• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf oylamasi başladı  BURADAN  En güzel Yapay Zeka resmini seçiyoruz

Daha On İkiye Değmemişti Eylül Saati

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
-I-
özlemlerin yanağına kondurulmuş
pembe, utangaç bir öpücüktü yaşam
giyim kuşam hak getire
bir kuru ekmek ve çökelekti azığımız
dağların serin sularında yıkardık hayallerimizi
rengarenk kır çiçekleriyle bezerdik
sevdalarımız , henüz söylenmemiş
türkülerimizin ardından
uçup giderdi iz bırakmadan
güzellerin saçlarına taç yapardık
gün değmemiş hayallerimizden
tozpembe çiçekleri

bir gözalımı ötede kuzular meleşirdi
kuşlar sevişirdi çam ağaçlarının
kuytu köşelerinde
bilirdik,
görmezden gelirdik tarla kuşlarının
bir öpücük düşü oynaşlarını

çamlı dağların özgür nefeslerini çekerdik
çocuk ciğerlerimize
uçsuz uçurumlarda yankılanırdı özgür seslerimiz
uzak iklimlerin gülpembe düşleri
ateşlenirdi damarlarımızda
daha nice bilinmedik yaşam kırıntılarından
çiçeklenirdi ilk yaz sabahları

her gün biraz daha boy atardık
kıraç toprakların umarsız taze çam fidanları gibi
serin dağ rüzgarları süzülüp giderdi
tel tel saçlarımızı okşayarak
soğuk karanlık gecelerde
soluksuz kurt sesleriyle bölünen uykularımıza
yorgan ederdik düşlerimizi

-II-
adımızı kirlettiler
dönüp ardımıza baktığımızda
aşkın çocuklarıydık biz
güz yağmurları sızardı parmak uçlarımızdan
yel alır, sel savururdu zamanı
aldırmazdık açlığa, susuzluğa
başımızı koyacak bir yastığımız
yumuşacık yün yorganlarımız
olmasın ne çıkardı

yaşam dönek değildi o zamanlar
eylül olmamıştı daha
kıran girmemişti bahçelerimize
taze gül gibi fidanlarımız sökülmemişti
iri postal sesleriyle bölünmemişti uykularımız
daha on ikiye değmemişti eylül saati

bir gece alınıp götürülmemiştik
izimiz yok edilmemişti rutubet kokan
karanlık zindanlarda
daha sönmemişti gözlerimizde fer
tırnaklarımız sökülmemişti
on ikiye değmemişti eylül saati

-III-
sen ey gül saatlerimizin saklı zindanlarında
envayı çeşit işkencelerle ve acılarla
lime lime edilirken etleri
ve umutları törpülenirken
acımasız cellatların ellerinde
gözlerinde fer tükenirken azar azar
bakıp da özgür dünyaya gülümseyen çocuk

“ titre “ dediler bize
sonra titredik ve kendimize döndük
bu ölüme ilk yürüyüşümüzdü
ateşli ve coşkundu kanlarımız
ne olacaksa olsun dedik
korkuya ve umutsuzluğa sarılmadık
kara yılanlara sarılır gibi
sırtımıza inip çıkan coplar
ekmek arası acı biber sosuydu
anamızın ak sütüydü çekilen işkenceler
görmezden,duymazdan gelemediğimiz
bir garip dünyanın koskocaman armağanıydı sanki
o umarsız dikbaşlılığımız

yalınkılıç dalmıştık düşmanlar ortasına
çıplak ellerimiz ve yüreklerimiz en ölümcül silahlarımızdı
ellerimizi kestiler önce
yüreklerimizi söktüler yerinden
boşa gitmez dedik sevdalarda öldüğümüz
hani :” neden, niçin ? “ diyenler olur da bir gün
yola çıkanlar olur
hesap soranlar olur meydanlarda

-IV-
kör pusulardan uyandık
zamansız uzayan gecelerdi
filistin askılarında dem tutuyordu acılar
parlak bir ay doğuyordu damıtılmış düşünceler üstüne

sözcükler bırakıp gitmişlerdi anlamlarını
ters yüz edilmişlerdi göz göre göre mecazlar
aynalar kırılıp dökülmüştü yerlere
yaşam, acı bir göz yanılsamasıydı
kırık cam parçalarından yansıyan

göz gözü, iz izi seçmedi uzun zamanlar
gerçekler çamurlu bir ırmağın
şaşkın balıkları gibi kör gezdiler
aynı kurşunlar değdi körpe yüreklerimize
boyunlarımızda aynı ipler
ilmeklenip düğümlendi

güllerden kan sızıyordu
taze tomurcuk güllerden
çürütülmüş tenlerimizdeki mor çiçekler
ürkütüyordu leş bekleyen sırtlanları
köşe başlarında kurtlar uluyordu
ölümler kol geziyordu dillerin suskun sahralarında
binlerce beden acılar içinde
düşünceler özgürlüğün taze gül kokularını soluyordu

-V-
biz bu ülkeyi sevdik
uçan kuştan, gül veren çiçekten
topraktaki börtü böcekten daha çok sevdik

biz bu ülkeyi sevdik
canımızsa can, kanımızsa kan dedik
açılmadan daha gözlerimiz
öpüşmeden, dokunmadan gülce tenlere
gün sabahlara dek sevişmeden çılgınlar gibi
ve daha nice güzelliklerin
doyumsuz tatlarına varmadan
yumduk gözlerimizi her bir şeye
biz bu ülkeyi kendimizden çok sevdik

Zekeriya ÇAVUŞOĞLU

ek8Tx.jpg
 
Top Bottom