• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Bir Annenin Öyküsü

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Oğlumuz doğduğunda dünyalar bizim olmuştu adeta. Gözleri siyah ve çekikti; tıpkı Japonlara benziyordu. O kadar güzeldi ki; kucağıma aldım, sevdim, öptüm, öptüm, doyasıya öptüm. Emzirmek istedim, emmedi; mamalarla büyüttüm. Çok sağlıklı görünüyordu.
Derken, aradan iki yıl geçti. Ancak oğlum konuşmuyor, yürümüyor ve çoğu zaman şakalarımıza bile cevap vermiyordu. Bir yıl derken, iki yıl daha geçti aradan. Ancak oğlum hala yürüyüp konuşamıyordu. Eşim de, ben de bir gariplik seziyor ancak birbirimize bir şey söyleyemiyorduk. Kayınvalidem ise, hep beni suçluyordu. “Senin yüzünden bu çocuk böyle” diyordu, “İki aylıkken sen düşürmedin mi?...” bunları eşime de söylüyordu. Eşim de “Yürür, konuşur zamanla...” deyip geçiştiriyordu. “Doktora götürmeliyiz Oğuz'u” diyordum. “Bir şey olmaz, siz büyütüyorsunuz” deyip, beni de susturuyordu. Birkaç yıl böyle geçti.
Oğlum beş buçuk yaşında yürümeye başladı. Tek-tük kelimelerle derdini anlatıyordu. En azından ben, onun ne demek istediğini anlayabiliyordum. Ve sonunda okul çağı geldi. Bir ay önceden önlüğünü, yakasını, çantasını aldık. Evet.... oğlum okula başlayacaktı!
Bir ay sonra beni okuldan çağırdılar. “Senin çocuğun diğerlerinden farklı; konuşması düzgün değil, dersleri de yeterince kavrayamıyor. Bir sorun olabilir. Siz, Oğuz'u Rehberlik Araştırma Merkezi'ne götürün, bir test yaptırın” dediler.
Oracıkta yığıldım, kaldım. Oğlumu getirdiler elinden tuttum, bana öyle sevimli ve gülerek bakıyordu ki... “Neden benim çocuğuma böyle söylediler?...” diye isyan ettim. Her şeyi kırmak geldi içimden. Oğlum elimi hafifçe çekti, “hadi...”dedi.
Eve geldiğimizde çocuğumun yüzüne bakıp bakıp ağlıyordum. Eşime nasıl söyleyecektim? Sanki bu bir ayıp gibi saklamak istiyordum. Kimse duymamalıydı, eşim bile!
Bir sonraki gün, Rehberlik Araştırma Merkezi'ne gittim. Çocuğumu alıp, bir odaya götürdüler. Bana öyle geliyordu ki, sanki saatlerce orada kaldılar. Saatime baktım, oysa daha 10 dakika olmuştu. Bayan, elinde bir kağıt ve yanında Oğuz ile geldiler. Yalvarır gözlerle baktım ona. Bana, “Çocuğunuz zihinsel engelli. Onu özürlü çocukların eğitildiği bir kuruma götürmelisiniz” dedi. Hiçbir yanıt veremedim. Kağıdı uzattı, aldım ve eve döndüm. Nasıl döndüm, bilmiyorum. Eve giremedim. Oğuz'la birlikte saatlerce bahçede oturduk. Şokta gibiydim. Ne ağlayabiliyordum, ne de konuşabiliyordum.
Tüm arkadaşlarım ve dostlarımla ilişkilerimi hemen kestim. Eşimle de ilişkilerimiz bozuldu. Ellerini oğuşturan, ağlama nöbetleri geçiren, tüm işlevleri durmuş bir insan olmuştum artık. Ancak, yine de dışarıya bir şey belli etmemeye çalışıyordum. Evden dışarı çıkmak zorunda kaldığım zaman “maskemi” takıp, öyle çıkıyordum. Hiç kimse Oğuz'u ve benim çektiğim acıyı fark etmedi. Eşimden başka kimseyle bu konuyu paylaşmadım. Hatta çektiğim acının boyutlarını ona bile tam göstermedim. Onun acısının zaten ona yettiğini düşünüyordum. Bu dönem, en kötü devreydi. Tam altı hafta sürdü.
Tanı konmasından bir ay sonra Oğuz, bir özel eğitim kurumuna kayıt oldu. Servisle gidip gelirken, dışarıdan insanların servise bakmalarına dayanamıyordum. İnsanların bu çocuklara bakışlarını, içlerinden geçirdiklerini düşünemiyordum.
Sonra, Oğuz'un bir ömür boyunca saklanamayacağı geldi aklıma. Onu aldım, komşulara ziyaret, parka götürmeye başladım. Yıllardan sonra ilk kez doğru bir adım attığımı düşünüyordum. Ama hala içimdeki acıyı bir türlü atamıyordum. Değişen tek şey, galiba benim acıya alışmamdı.
Bu arada, zihinsel engellilik ile ilgili çeşitli kitaplar okudum; farklı kişilerle görüştüm. Daha sonra iki büyük sarsıntı yaşadım. Birincisi; eşim, kendime gelmediğim takdirde Oğuz'un ve ailemizin hiçbir şansı olamayacağını söyledi. Oğuz'un öğretmeni de maskemi fark etti ve “Oğuz'u şımartmaya devam edersen onu çift özürlü hale getirirsin” diyerek, bana tutarlı olmaktan bahsetti. Saatlerce konuştuk, konuştukça işimin daha zor olduğunu anladım. Ama artık kendime acımak yerine, mantıklı bir anne olmaya çalışacaktım. Öğretmenin yardımıyla kısa sayılamayacak bir sürede Oğuz'a nasıl davranmam gerektiğini iyice öğrenmiştim. Artık sadece Oğuz için değil,kendim ve eşim için de yaşıyordum.
Artık eşim ile de ilişkimiz düzelmişti. Oğuz ise, bana bağımlı olmaktan uzaklaşmış, kendi işini kendisi görebilir hale gelmişti. Oğlumun kendi kendine yetebildiğini görmek, emeklerimin sonucunu almak beni hayata ve oğluma iyice bağlamıştı. Artık Oğuz'la da, kendimle de gurur duyuyordum. İçimden hepinize haykırmak geliyor: Pes etmeyin, aile olduğunuzu gösterin, unutmayın, bize bizden çok kimse destek olamaz....

*****
Sevgili Anne ve Babalar,

Uzun bir zaman önce internette okumuş olduğum bir yazıydı bu. Bir annenin yaşadıkları... Belki içinizde, “Evet... ben de aynen bunları yaşadım; hatta daha fazlasını” diyenleriniz vardır. İnşallah sizlerin de hikayesi burada olduğu gibi “mutlu son”a ermiştir ya da en azından bu yoldadır. Bir anne ve babanın bu duruma üzülmesi, geçici bir karamsarlık ve çaresizlik yaşaması elbette doğaldır. Ancak bu duygular, çok yoğun yaşanıyorsa, çok uzun süreli yaşanıyorsa ve günlük hayatınız tamamen durmuşsa, ne yaptığınız bilmez bir hale gelmişseniz işte bu durum, hem sizin, hem de çocuğunuz için bir felakete doğru gidiş demektir. Bu yazıdaki uyarılara kulak verin ve vakit varken kendiniz ve çocuğunuz için siz de bir şeyler yapın!...


(Psk.Dan./Rehb.Uzm. Sultan Yılmaz)
 

Top Bottom