierapolis (Pamukkale) Antik Kenti
Çökelez Dağı'nın güney eteğinde yer alan ve kalsiyum oksitli kaynak sularının birikimiyle oluşan pamuk beyazlığındaki plato, etkileyici bir görünüme sahiptir.
Kalsiyum tuzları ve karbondioksit gazı içeren 35° sıcaklıktaki termal suyunun, yüzyıllardan beri çeşitli hastalıkları iyileştirici etkisine inanılmış ve şifa arayan insanların en önemli uğrak yerlerinden biri olmuştur. Bu ilgi, kaynakların etrafında Hierapolis adıyla bir yerleşimin oluşmasına neden olmuştur.
Mineralli sıcak sularla beslenen doğal teraslar, havuzlar ve öte yanda bu masalsı örtüde yükselen görkemli yapılar. Sütunlar ve galerilerle süslenmiş caddesi, Babadağı ve Honaz Dağları'nın eteklerinde, Çürüksu (Lykos) Nehri'nin oluşturduğu vadiye hâkim konumdaki on bin kişilik tiyatrosu, sıcak ve soğuk bölümlerden oluşan hamamları, gösterişli idari ve sivil yapıları ile Anadolu'nun en büyük ve en zengin antik nekropolüne sahip olmasıyla öne çıkan bir kentimizdir.
İnsanoğlunun temel gereksinimlerini ve yeryüzü kavrayışını yansıtan bu tanrılar, aynı zamanda Hierapolis'in oluşum nedenlerini de açıklar. Ona bu şifalı kaynakları ve güzelliği veren, ama aynı zamanda yok ediciliğiyle korkutan, Hierapolis'in merkezindeki yeraltı ülkesinin tanrısı Pluto, bereketi sürekli kılmaya çalışan ana tanrıça Kybele (Demeter) ve onların izdüşümlerinde çoğalan Persephone, Attis, Leto, Apollon, Artemis ve Dionysos. Yeraltından yeniden doğuşa, kıştan bahara, doğanın canlanmasından ekinlerin biçilmesine ve bağ bozumuna verilen yaşamsal döngüleri bir arada simgeleyen bu tanrı ve tanrıçalarla Hierapolis, antik dönemde de algılandığı şekilde kutsal kent olarak kendini dışa vurur.
"...Laodikeia'nın karşısında Hierapolis vardır. Burada sıcak su kaynakları ve Plutonion bulunur... Yüksekçe bir tepenin eteğinde, bir kişinin ancak geçebileceği orta büyüklükte bir çukur vardır, derinliği epeyce fazladır ve bu çukurun çevresi dikdörtgen bir parmaklıkla kapatılmıştır.
Burası o kadar yoğun ve puslu bir buharla doludur ki, insan zemini zorlukla görebilir. Parmaklığın çevresine yaklaşan herhangi bir kimse için hava zararsızdır, çünkü sakin havada buhar dışarı çıkmaz fakat parmaklıklardan içeri geçen herhangi bir hayvan derhal ölür..."
Strabon'un sözünü ettiği Plutonion, kentin merkezinde bugün de var olan zehirli gazların çıktığı mağaradır. Bu kutsal mekândan aşağıya doğru inen merdivenler, yeraltının hareketli ve kaynayan dünyasına açılan kapıyı simgeler. Orası ölümden sonra gidilen ve geri dönüşü olmayan ülkedir. Ama Hierapolis sakinleri için Pluto, diğer adıyla Hades, yeraltının olağanüstü nimetlerini sunarak kentlerini zengin kılan bir tanrıdır aynı zamanda. Antik dünyada tapınım mekânı ender olan Pluto, Hierapolis'te yeryüzüyle buluşarak kentin ününe ün katan bir kutsal mekân yani Plutonium olarak ilgiyi üzerine çeker ve antik Yunan mitolojisinin en gözde öyküleri arasında yer alan bir 'üçleme' içinde canlanır:
Bu tema Hierapolis Tiyatrosu'nun frizlerinde ve kent sikkelerinde betimlenir.
Yine burada ele geçen ve müzede sergilenen bir Attis heykeli, ölümün yaşama, toprağın verimine dönüşünü simgeleyen bir başka mitolojik öykünün bağını kurar. Attis, kendini Kybele'ye kurban eden karakterdir. Ancak öldüğü yerde toprağa akan kanından menekşeler biter.
Aprodite ve Persephone'nin tutulduğu Adonis'in öyküsü, onun da aynı şekilde bir bahar çiçeğine dönüşmesiyle son bulur. Elbette coşku ve itkinin simgesi, bağların bereketi, şarapçı tanrı Dionysos da unutulmamıştır frizlerde. Onun adına yapılan bağbozumu şenlikleri betimlemesinde o, kentaurların çektiği araba üzerinde merkezde gösterilir. Av ve yabanıl yaşamı denetleyen Artemis ise Hierapolis'in baş tanrısı Apollon'un ikiz kardeşi ve antik dünyanın vazgeçilmez karakteri olarak mitolojik sahnelerin baş köşesinde yerini alır.
Apollon, Plutonium'un hemen üst teraslarında yer alan tapınağıyla yeraltından yeryüzüne evrilen döngünün merkezindeymiş gibi görünür.
MÖ 2. yüzyılda, Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulan Hierapolis, antik dönemde de turist akınına uğramasına neden olan şifalı sularının yanı sıra, dokumacılıkta da öne çıkan hareketli ve zengin bir merkezdir. Bizans sürecinde piskoposluk merkezi olan kentte, erken Hıristiyanlık dönemine ait yapılar, özellikle de İsa'nın havarilerinden Aziz Philip için yapılan martyrium, Pamukkale'ye günümüzde de süren yoğun ilginin bir başka yönünü temsil etmektedir.
Hierapolis'in ilk tanıtımları, J. Spon, G. Wheler, R. Pococke, R. Chandler, L. de Laborde ve Ch. Texier gibi İngiliz ve Fransız seyyahları tarafından yapılmıştır.
XIX. yüzyıl sonlarında ilk kazılar Alman arkeoloji heyetinden C. Humann, C. Cichorius, W. Judeich ve F. Winter tarafından yapılmış ve 1898 yılında yayımlanmıştır. 1957 yılında, Paolo Verzone başkanlığındaki İtalyan heyetince bilimsel kazılara ve restorasyon çalışmalarına başlanmıştır; benzeri çalışmalar günümüzde de Daria de Bernardi Ferrero başkanlığındaki İtalyan heyeti tarafından sürdürülmektedir.
Düzenleyen yönetici: