Arkeometri’nin Tanımı ve Tarihçesi
Arkeometri, arkeolojide çeşitli fen ve doğa bilim dallarının matematiksel ölçüm ve analiz yöntemlerinin uygulanması ve kullanılması olarak tanımlanabilir. Bu bilim alanında günümüzde yapılan arkeolojik araştırmaların kültür tarihi açısından, elden geldiğince eksiksiz olarak değerlendirilebilmeleri için, fen ve doğa bilimlerinin çeşitli dallarından birlikte yararlanılır.
Aslında arkeometrinin başlangıcının 19.yy’ın başlarına kadar geriye gittiği söylenebilir. 1800’de ilk kez M.H. KLAPROTH (1743-1817) Berlin Bilim Akademisinde sikkeler, camlar ve Ortaçağ heykelleri üzerinde gerçekleştirdiği bazı kimyasal analizlerin sonuçları hakkında bir bildiri verir. (J.Riederer 1982) 19.yy’ın sonlarına doğru ve yüzyılımız başlarında gerek Avrupa’da Üst Paleolitik Devir mağara duvar resimlerinin bulunuşu, Önasya’da, Anadolu’da başlayan ve yoğunluk kazanan arkeolojik kazılarda ele geçen çeşitli buluntular, metal, keramik, cam, duvar resimlerinin boyaları gibi organik malzemeden yapılan araç ve gerecin kimyasal analizleri büyük ölçüde artmaya başlar. Troya kazıları, Ur Kral Mezarları’nın keşfi, Mısır’da özellikle Flinders Petrie’nin Negade kültürüne ait buluntuları, bu analizlerin daha yoğun bir biçimde yapılmasını sağlar. Böylece Kalaproth’un analizlerini, F. Rathgen, C.H Besch, J.R Partington, H.H Coghlan ve daha birçoklarının araştırmaları izler ve bunlar gitgide daha büyük bir ilgi ile karşılanır.
1878’de Baron De Geer İsveç’de göl ve bataklık tortul kültelerindeki yıllık ömürlü bitki kalıntılarını inceleyerek, bunların içinde bulunduğu balçık katmanlarının sayımına dayanan, “Varv analizleri” olarak adlandırılan bir mutlak tarihlendirme yöntemi geliştirir. Böylece günümüzden yaklaşık 9 bin yıl öncesine kadar giden mutlak bir yaş tayini yapma imkanı doğar. 1920’lerde Yugoslav matematikçi ve astronomlarından Milutin Milankovitz ise, güneş sistemindeki lekelerin dünyada iklim değişmelerine neden olduğu varsayımından hareket eder; bu değişimlerin matematiksel olarak hesaplanması Buzul Çağlarının 600.000 yıl kadar geriye tarihlendirilebileceğini ortaya koyar.
1901’de bulunan, fakat arkeoloji alanında 1929’da ilk olarak uygulanan bir diğer yöntem ise “dendrokronoloji”dir. Uzun ömürlü ağaçların yatay kesitlerindeki halkların oluşumları ve bunların sayılmaları ile, ağacın kesildiği zamandaki yaşının mutlak olarak bulunabileceği anlaşılır.
Buzul Devirlerinde yaşamış olan hayvanların türlerinin tesbiti, hem iklimsel, hem de paleocoğrafya açısından, yaş tayinleri için kullanılmaya başlar. Gene 1916’da İsveç’li botanikçi Lonnar von Post’un ilk olarak geliştirdiği “polinoloji” (çiçek tozlarının analizleri) yöntemi, gerek Buzul Çağlarının gerekse Postpleistosendeki bitki örtüsü, iklim değişmeleri ve tarihlendirme için kullanılır.
2.Dünya Savaşına kadar arkeolojik buluntuların değerlendirilmesi için, gerek çeşitli kimyasal ve fiziksel yöntemlerle yapılan malzeme analizleri, gerekse mutlak tarihlendirmeler için daha birçok yöntemlerin geliştirildikleri görülür. Ancak arkeolojiye dönük bu araştırmaların “ARKEOMETRİ” adı altında yeni bir boyut kazanması ve bugünkü konumuna kavuşması 1950-60 yılları arasına rastlar.
Libby (1955) ve arkadaşlarının, yaşamları sona ermiş organik maddelerin içinde bulunan radyoaktif karbon 14’ün ölçülmesi ile (C-14) arkeolojiye yeni bir mutlak tarihlendirme yöntemini armağan etmeleri bir anlamda gerçek arkeometrinin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Bilindiği gibi, eskisinden farklı olarak bugün artık arkeolojik araştırmalar geçmiş uygarlıkları, tarihsel gelişimleri içinde, mümkün olduğunca eksiksiz bir şekilde değerlendirebilmeyi, amaçlamaktadır. Bu yüzden eski bir kültürün hakkıyla anlaşılabilmesi, tanımlanabilmesi için, o kültürü meydan getiren insanların, o günkü doğal çevrelerinin, içinde yaşadıkları biyolojik ortamı oluşturan hayvan ve bitki topluluklarının (yani ekolojilerinin), insan, hayvan, bitki ilişkilerinin, ellerindeki kaynaklardan yararlanma biçim ve derecelerine bağlı olarak ekonomilerinin, teknolojilerinin, sosyal, politik, sanatsal düzeylerinin aydınlatılması gerekmektedir. Gene aynı bağlam içinde, o kültürleri oluşturan insan topluluklarının içinde yaşadıkları devrin mutlak tarihlendirilmelerinin yapılmasına, gerek çağdaşları olan, diğer kültürleri, ya da uygarlıkları meydana getiren topluluklarla, gerekse doğal ve biyolojik çevreleri ile olan ilişki ve karşılıklı etkileşimlerinin tümüyle açıklığa kavuşturulmasına çalışılmaktadır.
ARKEOMETRİNİN UYGULAMA ALANLARI VE YÖNTEMLERİ
A. Arkeolojik toprak altı ve üstü kalıntıların, ören yerlerinin saptanmasında:
1. Optik yöntemler (Prospection-Önceden görme-yöntemleri)
Hava fotoğrafı arkeolojisi
Fotogrametri
2. Jeofiziksel / fiziksel yöntemler
Rezistivite
Elektrik sondası vb yöntemlerden yararlanılmaktadır.
B. Arkeolojide çeşitli kalıntıların yaş tayinleri ile mutlak tarihlendirmelerde.
1. Radyoaktif yöntemler
a. Radyoaktif parçalanmadan kaynaklananlar.
C-14 (radyokarbon)
K40 – Ar40 (potasyum-Argon)
U-238 (Uranium 238)
U-235 (Uranium 235)
Th-232 (Thorium 232)
Fizyon izleri sayımı v.b gibi
b. radyasyon etkisiyle enerji birikiminden kaynaklananlar.
TL (Termoluminesans)
ESR (Elektron Spin Rezonans)
2. Radyoaktif olmayan yöntemler
Jeofiziksel / manyetik alan değişimlerine dayananlar: paleo/arkeomanyetizma
Rasemizasyon (kemiklerde amino-asid değişimi)
Uranium / Florin (U ve F miktarının ölçümüne dayananlar)
Obsidiyen Hidrasyonu (hidrasyon tabakasının ölçümü)
Cam yüzeyi tabakaları (cam yüzeyin değişiminden oluşan tabakaların ölçümü)
Varv analizi (balçık tabakaları sayımı / ritmik doğa olaylarından kaynaklananlar)
Dendrokronoloji (ağaç halkaları sayımı / ritmik doğa olaylarına bağladı; C-14 için denetleyici ve düzeltici tarihlendirme yöntemi)
Polinoloji (pollen analizi, pollen spektrumlarının belirleyici özelliği)
Hayvan kemiği analizleri (hayvan kronolojisi) gibi yöntemler çoğunlukla uygulanmaktadır.
C. Arkeolojik kalıntılarda ham maddelerin saptanması / Kaynak analizleri
Hammaddelerin tesbiti ile teknolojik düzey, ticaret, kültürel ilişkilerin aydınlatılmasında yararlanıldığı gibi, dolaylı olarak da doğal çevre ve iklim hakkında da bazen bilgiler edinilebilir. Bu amaçlar için genellikle taş, mermer, obsidiyen, kil çanak çömlek, toprak, metal, curuf vs örneklerin analizleri yapılır. Bugün çoğunlukta ıslak kimyasal yöntemler yerlerini daha çok aşağıdaki yöntemlere bırakmışlardır:
1. Radyoaktif yöntemler
TL (termoluminesans)
Neutron aktivasyonu
Atomik soğurma spektrometresi
2. Diğer fiziksel yöntemler
Optik mikroskobi
Optik Emisyon spektrometresi (spektral analiz)
X-ışını-floresansı
Elektron prob mikroanalizi
X-ışını saçınımı
Kızılötesi soğurma vb gibi.
Kaynak analizlerinde bu ve benzeri yöntemler, çoğu kez birarada da kullanılır. TL analizlerinde optik mikroskobiden yararlanıldığı gibi.
D. Doğal çevre ve biyolojik ortamın, ekolojinin aydınlatılması, besin ekonomisi, eski toprak kullanım alanlarının belirlenmesinde, nüfus saptamalarında:
Palco/arkeo-antropoloji
Paleo/arkeo-botani
Polinoloji
Paleo/arkeo-zooloji
Jeomorfolojik ve Jeokronolojik çeşitli yöntemler
Toprak analizleri v.s den yararlanılmaktadır.
E. Müzeoloji ve arkeolojik kalıntıların restorasyon ve konservasyonlarının yapılmasında
Çeşitli kimyasal analizler
Çeşitli fiziksel analizler uygulanmaktadır.
F. Arkeolojik kalıntıların tipolojik (tipsel) sınıflandırılmalarında, teknolojik düzeyin belirlenmesinde:
Matematiksel kümeleme ve serileme teknikleri
Bilgisayar arkeoloji ve
İstatistik yöntemler giderek artan bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Ancak çeşitli gruplara giren yöntemlerin aynı alanların dışında, değişik amaçlar için de kullanıldıkları unutulmamalıdır. Örnek olarak polen analizi (polinoloji) pollenkronolojisi için olduğu kadar, doğal çevre, bitki örtüsü, iklim koşulları için de önemli bir gösterge sayılmaktadır.
Görüldüğü gibi, kültür tarihinin her yönüyle araştırılmasında yardımcı olmak üzere uygulanan bu yeni arkeometrik yöntemlerin arkeolojiye kazandırdığı büyük katkıların yanında yeni bazı sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Buna bir anlamda yeni bazı yükümlülükler de denilebilir. 1950’yi başlangıç olarak kabul edersek, bugün daha 35 yıllık bir geçmişi olan bu, fen ve doğa bilimlerinin çeşitli yeni yöntemler topluluklarından oluşan bilim alanının, yani arkeometrinin tek tek her yönteminin kendine özgü bir dili ve değerlendirilme biçimi vardır. Bu arkeometrik yöntemlerle araştırma yapanlar, bugün, zaman zaman arkeometrist olarak adlandırılmaktadır. Arkeometristlerin araştırmalarını onlarla birlikte asıl yorumlayacak ve sonuçlara ulaştıracak olan kimse ise arkeolog dur.
Bu bakımdan arkeologların bu yeni yöntemlerin dilinden anlayabilmeleri ve onlardan edinecekleri bilgileri doğru yorumlara kavuşturabilmeleri için arkeometrik yönden eğitilmeleri gerekir.
Bu tarzda eğitim yapan kurumlara, bugün çeşitli ülkelerin üniversitelerinde rastlanmaktadır. Ülkemizde de böyle bir eğitim programına yer verilmesi artık zorunlu gibi gözükmektedir. Bu da herhalde Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümleri olan ünivcersitelerimizde, Yüksek lisans düzeyinde eğitim yapabilecek, fen ve doğa bilimcilerle birlikte arkeologların da yer alacağı “ARKEOMETRİ Enstitüleri” nin kurulması ile gerçekleşebilecektir.
UZAKTAN ALGILAMA
Uzaktan algılama daha çok cisimler tarafından yansıtılan, dağıtılan ve yayılan elektromanyetik enerjinin ölçülmesiyle ilgilidir. Fotoğraf makineleri kısa dalga ölçü aletleri, spektradyometreler, çok bantlı tarayıcılar ve insan gözü, uzaktan algılayıcı sistemlere birer örnektir.
Elektromanyetik enerji, ışık, ısı ve radyo dalgaları olarak düşünülebilir. Enerji kaynağı, genellikle güneştir. Uzaktan algılamada cisimlerden olan yansıma farklılıklarının saptanması yeryüzü şekillerinin havadan ve uzaydan alınan görüntülerle tanınmasını sağlar.
Elektromanyetik tayf, dalga boylarına göre farklı şekillerde sınıflandırılmıştır, bu aralıklar bant olarak tanımlanır. İnsan gözü, elektromanyetik tayfın 0.4-0.7 mm aralığına rastlayan bölümü algılayabilir. Elektromanyetik tayfın diğer kısımları sadece farklı aletlerin yardımıyla algılanabilmektedir.
Çözünürlük, uydu görüntüsünün ayırım gücünü belirler. Landsat TM görüntüsünün çözünürlüğü 30 m/piksel, Landsat MSS görüntüsünün çözünürlüğü 80 m/pikseldir. Fransız SPOT uydusu XS görüntüsü ile 20 m/piksel ve Pankromatik görüntüsü ile 10 m/piksel çözünürlüğe sahiptir.
Bu sayısal görüntüler, farklı yorumlama yöntemleri sunan bilgisayar sistemleri ile işlenirler. Araştırılan konu ile ilgili referans bilgilerin ne zaman ve nerede yardımcı olabileceği belirlenerek, verinin analizine başlanır. Referans veriler ve uzaktan algılama ile elde edilen sayısal görüntüler, bilgisayar sistemi içinde birleştirilerek, sonuç bilgileri üretilir.
ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI
Arazi çalışması sırasında höyük tümülüs yerleşme bölgeleri ve antik yol kalıntıları arkeologlarca arazi üzerinde tespit edilmiştir.
Arkeolojik elemanların kesin coğrafi koordinatları küresel yer belirleme (GS) adı verilen uydularla iletişim kurarak en boylam ve yükseklik ölçümleri yapan taşınabilir bir aygıt kullanılarak saptanmıştır.
ARKEOLOJİDE TARİHLENDİRME YÖNTEMLERİ
Arkeolojide kullanılan tarihlendirme yöntemlerini kabaca iki bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi; radyoaktif yöntemler, ikincisi ise, radyoaktif olmayan fakat başka periyodik veya sürekli değişimlere dayanan yöntemlerdir. Radyoaktif yöntemleri de yine kendi içinde iki ayrı bölümde incelemek mümkündür. Bunlardan birincisi radyoaktif maddelerin miktarının zamanla azalmasına dayanan yöntemlerdir ki, bunlara örnek olarak Karbon 14, Potasyum Argon yöntemlerini gösterebiliriz. İkincisi ise, radyoaktiviteden dolayı çıkan enerjinin madde içinde biriktirilmesi olayına dayanır. Bu tür tarihlendirmeye örnek olarak da termoluminesans ve elektron spin rezonans yöntemlerini gösterebiliriz.
Radyoaktif olmayan yöntemlere gelince; bunlar da bir şekilde sürekli veya ritmik değişimlere dayanır. Örneğin, yerin manyetik alanının yön ve şiddetinin değişimi, yahut sürekli kimyasal değişimler gibi.
Radyoaktif tarihlendirme yöntemlerinin tümü radyoaktifliğin tabiatından dolayı mutlak tarihlendirme yöntemidir. Oysa radyoaktif olmayan sürekli ve periyodik değişimlerin çoğu doğal çevre şartlarına bağlı olmalarından dolayı, genellikle bağıl tarihlendirme yöntemi olarak kullanılırlar. Mutlak tarihlendirme yöntemi olarak kullanılabilmeleri için gereken şartlar için kalibrasyon eğrilerinin elde edilmiş olması gerekmektedir.
RADYOAKTİF YÖNTEMLER
Radyoaktif elementler kararsız olup, parçalanarak kimyasal olarak farklı özellikte elementlere dönüşürler. Bu oluşum sırasında alfa, beta veya gama gibi adlar verilen enerji taşıyan parçacık veya ışınım salarlar. Örneğin, potasyumun radyoaktif olan izotopu (40K) parçalanarak Argon (40Ar) dönüşür. Bu dönüşüm sırasında beta parçacığı salınır,
Belli bir elementin radyoaktif parçalanma hızı, hiç bir şekilde çevre koşullarına bağlı değildir. Dünyanın her yerinde her türlü aşırı çevre şartlarında hep aynı hızla parçalanır. Bu nedenle mutlak tarihlendirme için ideal bir olaydır. Radyoaktif parçalanma olayı belli bir element için yarılanma süresi ile tarif edilir. Yarılanma süresi, radyoaktif elementin başlangıçtaki miktarının yarıya düşmesi için geçen zamandır. Böylece yarılanma süresi ve radyoaktif parçalanma olayının başladığı andaki radyoaktif madde miktarı biliniyorsa, parçalanmanın başlamasından ölçüm zamanına kadar geçen süre saptanabilir. Doğada bilindiğinden pek çok daha fazla radyoaktif element vardır. Ancak günümüzün teknoloji ile arkeolojide kullanılabilecek elementler sınırlıdır ve bunlar Tablo II’de verilmiştir. Radyoaktif yöntemlerle tarihlendirebilme süresi, izotopun yarılanma süresine bağlıdır. Örneğin, radyo karbonla tarihlendirilebilecek en eski örnek, yarılanma süresinin 10 katı kadar olan 50.000 yıl kadardır. Son yıllarda yapılan tarihlendirmeler sonunda geçmiş zamanlarda yaşayan organizmanın ihtiva ettiği karbon miktarında değişimler gözlenmiş, bu nedenle de ölçülen yaşların gerçek yaşlardan farklı olduğu bulunmuştur. Yaşı kesin bilinen ağaç halkalarının ölçümü ile bu tür değişimler düzeltilebilmektedir. Radyo karbon ile tarihlendirme için en uygun örnek türü odun, odun kömürü ise de tahıl, kumaş, çeşitli hayvan kabukları ve kemik gibi tüm karbon ihtiva eden örnekler bu yöntemle tarihlendirilebilir.
RADYOKARBON YÖNTEMİ VE ORANTILI KARBONDİOKSİT
GAZ SAYIMI İLE TARİHLENDİRME
Radyokarbon yönteminin temelleri Libby tarafından yaklaşık otuz dokuz yıl önce atılmıştır. (Libby 1946) Yöntemin bulunmasından bu yana çok sayıda laboratuvar binlerce örneği tarihlemiş, teori ve uygulamadaki değişikliklere karşılık temel yöntem uzun yıllar aynı kalmıştır.
Radyokarbon veya öteki adıyla karbon-14 14C, 5730 yıllık yarı ömrüyle doğada var olan uzun ömürlü en yaygın radyoizotoptur. Radyokarbon atmosferin üst tabakalarında azot 14N, atomlarının kozmik ışınlarının yarattığı nötronlarla etkileşmesi sonucu oluşmaktadır. Bu etkileşmeyi
14N (n,p)14C veya 14N + n ® 14C + p
şeklinde yazabiliriz. Buradan n nötronu, p protonu belirtmektedir. Görüldüğü gibi atmosfere girmeye çalışan kozmik ışınlar yarattıkları nötronlar aracılığı ile radyokarbonun yerkürede var olmasına neden olmaktadır. Böylece oluşan radyokarbon kısa sürede oksijen ile birleşip karbondioksit, CO2, gazına dönüşür ve tüm atmosfere dağılır. Buradan da bitki ve hayvanlardan oluşan canlılar evrenine, okyanuslara geçerek öteki karbon izotopları 12C ve 13C ile birlikte tüm organik maddelerin yapısında varolmaya başlar. Her yıl yaklaşık 75 kg radyokarbon oluştuğu hesaplanmaktadır. Radyokarbon 5730 yıl yarı ömürlü bir radyoizotoptur demiştik. Yani şu anda elimizde 1 kg radyokarbon olsa 5730 yıl sonra elimizde 0.5 kg radyokarbon kalır. Çünkü radyokarbon atomları çekirdeklerinden beta parçacıkları b fırlatarak bozunmakta ve tekrar azot, 14N, atomlarına dönüşmektedir. Bu radyoaktif bozunmayı
14C®14N+b
şeklinde yazabiliriz. İşte bu bozunma sonucu tüm organik maddeler belirli
Bir radyokarbon aktivitesine sahip olur. Bu aktivite canlı çevresi ile karbon alışverişinde bulunduğu sürece, yani yaşadığı sürece sabittir ve 1 gram karbon için yaklaşık 14 bozunma/dakika kadardır. Bu özgül aktifliğin sabit olması her yıl yerkürede 7.5 kg radyokarbon oluşurken 7.5 kg radyokarbonun da bozunup azota dönüştüğünü, yani bir dengenin kurulmuş olduğunu belirtir. Bu denge durumu bütün canlılar için geçerlidir ve alınan radyokarbon kadarı bozunduğundan özgül aktiflik sabittir. Ne zaman ki canlı ölür ve çevresi ile karbon alışverişi kesilirse, sağlığında sahip olduğu özgül aktiflik 5730 yılda yarılanacak şekilde azalmaya başlar. Yani bir canlı 5730 yıl önce ölmüşse kalıntısının özgül aktifliği 7 bozunma/dakika, 11460 yıl (2×5730 yıl) önce ölmüşse kalıntısının özgül aktifliği 3.5 bozunma/dakika olacaktır. Görüldüğü gibi tarihleme demek aslında kalıntıdaki halen var olan radyokarbon özgül aktifliğinin bulunması demektir. Yalnız bunun için bazı varsayımlar yapmamız gerekir. Bunlardan birincisine göre yaşayan canlıların geçmişten günümüze özgül aktiflikleri daima yaklaşık 14 bozunma/dakikadır. İkinci varsayımımıza göre ise tüm canlılar yaşadıkları sürece aynı özgül aktifliğe sahiptir. Üçüncü varsayımımız canlı öldükten sonra çevresi ile karbon alışverişinin olmadığıdır. Bu temel varsayımlarla başlanılan radyokarbon yöntemi daha sonraları varsayımların doğru olmadığının anlaşılması üzerine değişikliklere uğramış, fakat elde edilen tarihlerin günümüzden yaklaşık 10000 yıl öncesine kadar düzeltilebilmesi sağlanmıştır. Çünkü geçmişte özgül aktifliğin önemli artmalar ve azalmalar gösterdiği bazı organik maddelerin izotop ayrışması denilen olay sonucu 14C bakımından 12C ve 13C atomlarına göre zenginleştiği veya fakirleştiği, toprak altında bazı örnek türlerinin çevreleriyle karbon alışverişini sürdürdükleri bulunmuştur. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi bütün bu sapmaları bilmek ve hesaplanan tarihte düzeltme yapmak ve örneğin öldüğü tarihi saptamak mümkündür ve yapılmaktadır.
Tarihleme için özgül aktiflik ölçümleri kullanılabileceği gibi, bir örnekte halen var olan 14C/12C oranını da kullanmak mümkündür. Çünkü bu oran yaşayan canlılarda yaklaşık 1/1012 değerindedir. Yani bir örnekte her 1012 12C atomuna karşılık yalnız 1 tane 14C atomu vardır. Benzer 14C/13C oranı ise yaklaşık 1/1010 dur. Görüldüğü gibi doğada radyokarbon öteki karbon izotoplarına göre çok çok azdır. Buna karşılık uygulamada gerek radyoaktif sayım yöntemleri gerekse son yıllarda geliştirilen hızlandırıcılı kütle spektrometreleri (Gove ve ark.1980, Hall 1980, Hedges 1981, Gillespie ve ark.1984, Wölfli 1984, Özbakan 1985) bir örnekteki için özgül aktiflik ve 14C/12C oranlarının örneklerin öldükleri zamandan günümüze nasıl değiştiklerini kabaca görelim.
Orantılı Karbondioksit Gaz Sayımı
Tarihlenmesi istenen bir örnekte halen var olan özgül radyokarbon aktivitesinin ölçülmesi için radyoaktivite sayımı yönteminin kullanıldığından söz etmiştik. Bu yöntemler uygulamada farklılıklar göstermekle birlikte, hepsinden kazı yerinden bulunup getirilen örnekler önce fiziksel ve kimyasal işlemlerle, örnek ile birlikte var olabilecek başka organik maddelerden temizlenir. Daha sonra örnek oksijen ile yakılarak karbondioksit, CO2 gazı elde edilir. İşte bu işlem basamağından sonra uygulamalar değişmeye başlar. Bazı sistemlerde elde edilen CO2 daha sonra asetilen, C2H2 gazına dönüştürülür ve sayım gazı olarak sayaçlara doldurulur, bazı sistemlerde elde edilen CO2 benzene, C6 H6, dönüştürülüp sıvı sintilasyon yöntemi ile aktivite sayımı yapılır. Bazı sistemlerde ise elde edilen CO2 gazı iyice saflaştırıldıktan sonra orantılı gaz sayacına doldurulup sayım gazı olarak kullanılır. ODTÜ Fizik Bölümü Radyokarbon Araştırma Laboratuvarı’nda kullanılan bu sonuncu yöntemdir.
Kazı yerlerinden usulüne uygun toplanan örnekler laboratuvarda ön işlemden geçirildikten sonra oksijen ile quartz tüp içinde kontrollu olarak yakılır ve CO2 elde edilir. Saflaştırılan CO2 daha sonra yaklaşık üç haftalık beklemeye alınıp CO2 ile birlikte var olabilecek ve yarı ömrü yaklaşık 4 gün olan radyoaktif radonun yok olması sağlanır. Daha sonra örnek tekrar saflaştırılıp orantılı gaz sayacına belirli bir basınçta doldurulur ve sayacın plato eğrisi çizilip sayım voltajı hesaplandıktan sonra sayım işlemine geçilir. Sayım belirli aralıklarla tekrarlanarak yaklaşık 48 saat sürdürülür. Aynı işlemler günümüz özgül aktifliğinin, yani örneklerin yaşadıkları sürece sahip oldukları aktifliğin, bulunması amacıyla kullanılan NBS Oksalik Asit örneği ve sayım sisteminin tabansayımı için kullanılan antrasit örneği içinde uygulanır.
ELEKTRON SPIN REZONANS (ESR) TARİHLENDİRME YÖNTEMİ
Arkeolojide kullanılan tarihlendirme yöntemlerini radyoaktif olan ve radyoaktif olmayan diye kabaca iki bölüme ayırmak mümkündür. Radyoaktif olan yöntemler yine kendi içinde iki ayrı bölümde incelenir. Bunlardan birincisi radyoaktif maddelerin miktarının zamanla azalmasına dayanan, Karbon-14 ve Potasyum/Argon gibi yöntemlerdir. İkincisi ise, radyoaktiviteden dolayı çıkan enerjinin madde içinde biriktirilmesi olayına dayanır ki elektron spin rezonans bu tür tarihlendirme yöntemlerine bir örnektir. Uzun zamandır yaş tayininde kullanılagelen bu gruptaki termolüminesans (TL) yöntemiyle aynı prensibi paylaşmasına karşın ESR yönteminin TL yöntemine göre bazı üstünlükleri vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1. Ölçüm sırasında ESR merkezleri bozulmadığı için ölçü istenilen sayıda aynı örnekle tekrarlanabilir.
2. ESR yüzeysel olaylara karşı daha az duyarlı olduğu için kullanılan maddenin taneciklerinin belirli bir büyüklükte olma şartı yoktur.
3. Örnek hazırlama ve oda sıcaklığında ölçü alma işlemleri çok daha kolaydır.
4. Tekstil vs gibi organik maddelerin incelenmesinde de bu yöntem başarı ile kullanılmaktadır.
ESR Yöntemi :
Radyoaktif elementler kararsız olup parçalanarak kimyasal olarak farklı özellikte elementlere dönüşürler. Bu oluşum sırasında farklı adlarda (alfa, beta, gama) enerji taşıyan parçacık veya ışınım salarlar. Böyle radyoaktif elementler birçok kayaç ve minarellerin kristal yapısında eser miktarda bulunur ve saldıkları enerji taşıyan parçacıklar yapıdaki elektronları bağlı bulundukları yerlerden koparırlar.
Normalde elektronlar bağlı oldukları çekirdek etrafında dolanırken kendi eksenleri etrafında da dönerler (spin hareketi) ve zıt yönde spio hareketi yapan elektron çiftleri şeklinde bulunurlar. Bunlardan birinin yerinden koparılması halinde geride tek elektron kalır. Buna çiftleşmemiş elektron da diyebiliriz. Böyle bir elektronun spin hareketi bu elektrona manyetik bir özellik kazandırır ve bu elektron bir mıknatıscık olarak düşünülebilir. Bu özelliğe sahip maddelere paramanyetik maddeler denir. Bir manyetik alana konmadığı takdirde madde içindeki bu mıknatıscıklar gelişi güzel yönlerde dağılmışlardır ve hepsi aynı enerjiye sahiptirler. Madde manyetik alana konduğunda bu mıknatıscıklar ya manyetik alan yönünde ya da buna zıt yönde yönlenirler. Manyetik alan H ise, H nın zıt yönünde yönlenenlerin enerjileri mM kadar artacak, H nın aynı yönünde yönlenenlerin enerjileri ise aynı miktar (mH) azalacaktır. Burada m elektronun manyetik momenti olup m = : spin kuvantum sayısı, b: Bohr magneton ve g: elektronun çekirdek etrafında dolanmasının ve spin hareketinin mıknatıs özelliğine katkı derecesini gösteren faktör. Böylece elektronlar manyetik alanla aynı yönde yönlenenler veya zıt yönde yönlenenler olarak iki gruba ayrılırlar. İki grubun enerjileri farklı değerdedir ve aralarında gbH kadar enerji farkı vardır. Enerjisi bu enerji farkına eşit olan bir elektromanyetik dalga maddeye gönderilirse düşük enerjiye sahip olan elektronlar bu enerjiyi alıp yüksek enerjili elektron grubuna dönüşürler. Diğer bir deyişle, H manyetik alanı yönünde yönlenmiş elektron mıknatısları elektromanyetik enerjiyi alınca H manyetik alanının zıt yönünde yönlenirler.
devamı aşağıda