YOLCULUK

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
Sen bu işi bana bırak’ der gibi baktı arkadaşına. Onlardan başka kimse bilmiyordu neyden bahsettiklerini. Gözlerini kapatarak eğerken kafasını, sözünü de vermiş oluyordu böylece. Arkadaşı bu teminattan sonra rahatlamış olacak ki kafasını bir iki kere aşağı yukarı salladı. Kitabını okumaya başladı genç kadın. Yanındaki öğrenci arsız bir merakla sayfalara dikti gözlerini. Başka birinin hayatının ortasına daldı böylece, hiç tanımadığı kitap kahramanını iki sayfa ile anlamaya çalıştı. Anlamadı ama anlamış gibi tebessüm etmeyi de ihmal etmedi. Onun için zor olmasa gerekti, neticede her gün çevresindeki insanların birer sayfasını okuyor ve anlıyormuş gibi yapıyordu. Telefonunu bir eliyle tutup sakince ekranı izleyen adam diğer elini pantolonun cebine koymayı tercih etmişti. Kalabalığın ortasında kendini saklamak istercesine çekilmişti bir köşeye ve gözleri temas etmesin diye kimselere, telefonuna bakıyordu yalnızca. Saklamak istediği, saklanmak istediği neydi, kendi de bilmiyordu ama böyle daha iyi hissettiğini düşünüyordu. Hissetmek düşünülebilir miydi? Sessiz bir yolculuğu tamamlamıştı koltukta oturan adam, inme vakti gelmişti çoktan. Henüz daha inilmesi beklenilmeden yeri doldurulmuştu onun da. Kendisine yer verilen yaşlı kadın kendisine yer vereni göz işaretleriyle yanındakine gösteriyor, dudaklarını kımıldatıyordu sakin hareketlerle. Haklı bir gururun gölgesi yüzündeydi yer veren gencin. Dünyayı kurtarmış gibi hissetmekten alıkoyamıyordu kendini. Tüm gün boyunca kendini tatmin edecek hareketi yapmış ve rahata kavuşmuştu. Bir elini beline koyan lise öğrencisi diğer eliyle tutacağa uzanmıştı. Uykulu olduğunu belli eden gözlerine esneyen ağzı eşlik ediyor, öylesine gürültülü bir ortamda bile uykuyu hayal ediyordu. Kafasını yukarda olan koluna doğru yaslarken, belinden destek aldığı elini de yavaşça serbestleştiriyordu böylece. O anlarda, etrafındakilerin kendisi hakkında ne düşüneceği konusunda bir endişesi olmayan öğrenci, ani bir ivmelenmeyle sarsılınca, kafasını dik tutmaya karar vermişti. Metroya yeni giren yolcu ise kendini bir konuma yerleştirmeye çalışıyordu. Nihayetinde bundan umduğu gibi bir sonuç alamayacağını anlayan yolcu, bulunduğu yeri kabul etti ve kımıldanmayı kesti. Kahverengi montlu adam kulaklıktan gelen eşsiz ezgilerin kulağına dolmasına izin veriyordu. Dinlediği müziğe eşlik edercesine sallıyordu bedenini. Bir süre sonra, gözlerini de müziğe uyarladı ve kapattı onları da. Böylece artık farklı bir yerdeydi, nerede olmak istiyorsa oradaydı şimdi. İstenilen yerde olmak, bu kadar kolay mıydı? Eşyaları kendi bağımsızlığını ilan edercesine dağılmış olan çocuk, kafasını arkaya doğru yatırmış ve metronun camına bir adet yastık görevi vermişti. Uyumak istiyor ama beceremiyor gibiydi. Zihni de eşyaları gibiydi muhtemelen. Uyuyamamasının nedeni açıktı. Düşünceler karman çorman olmuş, ait oldukları yeri bulamıyorlardı. Sahiplerine yalvarıyorlardı adeta, karşılık alamadıkları aşikârdı. İki elini üstten tutunmak için kullanan gri pantolonlu amca umutsuzca birinin ona yer vermesini diliyordu. Kimse amcanın farkındaymış gibi görünmüyordu. Farkında olanların ise durumu çok ciddiye aldıkları söylenemezdi. Gözlüklerinin üstünden bir arkadaş grubunu izleyen genç kız, onların konuşmalarına dikkat kesilmişti. Meraklı gözlerin hedefi olanlar ise durumun farkında bile değillerdi. Dikkat çekmekten korkmayan böylesine dik bakışların, dikkat çekmemesi inanılır gibi değildi. Körlük sadece karanlık mıydı? Ağzındaki sakızı çiğnerken, aynı zamanda telefonuna gelen mesaja onaylamazca kafasını sallıyordu genç adam. Kendinin aksine oturan arkadaşına, durumu izah etmeye çalışıyor gibiydi. Arkadaşı ise gayet sakin ve rahat bir tavır sergiliyordu. Durum tamamen onunla ilgiliymiş de o ilgilenmemeyi tercih ediyor gibiydi. Ayaktaki gencin yüz ifadeleri daha abartılı bir hal almaya başlarken çiğnediği sakız artık ağzında değildi. Tüm sakinliği de ağzındaki sakızla beraber yutulmuştu. Durağa varıldığında artık arkadaş değillerdi. Yan yana oturmuş iki kadın mırıldanarak konuşmaya başlamışlardı bu sırada. Biri diğerini teselli ediyor olacak ki ellerini ona sarmıştı. Gözleri ‘bunlar da geçer’ der gibi bakıyordu. Geçer miydi sahiden? Uzun saçlı kız, herkesin aksine içeri değil yandan tünelin karanlığına bakmayı tercih etmişti. Boş bir ifade ile izlediği karanlık ona bir şeyler vaat ediyor gibiydi. Bir sonraki durakta inecek olan teyze önceden hazırlığını yapmış, kapıya doğru adımlar atıyordu. Adımları yavaş ama keskindi. Kırmızı hırkalı kız boşalan alanı gördüğü anda arkadaşını da beraberinde sürükleyerek çekmişti oraya. Şimdi daha rahatlardı. İşleri daha da abartarak yere oturmaya hazırlanıyorlardı, konuşacakları konular bu rahatlığı talep ediyordu muhakkak. Gözlerini kapatarak biraz dinlenmeyi hedefleyen amca, uykuya dayanamamış olacak ki elinde sıkı sıkı tuttuğu poşeti yavaşça bırakıyordu. Elinden bir şeyler kaydığını hissedince ani bir çeviklikle açtı gözlerini. Poşetini daha güvenilir bir yerde tutmak istediğinden, kucağına alarak sarılmayı tercih ediyordu. Sarıldığının sadece bir poşet olmadığını gözlerine bakarak anlamak mümkündü. Aceleyle adımlayan siyah kabanlı kadın metronun ani duruşunu hesaba katmamış olacak ki son anda düşmemek için tutunacak bir şeyler aradı. Birçok kişinin aksine tutunacak bir şeyler buldu ve dengesini sağladı. Bu andan itibaren tutunduklarının bir önemi kalmamıştı, o tutunduklarını bırakırken orada, tutunduklarının ona tutunmasına izin vermemişti. Hayatta da böyle değil miydi? Mor örtülü kadın ineceği durağı kaçırmaktan korkuyor olmalıydı, durak listesine sürekli bakıyor ve kontrol ediyordu onu. Sabırsız hareketleri bir şeylere geç kalıyor olduğunu gösteriyordu. Gözleri saat ve durak isimleri arasında mekik dokuyor, tek ayağı bu döngüye ritim tutuyordu. İnene kadar rahat bir nefes almayacağını endişeli yüzü anlatıyordu. Koşarak metroya giriş yapan sarı saçlı gencin tek eliyle saçını şekillendirmesi ve arkadaşına gülümsemesi, onun başarısının kutlamasıydı. Arkadaşı da ona bir tebessümle karşılık vermeyi tercih etmişti. Tebessümden daha fazlası olduğunu, gören gözler anlamıştı. Sarışın genç ise kendine odaklandığından kaçırmıştı bu izleri. Küçük çocuk, okumayı henüz öğrenmediğinden resimli bir kitabı tutuyordu elinde. Kendi hikâyelerini yazıyordu resimlerle. Zihnine yazdığı bu hikâyeleri de yanındaki annesine soruyor ve kontrol ettiriyordu. Küçük olduğundan herhalde, yanlış bir şey yazmak istemiyordu zihnine. Yazarsa eğer, nasıl silineceğini bilmiyordu çünkü. Nasıl silindiğini bilen var mıydı ki? Birbirini daha önce görmemiş insanlar, metronun en önünde toplanmış uzayıp giden karanlığa bakıyorlardı. Kimisi o karanlıkta kendini görüyordu, kimisi ise görmek istemediklerini hapsediyordu oraya. Sonuçta karanlık yine bir avuç insandan oluşuyordu, başka bir şeyden değil. Duraklar bir bir azalırken oturduğu yerden kalkan sabırsız insanların sayısı da artıyordu gittikçe. Onların yerini doldurmak için gelenler artık o kadar fazla değildi ama yok da denemezdi. Ve tüm bu yolculukta biri vardı, diğerlerini izleyen… Gelecek istasyon anons edildiğinde o biri, artık orada değildi. Yerini kim doldurmuştu?
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Telefonunu bir eliyle tutup sakince ekranı izleyen adam diğer elini pantolonun cebine koymayı tercih etmişti. Kalabalığın ortasında kendini saklamak istercesine çekilmişti bir köşeye ve gözleri temas etmesin diye kimselere, telefonuna bakıyordu yalnızca.

Tesekkürler komsum bu guzel dizileri bizimle paylastigin icin
 
Top