Anadolu Uygarlıkları

Anadolu Uygarliklari

Anadolu geçmişiyle çeşitli uygarlıklara yataklık yapmış ender rastlanan coğrafyalardan biridir...Anadolu'da kurulmuş uygarlıkların başında; Hititler, Frigler, Hurriler, Lidyalılar, Urartular gelmektedir.Bu uygarlıklar Anadolu'nun tarihinde önemli bir yer tutmaktadır.

HİTİT UYGARLIĞI (M.Ö. 1650/1620-650)



Asur Ticaret Kolonileri Çağında Anadolu irili ufaklı birçok beylik arasında paylaşılmış durumdaydı. Yazılı kayıtlarda adlarına rastlanan bazı beylikleri şöyle sıralıyabiliriz : Neşa (Kaneş), Hattuş, Mama, Puruşhanda, Kuşşara, Zalpa. Yazılı belgelerde Kuşşara'lı olduğu belirtilen Pithana ve oğlu Anitta zamanında Anadolu' da merkezi bir devletin kurulmasına doğru yol alınmıştır. Anitta Neşa, Zalpa ve Hattuş'u ele geçirerek ilk kez büyük kral unvanını almıştır. Asıl olarak Anitta'dan yüzyıl sonra aynı soydan gelen Kuşşaralı Labarnaş Hattuş'u başkent yapıp, kente Hattuşaş, kendine de Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili adını vermiş, böylece M.Ö. 1650-1620 yıllarında Hitit Devleti resmen kurulmuştur.

Yerli Anadolulu oldukları kabul edilen Hatti beylerine karşılık Hint-Avrupalı Hititler'in kökeni hakkında fazla bilgi yoktur. Çeşitli varsayımlara göre Hititlerin Anadolu'ya Kafkasya veya Boğazlar üzerinden Kuzey Avrupa'dan geldikleri düşünülmektedir. Bir başka görüşe göre Hititler Anadolu'ya yerleşmeden önce Kuzey Mezopotamya'da yaşamaktaydılar. Fakat bilinen şudur ki Hititler Anadolu'ya geldiklerinde ve daha sonra hep azınlıkta kalmışlardır. Oysa Anadolu'ya geldiklerinde burada yaşayanlar her türlü silahı kullanmayı ve üretmeyi biliyor, aynı zamanda da etrafı surlarla çevrili korunaklı şehirlerde yaşıyorlardı. Bu yüzden azınlıkta olan Hitit göçmenlerinin çok kısa bir sürede bu beylikleri yakıp yıkması kolay degildi. Hititlerin başarısı yerli uygarlığı kabul etmelerive buna uyum göstermeleridir.

I.Hattuşili’nin Hattuşa’yı başkent yapmasından sonra Hitit Devleti hızlı bir biçimde gelişmeye başladı. I.Murşili döneminde Halep ve Babil’in alınmasıyla Hitit Devleti Yakın Doğu’nun en etkili siyasal güçlerinden biri haline geldi. Bu dönemde kap formlarında sadeleşme göze çarpan özelliklerdendir. Fakat Hititler’in bibru dedikleri hayvan şeklinde törensel kaplar (Rithon) yapma geleneşi sürmektedir. Kap formlarına eklenen bir yenilikse büyük vazolar üzerine kabartma frizler şeklinde yapılan ve daha çok dini törenlerle ilgili olan süslemelerdir. Bu sanat daha sonraki kaya kabartma sanatının öncüsü durumundadır.
 
GEÇ HİTİT UYGARLIĞI (M.Ö. 1200-650)



Hattuşa’nın M.Ö. 1200 dolaylarında tahribedilmesinden sonra Hitit geleneği Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Mezopotamya’da süregider. Hattuşa’da, Alacahöyük’te ve daha birçok Anadolu yöresinde tanıyageldiğimiz sanat eserleri değişik biçimlere bürünür. Düzinelerce kent devletçiklerinden oluşan bu beyliklerde, başlıca dört sanat dönemi görülmektedir :

1. Geleneksel Geç Hitit Stili (M.Ö. 1050-850) :

· Malatya Aslantepe (Büyük Hitit Krallığı ikonografisini devam ettirirler - Halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedirler)

· Kargamış (Eserler Ankara AMM’de olup bazıları 8. yüzyılın sonunda Korinth vazo ressamlarına örnek olmuştur)




2. Asur Etkisi Gösteren Geç Hitit Stili (M.Ö. 850-800) :

· Zincirli (Bu eserlerde Hitit biçimi saçlar yanında, kralın ensesinde Asur saç topuzu da görülmektedir - İstanbul, Eski şark Eserleri Müzesi)

3. Asurlaşmış Geç Hitit Stili (M.Ö. 800/750-700) :
Geç Hitit sanatına Aram ögeleri yanında Asur özelliklerinin girdiği dönem. Bu eserlere özellikle Zincirli, Sakçegözü, Kargamış, Malatya ve Tell Halaf örnekleri bu döneme ait eserlerdendir. Örneğin, Hitit aslanlarındaki stilize edilmiş yürek biçimindeki kulak yerine bu dönem aslanlarında natüralist kulak görülmektedir. Ayrıca kalçadaki W-motifi N biçimini almış, oradan da Urartu’ya ve bozulmuş W-motifi biçiminde Hellen sanatına geçmiştir. Geleneksel Hitit kuş adamları da Kartal başlı, at kulaklı şekle dönüşmüştür. Hellen vazo ressamları Sakçegözü kuş adamlarını aynen kopya ederek kullanmışlardır.



4. Aramlaşmış ve Fenikeleşmiş Geç Hitit Sanatı :

Semitik topluluklar olan Aramlar ve Fenikelilerin güneyden gelip Kuzey Mezopotamya’ya yayılmaları sonucu, Hitit sanatına bu unsurlar da egemen olmaya başlar. Zincirli (kısmen Berlin Müzesinde), Sakçegözü, Maraş (Louvre ve Adana Müzelerinde), İvriz Kaya Kabartması, Karatepe heykel ve kabartmaları bu dönemin en bilinen eserleridir.

Hellenler M.Ö. 8. yüzyıl başlarında gemiler inşa edip Doğu Akdeniz’de ticaret yapmaya başladıkları zaman (M.Ö. 750 tarihinde kurulan Antakya’nın güneyindeki Al Mina Hellen kolonisi gibi) şark sanatının (Mısır, Fenike ve Geç Hitit) etkisi altında kaldılar. O dönemde yazıyı kullanmayan Hellenler Fenike alfabesini aldılar, ayrıca şark din ve mitolojisinden etkilendiler (Hitit efsanelerinden Göğün Krallığı-Theogoni ve Ejder İlluyanka-Typhon gibi). Hellenlerin Olympia, Delphi, Atina, Milet, Ephesos, Erythrai ve Eski izmir gibi merkezlerinde 8. yüzyıl Geç Hitit kökenli eserlere bolca rastlanır. Ayrıca 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Geç Hitit etkileri Attika vazolarında, daha sonra da Korinth vazolarında görülmektedir.
 
FRYGİA UYGARLIĞI (M.Ö. 750-300)



Hitit İmparatorluğunun çökmeye başladığı yıllarda Anadolu Kafkaslar ve Boğazlar üzerinden gelen bazı göçmen grupların etkisi altına girmeye başlamıştı. Doğudan gelenlere Muşkiler deniyordu ve Elazığ yöresine yerleşmişlerdi. Batıdan (Makedonya’dan) gelenler ise Bryg adını taşıyorlardı ve Marmara denizinin güney bölümüne yerleşmişlerdi. Anadolu’da Phrygler adını alan grup M.Ö. 10 yüzyıldan başlayarak daha içeriye, Gordion yöresine ulaşmışlardı. M.Ö. 8. yüzyılın ortalarında merkezi bir devlet kuran Friglerin kurucularının Gordios olduğu sanılmaktadır. Asurluların Muşkili Mita dedikleri oğlu Midas ise önceleri Urartu ve Tabal Krallıkları ile birleşip Asur’a karşı bir koalisyon oluşturmuşsa da M.Ö. 8. yüzyılın sonlarında doğudan gelen Kimmerlere karşı Asur ile dostluk anlaşması yaparak dikkatini batıya yöneltti. Yunanistan’daki Delphoi tapınağına armağanlar yolladı, Lydia Krallığı ile dostluk ilişkileri kurdu ve Batı Anadolu kıyılarındaki Kyme kenti Nemrutkale-Aliağa) kralının kızı ile evlendi.


Frig Krallığı en güçlü döneminde batıda Burdur yöresinden, doğuda Amasya’ya, kuzeyde Samsun’dan, güneyde Niğde civarına kadar yayılmıştı. Fakat Kimmer tehlikesi giderek artıyordu. Asur kralı II. Sargon bu göçebelerle yaptığı bir savaşta öldü (M.Ö. 705). Asur desteğini yitiren Frigler de Kimmerlerin istilalarına maruz kaldı. M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Gordion Kimmerler tarafından yakılarak tahrip edildi. Kral Midas bu yenilgiden sonra intihar etti.

Frigler bu yenilgilere rağmen Orta Anadolu’nun çeşitli yörelerine dağılarak beylikler halinde bir müddet daha hüküm sürdüler. Çorum’un kuzeyindeki Pazarlı ve eski Hitit başkenti Boğazköy bu yerleşim yerlerinden bazılarıdır. Ancak, en güçlü oldukları bölge Eskişehir ve Afyon civarıydı. Küçük Frigya denilen bu bölgede bulunan Midas kentinin dini açıdan da büyük önemi vardı.



Friglerin çok tanrılı bir dinleri vardı. Güneş Tanrısı Sabazios ile Ay Tanrısı Men bunlardan en tanınmışlarıydı. Ancak Frigler denince akla ilk gelen tanrıça Kybele’dir. Anadolu’da Erken Neolitik Dönemden beri tapınılan Kybele Frigler için bir doğa tanrıçası, hatta doğanın bizzat kendisiydi. Kybele için en büyük tapınma yeri Pessinus’ta (Sivrihisar - Ballıhisar) idi. Burada tanrıçayı siyah meteorik bir taş temsil ediyordu. Frigler bu tanrıçayı o kadar benimsediler ki, tüm ülkelerini Agdistis Dindymene de dedikleri Kybele’nin mülkü saydılar. Bunun sonucunda, aslında bir Anadolu tanrıçası olduğu halde Kybele tarihe bir Frig tanrıçası olarak geçti. Kybele kutsal alanları genellikle kayalıklar üzerine yapılmıştı. Çünkü tanrıçanın buralarda yaşadığına inanılıyordu. M.Ö. 8.-6. yüzyıllar arasında Eskişehir-Afyon arasındaki ovaya tanrıçanın tapınaklarını temsil eden pek çok kaya anıtı yapılmıştı.


Frig soyluları ölülerini ya kayaya oyulmuş mezarlara ya da tümülüs denen yığma mezar tepelerinin altındaki odalara gömerlerdi. Kaya mezarlarının kimilerinde cephe kabartmalarla süslenmişti. Tümülüslere Gordion, Ankara ve Kerkenezdağ bölgelerinde yoğun olarak rastlanmaktadır. Bunlardan en büyüğü Midas’a ait olduğu sanılan 300 m. çapında ve 53 m. yüksekliğindeki Büyük Tümülüs’tür. Tümülüs geleneği Anadolu’ya yabancıydı ve Frigler tarafından Makedonya’dan getirilmişti.

Frig kentleri içinde Gordion’un özel bir yeri vardır. Saray yapılarının bulunduğu kesim bir tepe üzerine kurulmuştu. Bu yapıların en dikkat çekici özelliği tümünün megaron planlı oluşlarıdır. Batı Anadolu’da M.Ö. 3. binyılın başlarından beri kullanılan bu tür yapılar önde bir giriş holü ile arkadaki büyük salondan oluşuyordu.

Hint-Avrupa kökenli bir dil kullanan Friglerin yazıları tam olarak çözülememiştir. Frigler dokumacılık, marangozluk ve madencilikte çok ustaydılar. Gordion tümülüslerinde bulunan çivi kullanılmaksızın birbirine geçmelerle tutturulmuş panolar ve mobilyalar ile fibula adı verilen çengelli iğneler ve makara kulplu kaseler Friglere özgü eserlerdir.
 
HURRİLER (M.Ö. 1500-1250)


Hititler döneminde Anadolu yarımadasının güneyinde Luviler, Paflagonya Bölgesinde Palalar ve diğer bölgelerde Arzava, Kizzuvatna ve Ahhiyava krallıkları bulunuyordu. Bu devletlerden başka Hurriler ve Mitanniler de aynı dönemde Güneydoğu Anadolu’da özgün uygarlıklar yaratmışlardır. Hurrilere ilk önce M.Ö. 3. binin sonlarında Mardin dolaylarında rastlanmaktadır. Urkis şehrinde bir tapınağın kurulması ile ilgili belge şimdi Louvre Müzesindedir. Tunçtan bir aslan heykelciğinin koruduğu bir taş levha üzerine arkaik çivi yazısı ile kazınan yazıt M.Ö. 2300 yıllarına aittir. Hurriler önceleri M.Ö. 2. binin ilk yarısında kısa yaşamlı küçük beylikler kurmuşlardır. Daha sonra M.Ö. 1500-1250 arasında Hurriler tarafından kurulan Mitanni devleti o dönemde Yakın Doğu’nun Mısır’dan sonra gelen ikinci büyük gücü olmuştur. Mitanni kralları aynı dönemde hüküm süren Mısır kralları ile mektuplaştıklarından bu dönem hakkında oldukça fazla bilgi edinmek mümkündür.

Hurrilerin başlıca merkezleri Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Kerkük arasındaki bölgede kalan Tell Feheriye, Tell Brak, şagar ve Bazar gibi kentlerdir. Mitanni devletinin kralları Hint-Ari kökenli idiler. Hindistan’a giden bazı Hint-Ari boylarının İran yaylası üzerinden Güneydoğu Anadolu’ya geldikleri ve yerli halk olan Hurrilerle kaynaştıkları tahmin edilmektedir. Mitannilerin at yetiştirme konusunda oldukça bilgili oldukları anlaşılmaktadır. Boğazköy’de bulunan Hititçe yazılmış dört tablette atların yetiştirilmesi hususundaki bilgilerin bir Mitannili tarafından kaleme alındığı bildirilmekte ve Hititçe çevirideki bazı teknik terimler Sanskritçe dilinde verilmektedir. Oldukça kısa süren bir egemenlik döneminden sonra Hitit kralı şuppiluliuma tarafından son verilen Mitanni devleti Hattuşa’ya bağlı bir eyalet haline getirildi. Fakat Hurrilerin etkisi yörede yoğun bir şekilde devam etti.
 
LYDİA UYGARLIĞI (M.Ö. 700-300)



Batı Anadolu’da Gediz ve Küçük Menderes yörelerinde oturan bu halkın nereden geldiği kesin olarak belirlenememiştir. Antik dönem yazarları onların güneydeki Karyalılar ile kuzeydeki Mysialılar ve Frigler ile akraba olduklarını söylerler. Hint-Avrupa karakterli bir dilleri olan Lydialıların Batı Anadolu’da M.Ö. 2. binyılın ikinci yarısından itibaren varoldukları kabul edilmektedir. En ileri dönemlerindeki kralları aşağıda verilmektedir :

Gyges M.Ö. 680-652


Ardys M.Ö. 652-625

Sadyattes M.Ö. 625-610

Alyattes M.Ö. 610-575

Kroisos M.Ö. 575-546

Lydia’nın parlamasının nedeni bölgede bulunan altın madenleriydi. Bu madenin M.Ö. 7. yüzyılın başından beri Sardes’te işletilmeye başlaması Lydia’lıları zenginleştirmiş ve güçlendirmişti. Lydia’nın Anadolu’daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir.

Lydia tarihinin bazı dönemlerinde Frigleri de yıkan Kimmerlerin saldırısına uğradı ve Sardes kenti Kimmerlerle birlikte yine göçebe bir topluluk olan Trerler tarafından da yağmalandı. Ayrıca Medler ve Perslerle de çeşitli kez savaşlar yapmışlardır. M.Ö. 28 Mayıs 585 günü Medlerle yapılan savaş sırasında güneş tutulması meydana gelmiş ve savaş böylece sona ermiştir. Lydia devletine son veren Pers kralı Kyros olmuştur.

Lydia soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes’in kuzeyinde Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu’daki en yüksek yığma mezar örneğidir.


Çok zengin olan Anadolu mozayiğinde sözü edilmesi gereken ve bugün de izlerine rastladığımız başka uygarlıklarda vardır. Demir Çağında incelenmesi gerekenler arasında Karia ve Lykia uygarlıklarını sayabiliriz. Hint-Avrupa ailesinden olan dilleri Hitit öncesi ögeler taşımaktadır. Karialıların daha önceleri Batı Anadolu’da yerleşmiş oldukları bilinen Leleglerden, Lykia’lıların ise Luvilerden geldikleri sanılmaktadır. Lykia uygarlığının en özgün örnekleri arasında kayalara oyulmuş anıtlar yer almaktadır.

Lydia devletinin M.Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar Ege Denizi kıyılarına kadar tüm Anadolu’yu ellerine geçirdiler. Pers egemenliği M.Ö. 333 yılına değin sürdü. Bu dönemden sonra yerli kültür gelişiminin yerini Batıdan gelen yeni etkiler ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir kültür almaya başladı.
 
URARTU UYGARLIĞI (M.Ö. 860-580)




Hitit İmparatorluğunun güçlü bir biçimde varolduğu ve bugünkü Elazığ yöresinde Hurri kökenli İşuwa Krallığını egemenliği altında bulundurduğu yıllarda daha doğuda da (Van gölü yöresinde) birtakım kabileler yaşamaktaydı. Bu bölge Asurlular tarafından Uruatri (dağlık bölge) olarak adlandırılmaktaydı.M.Ö. 9. yüzyılın ortalarında, göçebe durumdaki bu kabileler birleşerek Urartu Devletini kurdular.
Kendileri için Biaini terimini kullanan Urartuların başkenti Van Gölü kıyısında bir kayalığın üzerine kurulmuş bulunan Tuşpa idi. Ülkenin en geniş sınırları kuzeydoğuda Sovyet Ermenistanına, güneydoğuda Urmiye Gölüne, kuzeybatıda Erzincan’a, güneybatıda ise Malatya yöresi ve Toros dağlarına değin uzanıyordu. Buralarda askeri ve ekonomik amaçlı pek çok kent kurulmuştu (batıda Palu, kuzeyde Armavir Blur, Van bölgesinde Çavuştepe ve Fırat kıyısında Habibuşağı gibi).


M.Ö. 8. yüzyılın ortalarında Urartu’nun etki alanı Suriye’ye doğru genişlemeye başlamıştı. Kral II. Sardur bazı Geç Hitit beylikleriyle bir koalisyon kurup Asur egemenliğine karşı harekete geçti. Ancak Asurlular M.Ö. 743 tarihinde Adıyaman-Gölbaşı yöresinde Urartu-Geç Hitit koalisyonunu yenerek Tuşpa’yı kuşatınca Urartu egemenliğine büyük bir darbe vuruldu. Aynı dönemde de kuzeyden göçebe Kimmerlerin saldırıları başlamıştı. Bu nedenlerle Urartular M.Ö. 8. yüzyıl sonlarında Van gölü yöresine çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonra II. Argişti ve II. Rusa dönemlerinde yeniden bazı merkezler kuruldu (Toprakkale, Adilcevaz, İran’da Bastam, Aras ırmağının kuzeyinde Karmir Blur gibi). Buna karşın Urartu devletinin gerilemesi durdurulamadı ve M.Ö. 612 yılında Asur İmparatorluğunun yıkılışını izleyen on yıl içinde Urartu devletine Medler ve İskitler tarafından son verildi.

Urartuların en önemli çalışmaları bayındırlık alanında olmuştur. Bunun nedeni de bölgenin sarp kayalık yapısı nedeniyle son derece ölçülü biçimde inşa edilmesi gereken kaleler ve şehirlerin gerekli olmasıdır. Urartular tarafından inşa edilen kale, kent, baraj, su kanalı, tapınak ve kaya anıtları bu bayındırlık çalışmalarının en canlı tanıklarıdır. Ayrıca Tuşpa’da kayalara oyulmuş olan Urartu kral mezarları türünün dünyadaki ilk temsilcileridir.

Urartu dini çok tanrılıydı. En önemli tanrıları Haldi (Savaş Tanrısı), Teişeba (Fırtına Tanrısı-Hititlerde Teşup) ve Şivini (Güneş Tanrısı) idi. Urartular bu tanrılara açıkhava kutsal alanları yanında kendilerine özgü büyük bir kompleks oluşturan tapınaklarda da törenler düzenlerlerdi. Bu tapınakların en ilginç özelliği tanrı heykelinin durduğu kare planlı yüksek kuledir. Dış yüzlerine tanrılara adak olarak sunulmuş tunç kalkanların asılı olduğu bu yapıların iç duvarları mavi ve kırmızının egemen olduğu duvar resimleriyle bezeliydi. Bu tür tapınaklara örnek olarak Ağrı’nın Patnos ilçesindeki Aznavurtepe kalesindeki tapınak ile Toprakkale’deki tapınak verilebilir.




Urartu sarayları genellikle iki katlıydı. Alt kat mutfak, banyo, tuvalet gibi hizmet birimlerine ayrılmıştı. Üst katta ise büyük bir kabul salonu ile yatak odaları bulunmaktaydı (Çavuştepe ve Adilcevaz Urartu sarayları gibi).

Urartu devletinde her türlü alt yapı hizmeti devlet tarafından planlanmıştı. Bunlar arasında sulamaya özel bir önem verilmişti. Kral Menua’nın yaptırttığı 56 km. uzunluğundaki su kanalı (şamram Kanalı) 2800 yıl önce yapılmış olmasına rağmen bugün hala Van’da hizmet vermektedir. Aynı şekilde Toprakkale için inşa edilmiş olan Keşişgöl Barajı bazı onarımlarla günümüzde de kullanılmaktadır.

Ayrıca Urartu şehirleri arasındaki ulaşımı sağlayabilmek için bir karayolu şebekesi kurmuşlardı. Dünyanın en eski ulaşım sistemlerinden olan Urartu karayollarının en etkileyici kalıntıları Bingöl dağları üzerindedir. Van’dan Palu, Harput ve Malatya’ya uzanan bu karayolu ortalama 5.40 m. genişliğinde olup, her 25-30 km. de bir konaklama istasyonu bulunuyordu.

Dilleri Hurrice ile akraba olan Urartular, çivi ve hiyeroglif yazısı kullanıyorlardı. Urartu ülkesi ve çevresi gümüş, bakır ve demir kaynakları açısından zengin olduğundan maden işlemeciliği oldukça gelişmişti. Kuyumculuk, kabartmalarla süslü tunç kemerler, tunçtan heykeller, kazanlar, at koşum takımları ve silahlar ile demirden şamdanlar dikkat çekicidir.
 
Top